SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Bilim Kuran’ı doğruluyor mu? – Fırat Bayram           (gösterim sayısı: 4.500)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 22.10.2014- 20:21


Bilim Kuran’ı doğruluyor mu? – Fırat Bayram

Dinin, kendini bu kadar öne çıkarıp siyasal ve toplumsal hayatı tasallut etmeye çalıştığı bir ülkede din eleştirisinin neredeyse hiç olmaması düşündürücü bir konu. Sanırım bu durum, din adına yapılan saldırı ve katliamlardan kaynaklanıyor. İnsanlar korkup siniyor. Oysa dinciler sürekli olarak bilime saldırıyor, kendi hurafelerini savunuyorlar. O halde aklı ve bilimi temel alan bir yaklaşımla dinin eleştirisi de yapılabilmelidir.

Üç semavi dinin de inananları kendi dinlerinin bilimle uyuştuğunu gösterme çabasında. Elbette bizi en başta kendi ülkemizdekiler, yani Müslümanlar ilgilendiriyor. İnternette İslam’ın ‘aslında’ ne kadar da akla ve bilime uygun olduğunu ‘kanıtlayan’(!) internet sitelerinin sayısı kabarık. Bu yönde bir hayli propaganda kitabı da mevcut. Peki, gerçekten böyle mi?

Bir bakalım…

“Görmediniz mi, Allah yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmıştır. Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir çerağ yapmıştır” (Nuh Suresi, ayet 15-16)  
Eskinin paganları göğün yedi kat olduğunu, sekizincide de Tanrı(lar)ın ikamet ettiğini düşünüyordu. Bu inanç aynen İslam’a da geçmiş görünüyor. Oysa bugün bilim sayesinde biliyoruz ki yedi gök diye bir şey yoktur. Burada kast edilen eğer atmosferin tabakaları ise bunlar yedi değil 11 tanedir. Bu ayet, açıkça bilim dışıdır.

“Tanrı odur ki güneşi ziya, ayı da nur yapmıştır. Ona (aya ve ay’ın gittiği yere) konaklar   belirlemiştir…” (Yunus Suresi, ayet 5)

Ay, nur (ışık) değildir; güneşten gelen ışığı yansıtır. Bu yüzden nur gibi görünür, gece bile parlar ama değildir. Konağı falan da yoktur! Bu ayet de bilim dışıdır.
“İnsan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar. İste Allah insanı tekrar yaratmaya da kadirdir…” (Tarik Suresi, ayet 5-8)  

O ‘su’, yani spermleri içeren meni sırt ile göğüs kafesi arasından değil testislerden çıkar. Bugün bilim sayesinde bunu net biçimde biliyoruz. Ama görünen o ki Kuran’ın yazarı bilmiyor! Bu ayet de açıkça bilim dışıdır.

“(Allah) yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi… Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye, ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ dedi. İkisi de ‘isteyerek geldik’ dediler” (Fussilet Suresi, ayet 11)  

Ayetten anlaşılıyor ki evvela yeryüzü var, dağlar sonradan üstüne yerleştiriliyor! Bugün biliyoruz ki yok böyle bir şey. Dağ dediğimiz, yer tabakasındaki kırılma ve kıvrılmalarla oluşmuştur. Keza ayet göğün duman halinde yerden çıktığını söylüyor ki olanak yok. Baştan sona bilim dışı bir iddia daha! Gök dediği koca uzay boşluğudur, yer onun içinde küçücük olarak sonradan ortaya çıkmıştır. Dünya varken göğün duman halinde olması mümkün değil. Bazı yorumcular burada göğün duman halinde olması ifadesini Big Bang’in hemen ertesindeki durumla ilişkilendiriyorlar. Ama ilgisi yok çünkü ayette evvela yeryüzü hakkında bilgi veriliyor, sonra bu ifade geçiyor. Dünya varken gök duman halinde olamaz çünkü dünya zaten göğün içinde bir noktadır. Bu ayeti, dünyayı temel alan, göğe dünyadan bakan bir insanın yazdığı açık olsa gerek. Bu ayet de açıkça bilim dışıdır.

“…Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkar edip ona ortaklar mı koşuyorsunuz?..” (Fussilet Suresi, ayet 9)  

Yerin iki günde ortaya çıkmadığını bugün bilim sayesinde net biçimde biliyoruz. Bu ayet de yanlış.

“(Allah) gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu…” (Lokman Suresi, ayet 10)

Dünyadan bakınca gök bir tavan (kubbe) gibi göründüğü için böyle bir ayet yazılmış. Üstümüze düşebileceği düşünülmüş, direksiz durmasına hayret edilmiş ve onu tutanın Tanrı olduğu söylenmiş. Oysa gök bir tavan değildir, küçük dünyamızı da kapsayan ve dünyamızdan karşılaştırılamayacak ölçüde büyük olan bir boşluktur. Üstümüze düşmesi zaten olanaksızdır. Açıkça bilim dışı bir ayet daha! Öte yandan, dağların yer oynamasın diye yaratıldığı iddiası da bilim dışıdır. Bilim kanıtlamıştır ki tam da yerin hareket edip yeryüzündeki tabakaların kıvrılması ve kırılmasıyla dağlar oluşmuştur zaten! Yani ayette yazanın tam tersi söz konusudur.

“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (Gaşiye Suresi, ayet 17-20)  

Gök yükseltilmemiştir. Burada göğün başta dünyayla yapışık olduğunu sanan eskinin (pagan inancından kalma) hikayesi tekrarlanmış. Bilim gösterdi ki gök dediğin uzaydır ve dünya onun içindedir. Dolayısıyla göğün dünyadan yükseltilmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Ayetteki ifade açıkça bilim dışıdır. Öte yandan, ayette yeryüzünün de ‘yayıldığı’ ifade ediliyor. Ama yeryüzü (dünya) yuvarlaktır, bu yüzden yayılamaz. Düz zeminde olan şeyler yayılabilir ancak. Anlaşılıyor ki Kuran yazarının dünyanın yuvarlak olduğundan da haberi yok! Düz sanıyor.

“Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah (dilediği gibi) hükmeder. Onun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve o hesabı çabuk görendir” (Rad Suresi, ayet 41)  

‘Uçlarından eksiltmek’ mi? Yeryüzü yuvarlaktır ve ucu yoktur, dolayısıyla uçlarından eksiltilemez. Ama onu düz sanıyorsanız ucu da olur elbette! Kendi yarattığı dünyanın şeklini bilmeyen bir Tanrı olabilir mi?

”83. (Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: ‘Size ondan bir anı okuyacağım.’
84. Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.
85. O da (Batı’ya gitmek istedi ve) bir yol tuttu.
86. Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu. Orada bir kavim gördü. ‘Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın’ dedik.
87. Zülkarneyn, ‘Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır’ dedi.
88. ‘Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükafat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.’
89. Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu.
90. Güneşin doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (Kehf suresi)

Görüldüğü gibi Kehf Suresi’nin üstte koyulaştırdığım ayetlerinde bugün yanlış olduğunu kesin bildiğimiz, bilim dışı iki iddia yer alıyor. Zülkarneyn’in önce Batı’ya, ‘güneşin battığı yere’ ve sonra da Doğu’ya, ‘güneşin doğduğu yere’ vardığı yazılarak, güneşin dünyanın etrafında dolaştığı iddia edilmiş. Oysa biliyoruz ki güneş dünyanın etrafında dönmez, güneşin batıda ve doğuda batıp doğduğu yerler de yoktur. Dünya kendi etrafında döner sadece. İkinci bilim-dışı ve kesin yanlış iddia ise, güneşin ‘siyah balçıklı bir su gözesinde battığı’ iddiasıdır. Oysa güneş hiçbir yere batıp çıkmaz. Dünya kendi etrafında döndüğü için, dünyadan bakılınca sanki güneş bizim etrafımızda dönüyor ve bir yere batıyor gibi görünür. Hatta günlük dilde de ”Güneş batıyor” deriz. Oysa güneş hiçbir yere batıp çıkmamaktadır.

Daha kendi yarattığı güneşin hareketlerini bile bilmeyen bir Tanrı var olabilir mi? Daha güneşin hiçbir yere batıp çıkmadığını bile bilmeyen bir dinin kitabına mucizeler atfedip övgüler düzmek son derece yanlış olsa gerektir.

Sanırım bu kadar ayet yeterli. Aslında bunlardan bir tanesi bile yeterli! Fakat bazı din adamları, bu ayetlerin bilim dışılığını fark ettikleri için, bu ayetlerde yazanlarda aslında mecaz yapıldığını ve başka bir mana içerildiğini iddia etmektedir.

Eğer ”güneşin battığı siyah balçık” derken mecaz yapılarak başka bir şey kastedilmişse o halde ”Allah” derken, ”cennet” derken, ”cehennem” derken de mecaz yapılıp başka bir şey kastedilmiş olabilir değil mi? İşinize gelmeyen her ayette mecaz aranacaksa ipin ucu kaçar. Bu ayetlere yüzyıllarca bu anlamda inanılmışken siz şimdi çıkıp başka yorum yaparak aslında başka bir anlamı olduğunu nasıl iddia edebilirsiniz? Tabi diğer dinlerin kitaplarını neden böyle esnek yorumlarla değil de bir ateist gibi okuyup irdelediğinizi de sormak lazımdır. Görülen bir yanlışı kabul edip yüzleşmek yerine, “Orada aslında başka şey kast ediliyor” diyerek yan çizmenin manası nedir? Bunun adı, fark edilen fakat hoşa gitmeyen bir gerçekle yüzleşmekten kaçma çabası olsa gerek?

Elbette üstte aktardığım ayetlerin ‘uygun yorumu’ yapılarak Kuran gerçek dışı olarak görülmekten kurtarılabilir. Fakat bu yorumu yapanlar unutmamalıdırlar ki bir dine olan inancın temeli o dinin kitabıdır. Fakat siz o kitabı da inancınıza göre yorumluyorsanız, o zaman inancınız o kitaptan kaynaklanmıyor demektir. Yani inancınız kitabı önceliyor demektir. Eğer kitaptan kaynaklansaydı, bu ayetlere iman edip örneğin güneşin siyah bir balçığa battığını ısrarla iddia etmeniz gerekirdi. Fakat bu ayetlerde başka bir şey anlatıldığını kendi inancına dayanarak iddia ediyorsan, artık senin inancının bu ayetlerden veya Kuran’dan kaynaklanmadığı sonucu çıkar. O halde İslam’ın doğruluğuna olan bu inancın nereden kaynaklanıyor sorusunu sormak gerekir. Bu sorunun makul bir yanıtı yoktur.

Din adamları, kendi inanırlarını etkilemek için kitaplarının bilimle uyuştuğunu, ayetlerde mucizeler olduğunu dile getirmeyi artık bir tür alışkanlık haline getirdi. Bu sadece İslam’a has bir şey de değil. Hıristiyan misyonerler dinlerinin bilim tarafından doğrulandığına emin. Museviler de Tevrat’taki ‘şifreleri çözen’ pek çok kitap yayınladı. Bu tür iddialar her dinin iddiasıdır. İsterler ki bilim inançlarını doğrulasın. Ama bu istek bir türlü gerçekleşmemekte, aksi yönde kanıtlar birikmektedir. Bize de bilgileri toplayıp anlatarak aydınlatmak düşmektedir.

Kuran bilimle uyuşmuyor.

Sendika org



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proleter
[ tek yol devrim ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 16.08.2013
İleti Sayısı: 406
Konum: Yalova
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proleter
Cevap Tarihi: 23.10.2014- 19:09


Bilimin dinle amansız savaşımı - Z. Eylül

Dünya üzerinde yayılan ve iktidar gücü anlamına gelen dinin, bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engel olmasının nedeni, varlık nedenlerinin ortadan kalkacağı korkusunda yatmaktadır.

Resim Ekleme

Din, maymundan insana geçişin ilk aşamalarında, yani insanın, doğanın bir parçası olarak, onu tanımaya ve anlamlandırmaya başladığı zamanlarda henüz gelişmemiş beyninin açıklayamadığı doğaüstü olayların nedenlerini ötelemesinin bir aracı olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın, savunmasız ve görece daha yalnız olduğu ilkel dönemlerde kendini güvende hissetmesinin sonucu olarak yarattığı “yaratıcı” fikrinin, bilincin gelişmesiyle daha ayrıntılı ve kurallı hale gelmiş biçimi “din” ve toplumsal yaşamın gelişmesiyle ve insanın dünya üzerindeki hâkimiyet alanının genişlemesiyle “dinler” formuna bürünmesinin tarihi çok eskidir.

İnsanın düşünme eyleminin gelişmesinin ve soyut düşünebilmeye başlamasının emaresi olan “yaratıcı” ve “din” kavramları, tarihsel gelişim yasalarına paralel olarak gelişmiş, değişmiş ve bugünkü haline ulaşmıştır. Yani din tarih sahnesine çıkarken boşluktan doğmamış, kaynağını sözlü ve yazılı tarihin kaydedebildiği kadarından bildiğimiz mitlerden almıştır. Nitekim Heraklit’in nehir örneğiyle filizlenen, Hegel’le gelişen ve Marx’la bilimsel temellerini bulan diyalektiğin kuralları gereği, “Tanrı”, din gibi metafizik kavramlar ortaya çıkışlarındaki masum özleri yitirmiş ve toplumun sınıflara bölünmesiyle birlikte, egemen sınıfların elinde baskı ve sömürünün maskesi haline gelmiştir. Öyle ki toplumlar yüzyıllarca tanrı zannettikleri krallar tarafından yönetilmiştir.

İnsanın ihtiyaçları ölçüsünde üretmeye başlaması ve bilginin sürekli olarak artması düşünme yetisinin hızla gelişmesine yol açmıştır. İnsanın bildiklerini nesilden nesile aktarmasıyla evrensel bir nitelik kazanan bilgi dünyayı anlama çabasının bir başka aracına dönüşmüştür. Böylece bilimin temellerini attığından habersiz olan insan, gelişim için kendi yarattığı mistik düşüncelerin engeline takılmıştır. Dünya üzerinde yayılan ve iktidar gücü anlamına gelen dinin, bilimin gelişmesinin önündeki en büyük engel olmasının nedeni, varlık nedenlerinin ortadan kalkacağı korkusunda yatmaktadır.

Çünkü bilim için mutlak olmayan her bilgi gerçeği anlama çabasının ürünüdür, din için ise bu yalnızca bir felakettir. İşte bu nedenle, bilginin peşine düşen kimseler, krallar ve din adamları tarafından “şeytan” ilan edilmiş, gerçeğin bilgisi her seferinde ona sahip olan kişiyle birlikte toprağa gömülmüştür. Ancak bu bile bilimin gelişmesini engelleyememiştir. O, karanlık çağlardan geçerek yolunu bulmuş ve nihayet deney, düşünce ve gözlemlerle kendi yasalarını yaratmıştır. Özellikle Rönesans döneminden sonra, bilime verilen önem artmıştır. Çünkü bir sonraki çağda iktidarı alacak olan burjuvazinin egemenlik gücünü kilise ve dinden alan feodalizmle savaşı yavaş yavaş başlamış, yeni bir çağ açılmıştır.

Yeni kıtaların keşfi ile zenginleşen Avrupa burjuvazisi Reform ve Rönesans dönemiyle feodalizmi sarsmış ve Avrupa’ya hâkim olan skolâstik düşünceye bir darbe indirmiştir. Böylece dinin ve kilisenin etkisi zayıflarken, bilimsel icatlar adeta pıtrak gibi çoğalmış ve bilim sıçramalı bir gelişim göstermiştir. Bu yüzyılları Fransız ve sanayi devrimleriyle 18. ve 19. yüzyıllar izlemiş, burjuvazinin Avrupa’daki egemenliği pekişmiştir. İktidarı alana kadar devrimci olan fakat iktidara sahip olduktan sonra gericileşen burjuva sınıfı, bilimi de kendi tekeline alarak onu kapitalizmin gelişmesi için bir araç olarak kullanmıştır. Bilim ve teknoloji özellikle savaş endüstrisinin temel itici gücü haline gelmiştir. Gözünü kâr hırsı bürüyen vahşi kapitalizmin elinde üretilen bilgi, emperyalizmin kirli çıkarlarına alet olmuş ve tıpkı din gibi varoluşundaki masumiyeti kaybetmiştir. Böylece Hiroşima’da, Vietnam’da, Ortadoğu’da onu yaratan insanlığın üzerine teknolojik silahlar olup yağmıştır.

Avrupa’da bunlar olurken doğuda feodalizmin egemenliği uzun yıllar daha devam etmiştir. Ancak dinin ve feodalitenin katı toplumsal kurallarına rağmen özellikle matematik, tıp, astronomi gibi alanlarda önemli çalışmalar yapıldığı da bilinmektedir. Bu bilimsel çalışmaların toplumsal anlamda kabul görebilmesinin tek yolu ise, dinsel bir kılıfa bürünmesiyle mümkün olmuştur. Aksi durumlarda, tıpkı Avrupa Orta Çağı’nda olduğu gibi ulemanın sivri oklarının hedefi haline getirilen bilim insanları, ya bilginin “tek sahibi” âlim topluluklarından dışlanmış ya da ölüm cezasına çarptırılmıştır.

13. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar geniş bir coğrafyada hâkimiyet kuran Osmanlı’da evreni, yaşamı ve varlığı sorgulayan üstelik bunu Tanrı’nın varlığını kanıtlama çabasına büründürmeyen her girişim kan ve baskıyla boğulmuştur. Ancak o şatafatlı yükseliş dönemlerinin ardından duraklama ve gerileme dönemlerini yaşayan Osmanlı, Avrupa’da yaşanan bilimsel ve sanatsal gelişmeleri izleme ihtiyacı duymuş, hatta Avrupa’ya öğrenci göndererek kendince bu sürecin bir parçası olmuştur. O dönem devletin kontrolünde yapılan bilimsel çalışmalar, basit bir kopya olmaktan öteye gidememiş, nitekim bu son çabaları bile onu ayakta tutmaya yetmemiş, Osmanlı köhnemiş ideolojisiyle birlikte tarihe gömülmüştür.

Tıpkı Avrupa’daki burjuva devrimlere benzer bir süreç Anadolu topraklarında da yaşanmıştır. Osmanlı’nın miadını doldurmasının ardından, Türkiye devleti kurulmuştur. Bu yeni devlet birçok açıdan Osmanlı’nın varisi olma iddiasını sürdürse de, ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda yapılan değişiklerle, katıksız bir burjuva cumhuriyetine dönüşmüştür. Dolayısıyla bilim, feodalizmin zincirlerinden kurtulmuş fakat bu kez kapitalizmin prangalarına vurulmuştur. Üretilen her bilgi kapitalizmin hizmetine sunulmuştur. Sistemi eleştiren tüm kuramlar ise daha üretime dönüşemeden engellenmiştir. 1963 yılına gelindiğinde ise bizzat devlet eliyle, hükümete danışmanlık yapması ve milli bilim politikasını belirlemesi amacıyla Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, kısa adıyla TÜBİTAK kurulmuştur.

TÜBİTAK, kurulduğu günden bu yana kayda değer bir bilimsel çalışma yapmak şöyle dursun, özgür bilimin gelişmesinin önündeki bir engel olmuştur. Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı’na bağlı olan TÜBİTAK, Türkiye’de bilimin gelişimine ya da gelişememesine yön veren bir kurum olduğu için AKP’nin de 12 yıllık iktidarının dolaysız müdahalelerinin muhatabı olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Özellikle son zamanlarda yaşanan örnekler TÜBİTAK’ın bilimsel niteliğini ortaya koyduğu kadar, onun ürettiği ya da denetlediği bilimin kime hizmet ettiğini de açıklıkla göstermiştir. Önemli bir alt kurumunun başına Hayvanat Bahçesi müdürünün atandığı TÜBİTAK, siyasal iktidarların at koşturduğu, kelimenin gerçek anlamıyla “bilimle” alakası olmayan bir yapıdır.  

Tüm bunlara rağmen içinde bulunduğumuz 21. yüzyıl, bilişim çağı olarak adlandırılmaktadır. Her ne kadar kapitalizmin tekelinde de olsa bilim adına önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Din ise eski ihtişamlı dönemlerini geride bırakmış olsa da, önemli bir unsur olarak varlığını sürdürmektedir. Ve bu tarihsel iki düşman günümüzde aynı sınıfsal çıkarlara hizmet etmelerine rağmen çatışmaya devam etmektedir. Din ve bilim arasında sınıflardan bağımsız düşünülemeyecek bir savaşım sürmektedir. Ancak bu savaşın galibi nettir. Çünkü zaman zaman geri manevralar yapsa da tarihin tekerleği ileriye doğru dönmektedir.

Aya gidildi, “belki daha da ötelere gidilecek, teleskopların bile görmediği yerlere… Ama bizim dünyamızda ne zaman kimse aç kalmayacak, umudunu çalmayacak kimse kimsenin, korkmayacak kimse kimseden” işte o zaman bilim kazanacak. Yani gerçek, özgür, insanlığın ve doğanın yararına bir bilim. İşte o zaman “bir yanımız uzay çağını” yaşarken, öbür yanımız cahil kalmayacak. İşte o zaman herkes için “olasılık, atom fiziği ve bizi biz eden amansız sevda…” eşit ve yaşanabilir bir dünyanın kapılarını aralayacak.

Kızıl Bayrak




Bu ileti en son proleter tarafından 23.10.2014- 19:09 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Bayram gelmiş neyimize… dayanışma 2 3731 16.07.2015- 12:54
Konu Klasör ODTÜ'ye bayram baskını !!! şibusa 2 3749 20.10.2013- 08:54
Konu Klasör Yarın bayram tatiline çıkıyorum. umut 2 4 09.10.2014- 10:30
Konu Klasör Bayram sonuna kadar foruma giremeyeceğim. melnur 3 6 24.07.2014- 22:53
Konu Klasör Sosyalizm mi Demokratik Özerklik mi? – Fırat Bayram solcu 4 5217 06.10.2014- 03:17
Etiketler   Bilim,   Kuran’ı,   doğruluyor,   Fırat,   Bayram
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS