SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Proletaryanın önemi azaldı mı?           (gösterim sayısı: 3.596)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 03.08.2013- 14:58


-1
Dünya işçi sınıfı hareketi tarihinin en büyük yenilgi sürecinden geçiyor. Sovyet sosyalizminin çözülüşüyle birlikte Sovyet işçisi Fransız işçisinden aldığı tarihsel rolü ancak yetmiş küsur yıl sürdürebilmiş ve tarih sahnesinden çekilmiştir. Her yenilgi sonrasında yaşanan belirsizlik, yılgınlık ve ayrışma bugün işçi sınıfı hareketi içinde yaşanmaya devam etmektedir. Burjuva ideologlarının Marksist sınıf teorisine meydan okumaları bir yana, sosyalizm iddiasında bulunan çevrelerin bile, Marksizm’in en temel ilkelerinin reddi anlamına gelecek tartışmaları başlatması, yenilgi sonrasının dramatik gelişmeleridir.

Tartışmaların odağında işçi sınıfı vardır. Gelişen kapitalist süreçte işçi sınıfının önemini ve devrimci niteliğini yitirdiği, kapitalist üretimin vazgeçilmez bir unsuru olmaktan çıktığı ve sayıca da azalarak yok olduğu iddia edilmektedir. Teknolojinin gelişmişliği özellikle ileri kapitalist ülkelerde işçiyi aristokrat bir sınıf durumuna yükseltmiştir; işçi sınıfı bireysel artık-değer üretmekten uzaktır; bu koşullar altında proletarya’ya “elveda” demekten başka bir yol yoktur; ve kuşkusuz sosyalizm’e de.(!)

Durum böyle midir gerçekten? Marksizm’in en temel çözümlemeleri yanlışlanmış mıdır? İşçi sınıfı gücünü ve bir sınıfa ait olma duygusunu yitirmiş midir?

Proletarya’nın kapsamı:
İşçi sınıfının kapitalist üretimin vazgeçilmez bir unsuru olmaktan çıktığını ve sayıca da azalarak eski önemini kaybettiğini ileri sürenler, tezlerini sınıf ve artık değer ilişkisine indirgemektedir. Bu tezi ileri sürenler kapitalizmin tekelci döneminde emeğin nitelik değişikliğine uğradığını, süreç içinde kafa ve kol emeği olarak ayrıldığını ve böylelikle ücretlilerin önemli bir bölümünün üretken emek dışına çıkarak artık-değer üretemediğini ve böylelikle işçi sınıfı kapsamından uzaklaştığını dillendirmekteler.

Bu tanım her şeyden önce Marksizm’in işçi sınıfı tanımına aykırıdır. Marksizm’de işçi sınıfını tanımlayan temel ölçüt artık-değerden çok üretim aracına sahip olmama, dolayısıyla işgücünün satılma zorunluluğudur. Bu anlamda bugünün kapitalizminde işgücü ile artık-değer üretimi arasında doğrudan ve birebir bir ilişki mevcut değildir. Kapitalist üretimin belli bir aşamasında kol ve kafa emeğinin birbirinden ayrılmasından sonra emek kolektif bir özellik kazanmıştır. Bu anlamda Marksizm’de işçi, kolektif işçi anlamındadır. K. Marks’ın söylediği gibi üretim sürecinin belli bir aşamasında “…ürün, bireyin doğrudan ürünü olmaktan çıkar ve kolektif emekçinin ürettiği bir toplumsal ürün, yani her biri iş konusu üzerindeki işlemlerin az ya da çok bir parçasını yapan bir işçi topluluğunun ortak ürünü halini alır. Üretken biçimde çalışmak için artık el ile çalışmanız gerekmez, kolektif emekçinin bir organıysanız ve onun alt işlevlerinden birini yerine getiriyorsanız bu yeterlidir.”(1)

“…kapitalist üretim açısından artık-değer üretimi temeldir, ancak, işçi sınıfından olmak için artı-değer üretmek şart değildir. Bunun doğal sonucu olarak, işçi sınıfı yalnız artık-değer üretenlerle sınırlı değildir. Üretici işçi, işçi sınıfının bir parçası, en önemlisi çekirdeğidir ama tümü değildir. İşgücünü satarak yaşamak zorunda olan, artık emeğine kapitalist tarafından el konulan, ulusal gelirden aldığı pay sermaye birikimine ve sınıf değiştirmeye olanak vermeyen bütün ücretliler işçi sınıfının kapsamı içindedir.” (2)

Marksizm, diyalektik ve tarihsel materyalist yöntemi geliştirerek doğanın ve toplumun nesnel yasalarını keşfetmiştir. Daha önce insan bilinci ile maddi yaşam koşulları arasındaki ilişkiler ve toplumların tarihsel gelişim süreçleri bilimsellikten uzak idealist bir çerçeve içinde ele alınıyor, üstün bireylerin iradesine veya mutlak yaratıcı gibi metafizik kavramlara bağlanıyordu. Marksist düşünürler insan davranışı ve toplumların gelişim yasalarını maddi yaşamın üretim koşulları temeli üzerine oturtarak toplumların karşıt çıkarlara sahip sınıflara bölünmesine yol açtığını ortaya koymuşlardı.

Komünal toplumdan beri böyle oluyordu. Her sınıflı toplumda birbirinden farklı ve karşıt sınıflar oluşuyordu. Her üretim tarzı kendi sınıflarını yaratıyordu. Köle rejimlerinde köle sahipleri ve köleler, feodal sistemlerde derebeyleri ve serfler, burjuva toplumlarında ise kapitalistler ve işçiler. Tarihin kayıtlara geçirdiği her sınıflı toplumda üretim araçlarını elinde bulunduran bir sınıfla bizzat üretim aracı olarak kullanılan veya üretim araçları mülkiyetinden soyutlanmış bir başka sınıf her zaman olagelmiştir.

Toplumsal gelişimlerde öncelik hep üretici güçlerdedir. Üretici güçlerin gelişimiyle, üretim ilişkilerini değişime zorlayan sınıf, toplumdaki diğer sınıflara da önderlik ederler. Bunu kendisi bilerek veya isteyerek yapmasa bile, toplumsal gelişimin tarihsel yönelimi, toplumdaki öncü rolün bu sınıfa geçmesine yol açar. Soylulara karşı mücadele sürecinde burjuvazi, böyle bir önderlik görevini üstlenmiş, başta işçi sınıfı olmak üzere, soylular tarafından sömürü ve baskı altında tutulan tüm kesimlerin öncüsü olarak rol oynamıştı.

Sanayi devrimiyle birlikte durum tamamen değişmiştir. Burjuvazi devrimci özelliğini yitirmiş, kapitalist toplum içinde en kaba sömürüyü sürdüren bir sınıf haline dönüşmüştür. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti artık burjuvazi temsil etmektedir. Burjuvazi artık, üretici güçlerin gelişimi üzerindeki başlıca engel durumundadır.

Çağımızda üretici güçlerin gelişimini temsil işçi sınıfınındır. İşçi sınıfının devrimci bir misyonu olduğunun ortaya konulması, aynı zamanda, sosyalizmi ütopya olmaktan çıkararak maddi temeller üzerinde oturan bir bilim haline getirmiştir. Bilim niteliği kazanan sosyalizm de maddi dayanağını ve gücünü işçi sınıfından almaktadır. Bu durum aynı zamanda, proletaryanın burjuvazi karşısına programıyla, sendikal ve politik örgütlenmesiyle, bağımsız ideolojisi ve eylem gücüyle ayrı ve devrimci bir sınıf olarak çıkabilmesi anlamına geliyordu.

Ellen M. Wood’un söylediği gibi; “…sosyalizm artık tarihsel gündemde yerini almıştı; çünkü tarihte ilk kez, yalnızca insanın kurtuluşunu mümkün kılabilecek üretici güçler değil, daha önemlisi, sınıfsız bir toplum olanağını gerçekten bağrında taşıyan bir sınıf da artık somut olarak vardı.” (3) Bu sınıf proletarya idi.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 03.08.2013- 15:00


Yeni orta sınıf ve iddialar:
Bugünün dünyası kapitalizmin gelişmesine paralel olarak kafa ve kol emeği arasındaki farkın açılmasına da neden olmaktadır. İşçi sınıfının devrimci bir sınıf olmaktan çıktığını savunanlar, üretimde giderek kafa emeğinin daha çok yer tuttuğunu, “beyaz yakalılar”ın arttığını ve bunların işçi sınıfı kapsamına girmediğini, yeni orta sınıflar oluştuğunu ve muhasebeciler, doktorlar, avukatlar vb. gibi kendi bürolarını açanların sayısında giderek artış olduğunu, bunların aristokrat işçiye dönüştüklerini ve nihayetinde teknolojinin üretim sürecine daha çok girerek işçi sınıfının tarihsel rolünün azaldığını iddia etmektedir. Bu iddialarla Marksizm’in temel öngörülerinden biri olan kapitalizmin gelişmesine paralel olarak işçi sınıfının sayısının daha artacağı ve toplumda mutlak çoğunluğu oluşturacağı öngörüsünün doğru çıkmadığı görüşünü dillendirmektedir.

Oysa bu iddia doğru değildir. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte proletarya da niceliksel olarak çoğalmaktadır. Küçük burjuvazi özellikle bunalım dönemlerinde daha fazla sayıda olmak üzere proleterleşmekte, köylülüğün ayrışmasıyla birlikte kırsalda tarım emekçileri ortaya çıkmaktadır. Beyaz yakalıların ( kafa emekçilerinin) durumu da çok farklı değildir.

Kafa emekçileri, mühendisler, beyaz yakalılar üretim sürecinde genellikle planlama ve denetleme gibi görevlerde bulunmakta, okumuş olmanın verdiği avantajlarla işçilerden daha yüksek ücret alarak işçi aristokrasisinin içinde yer almaya çalışırlar. Aynı şekilde kendi bürolarında etkinlik gösteren mühendisler, avukatlar, doktorlar, muhasebeciler de kapitalizmin “yeni orta sınıfı” olarak, Marksizm’in öngörüsüne aykırı bir gelişme olarak nitelendirilmektedir.

“Her işçi ailesi çocuğunu okutmayı başarıp, onu doktor yapıp, bir büro açarak kurtulma hayali kurabilir. Ama kapitalizm sürüler halinde doktorları mezun etmeye başlar başlamaz, doktor olmanın önemi (ve şansı)azalır. Büro açmak için gerekli olan sermaye her gün büyür, giderek daha lüks, daha zengin kesimlere seslenen bürolar veya büroyu aşan “sağlık merkezleri”, özel hastaneler kurulmaya başlanır Böylece artan ölçüde doktor, artan ölçüde mimar işgücünü satmaya zorlanır. (…) Sanayi alanında küçük burjuvazinin çöküşü daha önce başladı, ardından ticarette bu çöküş daha sonraları ve gecikmeli olarak marketlerin ortaya çıkmasıyla başladı. Şimdi sıra hizmet sektöründedir.” (4)

Teknolojinin giderek çok daha fazla üretimin içine girmesi sistemin bir zorunluluğudur. Daha fazla üretim zorunlu olarak daha fazla toplumsallaşmayı dayatmaktadır. Üretim araçları da tıpkı, üretilen ürün ve üretimin kendisi gibi toplumsallaşmaktadır. “Bu, üretimin yoğunlaşması, emeğin verimliliğinin artması ile birlikte yürür. Amacı, artıkdeğeri yaratan artıkemek zamanını arttırmak olan kapitalist, zorunlu olarak bir birim emeğin harekete geçireceği değişmeyen sermaye miktarının artmasını sağlamak durumundadır. Bu ise daha fazla sermaye-yoğun teknolojilerin devreye girmesi demektir. Bu eğilim sadece bugünün eğilimi değildir. Tersine, Marks’ın analizinin içinde yer alan ve kar oranlarının düşüş eğilimi yasasının temeli olan zaten budur. Ve bu, kapitalizmin krizlerinden birini bize anlatır. Ancak bugün bu aynı gerçek, üretimde robotların kullanılması nedeni ile sömürünün de son bulacağı biçiminde Marksizm’e saldırı olarak kullanılıyor.”(5) Oysa birikmiş emek, yani gelişmiş teknoloji sadece kullanım değeri yaratır; değişim değeri yaratamaz. Bu yüzden teknoloji ne denli üretimin içine girerse girsin, kapitalistin kar edebilmesi canlı emeğe yani artık-değere ihtiyaç gösterir. Bu anlamda kapitalizmin gelişmesi, orta sınıflar ve teknoloji Marks’ın öngörülerini doğrulamakta işçi sınıfının nicelik artışı gerçekleşmektedir.

Kapitalizmin gelişmesi ve teknolojinin yoğun bir biçimde üretime girmesi nitelikli insan sayısında artış meydana getirirken işçi sınıfının niteliksel durumunu da yükseltmekte ve entelektüel birikim de yaratmaktadır.

“Kafa emeği ile kol emeği arasındaki mesafenin büyümesi, aynı zamanda kafa emekçisi ile kol emekçisi arasındaki mesafenin kısalması demektir. Kuşkusuz toplumsal emeğin niteliğinde kafa emeğinin payı artıyor, ama bu, geleneksel kol işçisinin giderek daha çok kafa emeği kullandığı, kafa emekçisinin de üretime daha dolaysız katıldığı iki yönlü bir süreç biçiminde ilerliyor. Bilimle üretim arasındaki mesafenin kısalması, kafa emekçisini üretime yaklaştırıyor; ve somut durumlarına göre farklı sınıf özellikleri gösterebilen, ama önemli bir bölümü işçileşen beyaz yakalılar böylece oluşuyor. Ancak bu kadar basit değil; üretimdeki toplumsallaşma ve otomatikleşme, ileri eğitim görmüş geleneksel bağımsız meslek sahiplerini de ( doktor,avukat, muhasebeci ve mühendis vb) ücretli emek ordusuna katıyor. Aydınlar, bağımsız kafa ürünü üretenler proleterleşiyor. Bu işçi sınıfının entelektüel düzeyini yükselten bir gelişmedir.(…) İşçi sınıfı bugün daha çok kafa emeği kullanan, geleneksel bağımsız meslek sahibi aydınların proleterleşmesi süreciyle entelektüel sınıf rezervleri güçlenen bir sınıftır.” (6)

Proletarya’nın öncü rolü:

İşçi sınıfının öncü rolü sadece en ileri üretici güç olmasından kaynaklanmaz; aynı zamanda toplumsallaşmış üretim araçlarının sahibi olmamasının yanında, onu bizzat kullanan sınıf olmasından ileri gelir. İşçi sınıfının gücü ve yadsınmaz önemi, üretim araçlarının fiili kontrolünde, yani onların çalıştırılması, üretilmesi ve yeniden üretilmesi sürecinin kaynağında bulunmasında yatmaktadır. Marksizm, bu anlamda proletarya’yı evrensel kurtuluşun öznesi olarak tanımlar. Sınıfın devrimci potansiyeli taşıdığı evrensel kurtuluşçu niteliğiyle doğrudan ilişkilidir. Bu potansiyel ona diğer sınıfların sözcüsü olma imkanı da verir.

“… büyük işletmelerde ve büyük sanayi ve üretim bölgelerinde milyonlarcası bir araya gelmiş bulunan ve toplumun en örgütlü gücü olan işçi sınıfı, bu bakımdan da diğer emekçilerin önünde yürümeyi başarabilecek tek sınıftır. İşçi sınıfının toplumun diğer ezilen sınıflarına önderlik etmek için sahip olduğu bir diğer avantaj, bağımsız bir ideolojiye, bilimsel bir dünya görüşüne ve en önemlisi bağımsız bir siyasi partiye sahip olmasıdır. Toplumun diğer ara sınıfları, burjuvaziyle birçok çelişme taşımalarına rağmen, onun dünya görüşünden, siyasi ve ideolojik etkisinden kurtulamaz ve toplumu kökten dönüştürecek bir devrimci siyaset inşa edemez.

“İşçi sınıfı mücadele etmek ve örgütlenmek bakımından da ara sınıflardan kat kat üstündür. Bu alanda çok geniş ve zengin deney birikimine sahiptir. Hiçbir ara sınıf, uzun süreli bir grevin ne olduğunu bilemez; bir fabrikaya bir işletmeye el koyarak onu kendi imkanlarıyla, kendi bilgi ve görgüsüyle yönetmenin ne demek olduğunu, hiçbir köylü bilemez. Hiçbir küçük esnaf, binlerce işçinin bir araya gelerek oluşturduğu örgütlü gücün imkanlarını kendisi yaşayarak tanımış değildir.

“İşçi sınıfı, ara sınıfların büyük bir ihtiyacı olan demokratik ilişkilerin gerçek anlamda sahibidir. Ve onun her günlük ilişkisinde bir işçi demokrasisinin izleri vardır. Ama esnaf ve köylülük gibi ara sınıflar, kendi aralarında bu tür oylama, birlikte karar alma ve bir davayı sonuna kadar birlikte götürme gibi alışkanlıklara sahip değildir”.(7)

Bu nedenlerden dolayı kapitalist toplumdaki ileriye yönelik her değişikliğin öncüsü olma görevi işçi sınıfının omuzlarındadır. Bu öncü olma görevi de onu, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratılması konusunda evrensel bir sınıf haline getirir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 03.08.2013- 15:02


Proletaryanın tarihsel rolü:
İşçi sınıfının tarihsel devrimci rolü onun yoksulluğuna bağlı değildir. Kapitalist bir toplumda yoksulluk kategorisi temel alınacaksa, yaşam koşulları işçi sınıfından çok daha kötü olan kesimler vardır. Lümpen proletarya ve yoksul köylülük bu kategori içindedir. Ancak bu kesimler oluşturulacak yeni toplumun dayanacağı temel bir sınıf olabilme niteliğine sahip değillerdir. Bunlar ancak proletaryanın hegemonyası altında sosyalizm mücadelesi içinde sınıfın birer bağlaşığı durumunda olabilirler.

Yoksulluğun ölçütü tüketimdir. Ancak işçi sınıfının devrimci rolü sistem içinde ne kadar tükettiğiyle ilgili değildir. İşçi sınıfının üretim sürecinde bulunması, bu sürece emeğiyle katılması ve bütün bunların yanında üretim araçlarının sahibi olmaması onun sınıf olarak tek belirleyici özelliğidir. Tükettiği maddelerin miktarından bağımsız olarak onun tarihsel rolü bu özelliğinden ileri gelir. Proletaryanın tarihsel görevi kendisini yaratan kapitalizmi tarihin karanlıklarına gömmek değil, aynı zamanda kapitalizmin yıkılışı ile birlikte insanın insan tarafından sömürülmesinin her biçimine son vermek ve sınıfsız-sömürüsüz bir dünya kurabilmektir. Proletarya dışında hiçbir sınıf bu görevi yerine getiremez.

“Lümpen proletarya, gerçekten de işçi sınıfına oranla çok daha kötü şartlarda yaşamını sürdürür. Üretim sürecinin içinde değildir. Daha az tüketmesi, yani yoksul olması, aynı zamanda onda dalkavukluk, bir avuç yiyeceğe her şeyi yapma eğilimini geliştirir. Bugün kendisine bir miktar para kazandırıyorsa, karşıdevrim saflarında da olur. Elbette bu kesimler üretim sürecinden uzak olmaları nedeniyle geleceğin toplumunu kurma savaşımının öncüleri olamazlar. Kendi çıkarları toplumun özgürleştirilmesi ile örtüşmez. Onlar kendi rahatları için uğraşırlar. Bir sınıf değildirler ve onları birleştiren böylesi bir nesnel zemin yoktur. Yoksulluk içinde yaşarlar ama yine de yardımlaşma, paylaşma yolunu değil, kişisel kurtuluş yolunu seçerler.

“Lümpen proletarya, ancak işçi sınıfının sistemi yıkma mücadelesinde aldığı yola bağlı olarak, güçler dengesine bağlı olarak sosyalizm savaşına katılır. Aynı biçimde egemen sınıfın çeşitli örgütlülükleri için ( mafya, polis ve muhbir örgütlenmesi vb. ) de kadro görevini görür.Bir bütün olarak yeni toplumun kuruluşunu yönetecek birikime sahip değildir. Devrimci mücadelede öncülük rolünü köylülüğe veren anlayış ise, gerçekte bize Çin Devrimi örneğini verseler de, artık tutunamayacak bir anlayıştır. Köylülük feodal toplumun sınıfıdır. Feodalizm’in yıkılışı ve bu yıkılışın ulusal kurtuluş mücadeleleri ile örtüşmesi durumunda, köylülük önemli bir role sahiptir. Ancak bu aşamada köylülük henüz ayrışmamış, sınıfsal açıdan parçalanmamıştır. Kapitalizmin gelişimine bağlı olarak köylülüğün ayrışması hala sürer. Giderek artık bütünsel bir köylülükten söz edilemez olur. Köylülüğün ayrışması, onun bütünsel çıkarlarından söz etmeyi engeller. Yoksul köylülük ile tarım proletaryası birbirine yakın bir haldedir. Buna rağmen toprak sahipleri ve tarım kapitalistlerinden oluşan zengin köylülüğün çıkarları taban tabana zıt (karşıt) hale gelir.

“Böylece köylülük bir bütün olmaktan çıkar ve kapitalizm sanayide yarattığı iki sınıfı, biraz gecikmeli ve yavaş olarak tarımda da yaratır.

“Her gün parçalanan köylülük, bu parçalanma süreci içinde mülksüzleşerek kente göçe başlar. Böylesi bir sürecin yoğun yaşandığı dönemlerde, köyden kente göç eden nüfusun içinde örgütlenme kolaylaşabilir, ama her gün parçalanan köylülüğün sosyalizm savaşının öncüsü olmasının da olanaksızlığı görülür. (8)

İşçi sınıfının sınıfsal varlığı başka bir sınıfın sömürülmesine dayanmaz. Sınıfsal çıkarı hem kendisinin ve hem de toplum içindeki diğer sınıfların ortadan kalkmasına uygunluk gösterir.

Toplumdaki diğer sınıflara göre de, sistem içindeki yeri bu işlevi yerine getirme olanağı tanır. Kısaca işçi sınıfının tarihsel rolü onun üretim süreci içindeki yerinden kaynaklanır.

İşçi sınıfı, tarihsel rolünü, kendiliğinden gerçekleştirebilme olanağına sahip değildir. Bu anlamda tarihsel rolünün bilincine varabilmesi devrimci bir sınıf partisini gerekli kılmaktadır.Böyle bir parti oluşturulmadan, parti sınıf birlikteliği gerçekleştirilmeden proletaryanın sınıf bilincine kavuşması ve iktidarı hedeflemesi de söz konusu olamaz.

“Devrimci parti de, ancak sınıfın en ileri kesimlerini bağrında toplamayı başarabildiği zaman, sınıfın desteğini ( alkış düzeyinde destekten söz etmiyoruz) kazanabilir ve böylece sosyalizmi kurma savaşına, doğru biçimde yönelebilir.” (9)

Son söz: Neden Proletarya?
Tarih kendisini oluşturacak bir kolektif özne olmadan gerçekleşmiyor. Tarih kolektif özneden bağımsız hareket eden kişi iradeleriyle de gerçekleşmiyor. Toplumun belli kesimleri ortak bir amaç ve yükümlülük çerçevesinde bir araya gelmedikçe ekonomik ve toplumsal koşullar ne olursa olsun toplumsal dönüşümler gerçekleşmez ve gerçekleştirilemez. Bu anlamda bugünün dünyası da bir başka sınıf tarafından dönüştürülecektir. Bu sınıf proletaryanın kendisinden başka bir şey değildir. Çünkü bu dönüşümü gerekli kılacak tek sınıf proletarya’nın kendisidir.

Dönüşüm salt söylemlerle olamayacağı gibi “halk” kavramına dayandırılan soyut ve toplumsal kimliği bulunmayan bir “kitle” ile de gerçekleştirilemez. Marksizm’in işçi sınıfı diye somut bir özne ortaya koymasının nedeni, dönüşümün ancak bu özne yoluyla gerçekleştirilebileceği, bunun dışındaki hiçbir örgütleniş biçiminin sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratamayacağı, böyle bir potansiyeli taşımadığı gerçeğidir.Çünkü sadece işçi sınıfı, üretim ve sömürü ilişkileri içindeki konumu nedeniyle bu dönüşümü gerçekleştirebilir. Sadece işçi sınıfının genel çıkarları ve sınıfları ortadan kaldırma hedefi bütün insanlar-üreticilerin çıkarlarıyla uyuşmaktadır. Dahası sadece ve bizzat işçi sınıfı sermaye yarattığı için, sermayeyle mücadele etme ve onu yıkma yeteneği diğer kesimlere göre benzersizdir. Bu anlamda günümüz işçi sınıfında temel ölçütler açısından niteliksel hiçbir değişiklik yoktur.

Hiç kuşku yok ki, bugünün işçisinin 19’yy.işçisi, bugünün koşullarının da yüzyıl öncesi gibi olduğu iddia edilmemektedir. Hem sermaye sınıfı ve hem de proletarya, sınıf bireylerinin fiziksel olarak karşı karşıya geldiği bir zeminden uzaklaşmıştır. İşçi sınıfı gibi sermaye de artık kolektif bir sınıf haline gelmiştir. Üretimdeki toplumsallaşma, küreselleşme süreçleri, artık değere el koyma, planlama ve denetleme gibi faaliyetler doğrudan kapitalistler tarafından gerçekleştirilmemekte, araya giren bürokratik-hiyerarşik mekanizmalar süreci çok daha karmaşık bir hale getirerek, sömürünün gizli kalabilmesini sağlayabilmektedir.

Çağımız aydınının ve sosyalistlerin görevi bu noktada başlamaktadır: Bu karmaşıklığı ve sömürünün bu gizlenmiş biçimini açığa çıkarmak işçi sınıfının ekonomik, politik ve ideolojik mücadelesinde örgütlenmesine katılmak ve “dışardan bilinç vermek” zorunluluğu vardır.İşçi sınıfının sınıfsal çıkarları, bu sınıfın üyelerini siyasal mücadeleye ve üretim tarzını dönüştürme amacına yöneltilmelidir. Sosyalist aydının temel ve öncelikli görevi bu olmalıdır.Çünkü, bu gerçekleştirilmediği sürece sosyalizm projesi boş ve ütopik bir özlem olarak kalmaya mahkum olacaktır.


Kaynakça:
K.Marks; Kapital I, Sol yayınları, sah.476.
Haluk Yurtsever; Marksizm ve Türkiye Solu; El Yayınevi; sah.98
Ellen Meiksins Wood; Sınıftan Kaçış; Yordam Kitap; sah.129
Deniz Adalı; Kapitalizm’deb Komünizme Geçiş; Kaldıraç Yayınevi; sah. 32.
Aynı yapıt; sah.33
Haluk Yurtsever; Aynı yapıt; sah.107-108.
İlhan Akdere; Marksizm’de Temel Kavramlar; Evrensel Basım Yayın; sah.32
Deniz Adalı; Aynı yapıt; sah.37-38.
Aynı yapıt; 38.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sosyalizm tarihinin en çok tartışılan dönemi... melnur 3 1233 02.04.2022- 01:14
Etiketler   Proletaryanın,   önemi,   azaldı,  
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS