SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
SOSYALİZME VE SSCB’NE KARŞI MÜCADELEDE TROÇKİ           (gösterim sayısı: 8.949)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: spartakus
Konu Tarihi: 14.08.2014- 02:29


SOSYALİZME VE SSCB’NE KARŞI MÜCADELEDE TROÇKİ


“DÜŞTÜYSEK KALKARIZ, DAHA ÖLMEDİK YA!”

TROÇKİ  

“24 AYAR” ANTİ-KOMÜNİSTİN HİKAYESİ  

Makale 13  

Proletarya diktatörlüğü mü – bürokrasi diktatörlüğü mü?


24 ayar “Bolşevik-Leninist” Troçki  

Stalin sempatizanı Troçki!


SSCB'nde sınıf-bürokrasi sorununu Troçki 1939'da yayımlanan “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” (“Marksizmin Savunulması – SSCB Savaşta”) yazısında da tartışır. Bu yazısında konuyu “eleştirmenleri”iyle nasıl tartıştığına bakalım. Ama önce “eleştirmenleri”nin kim olduğuna değinelim. “Eleştirmenler”in Stalin veya SBKP(B)'nin önde gelen ideologları veya dünya komünist hareketinin önde gelen ideologları olduğunu sanıyorsanız fena halde yanılmış olursunuz. Troçki, kendi çapında “eleştirmen” bulmuştur ve onlarla “dünya politikası” yapmaktadır. Eleştirdiği unsurların görüşlerini başka bir makalede (Troçki ve “Eleştirmenleri”) ele alacağız.  

“Alman-Sovyet Sözleşmesi ve SSCB'nin Karakteri“ ara başlığı altında şunları yazar:

“Alman-Sovyet Sözleşmesinin sonuçlanmasından sonra SSCB hala işçi devleti olarak görülebilir mi? Sovyet devletinin geleceği bizim aramızda sürekli tartışmalara neden oldu... SSCB'nin sosyal karakteri sorusunda hatalar...tarihsel gerçeğin...programatik normla değiştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Somut gerçek normdan sapıyor. Ama bu, gerçeğin normu yıktığı anlamına gelmez; tam tersine onu, olumsuz tarafından daha da güçlendirmiştir. İlk işçi devletinin yozlaşması,... bir işçi devletinin ne olması gerektiğini, ne olabileceğini ve belli tarihsel koşullar altında ne olması gerektiğini yeteri kadar göstermiştir. Somut gerçek ile norm arasındaki çelişki bizi normu reddetmemize asla zorlamamaktadır, tersine norm için devrimci yoldan mücadele etmemiz gerekir. SSCB'nde önümüzdeki devrimin programı, bir taraftan SSCB'ni nesnel tarihsel bir gerçeklik olarak değerlendirmemiz ile ve diğer taraftan da işçi devleti normu ile belirlenmektedir. “Her şey yok olmuştur, yeniden baştan başlamamız gerekir” demiyoruz. Açık bir şekilde şu andaki aşamada işçi devletinin gizlide kalan, muhafaza edilebilecek ve geliştirilebilecek unsurlarına işaret ediyoruz” (1).  

Troçki, en az anladığı veya kesinlikle anti-marksist konumda olduğu felsefe üzerine fikir yürütüyor. Söylemek istediği SSCB somutunda biçim ile özün; üretim araçlarının toplumsal (devlet) mülkiyetinde oluşuyla, yani altyapı ile üst yapının çelişkili olduğudur. Bu çelişkili durumdan kurtulmanın tek yolunun üst yapının değiştirilmesidir diyor. Troçki üst yapıyı “politik devrim”i ile değiştirmek istiyor. Yani üst yapıyı “yeniden” altyapıya uyumlu hale getirmek istiyor. “Somut gerçek ile norm arasındaki çelişki bizi normu reddetmemize asla zorlamamaktadır, tersine norm için devrimci yoldan mücadele etmemiz gerekir”le SSCB'nde ekonomik altyapıya -üretim araçlarının devlet (toplumsal) mülkiyette oluşuna sahip çıktığını ifade ediyor. Burada Troçki, SSCB'nde ekonomik altyapının ilerici, hatta devrimci olduğunu, en azından uğruna mücadele edilecek derecede ilerici veya devrimci olduğunu savunuyor. Yani Troçki tek ülkede sosyalizmin inşası pratiğinin ortaya koyduğu sonuçlara sahip çıkıyor. Biliyorum, Troçki'den böyle şeyler beklenmez veya beklemiyorsunuz, ama bilmeniz gerekir ki, karşınızda ne dediğini bizzat anlayan birisi yok; Troçki, “tek ülkede sosyalizmin inşası mümkün değildir” diye diye tek ülkede sosyalizmin inşasını savunur duruma gelmiştir. Troçki, “Her şey yok olmuştur, yeniden baştan başlamamız gerekir” demiyoruz” derken tam da bunu; Stalin önderliğinde SSCB'nde sosyalizmin inşasının altyapısını savunmuyor mu? Savunuyor.  

Troçki'nin bir demagoji ustası olduğunu unutmamak gerekir; çok rahatlıkla taktiksel olanı stratejik olanla değiştirebilir ve buradan hareketle politikasına uygun sonuçlar çıkartabilir. Nitekim yukarıda adı geçen yazısında bunu yapıyor. “Alman-Sovyet Anlaşması”, SB'ne karşı değerlendirmemizi değiştirdi anlayışını kanıtlamak isteyenler daha ziyade Komintern'in “dünkü görüşüne” sarılıyorlar diyen Troçki, Komintern'in “dünkü görüşü”nü de “işçi devletinin tarihsel görevi emperyalist demokrasi için mücadele etmektir” diye açıklıyor. Böyle bir değerlendirmenin Troçki'ye hiç yakışmadığını belirtelim. Komintern hiçbir dönem, hiçbir zaman “tarihsel görevinin emperyalist demokrasi için mücadele etmek” olduğunu açıklamamıştır ve böyle bir pratik içinde de olmamıştır. Halk Cephesinin savaş öncesinde taktiksel adımları da bu doğrultuda değildir. Troçki, çok bilinçli olarak sapla samanı birbirine karıştırarak siyasal rant peşindedir.

Ama şu da bir gerçektir: Troçki adı geçen bu yazısında “eleştirmenleri”ne karşı SSCB'ni “çakı” gibi savunmaktadır; öyle ki Stalin'den daha fazla savunmaktadır. Biraz abarttık ama olsun! “Eleştirmenleri” demiş ki, “demokrasilerin faşizm lehine “ihaneti” SSCB'nin artık işçi devleti olarak görülmemesine neden olmaktadır”. Toçki buna şiddetle karşı çıkıyor ve “Gerçekten, Hitler ile sözleşmenin imzalanması sadece, Sovyet bürokrasisinin yozlaşmasının, Komintern de dahil uluslararası işçi sınıfı için duyduğu aşağılamanın ölçülmesi için özel bir ölçü vermektedir. Ama SSCB'nin sosyolojik tahmininin yeni bir değerlendirmesi için hiçbir zemin sunmamaktadır” (2).  

Stalin'de SSCB'ni böyle bir savunusuna hiç rastladınız mı? Stalin, Troçki'nin “eleştirmenleri”ni dikkate bile almıyor, ama Troçki kendi “eleştirmenleri”ni dikkate alırken SSCB'ni de yukarıdaki gibi savunuyor.

“Söz konusu olan, siyasi mi yoksa kavramsal farklar mı” ara başlığı altında sorusuna şu cevabı verir:

“Sovyet devletinin doğası üzerine soruyu soyut-sosyoljik düzeyde değil, somut siyasi görevler düzeyinde sormaya başlayalım. Bir an için bürokrasinin yeni bir “sınıf” olduğunu ve SSCB'ndeki şimdiki rejimin sınıf sömürüsünün özel bir sistemi olduğunu kabul edelim. Bu varsayımlardan hangi siyasi sonuçlar çıkmaktadır? IV. Enternasyonal uzun zaman öncesinde bürokrasinin işçilerin devrimci bir ayaklanmasıyla devrilmesi gerektiği zorunluluğunu gördü. Bürokrasiyi “sınıf” olarak açıklayanlar da başka bir görüşte değiller veya olamazlar. Bürokrasinin yıkılmasıyla ulaşılacak amaç, Sovyetlerin hakimiyetini yeniden kurmaktır ve şimdiki bürokrasiyi Sovyetlerden kovmaktır. Sol eleştirmenler de bundan başka bir şey kabul edemez. Yeniden kurulmuş Sovyetlerin görevi, dünya devrimiyle el ele çalışmaktır ve sosyalist bir toplum kurmaktır. Bundan dolayı bürokrasinin yıkılması, devlet mülkiyetinin ve planlı ekonominin muhafaza edilmesini var sayıyor. Bu, bütün sorunun can alıcı noktasıdır”(3).  

Bizi burada ilgilendiren noktaları madde madde sıralayalım:

1-Bir an için bürokrasinin yeni bir “sınıf” olduğunu ve SSCB'ndeki şimdiki rejimin sınıf sömürüsünün özel bir sistemi olduğunu kabul edelim.  

2- IV. Enternasyonal uzun zaman öncesinde bürokrasinin işçilerin devrimci bir ayaklanmasıyla devrilmesi gerektiği zorunluluğunu gördü.

3- Bürokrasinin yıkılmasıyla ulaşılacak amaç, Sovyetlerin hakimiyetini yeniden kurmaktır ve şimdiki bürokrasiyi Sovyetlerden kovmaktır.  

4- Yeniden kurulmuş Sovyetlerin görevi, dünya devrimiyle el ele çalışmaktır ve sosyalist bir toplum kurmaktır.  

5-Bürokrasinin yıkılması, devlet mülkiyetinin ve planlı ekonominin muhafaza edilmesini var sayıyor. Bu, bütün sorunun can alıcı noktasıdır.

Bürokrasi “sınıf” mıdır, değil midir sorunu Troçki'nin “eleştirmenleri” ile tartışmasından kaynaklanıyor. Bu durumda bürokrasi sınıf olsa da olmasa da Troçki için pek fark etmiyor. Çünkü “IV. Enternasyonal” çok önceleri bu üst yapıyı, bürokrasiyi “işçilerin devrimci bir ayaklanması” ile yıkma kararı almış.

Bürokrasi ister sınıf olsun isterse de olmasın amaç, onu iktidardan uzaklaştırmak, Sovyetlerden kovmaktır.

Bu amaca ulaşıldığında Sovyetler, Troçki önderliğinde “Bolşevik-Leninistler”in partisi tarafından yeniden biçimlendiriliyor ve yeni Sovyet devleti dünya devrimi için mücadeleyi yükseltiyor ve sosyalist bir toplum kuruyor.

Ama esas nokta şu: “Bürokrasinin yıkılması, devlet mülkiyetinin ve planlı ekonominin muhafaza edilmesini var sayıyor. Bu, bütün sorunun can alıcı noktasıdır”. Yani Troçki böylece biçim ile öz arasındaki çelişkiyi, öze dayanarak; devlet mülkiyeti ve planlı ekonomiye dayanarak çözüyor. Bu durumda da yıkmak istediği “Stalinist bürokrasi”nin ilerici, hatta devrimci bir altyapı üzerinde yükseldiğini kabul ediyor. Bu da “tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olduğu” sorunu değil mi? Öyle, aynen öyle!

Aynı yazısında Troçki “eleştirmenleri” karşısında SSCB'ni savunmaya devam eder:

Aynı yazıda Troçki, “eleştirmenleri” karşısında SSCB'ni taviz vermeden savunmaya devam ediyor: Troçki'nin “eleştirmenleri” Sovyet bürokrasisinin kapitalist ülkelerdeki burjuva ve işçi bürokrasine benzer yanlarının oldukça az olduğunu, ama faşist bürokrasiden daha büyük ölçüde ve yeni ve oldukça güçlü bir toplumsal formasyonu temsil ettiğini anlatıyorlar ve Troçki de “bunlar tamamen doğrudur, bunlara gözümüzü asla kapamadık” diyor. Ama Anlaşılan o ki, Troçki'nin de, “eleştirmenleri”nin de “Sovyet bürokrasisi” karşısında tir tir titriyorlar; pek korkmuşa benziyorlar! Devamla Troçki, “eleştirmenleri”nden “Sovyet bürokrasisi”nin sınıf olarak kabul edilip edilmeyeceği konusunda farklı düşündüğünü, bu bürokrasiyi sınıf olarak kabul edersek bu sınıfın varlıklı sınıflara hiç de benzemediğini açıklamak zorunda kalacağız, bundan bir kazancımız olmayacak ve bu nedenle “Sovyet bürokrasisini bir kast olarak tanımlıyoruz” diyor (4).  

Devamla Troçki “Sovyet bürokrasisi”nin neden sınıf olamayacağını açıklamaya çalışıyor. “Bürokrasi sosyal organizmada bir tümör müdür yoksa bu çıban tarihsel olarak çok gerekli bir organa mı dönüşmüştür” sorusunu soruyor ve cevap veriyor: 'Sosyal tümörler “tesadüfi” veya “geçici” veya alışılmamış tarihsel durumların karmaşıklığından dolayı oluşabilirler. Ama “sosyal bir organ (ve bu, sömürücü sınıflar dahil her sınıftır) sadece üretimin kökleri derine giden iç zorunluluklarının sonucu olarak bizzat biçimlenir”(5).

Troçki, “Sovyet bürokrasisi”nin bir sınıf olmadığını sonuna kadar savunmakta kararlı olduğunu gösteriyor.

Troçki'ye göre ekonomi büyüdükçe, gereksinimleri de karmaşıklaşır ve bürokratik rejim engeli daha da tahammül edilemez olur. Karmaşıklaşan gereksinimler ile bürokrasi arasındaki keskinleşen çelişkiler süreklilik arz eden sarsıntılara, bütün çalışma alanlarındaki en seçkin yaratıcı unsurların sistematik yok edilmesine neden olur. Bu nedenle bürokrasi, hakim sınıf olmadan önce gelişmenin gereksinimleriyle uzlaşmaz çelişkiye düşer. Bunun açıklanması, bürokrasinin yeni bir iktisat sisteminin taşıyıcısı olmamasında aranmalıdır; bu sistem bürokrasiye özgü değildir, onsuz bürokrasi olamaz, ama bürokrasi işçi devletinde asalak bir tümördür (6).  

Troçki, SSCB'nde üretim araçlarının toplumsal (devlet) mülkiyetini savunurken biraz abartmış. Bahsettiği bürokrasi XX. Parti Kongresinde iktidar olabildi; proletarya diktatörlüğünü yıkabildi ve uzun bir geçiş döneminden sonra 1991'de klasik burjuvaziye dönüşebildi.  

Bütün çabasına rağmen Troçki, “Stalin bürokrasisi”nin yeni bir sınıf olup olmadığı konusunda ikna edici, inandırıcı argümanlar bulmakta zorlanır ve sonunda 'kesinkes inanıyoruz ki, savaş bir proleter devrime neden olacaktır ve bu da SSCB'nde bürokrasinin kaçınılmaz olarak yıkılmasına neden olacaktır. Bu duruda “Stalinist bürokrasi” bir sınıf mıdır, yoksa işçi devletinde bir tümör müdür sorunu kendiliğinden çözülecektir' anlayışına varır (7).  

Troçki, “eleştirmenleri”yle tartışmasını sürdürür ve tarihsel alternatif sonuna kadar düşünülürse şu sonuca varılır diyerek iki olasılıktan bahseder: Bunlardan birisi, burjuva toplumun sosyalist topluma dönüşümü sürecinde “Stalin-Rejimi” “tiksindirici bir geriye düşüş”tür. İkincisi de “Stalin-Rejimi” yeni bir sömürü toplumunun ilk aşamasıdır. Troçki'ye göre “ikinci öngörü doğrulanırsa tabii ki bürokrasi yeni bir sömürücü sınıf olur” (8).  

Bu anlayışıyla Troçki en kaba saçmalıklarından birisini daha sergilemiş oldu. Birincisi, “Stalin-Rejimi” hiçbir bakımdan burjuva toplumla karşılaştırılamaz; hemen her bakımdan burjuva toplumdan ileridir. Troçki'nin mantığına göre karşılaştırmanın maddi koşulları yoktur. Üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olduğu koşullarda bürokrasinin üst yapıda hakimiyeti yeni bir sömürücü sınıfın hakimiyetidir. Bu, üst yapıdaki yozlaşmanın doğrudan bir ifadesidir. Ama Troçki'nin iddia ettiği gibi SSCB'nde sınıfsal iktidar değişimi “Stalin-Rejimi” döneminde değil, bu “rejim”in; yani proletarya diktatörlüğünün yıkılması sonucunda (1956, XX.Parti Kongresi) gerçekleşmiştir.

Troçki'ye göre “çoğu ultra sol...Stalinizmi esas itibariyle faşizmle aynı kefeye koymaktadır. Sovyet bürokrasisi faşizmin politik yöntemlerini devralmıştır...bu iddia mutlak doğrudur” (9).



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:31


“Eleştirmenleri”yle tartışmasını bu noktaya getiren Troçki, esas görüşünü de açıklamış oluyor. Stalin önderliğinde SSCB'nin yapısını faşizmle eş anlamlı gördüğü için saçmalamıyor. Bu değerlendirme Troçki'ye yakışır bir değerlendirmedir. “Faşizmin yöntemlerini devralmış Stalinizm” koşullarında uğruna mücadele edilebilecek mülkiyet ilişkilerinden; üretim araçlarının devlet (toplumsal) mülkiyetinde olmasından; ilerici, devrimci mülkiyetin varlığından bahsetmesi saçmalıktır.

Bu, saçmalayan Troçki'nin bir sorunudur.

Her zaman olduğu gibi Troçki yeni bir öngörü öne sürer:  

“Şüphesiz ki, Sovyet devletinin yozlaşmasından ziyade yıkılacağını bekliyoruz; daha doğrusu, bu iki olasılık arasında kesin bir ayrım yapmıyoruz. Ama bu iki olasılık hiç de birbiriyle çelişmiyor. Yozlaşma kaçınılmaz belli bir aşamada çöküşle sonlanmak zorundadır. Stalinist veya faşist olsun totaliter bir rejim özü itibariyle sadece geçici bir geçiş rejimi olabilir” (10).  

Diğer sayısız öngörüleri gibi Troçki'nin bu öngörüsü de gerçekleşmedi. SSCB, Troçki'nin beklediği gibi yıkılmadı. Onun yıkılmaktan anladığı II. Dünya Savaşında yenilmesiydi. SSCB II. Dünya Savaşında yenilmedi, tam tersine muzaffer çıktı. Ama SSCB yozlaştı. Bu doğrudur.  

Troçki “çoğu ultra sol”un görüşünü burada tamamen benimsiyor; faşist rejimle “Stalinist” dediği proletarya diktatörlüğü arasında hiçbir fark görmüyor. Her ikisini de geçici geçiş rejimi olarak kavrıyor.  

Faşizmi bir devlet biçimi olarak görmemesi de Troçki'nin teoriden ne kadar anladığını gösterir. Ona göre faşizm, özü itibariyle sadece geçici bir geçiş rejim oluyor. Neden geçici? Tarihte şimdiye kadar görülmüş hiçbir faşist rejim geçici olmamıştır. Yıkılana kadar iktidar olmuştur. Diğer taraftan neye geçiş? Sosyalizme mi geçiş yoksa burjuva demokrasisine mi geçiş?

Troçki, adı geçen yazısında “eleştirmenleri”yle “dünya devrimine yönelişi ve SSCB'nin yeniden kuruluşunu” da tartışır.

Troçki, 'dünya proletaryası öncüsünün devrimci yeniden silahlanması için bir çeyrek yüzyıl kısa bir dönemdir, ama Sovyet rejiminin tecrit edilmiş geri bir ülkede sağlam, başına bir şey gelmemiş olarak varlığını devam ettirmesi için oldukça uzun bir zamandır' diyor. Bu değerlendirmesiyle Troçki, dolaylı olarak Ekim Devriminin yanlış bir zamanda gerçekleştirildiğini söylemiş oluyor. Başka ülkelerde devrim olmayınca, tek başına kalmak, “tecrit edilmiş” olarak var olmak bir suç mudur, bir zorunluluğun ifadesi midir sorusunu Troçki kendine sormuyor.

Troçki, umutsuzluk saçmak, tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmadığını kanıtlamak için ancak saçmalık denebilecek “teoriler” geliştiriyor. Troçki, 'II. Dünya Savaşı çözümlenmemiş görevi daha yüksek tarihsel bir seviyeye koyuyor. Bu savaş sadece mevcut rejimin sağlamlığını değil, bilakis proletaryanın onu değiştirme yeteneğini de yeniden sınavdan geçiriyor. Bu sınavın sonuçları şüphesiz ki, proleter devrim çağı olarak modern çağı değerlendirmemiz için belirleyici öneme sahip olacaktır. Bütün olasılıkların aksine Ekim Devrimi, şimdiki savaşın seyri içinde veya hemen sonrasında devamını ileri ülkelerde bulamazsa ve tersine proletarya her tarafta ve bütün cephelerde geriye atılırsa, hiç şüphesiz, şimdiki çağ üzerine ve onun itici güçleri üzerine görüşümüzü gözden geçirmek zorunda olup olmadığımız sorusunu gündeme getirmek zorundayız. Bu durumda söz konusu olan, SSCB'ne veya Stalinist çeteye bir etiket yapıştırmak değildir, aksine söz konusu olan, gelecek on seneler için, hatta gelecek yüzyıl için dünya-tarihsel perspektifleri yeniden değerlendirmektir: Sosyal devrimler çağına girdik mi veya tersine totaliter bürokrasinin çöken toplumunun çağına mı girdik?' (11).  

Troçki'ye bu sözleri söyleten “eleştirmenleri”nin eleştirisidir. Troçkist kampta “IV. Enternasyonal”in kuruluş sürecinde ve özellikle de kurulduktan sonra hala devam eden büyük bir ideolojik mücadele patlak vermişti. Troçki'yi yukarıdaki değerlendirmeleri yapmaya zorlanan ileride ana hatlarıyla belirteceğimiz ideolojik mücadeleydi. Troçki'nin bir yanında SSCB'nde inşa edilen sosyalizm -tek ülkede sosyalizm- diğer yanında da SSCB'ni tamamen “defterden silen”, işçi sınıfının yeteneksizliğini, çağın değiştiğini, sosyalizm ile faşizmin aynılaştığını açıklayan yandaşlarının çıkışları durmaktaydı. Şüphesiz ki, Troçki ortada kalan biri değildi. Ama “Enternasyonal”ini kurtarmak ve aynı zamanda SSCB'ni sahiplenmek baskısı altındaydı. Bu baskı onu SSCB'ni savunmaya da götürmüştür.

Devamla Troçki, yaşadığı çağın yazgısını değiştirmek için olsa gerek şu “tarihsel” görüşünü açıklar: “IV. Enternasyonal'in kendini sosyalist devrimin dünya partisi olarak tanımlaması tesadüf değildir. Yolumuz değiştirilemez. Dünya devrimi ve tam da bu gerçekten dolayı SSCB'ni işçi devleti olarak yeniden kurulması rotamızda devam ediyoruz” (12).  

Troçki davasında bu kadar kararlı! Ama tarih, “sosyalist devrimin dünya partisi”nin dünya devrimi için bir çabasına şahit olmadığı gibi, “SSCB'ni işçi devleti olarak yeniden kurulması” çabasına da şahit olmamıştır. Tam tersi olmuştur; Troçkizm dünya devrimci hareketini ve SSCB'nin sosyalist ülke olarak gelişmesini baltalama mücadelesi vermiştir. Bu çalılamada bunun sayısız örneklerini gösterdik.

Troçki'nin SSCB-savunması

Bu konuda şunları yazıyor:

“SSCB'ni savunmayla ilgili olarak hatalar çoğu kez “savunma”nın yöntemlerinin yanlış kavranmasından kaynaklanmaktadır. SSCB'ni savunmak Kremlin bürokrasisine yeniden yakınlaşmak, onun politikasını onaylamak veya müttefiklerinin politikası ile uzlaşmak değildir. Diğer bütün sorunlarda olduğu gibi bu sorunda da tamamen enternasyonal sınıf mücadelesi zemininde duruyoruz...  

Komintern tarafından açıklandığı gibi “SSCB'ni savunmak”, geçmişteki “faşizme karşı mücadele” gibi, bağımsız sınıf politikasından vazgeçmeye dayanmaktadır. Çeşitli koşullar altında çeşitli nedenlerden dolayı proletarya, sürekli ve kaçınılmaz olarak bir burjuva kampa karşı diğer bir burjuva kampın yardımcı gücü olacaktır. Buna karşın bazı yoldaşlarımız şunu söylüyorlar: Stalin ve müttefiklerinin alet olmak istemediğimiz için SSCB'nin savunulmasını reddediyoruz. Ama böylece onlar sadece, “savunma” anlayışlarının esas itibariyle oportünistlerin savunma anlayışlarına tekabül ettiğini göstermiş oluyorlar; proletaryanın bağımsız politikasının kavramları içinde düşünmüyorlar. Gerçekten de SSCB'ni, sömürgeleri savunduğumuz gibi, bütün sorunlarımızı çözdüğümüz gibi, bazı emperyalist hükümetleri diğerlerine karşı destekleyerek değil, sömürgelerdeki, keza metropollerdeki enternasyonal sınıf mücadelesinin yöntemiyle savunuyoruz.

Hükümet partisi değiliz; sadece kapitalist ülkelerde değil, SSCB'nde de uzlaşmaz muhalefetin partisiyiz. Görevlerimizi -bunların arasında “SSCB'nin savunması da var- burjuva hükümetler vasıtasıyla değil ve hatta SSCB'nin hükümetleri vasıtasıyla da değil, aksine sadece ve sadece kitleleri ajitasyonla eğiterek, işçilere neyi savunmaları gerektiğini, neyi yıkmaları gerektiğini açıklayarak gerçekleştiriyoruz...

SSCB'ni savunmak bizim için dünya devriminin hazırlığıyla aynı zamana denk gelmektedir. Sadece devrimin çıkarlarıyla çelişmeyen yöntemler uygundur. SSCB'nin savunulmasının sosyalist dünya devrimiyle ilişkisi taktik bir görevin stratejik bir görevle ilişkisi gibidir. Taktik stratejik amaca tabidir ve asla stratejiyle çelişki içinde olamaz” (13).



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:33


Yukarıdaki anlayışları da Troçki'nin “eleştirmenleri” tarafından ne denli zorlandığını göstermektedir. Savunma anlayışını ve içeriğini birkaç noktada toplayabiliriz:

1-SSCB'ni savunmak Kremlin bürokrasisine yeniden yakınlaşmak, onun politikasını onaylamak veya müttefiklerinin politikası ile uzlaşmak değildir.  

2- SSCB'ni savunurken de tamamen enternasyonal sınıf mücadelesi zemininde duruyoruz.

3- SSCB'ni, sömürgeleri savunduğumuz gibi, bütün sorunlarımızı çözdüğümüz gibi, bazı emperyalist hükümetleri diğerlerine karşı destekleyerek değil, sömürgelerdeki, keza metropollerdeki enternasyonal sınıf mücadelesinin yöntemiyle savunuyoruz.

4- İktidarda değiliz. Sadece kapitalist ülkelerde değil, SSCB'nde de uzlaşmaz muhalefetin partisiyiz. Görevlerimizi, sadece ve sadece kitleleri ajitasyonla eğiterek, işçilere neyi savunmaları gerektiğini, neyi yıkmaları gerektiğini açıklayarak gerçekleştiriyoruz.

5-SSCB'ni savunmak bizim için dünya devrimini savunmak demektir.  

Birinci nokta bir yöntem sorunu değil, bir anlayış sorunudur. SSCB'ni neden savunuyorsun diye sorulsa Troçki, üretim araçlarının devlet (toplumsal) mülkiyette olduğunu, bunun da ilerici, hatta sosyalist mülkiyet biçimi olduğunu söyleyecektir. Bu durumda nasıl olur da yoklaşmış, karşı devrimci olmuş (Thermidor) bir üst yapı, o “zalim bürokrasi” ilerici, sosyalist mülkiyet ilişkisini muhafaza edebilir; var oluşunu bu mülkiyet biçimine bağlayabilir?

İkinci nokta hem doğru hem de çaresizliğin bir ifadesidir. Ekim Devriminden sonra Bolşevikler SSCB'nde sosyalizmin inşasının dünya devriminin, Ekim Devriminin kendisinin de dünya devriminin bir parçası olduğunu; bu devrimin ve sosyalizmin inşasının dünya proleter devrimine bir katkı olduğunu sürekli ama sürekli vurgulamışlar ve o doğrultuda da hareket etmişlerdir.

Troçki bunu çok iyi bilmesine rağmen “SSCB'ni savunurken de tamamen enternasyonal sınıf mücadelesi zemininde duruyoruz” derken SSCB'ndeki “sınıf mücadelesi zemininde” durmadığını, duramadığını, Sovyet işi sınıfı, Sovyet toplumu tarafından dışlandığını, lanetlendiğini dile getiriyor. Bunun Türkçesi “dışarıdan gazel okumak”tır. II. Dünya Savaşı sürecinde bunu gördük. “SSCB'ni savunan” Troçkistler neredeydi?

Üçüncü noktada ifade edilen savunma bir yöntem meselesi değil, bir anlayış meselesidir. Yöntem savunmanın nasıl yapılacağını ifade eder, anlayış ise savunmanın içeriğini ifade eder. Troçki başka yazılarında da sıkça görüldüğü gibi yöntemle içeriği birbirine karıştırmaktadır. Tamam, anladık, Troçki, SSCB'ni Komintern gibi “oportünist” zeminde değil, “enternasyonalist”, “devrimci” zeminde savunmak istiyor. SSCB'ni “oportünist” zeminde değil de, “enternasyonalist”, “devrimci” zeminde savunmak için Troçki ve yandaşları ne yaptılar? Tamam, Komintern “oportünistlik” yaptı ve SSCB'ni “bazı emperyalist hükümetleri diğerlerine karşı destekleyerek” savundu. Peki Troçkistler SSCB'ni “sömürgelerdeki, keza metropollerdeki enternasyonal sınıf mücadelesinin yöntemiyle” savundular mı? Yani sözel, filli, silah elde savundular mı?  

Troçki yazıyor, savunuyor, ama ne yazdığının, neyi savunmak istediğinin farkında değil!

Dördüncü nokta da başlı başına bir sorun. Troçki, “sadece kapitalist ülkelerde değil, SSCB'nde de uzlaşmaz muhalefetin partisiyiz” diyor, ama kapitalist ülkelerde burjuva partilerle sürekli uzlaşma içinde olduklarını görmezlikten geliyor. Batı dünyasında sosyal demokrat partilerin kuyruğuna Troçkistlerden başka takılan var mıydı? Tamam, bunları yok sayalım, ama Troçki ve Troçkistler SSCB'de ve kapitalist dünyada SSCB savunmalarını “sadece ve sadece kitleleri ajitasyonla eğiterek, işçilere neyi savunmaları gerektiğini, neyi yıkmaları gerektiğini açıklayarak” nasıl gerçekleştirdiklerini merak ediyorum. Nerede ve nasıl, hangi yöntemleri kullanarak savundular?  

Beşinci nokta her şeyi açıklıyor. Demek ki Troçki, dünya devrimini savunurken SSCB'ni savunmuş oluyor! Anlaşılan o ki, Troçki, dünya devrimi anlayışının kaçınılmaz sonucu olarak tek ülkede sosyalizmin mümkün olmayacağını, bunun bir gericilik, bir ütopya olduğunu sürekli savunduğunu unutmuş!  

Troçki'nin hayal dünyasından bir kesit:

“Hitler'in silahlarını doğuya çevirdiğini ve Kızıl Ordu tarafından işgal edilen bölgelere saldırdığını düşünelim. Bu koşullar altında IV. Enternasyonal'in savaşçıları Hitler'e karşı askeri direnişi, Kremlin oligarşisine karşı tavrını herhangi bir biçimde değiştirmeksizin anın en acil görevi olarak öne alacaktır. İşçiler (şunu) söyleyeceklerdir: “Stalin'in devrilmesini Hitlere bırakamayız; bu bizim kendi görevimizdir”. Hitler'e karşı askeri mücadele boyunca devrimci işçiler, Kızıl Ordu'nun sıradan askerleriyle oldukça sıkı arkadaşlık ilişkisi kurmaya çalışacaklardır. Bolşevik-Leninistler silah elde Hitler'e karşı mücadele ederlerken, aynı zamanda Stalin'e karşı, önümüzdeki aşamada -ve belki oldukça yakın aşamada- iktidardan alaşağı edilmesinin hazırlanması için devrimci propaganda yürüteceklerdir” (14).  

Troçki'nin bu anlayışını sadece okurla paylaşmak için buraya aktardım.

Daha önceki çalışmalarında da aynı konuyu işler:

Troçkistlerin SSCB'ne karşı eleştirilerinde bürokrasi kavramı merkezi bir rol oynar. Bu unsurlara göre SSCB'nde proletarya diktatörlüğü hakim değildir, “Stalinist diktatörlük” hakimdir! Onlara göre SSCB'nde halk, “Stalinist bürokrasi” altında inim inim inlemektedir! Ama SSCB'ne proletarya diktatörlüğünün değil de, Stalinist diktatörlüğün hakim olduğunu anlatırken, ortaya kendilerinden kaynaklı bir çelişkinin çıktığını ya fark etmiyorlar ya da önemsemiyorlar. Troçkist beyler SSCB'nde üretim araçlarının toplumsallaşmış olduğunu reddetmezler. Bu durumda tek ülkede olsa da, dünya devrimine ihanet anlamına gelse de SSCB'nde sosyalist toplumun ön koşullarının oluşturuluğunu kabul etmiş oluyorlar ve gerçekten de bunu kabul ederler. Ama noktayı da korlar: Onlara göre SSCB'nde gerçek sosyalist topluma doğru gelişme bürokratik hakimiyetten dolayı engellenmiştir. Bu durumda ne oluyor? İlginç bir denklem ortaya çıkıyor:

Üretim araçları toplumsallaşmıştır.“Üretim araçları devlete aittir, ama devlet de bir biçimde bürokrasiye 'ait'tir” (15).    

SSCB'ne üretim araçları toplumsallaşmıştır, ama sosyalizmin inşası gerçekleşmemiştir. Troçkistler 'SSCB'nde sosyalizmin inşası gerçekleşmiş olsaydı orada bürokrasiye, jandarmaya ihtiyaç kalmazdı, devlet sönüp gitmeye başlardı, ulusal gelirin tamamen eşit paylaşımı gerçekleşirdi' diyorlar. Troçkistlere göre SSCB'nde sosyalizmin inşası gerçekleşmemiştir, bürokrasiye, jandarmaya ihtiyaç duyulan bürokratik rejim hakimdir, devlet sönüp gitmeye başlamamıştır, ulusal gelirin tamamen eşit paylaşımı gerçekleşmemiştir. Bunun yerine, “her bürokrasiye, ama özellikle de faşist bürokrasiye benzeyen Sovyet bürokrasisi” giderek güçlenmiştir (16).  

Troçki'ye göre SSCB'nde “Bürokrasinin hakimiyeti için sosyal dayanakları, yani kendine özgü mülkiyet biçimleri henüz yok. Bürokrasi, devlet mülkiyetini, iktidarının ve gelirlerinin kaynağı olarak savunmak zorundadır. Faaliyetinin bu yönüyle bürokrasi, hala proletarya diktatörlüğünün bir aracıdır” (17).  

Kafam karıştı: Üretim araçları toplumsallaşmıştır ve devlete aittir. Peki devlet kime aittir, kimin devletidir? Her halde işçi sınıfı ve emekçi yığınların devleti olsa gerek veya SSCB'de proletarya diktatörlüğünün kurumsal ifadesi devlettir. Bu durumda “bürokrasi” devletin, yani   proletarya diktatörlüğünün bir aracıdır” olmaya devam ediyor. Bu durumda bir tarafta devlet (proletarya diktatörlüğü), diğer taraftan da bürokrasi var ve aynı zamanda üretim araçları toplumsallaşmış, ama sosyalizm inşa edilmemiş. Bu denklemden en fazlasıyla şu sonuç çıkar: Proletarya diktatörlüğünün, yani devletin hakim olduğu dönem ile, yani üretim araçlarının toplumsallaştığı dönem ile sosyalizmin inşa edildiği dönem bir ve aynı dönem değildir. Bunun sonucu da şudur: Proletarya diktatörlüğü döneminde üretim araçları toplumsallaştırılabilir, ama sosyalizmin inşa edildiği dönemde devlet sönüp gitmeye başlar, jandarmaya, bürokrasiye gerek kalmaz (yani devlete gerek kalmaz) ulusal gelirin tamamen eşit paylaşımı gerçekleşir. Böylece Troçkizm, proletarya diktatörlüğü sürecini, komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm sürecini iki aşamaya ayırmış oluyor. İddia da SSCB, proletarya diktatörlüğünün ötesine geçememiştir oluyor.

Birkaç defa bahsettiğimiz bu konuyu burada biraz açalım: Kapitalizmden komünizme geçişte Troçki, sosyalizmi farklı yorumlamaktadır. Ona göre sosyalizmde proletarya diktatörlüğüne gerek yoktur. Proletarya diktatörlüğü kapitalizmden sosyalizme geçerken gereklidir. Bu nedenle tek ülkede devrimle karşı karşıya kalındığında -örneğin Rusya'da olduğu gibi- devrim sonrası süreç, başka ülkelerde de devrimler gerçekleştirilene kadar proletarya diktatörlüğü ile bekleyerek geçen süreçtir. Bu dönemde sosyalizm kurulmaz, çünkü sosyalizm ancak ve ancak bütün dünyada gerçekleştirilen devrimler sonucunda kurulur. Sosyalizmin kurulma sürecinde ise proletarya diktatörlüğüne gerek kalmaz. Proletarya diktatörlüğü sürecinde üretim araçları devletleştirilir, ama bu gerçek anlamda sosyalist mülkiyet değildir; sosyalist mülkiyetin önünü açan mülkiyettir. Troçki, bazen kafası karışıyor olmasından kaynaklı olarak -öyle sanıyorum- SSCB'nde mülkiyetin sınıfsal karakteri üzerine farklı düşünceler savunur; bunun sosyalist olduğu anlamına gelen görüşleri vardır.

Troçki'nin anlayışına göre kapitalizmden komünizme geçebilmek için farklı iki aşamadan geçmek gerekmektedir:

1-Proletarya diktatörlüğü aşaması.  

2-Sosyalizm aşaması.

Bunlar birbirini tamamlayan aşamalardır; proletarya diktatörlüğünün olduğu yerde sosyalizm olmaz, sosyalizmin olduğu yerde de proletarya diktatörlüğü olamaz.

Troçki'ye göre proletarya diktatörlüğü koşullarında sınıflar vardır, paylaşım, ücretlendirme burjuva normlara göre gerçekleştirilir. Bu nedenle Troçki, proletarya diktatörlüğü koşullarında farklı sınıfların kendi siyasal partilerinde örgütlenmelerini savunur.

Her halükarda proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden sosyalizme geçmek için bir geçiş rejimidir ve bu geçiş rejiminde sınıflar, dolayısıyla devlet var olduğu için, sosyalizmden farklı bir siyasal rejimdir. “IV. Enternasyonal”in manifestosu olan “Geçiş Programı” tam da bu geçiş rejimi için hazırlanmıştır.

Troçki'ye göre sosyalizmde sınıflar yoktur, dolayısıyla devlet de yoktur. Bu durumda Troçkist sosyalizm anlayışıyla komünizm anlayışı arasında (sınıfları olmaması, dünya çapında devim olduğu için sınırların olmaması ve devletsizlik) ne türden farklar vardır sorusunu Troçkistlere sormak gerekir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:36


Devam edelim:

Kendi hakimiyetini güvence altına almak için orduya dayanarak güçlenen bürokrasi, hakimiyeti altına aldığı halkı inim inim inletiyor! Ve Troçki, SSCB'nin artık bir dönüm noktasına geldiğini savunuyor. Troçki'ye göre: SSCB, üretim araçlarının toplumsallaştığı kadarıyla sosyalisttir. SSCB burjuvadır, çünkü toplumsallaşmış üretim araçları halk tarafından değil, halkın üzerinde duran bürokrasi tarafından yönetilmektedir, idare edilmektedir. Ve bu bürokrasi, yani “Stalinist bürokrasi” de toplumsal gelirin, ulusal gelirin farklı dağıtımının burjuva ilkelerini muhafaza etmektedir; yani ulusal gelirin eşitsiz paylaşımını muhafaza etmektedir. Troçki'ye göre bu durum SSCB'nde kaçınılmaz olarak karşı devrime neden olacaktır. Ona göre bürokrasinin gücü artmaktadır; devrimin bütün kazanımlarını kullanarak yeni bir hakim sınıf olarak gelişmektedir. Şayet SSCB, var olmak istiyorsa, sosyalizme doğru gelişmek istiyorsa, bu bürokrasinin boyunduruğunu kırmalıdır, bürokratik hakimiyet parçalanmalıdır. Troçki'ye göre sosyalizme giden yol, bürokrasinin yıkılmasından geçmektedir. Bu da demokratik araçlarla değil, ancak “siyasi bir devrim”le gerçekleştirilebilir.

Troçki'den okuyalım:

“Şimdiki Sovyetler Birliği'nin karakterini daha iyi anlayabilmek için geleceği hakkında değişik iki varsayımda bulunalım: Önce Sovyet bürokrasisinin, eski Bolşevizmin bütün özelliklerine sahip, dahası son dönemdeki dünya deneyimiyle de zenginleşmiş bir devrimci parti tarafından devrildiğini varsayalım. Böyle bir parti işe, sendikalara ve Sovyetlere demokrasiyi geri getirmekle başlayacaktır. Sovyet partilerine özgürlüğünü geri verebilir, vermek zorundadır. Kitlelerle birlikte ve onların başında, devlet aygıtında acımasız bir temizliğe girişecektir. Rütbe ve nişanları, her türlü ayrıcalığı kaldıracak ve emeğin karşılığını ödemede eşitsizliği, ekonominin ve devlet aygıtının yaşam zorluklarıyla sınırlayacaktır. Gençliğe bağımsız düşünmesi, öğrenmesi, eleştirmesi ve kendini yetiştirmesi için fırsat verecektir. İşçi ve köylü yığınlarının çıkar ve isteklerine uygun olarak ulusal gelirin dağılımında köklü değişiklikler getirecektir. Ama mülkiyet konusunda devrimci önlemlere başvurması gerekmeyecektir. Planlı ekonomi deneyini devam ettirecek ve onu daha da geliştirecektir. Politik devrimden -yani bürokrasinin yerinden edilmesinden- sonra proletarya ekonomiye bir dizi çok önemli reform getirmek zorunda kalacaktır, ama yeni bir toplumsal devrim gerçekleştirmeyecektir” (18).  

Troçki'nin planını sadeleştirelim:

1-“Sovyet bürokrasisi, eski Bolşevizmin bütün özelliklerine sahip, dahası son dönemdeki dünya deneyimiyle de zenginleşmiş bir devrimci parti tarafından, yani Troçki önderliğinde “Bolşevik-Leninistler”in partisi tarafından devriliyor.

2- “Bolşevik-Leninistler”in partisi ilk iş olarak sosyalist demokrasiyi uygulamaya sendikalarda ve Sovyetlerde başlayacak.

3-“Bolşevik-Leninistler”in partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğünde başka partilerin, “Sovyet partileri”nin kurulmasının önü açılacak; yani isteyen “Sovyet” kavramını kullanarak parti kuracak. Böylece tarih, çok partili proletarya diktatörlüğünü de tanımış olacak.  

4-“Bolşevik-Leninistler”in partisi önderliğinde “kitlelerle birlikte ve onların başında, devlet aygıtında acımasız bir temizliğe girişilecek”tir. “Rütbe ve nişanları, her türlü ayrıcalığı kaldıracak”tır. Ama bu temizlik yapılmasın demokrasiye aykırıdır, rütbe ve nişanlar kaldırılmasın diyen “Sovyet partileri” olursa ne olacak? Herhalde onlar da “temizliğe” maruz kalacaklardır.

5-“Bolşevik-Leninistler”in partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü, “emeğin karşılığını ödemede eşitsizliği, ekonominin ve devlet aygıtının yaşam zorluklarıyla sınırlayacak”tır.

6-“Bolşevik-Leninistler”in partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü, “gençliğe bağımsız düşünmesi, öğrenmesi, eleştirmesi ve kendini yetiştirmesi için fırsat verecek”tir.

7-“Bolşevik-Leninistler”in partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü, “işçi ve köylü yığınlarının çıkar ve isteklerine uygun olarak ulusal gelirin dağılımında köklü değişiklikler getirecek”tir.

8-“Bolşevik-Leninistler”in partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğünün “mülkiyet konusunda devrimci önlemlere başvurması gerekmeyecektir. Planlı ekonomi deneyini devam ettirecek ve onu daha da geliştirecektir”.

9-“Bolşevik-Leninistler”in partisi önderliğinde proletarya diktatörlüğü, “politik devrimden -yani bürokrasinin yerinden edilmesinden- sonra proletarya ekonomiye bir dizi çok önemli reform getirmek zorunda kalacaktır, ama yeni bir toplumsal devrim gerçekleştirmeyecektir”.

Troçki'nin bu planı bir programdır, bir manifestodur; SSCB'nde proletarya diktatörlüğüne karşı mücadelesinin programatik içeriğidir. Troçki'nin dünyası böyle. Troçki, bu ve benzeri savlarla SSCB'ne ve SBKP(B)'ye karşı mücadelesinde haklı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. SSCB dışında Troçki'nin saldırılarını fırsat bilenler olmuştur. Bunlar Troçkist olduklarından dolayı değil, ya doğrudan Marksizm-Leninizmi eleştirmek için neden arayan sözümona komünistlerden, sosyal demokratlardan, sosyalistlerden, burjuva yazar-çizer kesimlerden ve nihayetinde -benim için önemli olan da budur- Marksizm-Leninizmden kopmak için eleştiri oklarını SSCB'ne, sosyalizmin inşasına, tek ülkede devrime, Stalin'e, SBKP(B)'ye yönelten tasfiyeci unsurlardan oluşan desteksiz atan takımdır. İstiyorsanız bunları başka bir sıfatla tanılayabilirsiniz. Bunların hepsini Troçki'nin savları, “eleştirileri” yönlendirmektedir. Bunlar Troçki'den etkilenmemişlerdir, Troçkist değiller. Sadece ve sadece Troçki'nin karşı devrime, dünya burjuvazisine hizmet eden savlarını Marksizm-Leninizme, SCBK(B)'ye, Stalin'e, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşası teorisine -bu Leninist teoriye- karşı kullanıyorlar.

“İhanete Uğrayan Devrimi”nden bir sene sonra 1937'de Troçki'nin “Bolşevizm mi Stalinizm mi?” yazısında neyi savunduğuna bakalım:  

“Marksizm en yüksek tarihsel ifadesini Bolşevizmde bulmuştur. Proletaryanın ilk zaferi ve ilk işçi devleti Bolşevizm bayrağı altında gerçekleşmiştir. Artık hiçbir güç bu olayları tarihten silmeyi başaramaz. Ne var ki, Ekim devriminin bugünkü durumuna düşmesi, baskı, soygun ve tahrifat düzeniyle bürokrasinin diktatörlüğüne,...yalan diktatörlüğüne dönüşmesi...  

Eski Bolşevik parti ölmüştür, ama Bolşevizm her yerde baş kaldırmaktadır.  

Gorter, Pannekoek, Alman "Spartakistler" vb. bize, bolşeviklerin proletarya diktatörlüğünün yerine parti diktatörlüğünü geçirdiklerini söylüyorlar. Stalin ise, parti diktatörlüğünün yerine bürokrasinin diktatörlüğünü geçirmiştir....  

Bolşevikler burjuvaziye ödünler vermişlerdir; Stalin ise burjuvazinin müttefiki ve desteği olmuştur. Bolşevikler eski sendikalara ve burjuva parlamentosuna katılma zorunluluğunu kabul etmişlerdir; Stalin ise sendika bürokrasisiyle ve burjuva demokrasisiyle dostluk bağları kurmuştur” (19).  

Troçki'nin ifadesiyle 'Marksizm(in) en yüksek tarihsel ifadesini Bolşevizmde bulmuş' olması; 'proletaryanın ilk zaferi ve ilk işçi devletinin Bolşevizm bayrağı altında gerçekleşmiş' olması ve 'hiçbir gücün bu olayları tarihten silmeyi başaramayacağı' tamamen doğrudur. Bütün bunlar Troçki ve Troçkizme rağmen birer gerçeklik olmuştur.

Troçki, Lenin nezdinde, Bolşevik Parti nezdinde Bolşevizme karşı mücadele etmiş, onun yerine Troçkizmi geçirmeye çalışmıştır. Bunu başaramadı ve geç de olsa, gerçeği gecikmeli kabullenme yöntemini kullanarak 1937'de de olsa bunu kabul etmesi; yani çağımızda Marksizmin Bolşevizm, -Leninizm- olduğunu kabul etmesi çok önemlidir. Bu kabul, Bolşevizmin, Leninizmin veya Marksizm-Leninizmin Troçkizm üzerine zaferini kabul etmekle eş anlamlıdır.

Troçki, “Artık hiçbir güç bu olayları tarihten silmeyi başaramaz” derken de doğru söylüyor. Esasen iki güç bu gerçeği tarihten silmeye çalışmıştır: Bunlardan birisi emperyalist burjuvazi, ikincisi ise Troçkizmdir. Bu işi kol kola, omuz omuza yürütmüşlerdir, ama başarılı olamamışlardır. Karşı devrimin, burjuvazinin ve sayısız tasfiyecinin temel savlarının Troçki ve Troçkizm tarafından üretilmiş olduğu bilinmiyor değil.  

“Ne var ki, Ekim devriminin bugünkü durumuna düşmesi, baskı, soygun ve tahrifat düzeniyle bürokrasinin diktatörlüğüne,...yalan diktatörlüğüne dönüşmesi...“ derken hiç de doğru söylemiyor. Peki, Ekim Devrimi hangi duruma düşmüştür? Ekim Devrimi, tek ülkede sosyalizmin inşası üzerinden dünya devriminin yolunu açmıştır. Yoksa öyle olmadı mı? Sosyalist devrim “ulusal zeminde başlar” diyen de Troçki'den başkası değildir. Ne oldu şimdi? Ekim Devrimiyle Rusya'da sosyalist devrim, sosyalizmin inşası “ulusal zemin”de başlamış oldu. Arkası gelmediyse, dünya devrimi olmadıysa bunun sorumlusu Ekim Devrimi mi? Demek ki Ekim Devrimi bir duruma düşmüş olmuyor. Troçki'nin de kabul ettiği gibi dünya devriminin “ulusal zemin”de başlangıcını ifade ediyor.

Ekim Devriminin “baskı, soygun ve tahrifat düzeniyle bürokrasinin diktatörlüğüne,...yalan diktatörlüğüne dönüşmesi...“ anlayışı ancak ve ancak emperyalist burjuvazinin, karşı devrimcilerin “ağzı”yla Ekim Devrimi, SSCB “değerlendirmesi” olabilir. Ama Troçki'ye haksızlık etmeyelim, söylediğinde önemli oranda bir gerçeklik payı da var. Ekim Devrimi proletarya diktatörlüğünün kurulmasına yol açtı. Proletarya diktatörlüğü de eski hakim sınıflar ve onların karşı devrimci faaliyetini, aynı zamanda Troçkistlerin vb. yıkıcı, zarar verici faaliyetlerini yok etmek, “düzensizliği” (“soygun ve tahrifatı”) engellemek için bunlar üzerinde acımasız bir baskı kurmuştur. Bunlar tamamen doğrudur. Ama bu nedenden dolayı, bunları yapıyor diye işçi sınıfı rejimini, proletaryanın diktatörlüğünü “bürokrasi diktatörlüğü”, “yalan diktatörlüğü” diye tanımlamak ancak ve ancak Troçki'nin işi olabilirdi. Öyle de yaptı.  

SSCB'nin her başarısı, Troçki'nin saldırılarının şiddetlenmesini, sınıf düşmanı “ağzı”yla konuşmasını beraberinde getirdi.

“Eğer Troçkizm tamamlanmış bir program ve bir örgüt olarak ele alınırsa, “Troçkizm”in SSCB'nde gayet zayıf olduğu tartışma götürmez. Ama yıkılmaz gücünün kaynağı, sadece devrimci geleneği değil, aynı zamanda Rus işçi sınıfının bugünkü fiili muhalefetini de ifade etmesi gerçeğindedir. İşçilerin bürokrasiye karşı birikmiş sosyal nefreti, Kremlin kliği açısından “Troçkizm”i teşkil eden işte budur. İşçilerin derin ama sessiz öfkesi ile IV. Enternasyonal örgütü arasındaki bağdan çok haklı olarak dehşetle korkmaktadır”(20).



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:39


Görüyoruz ki, Troçki oldukça iddialıdır. Her ne kadar gerçek durumunu, nesnel olarak Troçkizmi “gayet zayıf” tanımlama “alçak gönüllülüğünü” gösterse de hayal dünyasının geniş, hem de oldukça geniş olduğundan şüphe duyulmasına kesinlikle karşıdır. Troçkizmin, 'yıkılmaz gücünün kaynağı devrimci gelenektir ve aynı zamanda Rus işçi sınıfının bugünkü fiili muhalefetidir, işçilerin bürokrasiye karşı birikmiş sosyal nefretidir'. SSCB, dolayısıyla proletarya diktatörlüğü, “işçilerin derin ama sessiz öfkesi”nden ve bu öfkenin “IV. Enternasyonal örgütü” ile birleşmesinden, yani maddi güce dönüşmesinden korkmaktadır.  

Doğru, mademki yeni bir enternasyonal kuruyorsun, açıklamaların da ona göre olmalıdır! Troçki bunu yapıyor, bütün dünyaya meydan okuyor. Ama dünyanın ondan pek haberi yok!

“Eski Bolşevik parti ölmüştür, ama Bolşevizm her yerde baş kaldırmaktadır” deme çılgınlığını ancak Troçki gösterebilirdi. Bütün siyasi hayatı boyunca Bolşevik Parti'ye karşı dışında ve içinde mücadele eden Troçki'den başkası değildir.“Ben Bolşevik olamam“, kimse benden bunu talep etmesin demek bu konuda her şeyi yeteri kadar ifade ediyor. Bolşevik Parti ve Lenin ile görüş ayrılıkları, kullandığı tanımlamalar bilinmiyormuş gibi, Bolşevik Parti öldü diyebiliyor. Ama bir biçimde haklı olduğunu da kabul etmek gerekir. Troçki'nin Bolşevik Parti'yi Troçkistleştirme umudu ölmüştü. İşte doğru olan budur. Bunun ötesinde Bolşevizmin tarihinde Bolşevik olarak Bolşevizme karşı mücadele; bu anlamda 'her yerde baş kaldıran Bolşevizm' şimdiye kadar görülmemiştir. Troçki bununla olsa olsa işi gücü Marksizm-Leninizme karşı mücadele etmek olan kendi “çete”lerini kast etmiş olabilir.  

“Stalin ise, parti diktatörlüğünün yerine bürokrasinin diktatörlüğünü geçirmiştir.... Bolşevikler burjuvaziye ödünler vermişlerdir; Stalin ise burjuvazinin müttefiki ve desteği olmuştur. Bolşevikler eski sendikalara ye burjuva parlamentosuna katılma zorunluluğunu kabul etmişlerdir; Stalin ise sendika bürokrasisiyle ve burjuva demokrasisiyle dostluk bağları kurmuştur” ifadeleri ise Troçki'nin Marksizm-Leninizme, SSCB'ne, SBKP(B)'ye, proletarya diktatörlüğüne ne kadar yabancılaştığını, esas siyasal amacının Marksizm-Leninizme, SSCB'ne, SBKP(B)'ye, proletarya diktatörlüğüne karşı mücadele olduğunu göstermektedir. Stalin'in hangi burjuvazi ile “müttefik” olduğunu, hangi “burjuva demokrasisi ile dostluk bağları” kurduğunu bilmiyorum. Ama Troçki'nin SSCB'ne karşı mücadelede faşist diktatörlüklerle işbirliği yaptığını, Troçkizmin her dönem burjuvazinin kuyruğuna takıldığını biliyorum. En azından gerçekler böyle.  

Her şeye rağmen Troçki'yi anlıyorum; Troçki'nin yolundan gidilerek nasıl karşı devrimci olunabileceğini görüyorum. Tarihsel gerçekler bunu gösteriyor.

Troçki'nin bu anlayışıyla yukarıdaki programını birleştirdiğimizde açığa şu çıkıyor:

Troçki, “Stalinist bürokrasi” yıkılmalıdır, devrilmelidir diyor. Hatta bu nedenle “politik devrimi” zorunlu görüyor. O zaman SSCB'nde Troçki'nin tanımladığı bürokrasinin olup olmadığına bakalım.

SSCB'nde bürokrasi var mıydı ve bu bürokrasi, öyle Troçki'nin anlattığı gibi halkı inim inim inletecek derecede güçlü müydü?

Ne Stalin ne de SBKP(B), SSCB'nin sınıfsız toplumu temsil ettiğini söylemişlerdir. SSCB'nin sınıfsız toplum olmadığı 1936 Anayasasında da yer alır. Anayasada ayrıca Sovyet devletinin kendi kendini yöneten bir toplum içinde yok olup gitmesinin, “ölmesinin” henüz söz konusu olmadığı, sınıfsız toplum amacına ulaşana kadar da hakimiyet biçimi olarak proletarya diktatörlüğünün varlığını sürdüreceği yer alır. Sınıfsız toplum kurulamadığı müddetçe de sınıflar -SSCB somutunda kalıntılar- var demektir, devlet var olacak demektir. Üstelik tek ülkede veya az sayıda ülkede veya kapitalist dünya ile karşılaştırıldığında sistem olarak sosyalizmin kapitalizm-sosyalizm güç dengesinde henüz üstün olmadığı dönemde herhangi bir sosyalist devlet veya giderek sonlanan, “ucuz”layan, önemsizleşen bir devlet değil, oldukça güçlü olmak zorunda olan bir devlet var olacaktır. Devletin olduğu yerde idare vardır, bürokrasi vardır. Devletin idare mekanizması, yani bürokrasi hakim sınıfın bir aracı olmak zorundadır. Bürokrasinin hakim işçi sınıfından bağımsızlaşması ve başlı başına bir sınıf olması söz konusu olamaz anlayışı, bürokrasi hakim sınıftan kopuk değildir, onun bürokrasi alanındaki yansımasıdır argümanlarıyla teorik olarak imkansızlaştırılırsa; yani sosyalizm koşullarında bürokrasiden hakim sınıf çıkmaz denirse bu hem doğru hem de yanlış olur. Doğru olur, çünkü SSCB'nde sosyalizm koşullarında bürokrasi işçi sınıfı dışında bir sınıf değildi, olamadı, ama olmak için gelişti. Yanlıştır, çünkü sosyalizm sürecinde yapılan hatalar kaçınılmaz olarak bürokrasi tarafından kullanılacak ve onun güçlenmesini sağlayacak; sınıf olarak ortaya çıkma koşullarını olgunlaştıracaktır. Bunun tipik örneği de XX. Parti Kongresidir. Yanlıştır dendiğinde SSCB'nde, XX. Kongrede Kruşçev revizyonistlerinin siyasi iktidarı gasp etmeleri ve böylece proletarya diktatörlüğünü yıkmaları açıklanamaz. Troçki hazretlerinin dediği gibi bir taraftan proletarya diktatörlüğünü kabul etmek -Troçki'ye göre proletarya diktatörlüğünün varlığı toplum formasyonu olarak sosyalizmin, sosyalist düzenin hakimiyeti anlamına gelmez- diğer taraftan da bürokrasiyi ondan kopartarak ayrı bir sınıf olarak görmek saçmalıktır. SSCB'nde proletarya diktatörlüğü koşullarında bürokrasiye karşı mücadele edilmiştir; onun sosyalizmi yozlaştırma, kapitalizme geri dönüşün yolunu açma çabalarına karşı kayıtsız kalınmamıştır, ama bürokrasi sosyalist SSCB döneminde sınıf olamamıştır; hele hele Troçki'in iddia ettiği gibi daha ziyade 1930'lu yıllarda hiç olamamıştır.  

Tamam, Troçki saçmalıklarıyla ünlüdür, ama bu kadar da saçmalanmaz ki! Bizzat Troçki, “IV. Enternasyonal ve SSCB” yazısında (1933) şunları söyler.

Okuyalım:

“Bir sınıf sadece ulusal gelirdeki payına göre belirlenmez, aksine genel iktisadi yapıdaki bağımsız rolüne, toplumun ekonomik tabanındaki bağımsız köklerine göre belirlenir. Her sınıf (Feodal bey, köylü, küçük burjuva, kapitalist burjuva, proletarya) kendi mülkiyetinin temel biçimlerini oluşturur. Bütün bu sosyal özellikler bürokraside yoktur. Üretim ve dağıtım sürecinde bağımsız bir yer almaz. Bağımsız mülkiyet kökleri yoktur. Onun işlevleri esas itibariyle sınıf hakimiyetinin siyasi tekniğiyle ilgilidir. Bürokrasinin varlığı, özgün ağırlığı biçiminde her sınıf rejimini karakterize eder. Onun gücü yansıtılmış karakter taşır. Bürokrasi, iktisadi hakim sınıfla kopmaz bağ içindedir, onun sosyal köklerinden beslenir, onunla vardır, onunla yok olur...

...Tek başına bürokrasinin imtiyazları Sovyet toplumunun temellerinde hiçbir şey değiştirmez. Çünkü bürokrasi imtiyazlarını herhangi bir özel, “sınıf” olarak kendine özgü varlık ilişkilerinden elde etmez, aksine Ekim Devrimi tarafından oluşturulan ve esasen proletarya diktatörlüğüne eş anlamlı olan mülkiyet biçimlerinden elde eder”.

Burada Troçki, SSCB'nde “bürokrasi diktatörlüğü”nün mümkün olamayacağını bizzat yazıyor, kabul ediyor ve böylece bu iddiada olanları eleştiriyor. Troçki, “Onun (bürokrasinin- İ.O.) gücü yansıtılmış karakter taşır. Bürokrasi, iktisadi hakim sınıfla kopmaz bağ içindedir, onun sosyal köklerinden beslenir, onunla vardır, onunla yok olur” diyor. Ama her nedense aynı Troçki üç yıl sonra 1936'da bürokrasiyi hakim sınıftan bağımsızlaştırıyor, ona bağımsız sınıf olma özelliği veriyor, onu proletarya diktatörlüğünden kopartıyor.  

Troçki'nin “IV. Enternasyonal ve SSCB” yazısındaki değerlendirmesine göre hareket edecek olursak doğru sonuçlara varırız: Bürokrasi hiçbir zaman ve hiçbir toplum formasyonunda bağımsız sınıf olamaz. Bu nedenden dolayı da bağımsız bir diktatörlük olarak işlevsel olamaz. Sorunun Marksist-Leninist, hatta Troçkist açıklaması böyle. Ama bu çok önemli, çok doğru değerlendirmesine rağmen -kapitalizm koşullarında hakim sınıfın yanı sıra bürokrasinin bağımsız bir sınıf olamayacağı ve sosyalizm koşullarında da bürokrasinin hakim sınıf işçi sınıfının yanı sıra bağımsız bir sınıf olamayacağı teorisi- Troçki, birkaç yıl sonra tam tersini yazabiliyorsa bunun bir nedeni olmalıdır. Troçki, SSCB'ne, SBKP(B)'ye ve Stalin'e karşı mücadele etmek için neden aramaktadır. Sürekli devrimini, tek ülkede sosyalizm mümkün değildir teorisini, SSCB'nde sosyalizm kurulamaz, emperyalist ülkeler buna izin vermez anlayışını yaşam çürüttü, bu teorilerden geriye bir şey kalmadı veya bu teorilerine ve anlayışlarına dayanarak SSCB'ne karşı mücadele edilemeyeceğini gördü. Yeni bir kanıt ararken sanırsam bürokrasi aklına geldi ve bundan dolayı 3 yıl içinde görüş değiştirdi, olamaz dediğini olur yaptı. Herhalde böyle olmuştur!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:41


Ama Troçki bu! Her halükarda öyle olmamıştır diyor. Çünkü aynı yazısında “Ama bürokratik rejimin devam eden gelişmesi, yozlaşmanın organik yolundan değil, ama karşı devrim yolundan yeni bir hakim sınıfın doğmasına neden olabilir” görüşünü de savunuyor.  

Böylece Troçki okuru daha da zor bir durumda bırakıyor. Aynı yazıda bir taraftan bürokrasi bağımsız sınıf olamaz, bu nedenle hakim sınıfın -diktatörlüğü elinde tutan sınıfın- görevlerini yerine getirir diyor, ama öbür taraftan da biraz karmaşık gibi gözükse de bürokratik rejimden bağımsız sınıf oluşturarak -bürokrasiyi bağımsız sınıf yaparak- tam tersini savunuyor.

Yine de, Troçki ne demek istiyor diye soralım. Evet, Troçki ne demek istiyor? Bürokratlardan oluşan yeni bir sınıf doğuyor ve hakimiyeti ele geçirerek diktatörlük uyguluyor. Yani bürokrasi, hakim sınıfın görevlendirmesi üzerine onun işlerini yapanlar, sınıf olarak gelişiyor. Ama nasıl, hangi yoldan hakim sınıf olacak? Troçki'ye göre bürokrasi, yozlaşmanın organik yoluyla değil, karşı devrim yoluyla hakim sınıf olacak. Peki, bu karşı devrimi kim gerçekleştirecek? Bürokrasi. Peki, bürokrasi, Troçki'nin dediğine göre zaten iktidarda olduğuna ve diktatörlüğü altında halkı inim inim inlettiğine göre neden, hangi amaç için karşı devrim yapacak? Troçki'nin birkaç bilinmeyenli denklemine göre bu durumda bürokrasi kendi hakimiyetini yok etmek için karşı devrim yapmış oluyor.

Troçki'den öğrendiğimize göre bürokrasi ne kapitalizmde ne de sosyalizmde bağımsız bir sınıftır. Bu durumda sadece “iktisadi hakim sınıfla kopmaz bağ içinde” olan, “onun sosyal köklerinden beslen”en, “onunla var” olan, “onunla yok” olan bürokrasi; yani hakim sınıfın işini görmede yardımcı araç olan bürokrasi, nasıl, hangi yoldan, hangi yöntemlerle, hangi araçları kullanarak kendi gücüne dayanarak karşı devrim örgütlüyor ve gerçekleştiriyor? Troçki buna cevap vermiyor. Hayır, cevap veriyor, ama yukarıdaki anlayışını çürüten bir cevap veriyor: “Onun (bürokrasinin- İ.O.) gücü yansıtılmış karakter taşır. Bürokrasi, iktisadi hakim sınıfla kopmaz bağ içindedir, onun sosyal köklerinden beslenir, onunla vardır, onunla yok olur”.

Ama Marksizm-Leninizm bu soruna açıklık getirmiştir; bürokrasinin doğuracağı tehlikeleri, sonuçlarını SSCB'ndeki gelişmelerden hareketle analiz etmiştir. Bu konuyu ayrıca ele alacağız. Burada Troçki ile devam edelim.

Troçki, “İtalyan Marksisti Feroci, doğru olarak, “Korporatif devlet, tekelci sermayenin bir katibinden başka bir şey değildir diye yazıyor” diyor “İhanete Uğrayan Devrim”de (21).  

O zaman bu karşı devrim, katiplerin karşı devrimi oluyor; tekelci sermayenin -kapitalist sınıfın- işini gören katiplerin karşı devrimi!  

Troçki bu, “sağı solu” belli olmaz demiştik. Gerçekten de öyle! 1920/1921 dönemine dönemlim. O dönem Bolşevik Parti içinde bürokratizm üzerine fırtınaların kopartıldığı tartışmalar yapılmıştı. Sendikaların inşası üzerine tartışılıyordu. Lenin ve Stalin Troçki'nin bu konudaki görüşlerini oldukça sert eleştirdiler.

O zamanki Troçki, 1930'lu yıllarda “Stalinist bürokrasinin diktatörlüğü”ne karşı mücadele eden Troçki, sendikaları askeri disipline göre bürokratik bir tarzda yukarıdan aşağıya örgütlemeyi ve kumanda etmeyi ve bunu üyelere demokratik katılım hakkını vermeden yapmayı öneriyordu. Açık ki Troçki'nin bürokrasi konusundaki görüşü yaklaşık 15 sene içinde bir uçtan diğer uca savrulacak derecede değişmiş.

Troçki'nin bu bürokratik anlayışı üzerine Lenin, 30 Aralık 1920'de VIII. Sovyet Kongresi delegelerinin ve sendika üyelerinin katıldığı toplantıda “Sendikalar, Şimdiki Durum ve Troçki'nin Hataları Üzerine” konuşmasında şunları söyler:

“Elimdeki başlıca malzeme, yoldaş Troçki'in Sendikaların Rolü ve Görevleri adlı broşürüdür. Bu broşürü, Merkez Komitesine yine kendisinin sunduğu tezlerle karşılaştırıp bunları dikkatle gözden geçirdiğimde, içerdikleri teorik yanlışlar ve apaçık gaflar karşısında şaşkına döndüm. Bu sorun üzerinde büyük bir parti tartışmasını başlatan biri nasıl olup da dikkatle düşünülmüş açıklamalar için böylesine zayıf bir mazeret gösterebilir?...

Bir yanda, tüm sanayi işçilerini içinde barındıran sendikalar, artık bir diktatörlük kurup devlet aracılığıyla zor uygulayan egemen, yönetici sınıfın bir örgütüdür. Ama bir devlet organı değillerdir; ayrıca zor kullanım aygıtı da olmayıp, eğitim amacına yöneliktirler. Sendika, insan kazanıp yetiştirmeye yatkın bir örgüttür; gerçekte, bir okuldur: Bir yönetim ve ekonomik yönlendirme okulu, bir komünizm okulu” (22).  

Lenin'in bu tespitlerinden sonra tartışma oldukça sertleşir. Lenin, Troçki'nin sorunun özünü kavramadığını ve başkalarını -bu durumda Lenin ve Stalin'i- ideolojik kargaşaya neden olanlar olarak gösterdiğini söyler:

"İdeolojik karışıklık" içerisinde olan, Troçki'nin kendisidir; çünkü sendikaların rolüne ilişkin bu kilit sorunda ve kapitalizmden komünizme geçiş çerçevesinde, Troçki, basitlikten çok ötede karmaşık yapılı bir dişli çark mekanizmasına sahip olduğumuzu, bunun da proletarya diktatörlüğünün, proleter kitle örgütleri tarafından uygulanamamasından kaynaklandığını unutmuştur” (23).  

Konuşmasının akışı içinde Lenin'in Troçki ile arasında sendikalar sorununda derin görüş ayrılıkları olduğunu anlıyoruz. Tartışmanın sertleşmesinde Troçki'nin proletarya diktatörlüğünün özüyle bağlam içinde hatalar yapması belirleyici bir rol oynamıştır. Troçki'nin sendikalar sorununda yapmış olduğu öneriyi Lenin, en kötü, en belalı, en lanet bürokratizm olarak tanımlar. “Üretim demokrasisinin yanlış çözümü” üzerine Troçki ve Buharin'in anlayışını eleştirirken Lenin şunları söyler:

“Özellikle bürokratizmin kitlelerin karşısına gözle görülür biçimde çıktığı ve bürokratizm sorununu gündeme aldığımız böyle bir politik anda bu şiarın önemini kavramak gerekir...

Değerli askeri deneyimler mevcut: Kahramanlık, uygulamada titizlik vs. Askeriye içinde en kötü unsurların deneyimlerinde kötü bir şey var: Bürokratizm, kendini beğenmişlik. Troçki’nin tezlerinin, onun bilgisi ve isteği dışında, askeri deneyimin en iyilerinin değil, en kötülerinin destekçisi olduğu görülmüştür. Siyasi yöneticinin sadece kendi politikasından değil, yönettiklerinin yaptıklarından da sorumlu olduğu unutulmamalı” (24).



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:43


Lenin'in acımasızlığında Troçki'nin hataları belirleyici olmuştur. Öyle ki, Lenin başka birinin tezleriyle karşılaştırarak Troçki'yi adeta ezer. Şunu söyler: Rudsutak'ın tezleri Troçki'nin tezlerinden karşılaştırılamayacak derecede daha iyiydi. Ama onun tezleri dikkate alınmadı, çünkü Rudsutak'ın -Troçki'nin aksine- “yüksek sesle konuşma, etkileyici ve güzel konuşma eksikliği var”. Demek ki Rudsutak, Troçki gibi konuşmasını becerebilseydi tezleri gereken ilgiyi görecekti. Lenin, daha da ileri gider ve Rudsutak'ın tekil tezlerini Troçki'nin tezleriyle karşılaştırır ve Rudsutak'ın aksine Troçki'nin sendika önderlerini, üyelerin seçmesini değil de, bürokratik tarzda belirlenmelerini ve belirlenenlerin de seçtirilmelerini önerdiğini anlatır:

“İşte gerçek bürokratizm! Troçki ve Krestinski sendikaların “yönetici personeli”ni seçecekler!” (25).  

Lenin'in vardığı sonuç da şudur:

“Sonuç: Troçki ve Buharin’in tezleri bir dizi teorik hata, bir dizi ilkesel yanlışlık içeriyor. Siyasi olarak, meseleye tüm yaklaşım tarzı tam bir densizliktir. Troçki yoldaşın “tez”leri politik olarak zararlıdır. Onun politikası son tahlilde sendikaları bürokratikçe hırpalama politikasıdır. Ve Parti Kongremizin bu politikayı mahkûm ve reddedeceğinden eminim” (26).

Troçki bürokratizm konusunda Stalin'den de gereken cevabı alır. Stalin 19 Ocak 1921'de “Pravda”da yayımlanan bir makalesinde (“Görüş Ayrılıklarımız”) şunları söyler:

“Görüş ayrılıklarımız, işçi sınıfı içinde çalışma disiplinini sağlamlaştırmanın nasılının, işçi kitlelerini sanayinin yeniden kurulmasına çekmek için onlara yaklaşmanın yöntemlerinin ve bugün zayıf olan sendikalarımızı, sanayimizi yeniden canlandıracak güçlü, gerçek sanayi sendikalarına dönüştürmek için tutulacak yolların ne olduğu sorunlarıdır.

İki yöntem vardır: Zor yöntemi (askeri yöntem) ve ikna yöntemi (sendikal yöntem). Birinci yöntem hiçbir şekilde ikna unsurlarını dışlamaz, ne var ki burada ikna unsurları zor yönteminin gereklerine tabidir ve bunlar için yardımcı bir araçtır. Öte yandan ikinci yöntem de zor unsurlarını dışlamaz, ama burada zor unsurları ikna yönteminin gereklerine tabidir ve bunlar için yardımcı bir araçtır. Bu iki yöntemi birbirine karıştırmak, tıpkı ordu ile işçi sınıfını aynı kefeye koymak kadar yanlıştır.

Başlarında Troçki bulunan ve ordu içindeki askeri yöntemlerin başarısından başları dönen bir grup parti işçisi, sendikaların sağlamlaştırılmasında, sanayinin yeniden doğuşunda başarıya ulaşmak için bu yöntemlerin işçi kitleleri içine, sendikalar içine taşınması gerektiğini düşünüyorlar...

Ordu homojen bir nitelik değildir... Siyasi şubeleriyle Komiserlik sistemi, devrim mahkemeleri, disiplin cezaları, tüm mevkilerin atama yoluyla doldurulması gibi salt askeri etkileme yöntemleri buradan çıkmıştır.

Ordunun aksine işçi sınıfı, sosyal olarak homojendir, ekonomik durumu nedeniyle sosyalizme eğilim gösterir. Komünist ajitasyona kolay kulak verir, sendikalarda gönüllü olarak örgütlenir ve tüm bunlardan ötürü de Sovyet devletinin temelini, tuzunu oluşturur. Bu nedenle sanayi sendikalarımızın pratik çalışmasının temelinde ağırlıklı olarak ikna yöntemlerini uygulamanın yatması şaşılacak bir şey değildir. Aydınlatma, kitle propagandası, işçi kitlelerinin inisiyatifinin ve bağımsız faaliyetinin geliştirilmesi, seçilebilme gibi salt sendikal etkileme yöntemleri buradan çıkmaktadır.

Troçki'nin hatası, ordu ile işçi sınıfı arasındaki farkı küçümsemesinde, askeri örgütler ile sendikaları aynı kaba koymasında ve -alışkanlıktan olsa gerek- ordudaki askeri yöntemleri sendikalara, işçi sınıfına taşımaya çalışmasında yatmaktadır...

Şimdi artık, Troçki tarafından yönetilen Zektran'ın (Demiryolu ve Denizcilik İşçileri Birleşik Sendikası Merkez Komitesi- İ. O.) yöntemlerinin, bizzat Zenktran'ın pratiği tarafından mahkum edildiğine kanıtlanmış gözüyle bakabiliriz. Troçki, Zektran'ı yöneterek ve Zektran aracılığıyla öteki sendikalara etki yaparak, sendikaların canlanmasını ve yenilenmesini sağlamak, sanayinin yeniden kurulması çalışmasına işçilerin çekilmesini sağlamak istiyordu. Ama gerçekte ne oldu? Sendikalar içindeki komünistlerin çoğunluğuyla çatışma, sendikaların çoğunluğunun Zektran ile çatışması, Zektran'ın fiilen bölünmesi, sendikal olarak örgütlü işçilerin “alt kesimleri”nin “Komiserlere” öfke duyması”...

Böyle bir ülkeyi yönetebilmek için Sovyet iktidarı işçi sınıfının sağlam güvenine sahip olmak zorundadır. Çünkü böyle bir ülke ancak işçi sınıfı sayesinde ve işçi sınıfının güçleri ile yönetilebilir. Ancak işçilerin çoğunluğunun güvenini korumak ve sağlamlaştırmak için işçi sınıfının bilinçliliğini, bağımsız faaliyetini ve inisiyatifini sistemli bir şekilde geliştirmek, işçi sınıfının sistemli bir şekilde komünizm ruhuyla eğitmek, bu amaçla onları sendikalarda örgütlemek ve komünist ekonominin inşasına çekmek gerekir.

Bu görevi, zor yöntemleriyle ve sendikaları “adamakıllı sarsarak” yerine getirmek, besbelli ki olanaksızdır. Çünkü bu yöntem işçi sınıfını bölmekte (Zektran!) ve Sovyet iktidarına karşı güvensizlik yaratmaktadır. Ayrıca, zor yöntemleri ile kitlelerin bilinçliliğini geliştirmenin ya da onların Sovyet iktidarına karşı güvenini güçlendirmenin aslında düşünülemeyecek olduğunu kavramak kolaydır.

İşçi sınıfını birleştirmek, onun bağımsız faaliyetini yükseltmek, ülkeyi ekonomik yıkıma karşı seferber etmek için şimdi son derece gerekli olan Sovyet iktidarına duyulan güveni sağlamlaştırmak görevini gerçekleştirmenin, ancak “sendikalar içinde proleter demokrasinin normal yöntemleri” ile, ancak ikna yöntemleri ile mümkün olacağı açıktır” (27).  
İşte Troçki budur. Bu gün böyle, yarın başa türlü olabilir. Zaten diyalektikte de esas olan değişim değil mi? Belki de Troçki değişmiştir. Kim bilir. Ama Troçki'nin 1930'lu yılların ilk yarısında dile getirdiği bürokratizm, SSCB'de olmayan bürokratizmdi. Troçki, oluşmakta olan bürokratizmden bahsetmiyor, oluşmuş bürokratizmden bahsediyor. Bu ise çok sonrasının SCCB'nde gündeme gelen bir sorundur.

Troçki bürokratik diktatörlük açıklamasına devam ediyor:

“Stalin'in dayandığı bürokrasi, gerçekleştirilen ulusal devrimin sonuçlarına maddi olarak bağlıdır; buna karşın (Stalin'in dayandığı- İ.O.) bürokrasinin gelişen enternasyonal devrimle hiç bir temas noktası yoktur. Yaşam tarzına, çıkarlara ve psikolojiye göre bugünkü Sovyet bürokratlarının devrimci Bolşeviklerden farkı, Napolyon'un generallerinin ve valilerinin devrimci Jakobinler'den farkından daha az değildir” (28).  

Tabii iş bu noktaya gelince söylenecek bir şey kalmıyor. Troçki, dünya devrimci hareketin uyarı adı altında tehdit ediyor. Yukarıdaki sözünden çıkartılması gereken sonuç şu:

1-Tek ülkede devrim, bürokratik diktatörlüğe götürür.

2-Bürokrasi, varlığını korumak ve devam ettirmek için “ulusal devrim”e yapışır, “enternasyonal devrim”le hiçbir bağı yoktur.

3-Bürokrasi veya bürokratik diktatörlüğün unsurları karşı devrimcidir. Jakobin-Bolşevik ve bürokrat-Napolyon generalleri karşılaştırması bu nedenle yapılmaktadır.

Aşağıdaki aynlayışıyla da bu karşılaştırmadaki amacına son noktayı kor:

“Hakim tabakanın özü tamamen yozlaşmıştır. Jakobinler, Thermidoriancılar (karşı devrimciler- İ.O.) ve Bonapartistler tarafından, Bolşevikler de Stalinistler tarafından püskürtülmüşlerdir” (29).  

Jakobinler devrimci; Bonapartistler, Thermidoriancılar karşı devrimci.

Troçkistler veya “Bolşevik-Leninistler” devrimci; SBKP(B), Bolşevikler (“Stalinistler”) karşı devrimci!

Troçki'nin “bürokrasinin diktatörlüğü” hezeyanları boşunadır. SSCB'nde, en azından sosyalist olduğu 1917-1956 arasında bürokrasinin diktatörlüğü değil, proletarya diktatörlüğü hakimdi. Ekim Devrimiyle Çarlık devleti devralınmadı, o devlet yıkıldı ve yerine proletaryanın diktatörlüğü kuruldu. Bu diktatörlük işçi sınıfı ve emekçi yığınlar tarafından kontrol edilebilen bir diktatörlüktü ve süreç içinde farklı aşamalardan geçerek, Sovyet insanının kontrolü dahilinde gelişti.

SSCB, sosyalizmin temellerinin atıldığı, ama henüz tamamlanmadığı sosyalist bir ülkeydi. 1936 Anayasasında da tespit edildiği gibi SSCB'nde sömürücü sınıflar kalmamıştı, ama farklı sınıflar (işçi sınıfı-köylülük) vardı ve o haliyle Sovyet toplumu sınıfsız bir toplum değildi. Böylesi koşullarda; sosyalizmin nihai zaferinin henüz elde edilmediği, farklı sınıfların olduğu sosyalist bir toplumda devletin ölüp gitmesinden, idare mekanizmasının (bürokrasi) yok olmasından, polisin, jandarmanın, mahkemenin vb. artık gereksizliğinden veya az gerekli olmasından bahsedilemez. Komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde bunlar olacaktır. Yani sosyalizm, sosyalist toplum, proletarya diktatörlüğü olmadan düşünülemez. Şüphesiz ki, proletarya diktatörlüğünün de bürokrasisi vardır, kendine özgü; proletarya diktatörlüğüne özgü bir bürokrasi. Proletarya diktatörlüğünde, somutta da SSCB'nde bürokrasi, Sovyet insanına yabancı olan, onu dışlayan bir bürokrasi değildi, tam tersine, ilk yıllar hariç Sovyet insanından oluşan bir bürokrasiydi. SSCB'ni sosyalist olduğu dönemde Sovyet bürokrasisi ile Sovyet insanının, halkının kaynaştığı, iç içe geçtiği bir bürokrasiydi. Burjuva ülkelerde olduğunun aksine SSCB'nde yürütme ve yasamanın -kuvvetler ayrımının- olmaması halkın bürokrasiyi kontrol etme, ülkenin geleceği üzerine söz sahibi olma hakkını kullanmasını sağlıyordu. Proletarya diktatörlüğü budur.

Hiç kimse Sovyet bürokrasisinin mükemmel olduğunu savunmamıştır. Sovyet bürokrasisinin en çok eleştirenlerin başında da Stalin gelir. Dünyanın altıda birinde hakimiyetini sürdüren proletarya diktatörlüğünün idari mekanizmalarında eksikliklerin olması, hataların yapılması kaçınılmazdı. Bolşevikler bürokratik hatalara özeleştirel yaklaşma bilincindeydiler. Öyle de yaptılar. Hataları, eksiklikleri acımasızca gündeme getirdiler, düzeltilmesi için mücadele ettiler ve en önemlisi, Sovyet insanının sorunlarını nerede örgütlüyse -fabrikalarda, işletmelerde, okullarda, kolhozlarda vs.- orada gündeme getirmeleri, sorunun üzerine gitmeleri için teşvik ettiler. Troçki efendinin bunları bilmediğini söyleyemeyiz.

Troçki, burjuva düzende bürokrasi ile sosyalizmde bürokrasi arasında sınıfsal zıtlık olduğunu mutlaka biliyordur. Bu bakımdan sosyalizmde, proletarya diktatörlüğü koşullarında bürokrasinin “tekelci sınıfın” -yani kapitalistlerin- katibi (“komisi”) olmadığını da en azından bilmesi gerekir. Ama Troçki, kapitalizmde bürokrasi ile sosyalizmde bürokrasi arasındaki ilkesel farkı anlamak istemiyor. Diğer taraftan Troçki'nin SSCB'de bürokrasi diye tanımladığı ile SBKP(B)'nin bürokrasiden anladığı tamamen farklı şeylerdir. Troçki, Sovyet bürokrasisini proletarya diktatörlüğünden kopartıyor, bağımsızlaştırıyor, sınıf yapıyor; bir taraftan proletarya diktatörlüğü, öbür taraftan bürokrasinin diktatörlüğü gibi ayrımlar yaparak, bu iki diktatörlükten birisi olan bürokrasinin diktatörlüğünün hakimiyetinden -istiyorsanız proletarya diktatörlüğü üzerindeki hakimiyetinden diyebilirsiniz- bahsediyor. Troçki'ye göre SBKP(B), yani Bolşevik Parti başında Stalin'in durduğu ve “politik devrim”le yıkılması gereken devasa bir bürokratik mekanizmadır. SBKP(B) ise bürokrasiden Troçki'nin dediğinin tam tersini anlıyor. SBKP(B)'ye göre proletarya diktatörlüğünün devlet mekanizması, idari mekanizması diktatörlük uygulayamaz. Bu mekanizmalar sosyalizmin inşası mücadelesinde proletarya diktatörlüğünün yardımcı araçlarıdır ve bu araçlarda ortaya çıkan hatalar ve eksiklikler parti ve proletarya diktatörlüğü tarafından her an düzeltilebilir.

Sovyet bürokrasisinde görülen eksiklikler ve hatalar, sosyalizmin düşmanları tarafında her zaman kullanılmıştır. SSCB'nde sosyalizmin inşa edilmediğini, orada sosyalist demokrasinin geçerli olmadığını, insanların baskı altında tutulduğunu vb. kanıtlamak için her zaman kullanılmıştır. Bunda yadırganacak bir şey yok. Sosyalizmin düşmanları SSCB'nde sosyalizmin inşası ile bürokratizme karşı mücadele arasında diyalektik bir bağın olduğunu anlama yeteneğinden oldukça uzaktılar. Bürokrasi tarafından ülkenin ekonomik, siyasi, kültürel gelişmesinden uzaklaştırılan, kopartılan işçi sınıfı ve emekçi köylülerden oluşan sosyalist bir halk nasıl olur da sosyalizmin inşasına katılabilir? Bu baylara göre, bürokrasi tarafından dışlanan ve baskı altına alınan bu emekçi halkın sosyalizmi inşa etmemesi gerekirdi. Ama başarıyla inşa etti. Bunu nasıl açıklayacağız?

1936 Anayasasını Troçki, burjuva ilkeler karşısında teslimiyet olarak tanımlar. Birçok özelliklerini başka bir makalede ele aldığımız o anayasa, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ülkenin geleceğine katılımını engelleyen eksiklikler üzerine giden bir anayasaydı. VIII. Sovyet Kongresinden sonra (1936 Anayasasının kabul edildiği kongre) SBKP(B) saflarında ortaya çıkan hata ve eksikliklerin üzerine giden, sorunları bütün Sovyet insanları önünde ele alan kampanya oldukça öğretici olmuştur. Keza Mart 1937'de SBKP(B)-MK Plenumu'nda Stalin'in “Parti Çalışmasının Eksikliği ve Troçkistler ve Diğer İkiyüzlülerin Tasfiyesi İçin Alınacak Önlemler Üzerine” konuşması ve bütün örgütlerde demokrasinin kesinkes uygulanmasını talep eden bildirgenin kabul edilmesi ve onun pratikte uygulanması da öğretici olmuştur. Orada parti içi yaşamda demokratik merkeziyetçiliğin sonuna kadar uygulanması talep edilmektedir. Hiçbir parti üyesi, konumuna sığınarak eleştiriden muaf tutulamaz, hiçbir yerde parti sekreterleri atanamaz; parti sekreterleri ve başkaca sorumluluk taşıyanları her tarafta üyeler tarafından gizli oy kullanımı ve özgür demokratik koşullarda seçilmelidir vb. MK bildirgesinde bu türden kararların yer almasının nedeni vardı. Bazı örgütlerde üyelerin inisiyatifi sorulmaksızın parti sekreterleri atanıyordu. Böyle bir yöntemin bürokrasinin oluşmasına neden olabileceği ve kitlelerden bağımsız, onlar görevlendirmeksizin eyleyiş içinde olabilecekleri MK tarafından eleştirilmişti. Söz konusu bildirge, bütün parti örgütlerini 20 Mayıs 1937'ye kadar gerekli örgütsel tedbirleri almakla, parti tüzüğüne uygun biçimde bütün parti mercilerinin demokratik seçimini güvencelemekle yükümlü kılıyordu. Liste seçimleri yasaklandı. Tek tek adaylar oylandı. Aynı kurallar Sovyet seçimleri için de geçerli kılındı. Bütün bu tedbirler bürokrasinin hala var olan eksikliklerini gidermek içindi.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:46


SSCB'nde yeni bir sınıf oluşumu sorunu ve Troçki  

SSCB'ni eleştirenlerin önemli savlarından biri de bürokrasinin dışında aydın kesiminde de unsurların yeni bir sınıf olarak geliştikleridir. Bunu da tam eşitliğin sağlanmamış olduğunda arıyorlar. Örneğin Troçkistler, SSCB'nde Marksizmin öngördüğü tam eşitlik sağlanamamıştır, tersine tam eşitliğin sağlanamamasından dolayı sınıf hakimiyetinin yeni bir biçimi oluşmaktadır diyorlar.  

Troçki'ye göre sınıfları idari olarak ortadan kaldırmakla sorun çözülmüyor, bu yeterli değildir. Önemli olan, sınıfları iktisadi olarak ortadan kaldırmaktır. Burada Troçki -ilk defa demeyim ama- çok doğru bir tespit yapıyor. Troçki'ye göre halkın çoğunluğu hala yoksulluk içinde yaşıyorsa insanların kişisel sahip olma ve tüketim araçlarını istifleme eğilimi gelişir. Bütün bunlar ekonominin kolektif karakteriyle çelişir. İstiflemek tüketim araçları yetmezliğinden ve ihtiyaçtan doğmaktadır. Bu durumda dikkat edilmezse, istifleme belli bir sınırı aşarsa bu, kaçınılmaz olarak ilkel kapitalist birikime götürür ve bu gelişmenin sonunda kolhozlar ve devlet tekelleri yıkılır. Sosyalist anlamda sınıfların yok edilmesi, toplumun bütün üyeleri için gerekli tüketim maddeleri, gıda maddeleri temini güvence altına alındığında ve kişisel birikim için her türlü teşvik edici ortamın ortadan kaldırıldığında mümkündür. SSCB ise böyle bir gelişmeden oldukça uzaktır. Troçki böyle diyor.

Şunu söylüyor: SSCB'nde her ne kadar üretim araçlarının özel mülkiyeti kaldırıldı ve toplumsal mülkiyet geçerli kılındıysa da, yeterli tüketim aracı, gıda maddeleri olmadığı için insanlar fırsatını bulunca bu maddeleri istiflerler ve böylece de birikim olanağı elde ederler. Yani SSCB'nde yeni bir sınıf oluşumunun maddi temelleri var, kişisel zenginleşmenin maddi koşulları ortadan kaldırılmamıştır. Bunu engellemek için toplumun ihtiyaç duyduğu tüketim maddeleri, gıda maddeleri yeterli derecede üretilmelidir. Böylece istiflemenin anlamı kalmaz ve kapitalist ilkel birikimin de koşulları doğmaz. Söylenen bu.

Bu durumda SSCB'nde yeni sınıf, yoksulluktan, sefaletten, tüketim maddeleri kıtlığından dolayı oluşuyor sonucunu çıkartmamız gerekiyor. Ayrıca özet olarak ele alacağız ama burada şu kadarını söyleyelim: SSCB'nde ekonomik ilişkilerden kaynaklı oluşmuş bir sınıfın (Troçki'nin anlattığı ilkel birikimi -sermaye birikimi- gerçekleştirerek oluşmuş bir kapitalist sınıfın) XX. Parti Kongresinde (1956) karşı devrimi gerçekleşmediği tartışma götürmez (30).  

Oluşan sosyal tabakaların, elde ettikleri imtiyazlara dayanarak zenginleşecekleri ve yeni bir sınıf oluşturabilecekleri veya bu yönde geliştikleri anlayışı; bu yönlü tehlike üzerine tartışmalar SSCB'nde hemen her zaman gündemdeydi. Bu soruna dikkati çekenlerin başında Lenin ve Stalin gelir. Bu anlayış Troçki'ye özgü değildir.  

Troçki, yeni bir sınıf oluşumunda toplumsallaşmış üretimin durumuyla iş (emek) verimliliğinin geri olması arasındaki çelişkiyi önemli bir neden olarak görür. Ona göre SSCB'nde iş verimliliği olağanüstü geridir. Tam da bu nedenden dolayı tüketim maddeleri yeterli derecede üretilememekte ve iktisadi, kültürel ihtiyaçlar ancak imtiyazlı olanlar için giderilebilmektedir. Toplumda bir azınlık oluşturan bunlar bir taraftan bürokratlardan, diğer taraftan da iş verimliliğinin artması için harcadıkları özel çabadan dolayı imtiyazlı konuma gelen işçi -“Geçiş Programı”nda "Kahrolsun Stahanovizm! Kahrolsun Sovyet aristokrasisi ve onun rütbe ve nişanları!” (s. 24) diyen Troçki'den başkası değildir- köylü ve aydınlardan oluşmaktadır. Bunlar özel imtiyazlı konumlarından dolayı bürokratlaşan kesimin bir parçasını oluştururlar. Troçki de bu genel doğruyu dile getirmektedir.  

Troçki, durumu kendine göre anlatmakla yetinmez, “ikna” edici olmak için abartmayı da ihmal etmez. Tekil olanı, oluşmuş bir sosyal tabaka olarak ele alır ve bu tekil olanların yaşam koşullarını -otomobil, hizmetçi v.- işçilerin yaşam koşullarıyla karşılaştırır. Aynı yöntemi Alman faşistleri de kullanarak SSCB'nde sosyal eşitsizliğin uçurum boyutlarında olduğunu göstermeye çalışmışlardır.

Ama Troçki bu, “sağı solu” belli olmaz. Bir taraftan SSCB'nde tekil durumları abartarak, yeni sosyal tabakanın otomobillerinden, hizmetçilerinden, villalarından bahsederek yeni sınıf oluşumunu kanıtlamaya çalışır ama diğer taraftan da bu imtiyazlı konuma dayanılarak yeni, hakim sınıf olunamayacağını yazar. “IV. Enternasyonal ve SSCB” kitapçığında (1933) “En büyük konutlar, en ağız sulandırıcı biftekler ve bizzat Rolls-Royce'lar dahi bürokrasiyi bağımsız hakim bir sınıfa dönüştürmez” diyen Troçki'den başkası değildir.

Marksizme göre sınıf oluşumu üretim ilişkilerinden kaynaklanır. SSCB'nde ise üretim araçları toplumsal mülkiyette olduğu için, üretim araçlarından kaynaklı bir sınıf oluşumunun maddi koşulları yoktu; SSCB'nde en güçlü bürokrat, en kapsamlı imtiyaza sahip olanlar dahi üretim araçlarının toplumsal mülkiyet karakterinden dolayı imtiyazlı olarak kalmışlardır, klasik kapitalizm anlamında yeni bir sınıf oluşturamamışlardır. Ancak bu süreç XX. Parti kongresinden sonra değişmeye başlamış, siyasi iktidarı gasp eden revizyonistler proletarya diktatörlüğünü yıkarak SSCB'nin bürokratik kapitalist bir ülkeye dönüştürmüşler ve bu sistem de 1991/1992'de çökerek, ülkede klasik kapitalizme geçilmiştir.  

Troçki, harcanan işe (emeğe) göre paylaşımın, sosyalizmin bu temel ilkesinin sosyalist toplumda, sosyalist üretim ilişkilerine göre üretimin yapıldığı ülkede, yani SSCB'nde yeni sınıf oluşumuna neden olmaktadır diyor. Troçki, sosyalizmde ücret, paylaşım eşitliğinden bahsediyor. SSCB'nde bunun denemesi 1920'li yılların başında, Bolşeviklerin ücretlendirme konusunda ne yapacaklarını henüz tam kararlaştıramadıkları, daha doğrusu bilemedikleri, el yordamıyla yürümek zorunda oldukları bir dönemde yapılmıştı ve sonuçları Troçki'nin bilmediği bir gelişme değildir. Karşılaştırma yapabilmeniz için SSCB'nde ücret sorununun nasıl ele alındığını bundan sonraki makalede ayrıca ele alacağız.  

Marksizm, eşitlikten Troçki'nin anladığını anlamıyor; Marksizmde eşitlik talebi, bireyin yok edilmesi ve bütün insanların eşitlenmesi olarak tanımlanmıyor. Böylesi anlayışlar bilimsel sosyalizmden önce, ütopik sosyalistler tarafından savunuluyordu. Onlar, sınıflı toplumun özünü ve sınıfları ortadan kaldırmanın ne anlama geldiğini ve bunu ortadan kaldırmanın sonuçlarını göremiyorlardı. Marks ve Engels ise eşitlik talebinin ancak sınıfların ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebileceğini öğretiyorlar. Bunun ötesine geçen her eşitlik talebi saçmalıktır ve Troçki bu saçmalığı yapıyor.

Marks ve Engels Komünist Manifesto'da “Komünizmin ayırıcı özelliği, genel olarak mülkiyetin kaldırılması değil, burjuva mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır. Ama modern burjuva özel mülkiyet, ürünlerin üretilmesinin ve mülk edinilmesinin sınıf zıtlıklarına, birinin diğerini sömürmesine dayanan sisteminin nihai ve en tam ifadesidir” diyorlar (31).  

Esas olan, bu burjuva özel mülkiyetin, sömürünün bu kaynağının ortadan kaldırılması ve böylece sınıf eşitsizliğinin yok edilmesidir. Bu bağlamda Komünist Manifesto'dan okuyalım:

“İnsan yaşamının devamı ve yeniden üretimi için yapılan ve geriye başkalarının işine komuta edecek hiç bir fazlalık bırakmayan iş ürünlerinin bu kişisel mülk edinilmesini, hiç bir biçimde kaldırmak niyetinde değiliz. Ortadan kaldırmak istediğimiz tek şey, sadece, işçinin sırf sermayeyi artırmak için yaşadığı, egemen sınıfın çıkarının gerektirdiği kadar yaşadığı mülkiyetin bu rezil karakteridir.  

Burjuva toplumda canlı iş, sadece, birikmiş emeği çoğaltmaya yarayan bir araçtan başka bir şey değildir. Komünist toplumda ise birikmiş emek, sadece, işçilerin yaşam sürecini genişletmek, zenginleştirmek, geliştirmek için bir araçtır...

Komünizm kimseyi toplumun ürünlerini mülk edinme gücünden yoksun bırakmıyor, sadece, o mülkiyet aracılığıyla başkasının emeği üzerinde hâkimiyet kurma hakkını ortadan kaldırıyor” (32).  

Öyleyse: Marksist eşitlik talebi, sınıf eşitsizliğinin ortadan kaldırılmasında anlamını buluyor. SSCB'nde olduğu gibi bu talep gerçekleştirildiğinde komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmde tüketim araçları, emeğin (işin, çalışmanın) niceliğine ve niteliğine göre dağıtılır uygulamasının ne denli doğru olduğu anlaşılabilir. Ama Troçki'de bunu anlayacak durumda değildi.

Eşitliğin en yüksek aşaması veya eşitliğin en yüksek biçimi ancak ve ancak komünizmin ikinci aşamasında, en yüksek aşamasında (ilk aşaması sosyalizmdir) gerçekleştirilir. Eşitlik ve ondan kaynaklı sorunlar bağlamında SSCB'ni eleştirenler; tam eşitlik, ürünlerin tam eşitlik ilkesine göre paylaşımını talep edenler SSCB'nin henüz komünizmin en yüksek aşamasına gelmediğini görmüyorlar. Bu eleştirmenlerden birisi de Troçki'dir. Demagog Troçki, Stalin'in komünizmin aşamaları ve her bir aşamasında eşitlik sorununu doğru ele almasına rağmen, Stalin'e bu konuda da saldırmak için savunmadığını savundu göstermekten de çekinmemiştir. 'Olguları doğru anlamak istiyorsak, her şeyden önce, SSCB'nde daha şimdiden sosyalist, sınıfsız toplumun var olduğunu ifade eden resmi teoriyi reddetmeliyiz'. Bunu söyleyen Troçi'den başkası değildir. SSCB'nde böyle bir “resmi teori”nin hiçbir zaman olmadığın, savunulmadığını, Troçki'nin herkesten daha iyi bilmesi gerekir. Bunun böyle olmadığını en azından Stalin kadar bilmesi gerekir. Stalin önderliğinde SBKP(B)'nin her zaman ve her yerde sürekli savundukları SSCB'nde sınıfsız toplum aşamasında olmadığıdır; SSCB'nde sömürücü sınıfların ortadan kaldırılmasına rağmen hala farklı sınıfların -işçi sınıfı, köylülük- olduğudur. Amiyane bir biçimde söyleyecek olursak bu savından dolayı Troçki'ye kargalar bile gülmez.

Neyse, Troçki'in ruhsal yorgunluk içinde olduğunu düşünerek bu konuda Stalin'in ne dediğini hatırlatalım. “SSCB Anayasa Taslağı Üzerine” konuşmasında Anayasa Taslağının Temel Özelliklerini” anlatırken şunları söyler:

“Sovyet toplumumuz esas itibariyle sosyalizmi gerçekleştirmiş, sosyalist toplumu kurmuştur, yani Marksistlerin genellikle komünizmin birinci ya da alt aşaması dediklerini gerçekleştirmiştir. Demek ki ülkemizde komünizmin ilk aşaması, sosyalizm, esas itibariyle gerçekleşmiştir. Komünizmin bu aşamasının temel formülü bilindiği gibi şudur: “herkesten yeteneğine göre herkese emeğine göre”...

Ne var ki Sovyet toplumu “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” formülünün egemen ilke olduğu komünizmin daha yüksek aşamasına, hedefi gelecekte komünizmin bu üst aşamasını gerçekleştirmek olmasına rağmen, henüz ulaşamamıştır” (33).  
Komünist toplumun ilk aşamasının, yani sosyalist toplumun özellikleri üzerine Marks, Gotha Programı eleştirisinde şunları söyler:  

“Burada ele almamız gereken, kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplumdur. Bu bakımdan birey olarak üretici (gerekli indirimler yapıldıktan sonra), topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alır. Onun topluma verdiği şey, birey olarak, kendi emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal işgünü, bireysel çalışma saatleri toplamından oluşur; her üreticinin birey olarak çalışma zamanı, toplumsal işgünü olarak sunmuş olduğu kısımdır, onun bu bakımdan katkısıdır. O, toplumdan, şu kadar emek verdiğini saptayan bir belge alır (bunda kolektif fonlar için sarf etmiş olduğu emeğin indirimi yapılmıştır) ve bu belge ile toplumun tüketim araçları stoklarından, emeğinin eşit bir tutarı kadar bir miktar alır. Topluma, bir biçimde sunmuş olduğu aynı emek miktarını, ondan, başka bir biçimde geri alır” (34).



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 14.08.2014- 02:49


SSCB'nde komünizmin ilk aşaması uygulaması ile Gotha Programı eleştirisinde Marks'ın uyarıları aynı içeriklidir. Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, Marks'ın bu anlayışını doğru bir bir biçimde pratikte uygulamıştır. Sorun SSCB'nin eleştirisi olunca “Marksist” Troçki, Marks'tan da öğrenemiyor.

Gerçekten de SSCB'nde öyle olmuştur. Ama Troçki bunu anlamaktan oldukça uzaktır. Nasıl ki, tek ülkede devrim ve sosyalizmin inşasını dünya devrimin bir basamağı, bir aşaması, bir parçası olduğunu anlamadıysa, kapitalist toplumun kalıntıları üzerinde yükselen komünizmin ilk aşamasının son aşamasından farklı olacağını da anlamamıştır. Bu aşamada, sosyalizmde paylaşımın nasıl olacağını yine Marks yukarıya aktardığımız görüşünün devamında şöyle açıklar:

“Besbelli ki, burada uygulanan ilke, eşit değerler değişimi olduğu ölçüde, meta değişimini düzenleyen ilkenin aynısıdır. İçerik ve biçim değişmiştir, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse emeğinden başka bir şey veremez ve öte yandan da bireylerin mülkiyetine bireysel tüketim araçlarından başka hiçbir şey geçemez. Ama birey olarak ele alınan üreticiler arasında bunların dağıtımı konusunda egemen ilke, eşdeğer metaların değişimine hükmeden ilkeden farksızdır: Bir biçimdeki belli bir miktar emek, başka bir biçimdeki eşit miktar emekle değişilmektedir” (35).  

Troçki'nin eşitlik konusunda anti-marksist görüş savunduğu, SSCB'nde komünizmin en üst aşamasındaki eşitliği aradığı, SSCB gerçeği ve bu konuda Marks'ın belirlemesi tarafından tamamen çürütülmüştür. Ama buna rağmen bir faydası olur diye Marks'ın komünizmin alt aşamasında eşitlikten neyin anlaşılması gerektiğini ifade eden sözlerini buraya aktarmadan geçmeyelim. Aynı yazısında devamla şöyle der:

“Buradaki eşitlik, ölçümün eşit bir ölçüt ile, emek ile yapılması olgusudur... Ama bir insan, bedensel ya da zihinsel olarak bir başkasından üstün olabilir, böylece aynı süre içerisinde daha fazla emek sağlayabilir ya da daha uzun süre çalışabilir ve emeğin bir ölçü görevi yerine getirebilmesi için, süresi ve yoğunluğu saptanılmalıdır, yoksa bir ölçü birimi olmaktan çıkar. Bu eşit hak, eşit olmayan bir emek için eşit olmayan bir haktır. Hiçbir sınıf farkı tanımaz, çünkü herkes bir diğeri gibi yalnızca bir işçidir; ama eşit olmayan bireysel yetenekleri ve böylece de üretken kapasiteyi doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder” (36).  

Evlilik, çocuk sayısı, işgücünün değerlendirilmesi (harcanmasındaki nicel ve nitel farklılıklar) gibi olgular, komünizmin ilk aşamasında ürünlerin paylaşımında eşitsizliği yaygınlaştırır. Bu türden olgular, Marks'ın deyimiyle “kusurlar” veya “istenmeyen durumlar” komünist toplumun ilk aşamasında -sosyalizmde- kaçınılmazdır. Çünkü bu toplum, kapitalizmin yıkıntıları üzerine kurulan toplumdur ve kaçınılmaz olarak onun birtakım özelliklerini taşıyacaktır. Marks'ın kaçınılmaz gördüğünü SBKP(B), SSCB'nde sosyalizmin inşasında hesaba katmıştır. Aynı yazısında Marks “Ama bu gibi kusurlar, uzun ve sancılı bir doğumdan sonra kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekli ile komünist toplumun birinci evresinde kaçınılmaz şeylerdir. Hukuk, hiçbir zaman, toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek olamaz” diyor   (37).  

Peki Troçki ne diyor? Ürünlerin paylaşımında, gelirde tam eşitlik! Belki de “hukuken” eşitlik diyordur! Böyle diyorsa bu sefer de hukuku “toplumun iktisadi yapısından ve onun koşullandırdığı kültürel gelişmeden daha yüksek” seviyeye koyuyor. Nesnel gerçekliği, bu durumda toplumun nesnel iktisadi yapısını ve bundan kaynaklanan kültürel gelişmesini yansıtmayan, ifade etmeyen bir hukukun da beş paralık bir değeri yoktur. Troçki'nin eşitlik aylayışı, böyle bir hukuk anlayışına dayanmaktadır. Bu durumda bu anlayışın “kıymet-i harbisi”nin ne olacağını Troçkistlerin iyi düşünmeleri gerekir.

“Geçiş Programı”nda Troçki şöyle yazıyor: “SSCB'nde devrimin yeni bir yükselişi açık ki, toplumsal eşitsizliğe ve siyasi baskıya karşı mücadele bayrağı altında başlayacaktır...Her türlü emek için eşitlenmiş (denkleştirilmiş- İ.O.) ücret!” (38).  

Demek ki, Troçki'nin sosyalizmde “emek” ve ücretlendirme konusunda anladığı bu kadar! “Her türlü emek”, ücret bakımından eşitlendirilecek. Ağır iş, hafif iş, karmaşık iş veya bir bütün olarak çalışmanın niteliğine bakmayacaksın, en fazlasıyla niceliğine bakacaksın ve o niceliği de ücret bağlamında denkleştireceksin, eşitleyeceksin.  

Troçki'nin aklına uyulsaydı acaba SSCB ne olurdu? Ne olacağı konusunda, sosyalizmde ücretlendirme ilkesi üzerine bu yazı serisinden çeşitli makalelerde yeteri kadar durduk.

Troçki'nin Sovyet toplumu değerlendirmesindeki saçmalığını göstermek için Marks ile devam edelim.  

Ne diyordu Troçki? Ürünlerin emeğe göre paylaşımı sosyalist bir paylaşım değildir, anti-marksisttir ve kaçınılmaz olarak sınıf oluşumuna neden olur! Çocukların “körebe” oynadığı gibi Troçki hazretleri de “eşitçilik” oyunu oynuyor. Marks, sosyalizmi inşa eden ülkeleri ve bu ülkelerde Troçki gibilerin de olabileceğini göz önünde tutarak “eşitçilik” oyununa gönderme yapıyor.  

Aynı yazısından okuyalım:

“Bir yanda belli bir süre için bir anlamı olmuş, ama şimdi eskimiş laf salatası haline gelmiş görüşlerin partimize dogmalar olarak zorla kabul ettirilmek istenmesiyle, öte yanda ise partiye bin bir zahmetle kazandırılmış ve artık onda kök salmış gerçek görüşü, ideolojik hukuk saçmalıkları ve demokratlarla Fransız sosyalistleri için çok geçerli olan saçmalıklar yoluyla tersine çevirmekle nasıl büyük bir suç işlendiğini göstermek için, bir yandan "emeğin tüm geliri"ni, bir yandan da "eşit hak"kı, "adaletli dağıtım"ı uzun uzun ele aldım.

Buraya kadar yapılmış olan tahliller bir yana, gene de şu dağıtım diye adlandırılan şey üzerinde bu kadar laf edilmesi ve bunun vurgulanması bir hatadır” (39).  

Demek ki, komünizmin ilk aşamasında, sosyalizmde belirleyici olan, ürünlerin paylaşımı değildir; belirleyici olan üretim ilişkileridir, üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olmasıdır. Troçki, SSCB'nde üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğunu kabul ediyor, ama bu aşamada ürünlerin dağıtımının nasıl ele alınması gerektiği konusunda anti-marksist, küçük burjuva eşitçi bir görüş savunuyor ve SSCB'ni de bu saçma görüşüne göre eleştiriyor.  

Troçki, birbiriyle çelişen görüşlerinin kaçınılmaz bir sonucu olarak hem de aynı yazıda SSCB'nin hem sosyalist olduğunu hem de olamayacağını savunma yeteneğini gösterebilen bir demagogdur. Öyle ki, SSCB'nde yeni bir sınıf oluşumunun hem mümkün olduğunu hem de mümkün olamayacağını savunabiliyor.

Troçki ne derse desin, SSCB sosyalist bir ülkedir, bu ülkede mülkiyet/üretim ilişkilerinin karakterinden dolayı (ilkel) birikime, sermayeye dayalı sınıf -kapitalist sınıf- oluşmamıştı, ama bu, oluşamaz anlamına gelmez. Pekala oluşabilir; örneğin kolhoz köylülerden kaynaklı; daha doğrusu meta üretiminin varlığından dolayı kapitalist sınıfın yeniden oluşma tehlikesi vardır. Toplumun, sömürücü sınıfların yok edildiği bir toplum olması bu tehlikeyi ortadan kaldırmamaktadır. Ama bir de Troçki'nin hayaline göre SSCB'ni düşünelim: Eşitliği veya soyut eşitlik “hakkı”nı ülkenin ekonomik koşullarının üstüne koyalım ve her şeyin bu eşitlik “hakkı”na göre düzenlenmesi gerektiğini düşünelim. Bu durumda sosyalizm aşamasında olan SSCB'nde mevcut ürünler emeğe göre değil de tamamen eşit olarak, yani komünizmin son aşamasında geçerli olan ilkeye göre dağıtılacak; yani“herkese gereksinimlerine göre” ilkesine göre dağıtılacak. Bu durumda sosyalist ekonomi kaçınılmaz olarak çökecektir ve bu çöküşün kaçınılmaz sonucu da yeni sınıf oluşumu olacaktır. Troçki, dolaylı olarak bunu mu istiyor -yani“herkese gereksinimlerine göre” ilkesi geçerli olursa sosyalist ekonomi kaçınılmaz olarak çökecektir ve bu çöküşün kaçınılmaz sonucu da yeni sınıf oluşumu olacaktır mı demek istiyor diye bir soru aklıma gelmiyor değil! Troçki bu, “sağı solu” belli olmaz! Sosyalist toplum, henüz en yüksek aşamasında, komünizm aşamasında olmadığı için ürün paylaşımını ihtiyaçlara göre düzenlediği ve toplumsal üretimin de bunu sağlayacak seviyede olmadığı için çökecektir.  

SSCB'nde köylülüğün kolektifleştirilmesi dönemini göz önüne getirelim. 1920'li yılların başında olduğu gibi bu dönemde de “eşitlikçiler” ortaya çıkmış, kolhoz üretiminden elde edilen gelirlerin emeğe göre değil de, tüketen insan sayısına göre düzenlenmesini talep etmişlerdi. Lenin’in, daha Mayıs 1918’de, ücret tarifelerinin ve tedarik normlarının hazırlanması, sendikaların sosyalizmin inşasına ve sanayi yönetimine katılmaları faaliyetinin zorunlu bir bileşenidir, sendikaların eşitçiliğe karşı mücadelesi desteklenmelidir uyarısı (40) üzerine sendikaların ücret eşitçiliğine karşı başlattıkları mücadeleye rağmen 1919-1921 arasında SB’nde dağıtımda veya ücretlendirmede eşitçilik anlayışı hakimdi. Aynı anlayış bu sefer 1931'de tarım alanında hortlatılmıştı. Sovyet yönetimi bu eşitçi aklı evvellere uysaydı ne olurdu? İşçi sınıfı ile köylülük arasındaki ittifak dinamitlenmiş olurdu; burjuva/kapitalist düzenin “benleri”ni hala taşıyan köylü kitleleri, sosyalizmin o aşamasındaki gelişme seviyesine tekabül etmeyen ürün paylaşımı sorunundan dolayı sürekli memnuniyetsizlik içinde olurlardı ve kolektifleştirmeye kazanılamazlardı. Bu da nihayetinde proletarya diktatörlüğünün sonu demek olurdu. Yani bir daha söyleyelim: Bu durumda köylülerin sosyalist inşa için, parti için, proletarya diktatörlüğü için kazanılması mümkün olmazdı, SSCB'nin varlığı tehlikeye düşerdi vs. vs. Troçki bunları anlayamayacak birisi değildi diye düşünüyorum.

SBKP(B), Sovyet iktidarı bu türden küçük burjuva eşitçilerine fırsat vermedi ve kolhozlarda üretilen ürünlerin miktar ve niteliğe göre paylaşımı gerçekleştirildi. Bu doğru ilkenin gerçekleştirilmesi için mücadelede Stalin “Yeni Koşullar – Ekonomik İnşanın Yeni Görevler” başlıklı konuşmasında (23 Haziran 1931) diğer şeylerin yanı sıra şunu söyler:

“Marks ve Lenin, kalifiye emekle kalifiye olmayan emek arasındaki farkın sosyalizmde bile, hatta sınıfların ortadan kaldırılmasından sonra bile süreceğini, bu farkın ancak komünizmde ortadan kaybolacağını, bu nedenle sosyalizmde de "işçi ücreti"nin gereksinime göre değil, yapılan işe göre ölçülmesi gerektiğini söylerler. Ama idarecilerimizle sendikacılarımız arasındaki eşitlemecilerimiz bununla hemfikir değiller ve bu farkın Sovyet sistemimizde artık kaybolduğuna inanıyorlar. Kim haklı: Marks ve Lenin mi, yoksa eşitlemeciler mi? Herhalde Marks'la Lenin'in haklı olduğu kabul edilmelidir. Buradan ise, bugün ücret sistemini kalifiye emek ile kalifiye olmayan emek arasındaki farkı göz önüne almaksızın eşitlikçilik "prensipleri" üzerine kuranların, Marksizmden, Leninizmden koptukları sonucu çıkar” (41).



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Troçki’nin Yalanları... melnur 1 987 30.01.2022- 10:26
Konu Klasör Troçkist Yayınlar melnur 0 8 19.03.2017- 10:49
Konu Klasör Yeni dönem, yeni ihtiyaçlar ve TİP’in stratejisi;EŞİKTEKİ SOSYALİZM melnur 2 293 30.06.2023- 05:46
Etiketler   SOSYALİZME,   SSCB’NE,   KARŞI,   MÜCADELEDE,   TROÇKİ
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS