SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  kilitli
Gotha Programının Eleştirisi           (gösterim sayısı: 4.334)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 11.08.2013- 12:08



FRİEDRİCH ENGELS'İN ÖNSÖZÜ

Burada yayınlanan elyazması -metnin Bracke'ye gönderilmesi dolayısıyla yazılan mektup ve program taslağının eleştirisi-, Geib, Auer, Bebel ve Liebknecht'e iletilmek ve sonra da Marx'a geri gönderilmek üzere, Gotha Birleşme Kongresinden az önce, 1875'te, Bracke'ye gönderildi. Halle Kongresi, Gotha programının tartışılmasını parti gündemine aldığına göre, bu önemli belgeyi, belki de bu tartışma ile ilgili belgelerin en önemlisi olan bu metni, kamuoyuna açıklamayı daha fazla geciktirirsem dürüstlükle bağdaşmayan bir davranışta bulunmuş olurum.

Ama bu metnin çok daha önemli bir yanı da var. Burada, Lassalle'in harekete katılmasıyla birlikte başlatmış olduğu iktisadi ilkeler ve taktikle ilgili eğilimler karşısında, Marx'ın benimsemiş olduğu tutumu açıklıkla ve sağlam bir biçimde bulmak olanaklıdır.

Program tasarısının amansızca tahlili, alınan sonuçların incelenmesinde ve tasarının zayıf noktalarının açığa vurulmasında gösterilen sertlik, bütün bunlar, onbeş yıldan sonra, artık kimseyi gocundurmamalıdır. Özgül olarak lasalcılık, artık, ancak yurt dışında, terkedilmiş harabelerde yaşamaktadır, ve Gotha Programı, Halle'de, onu kaleme almış olanlar tarafından bile, tamamen yetersiz sayılarak terk edilmiştir.

Bununla birlikte, [anlamı] pek fark ettirmediği yerlerde, bazı deyimleri ya da kırıcı kişisel değerlendirmeleri çıkardım ve yerlerine noktalar koydum. Marx da eğer elyazmasını bugün yayınlasaydı aynı şeyi yapardı. Metinde kullanılan dilin yer yer aşırı sertlikte oluşunun iki nedeni vardı. Birincisi, Marx ve ben, Alman hareketine başka herhangi bir harekete olduğundan daha sıkı bağlarla bağlı bulunuyorduk, program tasarısının ifade ettiği gözle görülür gerileme bizi özellikle üzmüştü. İkincisi, o sırada, Enternasyonalin Lahey Kongresinden iki yıl sonra, bizi, Almanya'da işçi hareketindende olup biten her şeyden sorumlu tutan Bakunin ve onun anarşistleri ile tam savaş halinde olmamızdı, onun için programın açıkça itiraf edilmeyen babalığının bize yüklenmesini beklemeliydik. Bugün artık bütün bunlar geçerliğini yitirmiştir, aynı şekilde, sözkonusu pasajların da gereği kalmadı.

Bundan başka, basın yasası bakımından gerektiği için çıkarılıp yerine noktalar konan birkaç tümce daha var. Daha yumuşak bir deyim kullanmam gerektiği yerde, ben bu deyimi ayraç arasında koydum. Bunların dışında, yayım, metnin aynısıdır.


Londra, 6 Ocak 1891
F.Engels




MARX 'TAN W. BRACKE'YE (METİNLE BİRLİKTE GÖNDERİLEN) MEKTUP
Londra, 5 Mayıs 1875


Sevgili Bracke,

Aşağıdaki birlik programı üzerine eleştirel kenar notları, okuduktan sonra lütfen Geib ve Auer'i, Bebel ve Liebknecht'i bilgisine sunun. İşim başımdan aşkın ve doktorların izin verdiğinden çok daha fazla çalışmak zorunda kalıyorum. Bu yüzden bu uzun yazıyı yazmak pek de "zevkli" olmadı. Ama bu, daha sonra atmak zorunda kalacağım adımları, bu yazışmanın muhatabı olan partili dostların yanlış yorumlamamaları için gerekliydi.

(Birlik kongresinden sonra, Engels ve ben, kısa bir duyuru yayınlayarak, sözkonusu ilke programı ile ortak hiçbir yanımız olmadığını açıklayacağız.)

Ülke dışında, partinin düşmanları tarafından yayılan ve kesin olarak yanlış bir kanı olan, Eisenach partisi diye bilinen hareketi buradan gizlice yönettiğimiz söylentisi dolaştırıldığı için de, bu gereklidir.Örneğin Bakunin, daha geçenlerde yayınlanmış olan Rusça bir yayında, ( yalnızca) bu partinin bütün programlarından vb.(değil, Halk Partisiyle işbirliği yapmaya başladığı günden bu yana Liebknecht'in attığı her adımdan bile) beni sorumlu tutuyor.

Bundan ayrı olarak, bence karşı çıkılması gereken ve partinin moralini bozan bir programı, diplomatik bir suskunlukla da olsa, onaylamamak benim için bir görevdir.

Gerçek hareketin her adımı, bir düzine programdan daha önemlidir. Dolayısıyla eğer Eisenach programının ilerisine gitmek olanaklı değildiyse--ve günün koşulları buna elvermediyse--,ortak düşmana karşı eylem için bir anlaşmayla yetinilmemeliydi. Bunun tam tersine, ( bunu uzun bir ortak çalışmayla böyle programların hazırlanabileceği bir zamana bırakmak dururken) bir ilke programı yapmak, bütün dünyanın gözü önüne, parti hareketinin düzeyini ölçeceği ölçüdikmesi koymak anlamına gelir.

Lasalcı önderler, koşullar onları zorladığı için bize geldiler. Onlara, ilkeler üzerinde pazarlığa girişilemeyeceği daha başından söylenmiş olsaydı, bir hareket programı ya da ortak hareket için bir örgütlenme planı ile yetinmek zorunda kalırlardı. Bunun yerine, onların, yetkilerle donatılmış olarak gelmelerine izin veriliyor ve bu yetkiler bağlayıcı sayılıyor, böylece kendileri yardıma gereksinim duyanlara koşulsuz teslim olunuyor. Ve bütün bunların üzerine tüy dikmek için de, uzlaşma kongresinden önce bir kongre yapıyorlar, bizim partimizin kongresi ise post festum ( iş işten geçtikten sonra) toplanıyor. Tüm eleştiriler etkisizleştirilmek ve kendi partimize hiçbir düşünme fırsatı verilmemek istendiği açıktır. Birleşme olgusunun işçileri sevindireceği bilinmektedir, ama bu anlık başarının pek pahalı olmadığına inanmak bir yanılgıdır.

Üstelik lasalcı iman maddelerinin kutsanması göz ardı edilse bile, program bir bütün olarak hiç de iyi değildir.

(Pek yakında size Kapital'in Fransızca bölümlerini göndereceğim. Fransız hükümeti yasakladığı için, yayını uzun zaman geciktirildi. Bu hafta ya da gelecek haftanın başında kitabın yayınlanması tamamlanmış olacak. İlk altı fasikül elinize geçti mi? Bana Bernhard Becker'in adresini bildirin ki, ona da bu son fasikülleri gönderebileyim.)

Volksstaat kitabevinin tuhaf adetleri var. Örneğin bana Kölner Kommunistenprozess'in ( Köln Komünistler Duruşması) basılmış nüshalarından henüz tek bir nüsha bile göndermediler.

Selamlar.

Karl Marks.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 11.08.2013- 12:10


ALMAN İŞÇİ PARTİSİ PROGRAMINA KENAR NOTLARI


1. Emek bütün zenginliğin ve bütün kültürün kaynağıdır, ve yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum yoluyla olanaklı olduğu için, toplumun bütün üyeleri emeğin bütün üretisi üzerinde eşit hakka sahiptir.

Paragrafın Birinci Kısmı: "Emek bütün zenginliğin ve bütün kültürün kaynağıdır."

Emek, bütün zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da, tıpkı, bir doğa gücünün, insan emek-gücünün deyimlenmesinden başka bir şey olmayan emek gibi kullanım-değerlerinin (ve kuşkusuz maddi zenginlik de bu değerlerden meydana gelir!) kaynağıdır. Bu tümce, çocukların tüm okuma kitaplarında vardır ve emeğin ilgili nesnelerle ve araçlarla işlev gördüğünü kastetmesi ölçüsünde doğrudur. Ama bir sosyalist program, onlara anlam verebilecek koşulları sessizce geçiştiren bu tür burjuva tümcelerine yer veremez. Ve insan, daha başından, bütün emek araçlarının ve konularının birincil kaynağı olan doğaya karşı onun sahibi gibi hareket ettiği, kendi malıymış gibi davrandığı ölçüdedir ki, onun emeği, kullanım-değerlerinin ve dolayısıyla zenginliğin kaynağı olur. Burjuvalar, yanlış olarak, emeğe doğa-üstü yaratıcı güç yüklemeleri için pek iyi temellere sahiptir; çünkü, salt emeğin doğaya bağlı olması olgusundan, emek-gücünden başka bir mülkiyete sahip olmayan insanın, toplumun ve kültürün bütün koşullarında, emeğin maddi koşullarının sahibi haline gelen başka insanların kölesi olmak zorunda olduğu sonucu çıkar. Bu insan, ancak onların izni ile çalışabilir, dolayısıyla da ancak onların izni ile yaşayabilir.

Şimdi de, tümceyi olduğu gibi, ya da daha doğrusu bu topal haliyle bırakalım. Bundan nasıl bir sonuç beklenebilir? Besbelli ki şu.
"Emek bütün zenginliğin kaynağı olduğuna göre, toplumda hiç kimse, bir emek ürünü olmayan zenginliği kendine maledinemez. Demek ki, eğer bir kimse çalışmıyorsa, başkasının emeğiyle yaşıyordur; o, kültürünü bile başkasının emeğinden elde etmektedir."

Bunun yerine birinci önermeye, "...diği için" çekim eki ile bir ikinci önerme ekleniyor ve birincisinden değil, ikinci önermeden sonuç çıkarılıyor.

Paragrafın İkinci Kısmı: "Yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum tarafından meydana getirilir."

Birinci önermeye göre, emek, her zenginliğin ve her kültürün kaynağı idi, demek ki, emek olmadan toplum da olamaz. Oysa şimdi, tam tersine, "yararlı" emeğin, toplum olmadan olanaksız olduğunu öğreniyoruz.

Aynı şekilde, yalnızca toplumda, yararsız, ve hatta toplumsal bakımdan zararlı emeğin, kazançlı bir geçim dalı haline gelebileceği, yalnızca toplumda aylaklık yapılarak yaşanılabileceği vb., vb. söylenebilirdi - kısaca bütün Rousseau baştan aşağı kopya edilebilirdi.

Peki "yararlı" emek nedir? Kuşkusuz, yalnızca niyetlenilen yararlı sonucu üreten emek. Taşla bir hayvanı öldüren, meyve devşiren vb. bir yabanıl -ve maymunluktan çıktıktan sonra insanoğlu bir yabanıldı- "yararlı" emek gerçekleştirir.


Üçüncü olarak. Sonuç: "Ve yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum tarafından meydana getirildiği için, emeğin geliri, tümüyle, eşit hakla, toplumun bütün üyelerine aittir.

Ne güzel sonuç! Eğer, yararlı emek, ancak toplum içinde ve toplum tarafından meydana getirilebiliyorsa, o halde, bu emeğin geliri, topluma aittir - birey olarak işçiye ise, emeğin "koşulu" olan toplumun varlığını sürdürmesi için gerekli olanın dışında hiçbir şey yok.

Gerçekte, bu önerme, her çağda, belli bir zamanda mevcut toplum durumunun savunucuları tarafından kullanılagelmiştir. Birinci olarak onu izleyen bütün ıvır-zıvırla birlikte hükümetin hak istekleri gelir, çünkü hükümet, toplumsal düzenin korunması için toplumsal organdır; ardından, çeşitli türden özel mülkiyetin hak istekleri gelir, çünkü çeşitli türde özel mülkiyet toplumun temelidir, vb.. Görülüyor ki, böylesi boş tümceler istenildiği gibi evrilip çevrilebilir.

Ancak şöyle kaleme alındığı zaman, paragrafın birinci kısmı ile ikinci kısmı arasında, bir mantık bağı kurulabilir:
"Emek, ancak, toplumsal emek olarak, zenginliğin ve kültürün kaynağı olur", ya da aynı anlama gelen: "ancak toplum içinde ve toplum tarafından".

Bu önerme, tartışma götürmez şekilde doğrudur, çünkü, yalıtılmış emek (bunun maddi koşullarının gerçekleşmiş olduğunu varsayarsak), kullanım-değerleri yaratabilirse de, ne zenginlik, ne de kültür yaratabilir.

Şu önerme de aynı şekilde tartışma götürmez:
"Emeğin toplumsal olarak gelişmesi ve böylece zenginlik ile kültürün kaynağı olması ölçüsünde, işçiler arasında yoksulluk ve perişanlık, işçi olmayanlar arasında zenginlik ve kültür gelişir."

Bu, geçmişin tüm tarihinin yasasıdır. O halde "emek" ve "toplum" üzerine genel sözler sıralayacak yerde, bugünkü kapitalist toplumda işçileri bu toplumsal beladan kurtulmada yetenekli kılan ve onları buna zorlayan maddi vb. koşulların, sonunda nasıl yaratılmış olduğu, burada, somut bir biçimde kanıtlanmalıydı.

Ama, gerçekte, gerek biçim, gerek içerik yönünden olsun, bütün bu paragrafın buradaki varlık nedeni, partinin bayrağı üzerine, en yukarıya, lasalcı "emeğin tüm geliri" formülünün slogan olarak yazılabilmesi içindir. "Emek geliri", "eşit hak" vb. konularına ilerde döneceğim, çünkü ilerde de, aynı şey biraz değişik biçimde karşımıza çıkmaktadır.

2-Günümüz toplumunda, emek araçları, kapitalist sınıfın tekelindedir; bunun sonucu olan işçi sınıfının bağımlılığı,
bütün biçimleriyle, yoksulluğun ve köleliğin nedenidir.

Enternasyonalin tüzüğünden alınmış olan bu tümce "iyileştirilmiş" bu biçimiyle yanlıştır.

Günümüz toplumunda, emek araçları, toprak sahiplerinin ( toprak mülkiyeti tekeli, sermaye tekelinin de temelidir) ve kapitalistlerin tekelindedir. Enternasyonalin tüzüğü, söz konusu pasajda, tekelci sınıfların ne birinin ne de ötekinin adını belirtir. "Emek araçlarının, yani yaşam kaynaklarının tekeli"nden sözeder. "Yaşam kaynakları" sözcüklerinin eklenmesi, burada, toprağın emek araçları arasına katıldığını yeteri kadar açıklıkla gösterir.

Bu düzeltmeye gidildi, çünkü Lassale, bugün bilinen nedenlerle, yalnızca kapitalist sınıfa saldırıyor ve toprak sahiplerine saldırmıyordu. İngiltere'de, kapitalist, genellikle fabrikasının kurulu bulunduğu toprağın sahibi bile değildir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 11.08.2013- 12:11


3. "Emeğin özgürleşmesi için, emek araçları toplumun ortak mülkiyeti durumuna yükseltilmeli ve emeğin tümü, emek üretilerinin adil bölüşümü ile birlikte kooperatif temelde düzenlenmelidir."

"Emek araçlarının ortak mülkiyet durumuna yükseltilmesi", bu, herhalde "ortak mülkiyet haline dönüştürülmesi" anlamına gelmektedir. Ama bunun üzerinde fazla durmuyorum.

"Emeğin geliri" nedir? Emeğin ürünü mü, yoksa onun değeri mi? Ve, bu sonuncu durumda da, ürünün tüm değeri mi, ya da yalnızca, emeğin tüketilen üretim araçlarının değerine eklemiş olduğu yeni değer kısmı mi?

"Emek geliri", Lassalle'in, belirli iktisadi kavramların yerine koyduğu belirsiz bir kavramdır.

"Adaletli biçimde dağıtım" ne demektir? Burjuvalar bugünkü dağıtımın "adaletli" olduğunu iddia etmiyorlar mı? Ve gerçekten de bugünkü üretim biçimi esasına göre bu dağıtım, biricik "adaletli" dağıtım değil midir? İktisadi ilişkiler, hukuksal kavramlar tarafından mi düzenlenmiştir, yoksa, tersine, hukuksal ilişkiler iktisadi kavramlardan mi doğar? Sosyalist sekterlerin de bu "adaletli" dağıtım hakkında son derece çeşitli görüşleri yok mudur?

Burada bu "adaletli dağıtım" deyimi ile ne kastedildiğini bilmek için, birinci paragrafı bu paragrafla birlikte ele almamız gerekir. Bu son paragraf "emek araçlarının ortak mülkiyet olduğu ve toplam emeğin topluluk tarafından düzenlendiği" bir toplum varsayıyor, birinci paragraftan da "emeğin gelirinin, tümüyle, eşit hakla, toplumun bütün üyelerine ait olduğunu" öğreniyoruz.

"Toplumun bütün üyelerine" mi? Çalışmayanlara da mı? O zaman "emeğin gelirinin tümü" ne oluyor? Toplumun yalnız çalışan üyelerine mi gidiyor? O zaman toplumun bütün üyelerinin "eşit hakkı" ne olacak?

Ama besbelli ki "toplumun bütün üyeleri" ve "eşit hak", gelişigüzel söylenmiş şeyler. Bunun özü, bu komünist toplumda, her işçinin, Lassalle'vari "emeğin tüm ürününü" alması gerektiğidir.

Önce "emek geliri" sözünü, emek tarafından yaratılan nesne anlamında alırsak, topluluğun emeğinin geliri toplam toplumsal üründür.

Bundan şunlar çıkarılmalıdır:

Birincisi, yıpranan üretim araçlarının yerine konmasının karşılığı.

İkincisi, üretimin genişletilmesi için ek kısım.

Üçüncüsü, doğa olaylarının vb. neden olduğu sıkıntılar ve aksaklıklar için yedek ya da sigorta fonları.

"Emeğin tüm geliri"nden yapılacak olan bu çıkarmalar, iktisadi bir zorunluktur, ve bunların büyüklüğü varolan araçlara ve güçlere göre, kısmen de olasılık hesabı ile belirlenebilir, ama hiçbir yönden adaletle hesaplanamazlar.

Geriye toplam ürünün tüketim aracı olarak iş görmek üzere öteki kısmı kalır.

Bu da bireyler arasında paylaşılmadan önce, gene şu çıkarmalar da yapılmalıdır:

Birincisi, üretime ait olmayan genel yönetim giderleri.

Bu kısım, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla çok sınırlıdır, ve yeni toplum geliştiği ölçüde azalır.

İkincisi, okullar, sağlık hizmetleri, vb. gibi, gereksinmelerin ortaklaşa karşılanmasına ayrılan kısım.

Bu kısım da, ilk başlarda bugünkü topluma kıyasla önemli ölçüde artmaktadır, ve yeni toplum geliştiği ölçüde de artar.

Üçüncüsü, çalışamayanların vb. geçimi için gerekli fonlar, yani bugün resmi olarak yoksullara yardım diye adlandırılan şeyin kapsamına girenler.

Ancak şimdi programın lasalcı etkinin altında, tek başına dar bir görüşle ele aldığı "dağıtma", yani ortaklaşa toplumun üreticileri arasında bireysel olarak paylaşılan tüketim araçları kısmına varmış oluruz.

Her ne kadar özel bir birey niteliği ile üreticinin elinden alınandan, toplumun bir üyesi niteliği ile dolaylı ya da dolaysız olarak yararlanmakta ise de, "emeğin tüm geliri" zaten farkedilemez bir biçimde "azaltılmış" gelire dönüşmüş bulunmaktadır.

Tıpkı "emeğin tüm geliri" sözünün gözden kaybolması gibi, "emeğin geliri" sözü de şimdi tamamen gözden kaybolmaktadır.

Üretim araçlarının ortak mülkiyeti üzerine kurulu ortaklaşa toplum içinde, üreticiler ürünlerini değişmezler; aynı biçimde, ürünler için kullanılmış emek, burada, bu ürünlerin değeri olarak, onların taşıdığı maddi bir nitelik olarak pek görünmez, çünkü şimdi, kapitalist toplumun tersine, bireysel emek artık dolaylı bir biçimde değil, toplam emeğin bir kısmı olarak doğrudan vardır. Belirsizliğinden dolayı bugün bile yersiz bulunabilen "emeğin geliri" deyimi, böylelikle bütün anlamını yitirmiş olmaktadır.

Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak emek-zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarfetmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve, bu belge ile, toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır.

Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir.

Demek ki, meta değişiminde eşdeğer değişimi yalnızca ortalama olarak varolduğu, tek tek durumlarda olmadığı halde, ilke ile pratiğin ortak çekişme içersinde olmamasına karşın, eşit hak, burada, hâlâ -ilke olarak- burjuva haktır.

Ama bu ilerlemeye karşın, eşit hak, hâlâ burjuva sınırlar içersinde kalmaktadır. Üreticinin hakkı, sunmuş olduğu emekle orantılıdır; buradaki eşitlik, ölçümün eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması olgusudur.

Ama bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içersinde daha fazla emek sağlayabilir ya da daha uzun süre çalışabilir; ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü birimi olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Demek ki bu, özünde, her hak gibi eşitsizliğe dayanan bir haktır. Niteliği gereği, hak, ancak aynı ölçüt kullanıldığında sözkonusu olabilir; ama eşit olmayan bireyler (ve bunlar eşit olsalardı ayrı ayrı bireyler olamazlardı) yalnızca aynı açıdan değerlendirildiklerinde, yalnızca belirli bir yönden ele alındıklarında, örneğin, bu durumda olduğu gibi, geri kalan her şeyden tecrit ederek yalnızca işçi olarak hesaba katıldıklarında, aynı bir ölçütle ölçülebilirler. Ayrıca, bir işçi evlidir, öteki değildir; birinin ötekinden daha çok çocuğu vardır, vb., vb.. Bu durumda eşit emek sarfettikleri halde ve dolayısıyla toplumsal tüketim fonundan eşit ölçüde yararlanma olanağına sahip bulundukları halde, biri gerçekten ötekinden çok alacaktır, biri ötekinden daha zengin olacaktır, vb.. Bütün bu sakıncalardan uzak durabilmek için, hak, eşit olacak yerde, eşit olmamalıydı.

Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz.

Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre! "



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 11.08.2013- 12:12


Bir yanda belli bir süre için bir anlamı olmuş, ama şimdi eskimiş laf salatası haline gelmiş görüşlerin partimize dogmalar olarak zorla kabul ettirilmek istenmesiyle, öte yanda ise partiye binbir zahmetle kazandırılmış ve artık onda kök salmış gerçek görüşü, ideolojik hukuk saçmalıkları ve demokratlarla Fransız sosyalistleri için çok geçerli olan saçmalıklar yoluyla tersine çevirmekle nasıl büyük bir suç işlendiğini göstermek için, bir yandan "emeğin tüm geliri"ni, bir yandan da "eşit hak"kı, "adaletli dağıtım"ı uzun uzun ele aldım.

Buraya kadar yapılmış olan tahliller bir yana, gene de şu dağıtım diye adlandırılan şey üzerinde bu kadar laf edilmesi ve bunun vurgulanması bir hatadır.

Tüketim araçlarının dağıtımı, bizzat üretim koşullarının dağıtımının bir sonucundan başka bir şey değildir. Ama bu dağıtım, üretim biçiminin kendisinin özelliğidir. Örneğin kapitalist üretim biçimi, maddi üretim koşullarının sermaye mülkiyeti ve toprak mülkiyeti biçiminde, çalışmayan kişilere dağıtılmasına, buna karşılık yığının yalnızca kişisel üretim koşulunun, emek-gücünün sahibi olması olgusuna dayanır. Eğer üretimin unsurları bu biçimde dağıtılırsa, tüketim araçlarının bugünkü dağıtımı, bundan kendiliğinden çıkar. Üretimin maddi koşulları, işçilerin kendilerinin kolektif mülkiyeti olunca, tüketim araçlarının bugünkünden değişik bir dağılımı, aynı biçimde, bu yeni durumun sonucu olacaktır. Kaba sosyalizm (ve onun aracılığıyla demokrasinin bir kesimi) burjuva iktisatçılardan, dağıtımı üretim biçiminden bağımsız bir şey sayma ve bu yüzden de sosyalizmin, özünde dağıtım çevresinde dönüp dolaştığını hayal etme âdetini almıştır. Gerçek ilişkiler uzun zamandan beri açıklığa kavuşturulmuş olduğuna göre, bunlara bir kez daha geri dönmek neye yarar?

4-Emeğin özgürleşmesi işçi sınıfının işi olmalıdır, ki bu sınıfın karşısında, bütün öteki sınıflar tek bir gerici kitledir.

Birinci tümcecik, Enternasyonal tüzüğü girişinden alınmıştır, ama "iyileştirilmiş" bir biçimde. Orda şöyle deniyordu: "İşçi sınıfının özgürleşmesi, işçilerin kendi eseri olmalıdır"; burada, tersine, "işçi sınıfı", neyi özgürleştirmelidir?:emeği. Anlayabilen anlasın.

Ama bunu telafi etmek için arkadan gelen tümcecik, su katılmamış lasalcı bir aktarmadır. "bu (işçi) sınıfın(ın) karşısında bütün öteki sınıflar tek bir gerici kitledir."

Komünist Manifesto'da şöyle yazılıdır: "Bugün, burjuvazi ile karşı karşıya duran bütün sınıflar içinde yalnızca proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır. Öteki sınıflar modern sanayi karşısında erirler ve sonunda yokolurlar; pğroletarya ise onun özel ve temel ürünüdür."

Burjuvazi, burada, eskimiş üretim biçiminin ürünü olan toplumsal durumlarını korumaya azimli feodaller ve orta sınıflara göre devrimci bir sınıf olarak -büyük sanayiin taşıyıcısı olarak- değerlendirilmektedir. Demek ki, feodaller ve orta sınıflar, burjuvazi ile birlikte yalnızca gerici bir yığın oluşturmuyorlar.

Öte yandan, proletarya, kendisi de büyük sanayiden doğmuş bir sınıf olarak, üretimi, burjuvazinin ölümsüzleştirmeye çalıştığı kapitalist nitelikten arındırmaya uğraştığı için, burjuvazi karşısında, devrimci bir sınıftır. Ama Manifesto, "alt orta sınıf"ın "proletaryaya katılmak üzere olduklarından ötürü" devrimcileşmekte olduklarını da buna ekler.

Bu bakımdan, orta sınıfların, burjuvaziyle birlikte ve hele feodalleri de bunlara katarak, işçi sınıfının karşısında "yalnızca gerici bir yığın oluşturduğunu" söylemek de saçmalıktır.

Son seçimler sırasında, zanaatçılara, küçük sanayicilere vb. ve köylülere de "siz, bizim karşımızda, burjuvalar ve feodallerle birlikte yalnızca gerici bir yığın oluşturuyorsunuz" diye haykırıldı mı?

Lassalle, kendi kaleme aldığı kutsal yazılarını müritleri nasıl ezbere biliyorsa, Komünist Manifesto'yu öyle ezbere bilirdi. Onu bu ölçüde kabaca tahrif etmesi, burjuvaziye karşı, ancak, mutlakiyetçi ve feodal hasımlarıyla ittifakını süslemek içindi.

Yukarda aktarılan paragrafta Lassalle'ın vecizesi, öylesine mantık silsilesi dışında kaleme alınmıştır ki, Enternasyonalin tüzüğündeki tahrif edilmiş tümcecikle hiçbir ilişiği kalmamıştır. Demek ki, burada, sözkonusu olan, bir saygısızlıktır, ve doğrusunu söylemek gerekirse, Bay Bismarck'ın indinde hiç de tatsız sayılmayacak bir saygısızlık, Berlinli Marat'nın bol bol imal ettiği kabalıklardan biridir.



Yeni Başlık  kilitli



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Gotha Programı: melnur 0 4348 18.08.2013- 23:12
Konu Klasör Gotha eleştirisinde devlet bedrettin 88 42465 20.02.2016- 15:07
Konu Klasör Bir Programa İlişkin Düzeltmeler proletersosyalist 2 4062 30.11.2014- 05:15
Konu Klasör Eşitsizlik İran’ın resmi programı.. melnur 0 397 19.09.2022- 06:19
Konu Klasör "Akıllı Tasarım" eleştirisi melnur 5 4801 17.11.2020- 02:59
Etiketler   Gotha,   Programının,   Eleştirisi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS