SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
'Şair Ceketli Çocuk' gideli 9 yıl oldu           (gösterim sayısı: 5.278)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: dayanışma
Konu Tarihi: 25.06.2014- 15:01



'Şair Ceketli Çocuk' gideli 9 yıl oldu


Resim Ekleme

Dokuz yıl önce bugün, Kazım Koyuncu 33 yaşında yakalandığı Kanser nedeniyle yaşama veda etti.

Fırtına Deresi'ne yapılmak istenen santrala karşı direnişin içinde yer alan, haksızlığın olduğu yerde haksızın karşısında duran Kazım Koyuncu   7 Kasım 1972'de Artvin'in Hopa ilçesinde doğdu. Laz bir ailenin çocuğuydu. 1989'da üniversite eğitimi için İstanbul'a gitti ve İstanbul Üniversitesi'nde Kamu Yönetimi okumaya başladı. Bu esnada toplumsal olaylara olan ilgisi arttı. Bir süre sonra okulu bırakarak tümüyle müzikle uğraşmaya başladı. Bir yandan Türkçe müzik yaparken, 1993'te Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) adlı grubu kurarak dünyanın ilk Lazca rock grubunu kurmuş oldu. Grup 1999'da dağıldıktan sonra, Kazım Koyuncu tek başına müziğe devam etti.

1986'da patlayan Çernobil Nükleer Santrali'nden yayılan ölüm bulutları, pek çok Karadenizli gibi Kazım'ı da yakalamıştı.

Geride bıraktığı mücadele azmi, bugün nükleer karşıtlarının, HES direnişçilerinin yolunu aydınlatıyor...

"Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar 'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Ç´e" Guevara'ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya" Kazım Koyuncu

25 Haziran'da dostları şair ceketli çocuğun yanında
Kazım Koyuncu ölümünün dokuzuncu yılında çeşitli etkinliklerle anılıyor.

Bugün dostları, yoldaşları Koyuncu'yu mezarı başında tulumlarla, şarkılar, türkülerle anacak, yanında olacaklar.

Saat 13.00'de başlayacak olan anma sonrasında saat 18.00'de Hopa Parkı'nda da Praksis'in sahne aldığı konser düzenlenecek.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 25.06.2014- 17:35


Karadeniz'in asi çocuğu; 'Işığıyla gülümserdi hep...'

Resim Ekleme

Sıkılgan birisiydi, ama soğuk değildi. Yüzünden eksik etmediği ışığıyla gülümserdi hep. O ışık içinde bulunduğu topluluklara, yaptığı solo albümlere, şarkılarının yorumlarının her notasına yansımıştı.

Hiç kirlenmeyen müzisyen: Kazım Koyuncu

Murat Beşer


Sıkılgan birisiydi, ama soğuk değildi. Yüzünden eksik etmediği ışığıyla gülümserdi hep. O ışık içinde bulunduğu topluluklara, yaptığı solo albümlere, şarkılarının yorumlarının her notasına yansımıştı.

Dünyanın eşitsizliğinden kanser düşmüştü payına. Wilhelm Reich’ın kanser hakkındaki “coşkusal sönüklük ve umudun yok olmasından ileri gelen bio-enerjik bir büzülme” tanımının tersine, kavanoz dipli dünya onu büzmeye çalışmıştı.

Fiziğinin üzerinde bir direnç göstermiş; elinden geldiğince gücünün son kırıntısına kadar sahnede kalmaya, şarkı söylemeye çalışmıştı.

Karadeniz müziğine yeni bir onur kazandıran bu talihsiz fidan, 25 Haziran 2005’de 33 yaşında amansız hastalığının pençesinde solunca, Karadeniz halkının geleceğini tehdit eden Çernobil felaketi, zamanında ekran karşısında çay yudumlayan pişkin devlet büyüklerinden aşağı kalmayan çirkin yüzünü bir kez daha gösterdi.

Eğer yaşasaydı göreceği 3 şeyden rahatsız olacağına şüphem yok…

Birincisi; canı gibi sevdiği Trabzonspor’un bugün içinde bulunduğu durum... Şüphesiz Trabzonsporluluğunu sorgulamaz ya da rafa kaldırmazdı, ama eğer o hayatta olsaydı, beyaz Ogün Samast bereleri takan tribün kalabalığı ve iktidara açık el veren sağcı yeni başkan bu kadar rahat ve pervasız hareket edemezdi.

İlerici müzisyen, devrimci ve insan: Kazım Koyuncu

İkincisi; Karadeniz müziğinin bugünkü durumu... Bugün onun açtığı yoldan gelen pek çok yeni isim var ki, içlerinde gayet düzgün olanları da mevcut. Ancak maalesef hiçbiri onun gibi titretemiyor gönül tellerini.

Üçüncüsü ise AKP iktidarı etrafında toplanıp medet uman liberaller ve sözüm ona sanatçılar ve akil adamlar… Bize bu noktada düşen, “müzik ilericiler tarafından yapıldığı sürece ilericidir” diyen bu “şair ceketli çocuğu” karanlık bir sömürü düzenine yamamak için ehlileştirerek tarif etmeye çalışan (ve çalışacak olan) liberallere müsaade etmemek.

Yokluğunu hicrana çevirmeden düşünelim şimdi O’nu; zira Karadeniz bölgesinde (sahile yapılan otoyoldan, yeşilin kalbine saplanan termik santrale) son 10 yılda gerçekleşen hızlı gericileşmenin ve kirlenmenin önüne dikilen en büyük sembol halen Kazım Koyuncu.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 25.06.2014- 17:37


Resim Ekleme



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yura
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.02.2014
İleti Sayısı: 816
Konum: Bolu
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: yura
Cevap Tarihi: 25.06.2014- 18:26


Resim Ekleme



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yura
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.02.2014
İleti Sayısı: 816
Konum: Bolu
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: yura
Cevap Tarihi: 25.06.2014- 18:27


Resim Ekleme



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yura
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.02.2014
İleti Sayısı: 816
Konum: Bolu
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: yura
Cevap Tarihi: 25.06.2014- 18:29


Resim Ekleme



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yura
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 08.02.2014
İleti Sayısı: 816
Konum: Bolu
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: yura
Cevap Tarihi: 25.06.2014- 18:31


Resim Ekleme



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proleter
[ tek yol devrim ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 16.08.2013
İleti Sayısı: 406
Konum: Yalova
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proleter
Cevap Tarihi: 25.06.2014- 19:51



Şair ceketli, kumral bir çocuğun yaz öyküsü


Resim Ekleme

Kazım Koyuncu'nun aramızdan ayrılışının 9. yılında ona dair bir yazıyı paylaşıyoruz...


“Oxoşkva Do Oropa” [1]



Ma A koçi vore

Ordo çumanepe nosi gverdi.

Si uncire A bere ore,

Ğura mekaderi.

İttur:

“Skida naku yakininna

Ğura ti hiku’” [2]

“Kumral bir çocuğun yaz öyküsü”ydü bu. Ve en az bir yaz öyküsü kadar kısa bir hayattı onunkisi. Kısa ama en az bir yaz öyküsü kadar da dopdolu. Kısacık hayatına neler sığdırmadı ki Kazım? Zaten kendisi de söylüyordu: “Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim.” diye. Kendi hayatını, söyledikleri ve yaptıklarıyla ölümsüzleştirdi o.

Kazım, gözlerini Artvin’in küçük bir köyünde, Pançol’da açtı. İsmi resmi kayıtlarda Yeşilköy olarak geçse de Pançolluydu Kazım. “Memleketli olduğum kadar kendimi bildim bileli hep tuhaf bir şekilde dışında durabilen bir ruh halim vardı, çocukken de öyle.” derdi. Memleketini, memleketinin insanlarını, kumar ağaçlarını, kestane ağaçlarının olduğu ormanları, denizi, yağmuru çok severdi.

İlkokulu Pançol’da okudu. Müzikle ise henüz ortaokul birinci sınıfta babasının ondan habersiz, onu mandolin kursuna yazdırmasıyla tanıştı. Lise hayatını Hopa’da geçiren Kazım, 17-18 yaşlarında küçücük kentinden çıkıp İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne gitti.

“Devrimi düşünebiliriz, düşleyebiliriz. Hatta yetmez bir sistem bile kurarız. Sistemimiz şöyle olsun, böyle olsun. Bunu ne zaman yaparız? Devrimi yaptıktan sonra mı? Şu anda bunu düşünüyorsan yaparsın, yapmaya başlarsın. Sonra da hep öyle yaşarsın. Ve bu böyle böyle çoğalır. Hayatla da böyle anlamlı bir ilişki kurarsın. Yolda yürürken de yürüyüşün ona göre olur, adımların öyle gider. İnsanlara baktığın göz değişir. Herkes de ‘Ulan bu adam ya da bu insan niye böyle bakıyor?’ diye elbette ki seni sorgulamaz ama birileri anlar. Bir şey bulur yani. Birisi farklı yürüyordur orada. Sana bir puan yazmaz da, bir şey verirsin hayata. Bakkala bir şey davranırsın, manavdan bir şey alırken tuhaf bir ilişki kurarsın, ister istemez. Hoş bir ilişki kurarsın. Yani işte, hikâye bu.”

Kendi hikâyesini bu şekilde tanımlayan Koyuncu, devrimci kişiliğini hayatının en elzem noktası olarak görüyordu. Bunu düşündükleri, söyledikleri ve yaptıklarıyla birçok kez kanıtladı. Katıldığı çeşitli eylemlerden ötürü hakkında soruşturma açıldıktan sonra üniversiteyi de bırakıp gerçekten yapmak istediği şeyi yapmaya karar verdi. “Yanlış şeyler yapabiliriz, doğru ve güzel şeyler de yapabiliriz ama biz ısrarla müzik yapmaya çalıştık.”   Hayatının geri kalan kısmının neredeyse her anında “müzik yapmak istedi” Kazım, nitekim öyle de oldu. Devrimci kişiliği müziğini, müziği ise devrimci kişiliğini şekillendirdi.

“Senin için dağları yıkacağım, koşacağım rüzgârlara inat.                                                                                                                             Şafak vakti çıkacağım dağlarına ve uğrunda öleceğim, ülkem.  

Sana döneceğim ülkem,                                                                                                                             Sürgündeki çocukların,                                                                                                                               Demircinin çıraklarıyla döneceğim…

Müzik kariyerine (yaşasaydı ve bu yazıyı okusaydı, bu kelimeyi kullanmama kızardı muhtemelen) Ali Elver’le birlikte kurduğu Grup Dinmeyen’le başladı. Bir şeyler anlatma amacı güden albümde Attila İlhan’ın şiirleri de bestelendi. Kazım, bu albümde “Bir ülkem var, düşlerimde gördüğüm.” dedi. Daha sonra çeşitli nedenlerden ötürü dağılan grup, Dinmeyen’in kapanan Kazım’ınsa yeni bir dünyaya açılan kapısı oldu.

1993 yılında “OGNİ” adında bir dergi çalışmasına başlandı. Lazlarla doğrudan alakalı ilk derginin Türkçe karşılığı “Anlat”dı. Ve Ogni’nin sloganı “Sk’ani Nena!” yani “Senin sesin, senin dilin”di. Ogni’nin çalışmalarında bilfiil yer alan Koyuncu, Mehmedali Barış Beşli ile de burada ortak bir çalışma yürüttü. Ogni, Laz halkını bilinçlendirme amacı güden, Lazların tarihsel misyonunu anlatan, Lazların dillerini ve kültürlerini unutmalarını engellemek isteyen bir dergiydi. Ogni, henüz ilk sayısı yayınlanır yayınlanmaz, iki yazı sebebiyle ‘bölücülük’ iddiasıyla toplatıldı ve dergiye bu iddiadan ötürü dava açıldı. Mehmedali Barış Beşli, bu davalarda Yazı İşleri Müdürü olduğu için yargılandı ve Türkiye’de ilk kez Lazistan ayrımcılığı yapmaktan ötürü yargılanan insan olmuş oldu. Dava kısa sürede beraatle sonuçlansa da Beşli, dergi çalışmalarının devam etmemesine karar verildi. Bu kararı kabul etmeyenler dergi çalışmasına devam etse de altı sayıdan sonra dergi kapatıldı.

‘Hayde!’ misvare Ernesto steri,

“Vidat, murunsxepeşi opşa na on a nsa tudeşa.” [3]

Ogni’nin çalışmaları yürütülürken, dergiyi destekleyecek bir çalışma olarak Zuğaşi Berepe’yi [4] kurmayı öneren Beşli’ye destek olmayı kabul eden Koyuncu, beş sene sürecek bir çalışmanın da ilk adımı atmış oldu. 93’te kurulan Zuğaşi Berepe 95’te ilk albümleri Va Mişkunan ile adını duyurmaya başladı. Tam bir başkaldırıydı onlarınkisi. Lazca şarkılar ilk kez bir albüm altında toplandı ve geleneksel Karadeniz Müziği ile Rock’n’Roll müziği sentezlenerek yayınlandı. Daha sonraları Bayar Şahin ve Birol Topaloğlu’nun yayınladığı çeşitli albümler olsa da hiçbiri Va Mişkunan kadar cesur olamadı. Denizin çocuklarına göre rock zaten bir başkaldırıydı, Laz müziğiyle birleşince de Va Mişkunan ortaya çıktı. “Bilmiyoruz” diyerek çıktılar yola. Oysa onlar farkındalardı birçok şeyin.

Ayaklarıyla basıyorlar vücutlarımıza her gün, kesiyorlar yollarımızı

Görüyorum, her sabah ölüyor dünya

Bir şey yapamıyor muyuz böyle mi gidecek yol?  

Kalkın devirin!

Yıkım için birbirinize katılın çocuklar!

Bu ve bunun gibi birçok şarkıyı dillendirdiler. Halkın onları sahiplenip sahiplenmeyeceğinden emin olmasalar da, her şeye rağmen Zuğaşi Berepe olacaklarını söylediler. Korktukları gibi olmadı. Halkın yaşadıkları şeyleri alışkın olduklarından farklı bir şekilde duymaları halkı rahatsız etmedi. Zuğaşi Berepe bir çok devrimci örgütün programlarında sahne aldı, 27 Aralık 96’da İstanbul Teknik Üniversitesi’nde “Vicdani Bir Konser” şiarlı konserini verdi. Birçok dayanışma şenliğinin öznesi oldu.

98’de çıkardıkları ikinci albümlerine ‘İgzas’ adını verdiler. “Yürüyoruz!” dediler ve bir kez daha çıktılar yola. “Dadişkimi!” yani “Teyze!” dediler. “Dilimiz ölüyor, dil annedir, dil ölünce anne ölür.” Başkaldırıları burada da devam etti. Fakat İgzas, Va Mişkunan’a nazaran daha ağır bir albüm olduğundan, denizin çocukları yollarına ayrı ayrı devam etmek istediklerinden beş yıllık serüven yavaş yavaş kapılarını kapatmaya başladı. Fakat Zuğaşi Berepe onlar için belki de bir hayat felsefesi olduğundan Kazım’ın geri kalan tüm müzik hayatında Zuğaşi Berepe’nin enerjisi hissedildi.

2001’de solo albümünü çıkaran Koyuncu, Karadeniz Sahil Yolu Projesi’ne tepki olarak albümüne Viya ismini verdi. Viya, kendi değimiyle aletsiz Laz sörfü demekti. Karadeniz sahil yolu projesi Sinop’tan başlayıp Sarp Sınır Kapısı’nda sona eren 604 kilometrelik bir şeridi kapsamaktadır. Yapılış amacı, Karadeniz Karayolu’nu güvenli ve kısa hale getirmek, ticareti ve turizmi artırmaktır. Fakat bu proje bin yıllara dayanan tarihi güzelliklerin yitmesine, artık Viya’nın yapılamamasına neden olmaktadır. Yine günü kurtarmak amacıyla geliştirilen, geleceğe bir şey bırakmayacağı ta o günlerden belli olan bir projedir. Yörede yaşayan birçok insan ve Kazım, bu projeye sonuna kadar karşı çıkar. Bir sahilin boydan boya yol yapılmasını delilik olarak nitelendirir. Bunu imzalayanların da ya akıl sağlıklarının yerinde olmadığını ya da çok kötü insanlar olduklarını dile getirir. “Siz kimsiniz! Binlerce yılda oluşan bir şeyi siz hangi kafayla, hangi vicdanla yok edebiliyorsunuz?” der. “Heyelanlar oluyor, bu kader mi sanki? Depremler oluyor kader mi? Başka yerde aynı şiddette deprem oluyor iki kişi bayılıyor da Türkiye’de yirmi bin kişi ölüyor kader mi bu? Değil.”

2007 yılında resmen açılan Karadeniz Sahil Yolu, Ulaştırma bakanı Binali Yıldırım’ın yaptığı bir açıklamada projenin yanlış olduğunu ancak yapmak zorunda olduklarını belirterek, 700 trilyonun üzerinde para harcandığı için bitirilmesi gerektiğini savunmuştur. Koyuncu’nun söylediği sözlerin haklılığını kanıtlarcasına, 2010 Ağustos ayında Rize Merkez’e bağlı Gündoğdu beldesinde şiddetli yağış nedeniyle biriken yağmur suları Karadeniz Sahil Yolu’nu aşamamış, oluşan sel ve heyelan nedeniyle 12 kişi yaşamını yitirmiştir. 2011 yılı Eylül ayında yine Rize’de bu kez şehir merkezi sele teslim olmuş, baskın sonucu 1 kişi hayatını yitirmiştir. 2012 yılı Ocak ayının sonunda Sarp bölgesindeki 500 metrelik kısmı çökmüştür.

“Baba ben yıkıcıyım
Ama Kendini bilmez değilim.

Yaşamak istiyorum sadece,

Kendi savaşlarım uğrunda.”

Viya’da yitip gitmekte olan birçok dilin şarkılarını seslendirmiştir Kazım. Albümde Lazca, Gürcüce, Megrelce, Hemşince ve Türkçe ezgiler barınmaktadır. Kazım, “Ben sadece, ben olmak istiyorum” der albümünde. Kendi olma savaşını hala bitirmemiştir. “Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim.” diyerek anlatır kendini.

Devrimci kişiliğinin etkisiyle gördüğü şeyleri söylemekten, inandığı doğruları dillendirmekten asla çekinmeyen Koyuncu, bu albümünde de Lazların yaşadığı birçok zorluğu anlatan şarkılara yer vermiştir. Sarpi Moleni’de, Sarp sınırı çekildikten sonra Sarp’ın ötesinde kalanların hikayesini seslendirir. Domivamis’te Laz kadınlarının çektiği zorlukları, Lazların yaşadığı açlığa, yoksulluğa ve sefalete ses olur. Zuğaşi Berepe kadar sert olmasa da albümleri, daha fazla tanınmaya başlayan Koyuncu, yaptıkları, söyledikleriyle ve devrimci kişiliğiyle adından söz ettirir olmuştur. Popüler olmak istemediğini, tanınsa da tanınmasa da müzik yapacağını ve her zaman aynı Kazım olduğunu sık sık dile getirmiştir. Klip çekmemiştir, popüler kültürün reklam araçlarını kullanmak istememiş ve “Herkesin beni tanıması ve hele herkesin beni sevmesi gibi bir düşüncem asla olamaz. Ki hayatta muhakkak bizleri sevmeyen insanlar olmalı aksi takdirde çok ciddi sorunlar olur diye, düşünüyorum.” demiştir.

Çeşitli projelerde yer alan Koyuncu Viya’dan sonra 2004’te Hayde albümünü yayınlamıştır. Ölümünden sonra da “Dünyada Bir Yerdeyim’’ adlı albümü yayınlanmıştır. Müzik hayatı boyunca birçok ülkede ve Türkiye’de yine birçok projeye destek veren Kazım Koyuncu, Amed’de katıldığı bir konserde “Denizin çocuklarından dağların çocuklarına selam getirdim.” diyerek başlamıştır programına. Kürt müziğini de çok sevdiğini dile getiren Koyuncu, “Bizim birbirimizi kabul etmemiz için birbirimize benzememize ihtiyacımız yok. Aynı dili söylememize de gerek yok. Biz birbirimizi kabul edebiliriz.” demiştir.

“Oy Trabzon Trabzon yaşa şanınla yaşa,                                                                                                                                 Şampiyon yazacaksın yeniden dağa taşa!  

Oy Trabzon Trabzon yık yeşil sahaları,                                                                                                                                                   Çık yukarı ezilsin, İstanbul ağaları!”

O dönemlerde koyu bir Trabzonspor taraftarı olan Koyuncu bu taraftar kişiliğinin nedenini “Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.” sözleriyle açıklıyor. Her zaman ezilenin yanında olduğunu dile getiren Koyuncu, katıldığı programlarda Iraklı, Filistinli kardeşlerine selam gönderirken “Savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlamak için savaşmak zorunda değiliz.” der. “Şunu fark ettim ki dünyadaki en önemli değer emek vermektir. Çünkü yaşamak demek, emek demek ve kendimi bildim bileli de hep emekçilerin kenarda kalmışlığının, yoksulların yanında olmayı istedim. İnsanlar kolay para kazanmaya başladıkları zaman günde on saat çalışıp evine anca birkaç parça ekmek peynir götürebilecek parayı kazanabilen milyonlarca insanı unutabiliyorlar.” Emeğin önemine her konuşmasında dikkat çeken Koyuncu, insan olmanın, emekçinin yanında olmanın en güzel nedenini belki şu cümlesiyle kanıtlamıştır: “Emeğe saygı göstermek lazım, yaşayan her şeye saygı göstermek lazım. Ve herkesin bir hikayesi olduğunu bilmek lazım.”  

Kısacık ömrüne bunca şey sığdırmaya çalışırken, çocukluğunda ellerini açıp başını kaldırdığında gökyüzüne, yüzünü yıkayan yağmurların, kokusunu burnuna çeke çeke içtiği annesinin topladığı çayların onu hasta edeceği aklının ucundan bile geçmemişti. Ölümün iki dudak ve bir çay bardağı arasında olduğu kimin aklına gelirdi ki? 86 yılında Çernobil faciasının Ukrayna’dan getirdiği yağmurlarda ıslanan Kazım, 2004 yılında tanımı çok belli olmayan bir kanser türüne yakalandı. “Çok fiyakalı bir hastalığa yakalandım baba, hiç dert etmeye gerek yok.” dese de artık hayatında birçok şey değişmişti. İsyan ediyordu, her zaman olduğu gibi bu sisteme isyan ediyordu. “Üst yapıda zekâ sorunu olduğunu düşünüyorum. Yani yapacakları bütün hesaplar, provokasyonlar vs. bir zekâ taşımıyor. Zekâ taşısa, toplum yine ilerleyecek. Yani bizim komplo teorilerimiz, tuhaf işlenen cinayetlerimiz vs. zekâ taşımıyor. Üst yapıda zekâ olmayınca oynanan oyunlar da çocuk oyunu gibi oluyor ama çocuklar ölüyor.”

Kameralar önünde çay içerek poz veren ANAP’ın kurucularından eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, çaylarda radyasyon olmadığını gönül rahatlığıyla içilebileceğini söyledi. Cahit Aral’ın da kanserden öldüğüne dair söylentilerin gerçekliği var mıdır bilinmez ama Kazım bu hareketin açıklanamaz bir suç olduğunu şu sözleriyle dile getirir. “Bu bir zekâ sorunu değil, zeka sorunu var da bu bir suç. Ve bunu kimse anlamadı. Bunlar kötü niyetli insanlar. Çıkıp televizyonda çay içmek yerine erken teşhisler için rehabilitasyon merkezleri açılsaydı, hastaneler açılsaydı, yüzler ölmezdi. Türkiye’de bilgi sorunu yok, ciddi bir sistem sorunu var. Bilgi işe yaramıyor. Türkiye’de kanser olmayı boş verin, hasta ve insan olmak zor.”

“Dünyada bir yerdeyim ben,

Yol kenarlarındaki su birikintilerindeyim.

Yerim yurdum yoktur benim,

Sadece, gökyüzünü göreyim.’’

Konser vermek yerine dinlenmesi gereken Koyuncu, doktorlarının sözünü dinlemek yerine onu mutlu eden şeyi yapmaya devam etti. Müziğine hiç ara vermedi. Saçları döküldükten sonra taktı başına beresini yine çıktı sahneye. Umudunu hiç kaybetmedi. Duygulandı zaman zaman sahnede, “Şimdi bir şeyler söylemek yerine şarkı söyleyeceğim yoksa kelimeler boğazıma dizilecek” dedi. Şarkılarını söyledi, horonunu oynadı. Sistemi devrimci kişiliğiyle en ince ayrıntısına kadar analiz eden Kazım, sistemin onu öldürdüğünün farkındaydı. “Politika başından sona bir yalan ve çok açık söylüyorum, politika elbette olacak yani sonuna kadar birileri yönetecek de bu elbette var ya hani kader gibi her zaman durduğu için karşımızda, o noktadan itiraz ediyorum. Durmak zorunda değil. Eee, ben reddedeyim, sen reddet. Hedef iktidarsa, hedefte sen varsın, ben varım. Seni yok edebilirler, beni de yok edebilirler. Kimin umurunda yani?”

Yaşama sevinci, müzik aşkı sayesinde hastalığa aylarca direnen, sevenlerinin deyimiyle Dina K’aki[5] hastalık ses tellerini etkilemeye başlayıp şarkı söylemesine engel olunca umudunu yitirmeye başladı. Umudunu yitirdikçe, yaşama sevinci çekildi bedeninden ve yaşama sevinciyle birlikte de tüm yaşamı.

O hayatını kaybetse de yaptıklarıyla, söyledikleriyle, yazdıklarıyla, gerçek bir devrimci gibi, yaşamının her anıyla bizlere örnek oldu. Bir gün nasıl bir halk otobüsünde çıkabildiyse karşına, başını göğe kaldırdığında bulutların arasından yahut yere eğildiğinde başın bir su birikintisinden bakabilir sana. Şair ceketli, kumral çocuğun yaz öyküsü elbet burada bitmedi. Sayısını bilmediğim belki binlerce kumral çocukta yaşıyor hala.

“Bu arada, hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Don Kişotlar’a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Che” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”

Avaşîn

Dipnotlar:

[1] “Özgürlük ve Aşk”

[2]   Ben bir adamım / Erken sabahlarda yarım akıllı / Sen uykusuz bir çocuksun / Ölümle beşik kertmeli / Diyorsun: “Yaşam ne kadar yakınsa ölüm de o kadar yakın.”

[3] ‘Hayde!’ diyeceksin Ernesto gibi / “Gidelim, yıldızların çok olduğu bir gökyüzünün altına.”

[4]   Lazca Denizin Çocukları anlamına gelmektedir.  

[5] Dina K’ak’i, Kazım Koyuncu’nun kardeşi, Niyazi Koyuncu’nun ona taktığı bir isimdir.

Kızıl Bayrak



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 26.06.2014- 11:55


Ben özledum Kâzım’i ağlasam ayip midur?
 
“Şarkılar orada, onlar kendini anlatır zaten” dedi; birlikte şarkılarını dinledik. Mütevazı ve samimiydi: İçinden geleni yapıyordu. Eklektik değildi, hissediyordu.
Resim Ekleme
MURAT MERİÇ

25 Haziran 2005, Kâzım Koyuncu’nun öldüğü gün. Dün, ölümünün dokuzuncu yılında, şarkılarıyla ve mücadelesiyle andık onu. Bugün, müziğimizdeki yeri üzerine iki kelam etmek isterim. Benim için çok önemliydi, çok özeldi: 20’li yaşlarımın coşkusu, bilmediğim bir kültürün kapısını açan anahtar, direniş ve isyanın simgelerinden biri… Hepsiydi Kâzım. Kısacık yaşamında hep yanımızda, yöremizde dolandı; çok iş yaptı. Ankara’da, öğrenci evlerimizde bize eşlik eden ‘arkadaş’tı. Hani gitarını alıp gelen ve günümüzü şenlendiren ‘arkadaşımızın arkadaşı’... O kadar bizdendi. Tanıştım, sohbet ettim, canlı dinledim ve bir saniye olsun bu hissiyatım değişmedi.

1995 yılında, Ankara’da kurduğumuz Radyo Arkadaş’ın kapısını çaldı bir gün, öyle tanıştık. “Yeni bir grubumuz var, size kasetimizi getirdik” diyerek girdi içeri. Çay içtik, sohbet ettik, yayına aldık. Müziğinden ziyade Karadeniz sevgisini ve orada yapılmak istenenleri anlattı uzun uzun. Asıl derdi oydu. “Şarkılar orada, onlar kendini anlatır zaten” dedi, birlikte şarkılarını dinledik. Mütevazı ve samimiydi: İçinden geleni yapıyordu. Eklektik değildi, hissediyordu. Bugün, yıllarca uzağında durduğum Karadeniz müziğine biraz olsun yakınlık duyuyorsam, Kâzım Koyuncu’nun ve açtığı yoldan ilerleyenlerin sayesinde. Koyuncu, öz müziğini gelenekselin dışına çıkardı ve tekdüzelikten uzaklaştırdı.

Karadeniz’in dalgaları gibi hırçın ve asi, dünyayı umursamazcasına hırpani ve dağınıktı. Dinmeyen’in ‘Sisler Bulvarı’ albümünün yaratıcılarından, memleketin ilk Lazca rock grubu olan Zuğaşi Berepe’nin kurucularındandı. Adını onlarla duyurdu. İlk solo albümü ‘Viya!’, 2001’de yayınlandı.

Ertesi yıl, ‘Gülbeyaz’ adlı dizinin müziklerini yaptı ve kitlelere ulaştı. İkinci albümü ‘Hayde’nin repertuvarında, bu dizi için söylediği türkülerden bazıları da vardı. TRT’de Lazca söyleyen ilk insandı. ‘Hayde’nin çıkışını müteakip Ankara’daydı: ODTÜ Bahar Şenliği’nde verdiği, bizzat şahit olduğum konser, bütün şenliklerin en güzellerindendir. 2003’te düzenlenen ilk BarışaRock’ın ikinci günüydü. Siya Siya Bend’le coştuktan sonra sıranın Bulutsuzluk Özlemi ve Cem Karaca’ya gelmesini bekliyorduk. Aniden sahnede belirdi Kâzım Koyuncu ve müziğiyle ortalığı kasıp kavurdu. Ne yalan söyleyeyim, “sonrasını dinlemesek de olur” dedirtecek kadar devleşmişti o gün. Sahne performansları hep öyleydi: Dinleyicisini avucunun içine alıyor, onlarla büyüyordu. Sahneyi hep çok sevdi. Öldüğü günün iki gün sonrasında, ‘Hey Gidi Karadeniz’ konseri çerçevesinde Açıkhava Tiyatrosu’na çıkma sözü vermişti. Son gününde bir açıklama yaptı ve bu konsere “bir türlü iyileşmeyen ses kısıklığı” nedeniyle katılamayacağını söyledi ve ekledi: “Karadeniz, dev bir dalgadır, özgür bir sudur. Bir olguya bir kişiye bağımlı değildir. Bu nedenle ‘Hey Gidi Karadeniz geceleri’ devam etmelidir.” Açıklamasından iki gün sonra, konserin olduğu gün, söz verdiği gibi Açıkhava Tiyatrosu’nun sahnesindeydi: Son kez ve ‘dört kollu’nun içinde; binlerce hayranının alkışlarıyla ve kendi türküleri eşliğinde.

Ölümünden kısa süre önce “konser yapmak, koşmak, futbol oynamak gibi şeyler” istediğini söylemişti. Belki çok insan farkında değildir ama hayranlarıyla son buluşması, Trabzonspor için yapılan ‘Uy! Aha Trabzon’ albümünde söylediği iki şarkı aracılığıyla gerçekleşti. Futbolu seviyordu, bordo-mavili renklere gönül vermişti. Karadeniz, en büyük aşkıydı: Hep onun için savaştı, bütün eylemlerde en öndeydi.

Geçen yıl, ölüm gününde, Gezi Direnişinin hemen sonrasında yapılan BüyükKeyif soruşturmasında, Metin Solmaz, “yaşasaydı Gezi Direnişi’nin yüzü olurdu” demişti Koyuncu için. Aynı soruşturmada şunları söylemiştim: “Yaşamadığı halde direnişin yüzü Kâzım Koyuncu: Hep aramızda. Bana hiç ölmüş gibi gelmiyor. Tek ve büyük üzüntüm, Kâzım’ın bu günleri görememiş olması. O aramızda olsaydı çok ama çok daha güçlü olurduk; fark bu olurdu.”

Ölümünden sonra BirGün’de bir yazı yazmış, onun şarkısını bozarak bitirmiştim: “Denizde kararti var bu gelen kayik midur / Ben özledum Kâzım’i ağlasam ayip midur?” Dokuz yıldır gözyaşlarımız hiç dinmedi. Kâzım’ı, arkadaşımızı çok özlüyoruz.

Birgün



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Can Baba Gideli 15 Yıl Oldu… selma56 9 10871 15.08.2014- 11:07
Konu Klasör Çocuk evlilikler/çocuk ölümler... melnur 0 1299 26.04.2020- 09:28
Konu Klasör Simitçi Çocuk - Serdar Yıldırım Serdar102 0 227 08.04.2023- 17:52
Konu Klasör KPG: 43 yıl oldu... tarihselmaddeci 0 2699 06.05.2015- 08:48
Konu Klasör Şeyh Said de HDP'li oldu abbas 0 4511 08.05.2014- 12:10
Etiketler   Şair,   Ceketli,   Çocuk,   gideli,   yıl,   oldu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS