SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Türk paşalarını bırakırsan ya davulcuya...           (gösterim sayısı: 2.088)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
şibusa
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: şibusa
Konu Tarihi: 29.03.2014- 04:04


Resim Ekleme


Türk paşalarını bırakırsan ya davulcuya ya da zurnacıya gider


Erken seçim “second best” yoludur, kamuoyu araştırmaları yüzde 34 ile akepe’yi gösteriyordu, Meclis kararına bağladılar. Yalnız şu şekilde bir “sorun” ile karşılaşıldı, Meclis kararı aldı, partiler adaylarını belirlediler, listelere alınmayan milletvekilleri çoktular, çoğunluk oluştuyorlardı, erken seçim kararını bozabiliyorlardı ve harekete geçtiler. Durduran Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu’dur; sonuçta akepe’yi iktidara getiren Yüksek Komutanlar, başta Kıvrıkoğlu, diyebiliyoruz. Hilmi Özkök’ü yerlerine, akepe hükümetinin gardiyanı olarak bıraktılar.

Tahminler doğru çıktı ve akepe, oyların yüzde otuz dördünü, başka deyişle üçte birini ve milletvekillerinin üçte ikisini alarak iktidara geliyordu. Eylülist Darbe’nin oyunu ya da seçim sistemi diyebiliriz; yüzde onluk baraj ve ilaveten, ağırlaştırılmış çoğunluk oyu var. “Hasan almaz, basan alır” düzeni seçim darbesi demektir ve cehepe’nin can simitidir, kutsal tuttular. Necdet Calp ve Aydın Güven Gürkan, doğallıkla Ecevit, bunlar hariç ve hep diktatoryaya ortak oldular.

ZINDANDAN VEKILLIĞE

Bu incelemeyi tamamlarken arkadaşlarımının kulakları televizyonlarda, tahliye için eşyalarını toplayanlar varlar. Ben ise, akepe’nin bir yeni döneme açılmak istediğini tasarlayabiliyorum ve Silivri zindanından akepe milletvekilliğine çıkacakları gözlerimin önüne getirebiliyorum, engelleyemiyorum; geliyorlar. Ama akepe sürer mi, çok zordur; ancak her dönemde Şirin Ünal olmak kolaydır. Çıkarlar, İbraniyet’te isimler biseksüeldirler ve “Şirin”, hem aslan ve hem tatlı anlamındadır.

HEPSI BU KADAR

Mustafa Balbay hiç savunma yapmadı, ama yine de pek sevdim, iyi bir yazar olmaya gidiyordu, güzel mesel darb ediyordu, ben de savunma yapmaktan kaçınmasını geri plana itiyordum. Hep iki nokta üzerinde durdu; bir, “ben Cumhuriyet Gazetesi yazarıyım”, bunu çok önemsiyor ve abartıyordu. İkincisi “Uğur Mumcu’nun sandalyesine oturuyordum”. Bunların dışında hiçbir savunması olmadı, içim yanarak dinliyordum. Ne Cumhuriyet, ne Kemalizm, ne hukuksuzluk, ne zulüm; çok saygılı bir sanık, ilaveten “Cumhuriyet Gazetesi” ile “Uğur Mumcu” varlar, kurtarıcıdırlar. Hepsi bu kadar ve burada duruyor.

Her zaman olmasa da önemlidir; Cumhuriyet Gazetesi, “Ergenekon Terör Örgütü” diyordu ve Mustafa ile birlikte hepimizi terörist sayıyordu. Uğur Mumcu’ya gelince, pek severiz, ancak abartılmamasını ve bir fetiş haline getirmemeyi tavsiye ediyorum; Mustafa ile hiçbir benzerliği yoktur. Uğur, İlhami Soysal ekolünü sürdürüyordu; bilgiye ve raporlara dayanarak yazar, polemik ve çok zaman kavga yapardı, Uğur Mumcu budur. Mustafa Balbay bu değildir; ilaveten, iyi bir yazar ve kötü bir gazetecidir. Bunlara işaret etmek zorundayım. Şu da var, kötü bir politikacı olma yolundadır.

Mustafa’ya artık yazmamasını tavsiye edebiliyorum ve ayrıca, eğer münafikun grubuna katılmak istemiyorsa, bir Fethullahi olan Kılıçdaroğlu’ndan uzak durmasını ve cehepe’nin bir tarikata kaptırılmasına karşı çıkmasını öneriyorum. Öneridirler, uymazsa, savaşırız. Yok olmasını istemiyorum.

CEBRAIL VE IŞPORTACI

Çok hoş, geç Osmanlı Dönemi’nde meleklerin cinsiyetini de tartışmışlar, yoktur, aseksüeldirler ve Başmelek Cebrail, cinsiyetsiz olsa da, şu ara çok iyi bir iş yapıyor. Cebrail, kaset toptancılığı ile meşgul, iki tarafın da kasetlerini pazarlıyor, harika bir iştir. Şimdi Cebrail var; her perdenin arkasını görüyoruz, daha aydınlık olduk ve çok daha parlak bir dönemdeyiz. Kılıçdaroğlu ise Cebrail’in yanında sadece bir işportacıdır ve Erdoğan’a, Fethullah Efendi’nin kasetlerini, Ergenekon’da kullanan sen değil miydin, dahi diyemiyor. Tayyip Bey’in dediği üzere, 17 Aralık tarihinden bu yana, bu Fethullahi işportacı, “Ergenekon” sözcüğünü ağzına alamıyor. Mustafa Balbay’a çok üzülüyorum.

**

Sen münafik-un resmi yapabilir misin, Karabulut Kemal, en çok şiirimizdir. Öncesi yok ve Nazım’dan ödünç alıyorum.

KARŞI DEVRIM

Cebrail’in yaptıkları çok önemlidir, sanki kaset toptancısı, iki cenah da kasetler çıkarıyor; artık görüyoruz. Gördüklerimiz arasında Tuğgeneral Hamza Celepoğlu var, Tayyip Erdoğan, “paralelci” tabir etti ve bunu artık Fethullah Gülen’in generallerinden olduğu şeklinde anlamak durumundayız. Bize gelen bilgiler, teyid etmektedir. Üzerinde durmam gerekiyor.

Böylece, bir, Türk Ordusu Gülen ile barışmış olmaktadır, ilk kez bile bile Fethullahi bir albayı general yaptılar; isteyen “devrim” diyebilir, “karşı devrim” daha yerindedir. Ancak burada önemli nokta şudur; Ordu, Celepoğlu’nu, Fethullahi olmaktan çok, Akepe’nin adamı, Erdoğan’ın tercihi saydığı için terfi ettirmiştir, kuşku duymuyorum. Ol tarihte birisi diğeri ve diğeri de birisidir, başka deyişle ikisi bir ve aynıdır; paralel-maralel yeni bir icat olup, inandırıcılıktan çok uzaktır, tekrarlamış oluyorum.

Ve iki, Erdoğan, Celepoğlu’nu Fethullahi tarif ederken, bilerek konuşuyor; insan kendi adamını, “ben malımı biliyorum” sözü var ki, kendi malını bilmez mi, biliyordu. Peki kim, Celepoğlu “Silivri Orduları Başkomutanı” idi, İstanbul İl Jandarma Komutanı demek istiyorum. Silivri Komutanı diyorum, hapishane ve mahkeme komutanlıklarını, yarbayları seçen ve denetleyen işte bu Celepoğlu’dur. Ve hepsi Fethullahi idiler, bizlere kan kusturdular. Önemli duruşmalardan önce, mahkeme salonunu demir kafeslerle kuşatan işte bu Celepoğlu ve adamlarıydı; yalnız, yanlış anlamamak zorundayız, bize kan kusturan akepe’dir. Ayrı-gayrı ve paralel-maralel yoktur, kabul edemeyiz. Ve buradan devam ediyoruz.

**

Biz Silivri’de konuşurken, Celepoğlu ve Özese yanyanadırlar.

ORDU-AKEPE CO-PRODUCTION

Cürüm arkadaşlarım, içlerinde subaylar da bulunan refik-i cürümüm, Celepoğlu ile cezaevinde görevli Fethullahi adamlarını, yarbaya kadar çıkıyorlar, Ordu’ya duyurdular. Adlarını verdiler ve soyadlarını yazdılar; bir cevap alamadılar, oyunlarını biliyorlar ve devam ettiler. İlker Başbuğ, bu tür meselelerle ilgilenmedi; bir daha kaydediyorum, Ergenekon Mahkemeleri, bir Ordu-Akepe Co-Production’dır ve bunu en çok İlker Paşa bilmektedir.

Paşa, sınava doymayan, çalışkan bir ilkokul öğrencisidir. Kendine hiç güveni yoktur ve hep güven vermek istemektedir. Bir daha, encore une fois, bir daha yargı; hani şöyle güzel olsun, aynı zamanda “Yüksek Divan”; suçsuz olduğunu söylediği mahkemeyi bir daha istemektedir. Bunları yazarken utanıyorum.

KARŞI DIL

Mithat Paşa, “iki mahalini doğru ve sahih buluyorum” demişti; “Birisi başındaki besmelesi ve diğeri nihayetindeki tarihidir”, eklemişti. Devam etmişti, “acayip, siz bizi idam cezası ile hükmetmişsiniz” ve “öyle ise, mahkeme namile bu mahalle halkı toplamaya hacet ne idi”, böyle bitmektedir. Bis bis, bunu operada söylüyoruz.

Çökmek mi, öncelikle, cezaevlerinde hep çökenlerin, işkencecilerin dilini konuştuklarını gözlemledim. Ayrıca “karşı tarafın” oyununu oynuyorlar; Başbuğ Kararı’nın Anayasa Mahkemesi’nde görüşüleceği gün, 6 Mart 2014 tarihinde, Akepe yayın organı Sabah’ta mülakatının yayımlanması çok şaşırtıcıdır; çok az rastlanır bir hal olduğunu söyleyebiliriz. Başlık’ta “paralel yapı bize kumpas kurdu”, bunu İlker Başbuğ’un söylediğini kabul edemeyiz, konuşan Erdoğan’dır ve dil Erdoğan’a aittir. Karşı dildir.

Divan’a çıksa herhalde Menderes’i ararız, “paralel tehlike bizden önemli”; İlker Başbuğ’u Divan’da konuşurken görüyorum ve hemen gözlerimi kapatıyorum. Ve yine de açıyorum, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de hataları oldu”, “yemin törenlerine başörtülülerin alınmaması hatadır”, bunu duyuyorum; hemen kapatıyorum. Gözümü kurtarıyorum ama yüzüm kızarıyor. “Türk Ordusu, çok yazık”, dudaklarımın arasından dökülen bu sözcüklerdir.

YA DAVULCU YA ZURNACI

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğum yıllarda Metin Heper asistandı, şimdi profesör, çok çalışkan ve çok terbiyelidir ve her zaman en muhafazakar olduğunu söyleyebiliriz. Şu sırada, Temren’in en yakın arkadaşı ile evlidir; Handan Cumhuriyet Mitingleri’ni hiç kaçırmazdı, Metin Heper, evde veya yazlıkta oturur çalışırdı, mutlak akepeli’dir. Hep saygılıdır.

Öğrencilik yıllarımda arkadaşımdı, ben Siyasal’ın, Ergun Özbudun ile Deniz Hukuk’un münazara ekibindeydi. Ergun Özbudun ile yarışırdık, pek severdim; anayasa profesörü oldu, akepe’nin anayasa taslağını hazırlayan ekibin başındaydı, o tarihte de çok görüşürdük. Kızları İpek bizim de kızımız; oğlumuz Devrim ile evlidir. Uzun aile kahvaltılarımız olurdu, Ergun klasik Türk müziğine düşkündür. Metin ile beraberdiler, Bilkent döneminde yarışırlardı; şimdi sanıyorum Metin aynı yerdedir ve Ergun, Taraf ve Zaman’da sert eleştiriler yapmaktadır. Erdoğan Teziç dostumuzla birlikte pek mahir anayasa hukukçularıdırlar, kabul görüyor.

**

Türk Paşaları mı, bırakırsanız, ya davulcuya ya zurnacıya giderler ve bu söz, İlker Paşa için darb edilmiştir. İki yüksek danışmanını biliyoruz, Metin Heper ve Ali Nihal Özcan’dır. Özcan, bir zurnacıdır; İlker Paşa’nın tahliye törenine gelseydi, iyi zurna çalabilirdi, korkmuştur. Ve korku bulaşıcıdır, gelmemiştir, “aynen” ve “öyle” düşünüyorum.

MEZALIMI SAVUNAN KOMUTAN

Paşa yüksek görevdeyken danışmanı Profesör Heper ile birlikte şunları yazmıştım: İlker Paşa’nın yazdıklarının hepsi yanlıştır. Kılavuz meselesi olarak görüyorum. İlker Paşa da Metin kadar Amerikancı’dır; her kalem oynatışında Tezkere’yi çıkarmamak hata olmuştur, diyor; bir devlet adamına hiç yakışmıyor. Bir, Amerika ve Israel, bir tek Türk askerini sınırın Güney’ine bırakmaz, giderlerse başlarına çuval geçiriyor. İki, o sırada Dışişleri’nde görevli Deniz Bölükbaşı da tezkere açılırsa, Türk askerinin Güney’e gireceğini söyleyemiyor. Üç, milyonlarca Iraklı öldürüldü, Irak parçalandı, bir Türk Paşası bütün bunları görmüyor ve büyük bir acımasızlıkla, Orta Doğu’da Amerikan mezalimini savunuyor. Politika değil, tarih değil ve sadece yaranmadır. Çok acı duyuyorum, çok.

ASKERI YARGIYI KAPATMAK

Ne demek “Co-Production”; askeri yargıyı kapatmak demektir. Sürecin başında, dışarıda idim; “askeri mahkeme, askeri mahkeme”, bütün televizyonlarda çatlattım. Yüksek Komutanlar “darbe” ile yargılanacak, bunu savcı Mehmet Ali Pekgüzel, yargıç Özese’ye bırakmak, acımasızlık ve hukuksuzluktur. Adli Müşavir Hıfzı Paşa’yı hedef masasına koydum; sonra Mahkeme’de birleştik, çok onurlu bir subay ve değerli bir hukukçudur. Bana, “Beni perişan ettin Hocam” diyordu ve ben de “Ne yapabilirdim” diyordum. Ordu’yu korumak istedim, asıl vericileri saklı tuttum, buradayız. Ve 5 Ağustos’ta Hıfzı Paşa’ya hep “Bugün çıkacaksın Paşam” diyordum ve “Çıkacağımı bana önce sen söyledin, Hocam” dedi; böyle ayrıldı. Buluşuruz.

Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ, askeri mahkemeleri çalıştırmayan, silah arkadaşlarını, şimdi herkesin karaladığı mahkemelerin önüne çıkaranlar, bu ikisidirler. Akepe ve Tayyip Erdoğan ile işbirliği yaptılar. Kendilerine kadar uzanmayacağını hesapladılar ve İlker Başbuğ, Hava Kuvvetleri’nde askeri mahkemelerin çalıştırılmasını da önlediler. Sahip çıkmadılar, işbirliği yaptılar. Tekrarlıyorum.

BILMEMEKTEDIR

Ne yaptığını bilmeyen bir subay olarak görüyorum. Neler yapmadı ki ve bilmemektedir. Erdoğan kendini tutamıyordu, önünü boş sanıyordu, 102 komutanı toplamaya başladı, İlker Paşa gitti ve bunları hapishanelerin kapısından aldı, müthiş, ancak ne anlama geldiğini bilmiyor; buna “bir” diyorum. “İki”, kuvvet komutanlarını topladı, böyle bir durumda “diğer ordular ne yaparsa, yaparız” diyordu. Önemlidir. Üç, Vecdi Gönül’ün de olduğu bir yerde, Erdoğan’a, “Erdoğanca” konuştuğu bilgisine sahibiz. Erdoğan misli kendisine güç ve kutsallık vehmeden birisinin bunları hazmedeceğini düşünmek zordur. Çocukça diyebiliriz.

**

Hapse attıran Erdoğan’dır. Aziz Yıldırım’ı “çıkaracağım” demektedir ve şu anda, de facto, ve keyfice, “infazı erteleme” yasası uygulamaktadır; hukuk dışı, ama memnunuz. Yalnız şimdi Cebrail’in kaset demokrasisinde ayrıca Yıldırım’ı yerinden etmek için tertipler kurduğunu da öğreniyoruz. İşin iki tarafını da görüyoruz.

SILAHLARIM KITAPLARIMDIR

Benim silahlarım, kitaplarımdır. Yazarım, televizyonlarda atarım, “sıkarım” da diyebiliriz. Bir ara televizyonlarda, başlamadan önce yapımcılar, “Hocam, bize de birkaç tane...”, atmamı istiyorlardı. Şimdi hapishanede memurlar, özlemişler ve ben de “çıkınca” diyorum. Koğuş Avukatımız Levent Göktaş Albay, hepimizin çıkış dilekçesini yazdılar ve verdiler. Bekliyoruz.

**

İlker Başbuğ bilmiyorlar; Mahkeme’nin kararı, Başbuğ için değil, hepimizedir. Bu kararda Başbuğ bir kişidir ve karar bütün Ergenekon tutsaklarını kapsamaktadır. “Tutsak” olduğumuzu ilan etmiştim, Malta’dan dönmek üzereyiz. Ve Anayasa Mahkemesi, iktidarın kestanelerini ateşten almaktadır. Şimdi biz kestaneyiz ve ateşteyiz. Alıyorlar.

ORDUCU SOSYALIST

Tekrar edebilir miyim, eksik kaldı, “Biz, Doğan Avcıoğlu ile ben, orducu sosyalistiz”, bu sözler bana ait, Ordu ile sosyalizmi kurmayı düşünmüyoruz, ancak hep izleriz, “biz sosyalistiz” ve izleriz, sert bir şekilde eleştiririz. Kuvvet Komutanları’nın Birinci Ordu’dan çıkmalarını, oligarşi ile kucaklaşmaları olarak anlarız, hepsi ex-officio, Büyük Kulüp üyesi yapılırlar ve içlerinde çok büyük zenginlerle her akşam kumar oynayıp kazananlar çokturlar. Yazarız.

**

Hiçbir ordu mensubunun Seferberlik Dairesi’ni açma yetkisi yoktur ve Ordu’nun kalbini teslim etmektir. İlker Paşa, “açmazsak bize güvenmezler” dediler ve her televizyonda sert olarak eleştirdiğimi hatırlıyorum. Devlet idaresinde bu usul yoktur; burası Suudi Arabistan değil, kurumlar ayrıdırlar; Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın dahi giremeyeceği yerler vardır, burada İlker Başbuğ “bize güvenmezler” derken, kendisinin akepe’ye çok güvendiğini anlatmaktadır. Birdenbire “yeniden yargılanma” projesini benimsemesi de budur; Başbuğ, bunun Tayyip Erdoğan projesi olduğunu bilmektedir. Akepe, Ergenekon ve tabii Balyoz ve diğerleri, bunları bitirmek, ancak bazılarına kulp takmak zorundadır. Bu oyunu oynadılar.

‘EMRIN OLUR’

Şimdi ise Başbuğ, daha başka bir yerdedir. 6 Mart 2014 tarihli Sabah Gazetesi’nde birinci sayfada şunu okuyoruz: “ABD’den biri Arınç’a suikast yapılacağı ihbarında bulunuyor. Kozmik Oda’da Arınç’a suikast delilleri arayacaklar. Başbakan ile görüştüm, ‘arasınlar’ dedi.” Çok acı ve çok yazık, İlker Başbuğ cevaben ne dediğini söylemiyor ve ben ekliyorum: “Emrin olur.” Anlıyoruz ve çok yakınlar; bu işte beraberdirler ve tekrarlıyorum.

ÇOCUKÇA KORKU

İsmet Paşa böyle zamanlarda “güldürme beni” diyordu. Artık güldürüyor, eklemek durumundayız. Şimdiki Jandarma Komutanı Server Yörük, o sırada bu işlere bakıyordu; Fethullah’a yakın ve dolayısıyla iktidara yardımcı bir havadaydı. Birlikte tertip ettiler ve Başbuğ, Mahkeme’nin karar vereceği gün, Sabah’a şunları söylüyordu: “O zaman Kozmik Oda’ya giriş izni vermeseydim, bugün beni Bülent Arınç’a suikast azmettiricisi bile yapabilirlerdi.” Çocukça bir korku, Genelkurmay eski Başkanı, bu meselede, Arınç için dava bile açılmadığını pek unutmuş görünüyor. Ben de artık kapatıyorum ve kapatmadan önce, “ölmüşüz de habarımız yokmuş” diyorum. Ve bunları da dirilmeleri için yazıyorum. bir daha böyle “Ordu” olmayacak, umut ediyorum.

**

Kendimize güvenimiz var.

**

Bitiriyorum.

**

Popüler kitapları okuyamıyorum, Arkadaşım Sait göndermiş, Fathali, Fatih Ali okuyabiliyoruz, Moghaddam’ın “The Psychology of Dictatorship” kitabını okudum, “Diktatörler’in Psikolojisi” üzerinedir. Şu, the image of the dictator becomes very similar to the image of prophets and saints and is venerated the way religious believers venerate prophets and saints, güzel, Doktor Moghaddam, Humeyni İranı’ndan geliyor ve görebiliyor; diktatör imajını, peygamber ve aziz imajına yaklaştırıyorlar ve dindarlar, müminler, sanki peygamber karşısındadırlar, dokunulmaz ve uludurlar. Çok tuhaf, burada durmuyor, aileye de yayıyorlar, “harem” sayıyorlar, “untouchable” dediğimi hatırlıyorum, İbrani “harim” sözcüğünden gelmektedir.

Bir elçilikte, “Devlet” adına Emine Hanım konuşmuş, Milletvekili Kamer Gençb” demiş; olmaz ve dediği doğrudur. Kamer’e nerede ise günah işlemiş bir adam muamelesi yapmaya kalktılar; “untouchable”, dokunulamaz ve dokundular. Bir tuhaf, Cebrail, birden ne hale getirdi ve nerede ise “hırsız” diyorlar, ben de “töbeler olsun” ekliyorum. Cebrail mi, melek olsa da çok güçlüdür.

HALIFE VEKIL

Abramowitz-Edelman Raporu’nda Erdoğan için, Türkiye’yi yeniden dizayn etmek üzere bir “mandate” sahibi olduğuna inanıyor, denilmektedir. Buradaki sözcük, “mandate”, vekalet anlamı var, ancak “halife” olarak da anlayabiliyoruz. Halife vekildir; gerçi kimin vekili olduğu tartışmalıdır; Ebu Bekir ve Ömer, Resul-u Allah’ın vekili olduğuna inandılar ve Emeviler’de “Halife”, Allah’ın vekilidir. Buradaki anlam budur, ikili bir misyon sahibi olduğuna, Erdoğan inanıyor. Ama şimdi Cebrail zamanıdır.

**

Peki bu ne şiddet, daha düne kadar kardeştiler; Erdoğan, Said-i Nursi’ye bağlı ve Fethullah Gülen, Nursi’den çıkmadır. Kucak kucağa götürüyorlardı ve birden ayrıldılar. Anlayabiliyorum fakat bu şiddeti anlayamıyorum.

Uhud’u, Muhammediler kaybettiler; ölenlerden birisi Hamza idi, Peygamber Muhammed’in kuzeni ve Hind de Muhammed’in düşmanlarından birisinin eşi, herhalde eşini kaybetmişti. Ve Hind, Hamza’nın cesedini buldu, burnunu ve kulaklarını kesti, kendisine bilezik yaptı ve tabii takmıştır, kaynaklarda yazılıdır. Sonra Hind, Hamza’nın gövdesini parçaladı, ciğerini çıkardı, kendisine bir ziyafet düşünüyordu. Yalnız benim kaynağım, burada durduğuna işaret etmektedir. Nedenini bilemiyorum.

Bu savaşı ve şiddeti görüyorum. Belki de yalnız burada var. Münafikun şiddeti de taklit ediyor. Hep taklitçidirler.

Yalçın Küçük

Odatv.com



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör HDP yalnız bırakılmamalıdır. melnur 3 2022 20.10.2020- 07:47
Konu Klasör Yıldız Kenter de yalnız bırakıp gitti... melnur 1 2268 18.11.2019- 11:17
Konu Klasör Selahattin Demirtaş: Aktif politikayı bırakıyorum... melnur 0 191 01.06.2023- 06:42
Konu Klasör Solda Türk kompleksi! melnur 1 697 04.11.2022- 05:00
Konu Klasör Türk halkının sağcılığı ve 'Osman Ağa'... melnur 1 3389 05.05.2019- 05:25
Etiketler   Türk,   paşalarını,   bırakırsan,   davulcuya.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS