SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Orta sınıf tartışmaları nasıl aşılır?-Erkin Özalp           (gösterim sayısı: 4.609)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 11.11.2014- 19:02


Orta sınıf tartışmaları nasıl aşılır?-Erkin Özalp  


Gezi Direnişiyle birlikte solun gündemine giren tartışma konularından biri de, AKP’ye karşı sokağa çıkan kitlelerin sınıfsal kimliği. Bir tarafta, direnişin bir orta sınıf hareketi olduğu iddiası var. Diğer tarafta, direnişe katılanların büyük çoğunluğunu (bürolarda, plazalarda vb. çalışsalar bile) ücretli emekçilerin, yani işçilerin oluşturduğu iddiası...

İşçi sınıfının Marksist tanımından yola çıkarsak, mesele basit görünebilir.

İster kol emeğini satıyor olsun isterse kafa emeğini, ister madende çalışıyor olsun isterse plazada, ister asgari ücret alıyor olsun isterse birkaç bin lira, kendisinin ve ailesinin geçimini sağlayabilmek için emek gücünü satmak zorunda olan herkes, bunu başarsa da başaramasa da (yani belirli bir anda işsiz bile olsa) işçidir. Dolayısıyla, hem Türkiye toplumunun hem de Gezi Direnişine katılanların çoğunluğunu işçilerin ve ailelerinin oluşturduğu kolaylıkla savunulabilir.

Mesele bu sadelikle ele alındığında, şunu kavramak da kolaylaşır: Genişleyen ve sınıf mücadelelerinde daha büyük bir önem kazanan bir orta sınıfla değil, işçi sınıfının yapısındaki ve bileşimindeki değişikliklerle karşı karşıyayız. Teknolojik gelişmeler sonucunda, işçi sınıfının eğitimli ve kafa emeğini satan kesimleri doğal olarak büyüyor. Dahası, bu durum, 21. yüzyılın sosyalist devrimleri açısından önemli olanaklar barındırıyor. Bir köylü toplumundan dünyanın ikinci büyük süper gücünü çıkarabilen sosyalizm, ezici çoğunluğu işçilerin oluşturduğu ve işçiler arasında da eğitimli kesimlerin önemli bir ağırlık sahibi olduğu kapitalist toplumlardan, emperyalist-kapitalist sistemden tümüyle kurtulmanın olanaklarını çıkarma şansına sahip.

Sosyalistlerin bu yalın bakış açısından kesinlikle vazgeçmemesi gerektiği kanısındayım. Yoksa, “Marx’ın dönemindeki işçi sınıfı kalmadı; aslında geleneksel anlamıyla işçi sınıfı da kalmadı; dünyamız emek-sermaye çelişkisiyle açıklanamayacak kadar karmaşıklaştı” deme noktasına kolaylıkla varılabilir. Oysa sınıfın yapısındaki ve bileşimindeki değişimler tam da emek-sermaye çelişkisinin ürünleri. Örneğin, toplumsal işbölümünün çıkar farklılaşmalarına yol açarak işçi sınıfını bölmesi, evrensel bir zorunluluktan değil, burjuvazinin tercihlerinden, daha doğrusu kapitalist üretim ilişkilerinden kaynaklanıyor. Yine örneğin, 1000-1500 lira ücret alan bir mühendisin bile kol emekçilerinin karşısına patronun temsilcisi olarak çıkması da, evrensel bir zorunluluğun değil, böyle yapmaması durumunda işini kaybedecek olmasının ürünü.

Dolayısıyla, sosyalistler, işçi sınıfının ortak çıkarlarını öne çıkarmaya çalışmak zorunda.

Ama “mühendis kardeşler, bakın aslında sizin çıkarlarınızla işçi sınıfının diğer kesimlerinin çıkarları aynı” türü şeyler söylemek ya da Gezi Direnişinin aslında/özünde bir işçi sınıfı hareketi olduğunu, emek-sermaye çelişkisinden kaynaklanan ikincil ve üçüncül çelişkiler nedeniyle böylesi bir direnişin patlak verdiğini anlatmak, söylenenler “son çözümlemede” doğru olsa bile, pratikte çok fazla işe yaramayacaktır.

Çünkü işçiler ancak sermaye düzenine karşı mücadele etmeleri ölçüsünde, gerçek bir sınıf durumuna gelebilir. Sermaye düzenine karşı mücadele yoksa, işçi sınıfı değil, yaşayabilmek için birbirleriyle rekabet etmek zorunda olan işçiler vardır. Onlar da, sorulduğunda, kendilerini her şeyden önce “işçi” olarak değil, başka kimlikleriyle tanımlayacaktır...

Bu açıdan bakıldığında, Gezi Direnişinin bir orta sınıf hareketi olduğu iddiası tümüyle yanlış olmaktan çıkar. Direniş sırasında açığa çıkan paylaşımcılık ve dayanışmacılık elbette önemsenmeli. Ama özgürlükçülüğün fazlasıyla belirleyici olduğu direnişe eşitlikçiliğin de aynı ölçüde damga vurduğunu söylemek olanaksız.

AKP’ye karşı sadece ve sadece özgürlükçülük (ve/veya cumhuriyetçilik, laiklik, yurtseverlik vb.) temelinde yürütülecek olan bir mücadele, orta sınıf tepkiselliğinin ötesine geçilmesini sağlayamaz.

Benzer şekilde, bugünkü iktidara karşı yürütülen mücadele, tek başına onun devrilmesi için yürütülen bir mücadele olarak kaldığı sürece, orta sınıf tartışmaları gündemden düşmeyecektir.

Ve eğer gündemimizdeki tek soru, “AKP iktidarını acilen devirmek için hangi toplumsal ve siyasal güçlerle birlikte hareket etmek zorundayız” şeklinde olursa, ortaya çıkacak olan ittifak, işçi sınıfı hareketinin bugünkü zayıflığı nedeniyle, sermaye egemenliğinin sürekliliğini farklı bir yolla sağlama hedefinin ötesine geçemeyecektir. Dahası, böylesi bir ittifak sayesinde kurulabilecek olan bir iktidar, içerideki ve dışarıdaki meşruiyet sorunlarını aşabilmek için emperyalist ülkelerin ve Türkiye burjuvazisinin desteğini almaya çalışacak ve kaçınılmaz olarak işçi düşmanlığı yapacaktır. Örneğin İşçi Partisi’nin “milli birlik” projelerinin herhangi bir başarı şansı olsa, buradan çıkacak en ileri sonuç, kendisini küçük burjuva devrimi zanneden bir burjuva darbesi olurdu.

Bugün (ve herhangi bir vadede) ideolojik açıdan saf bir işçi sınıfı hareketinin ortaya çıkmasını beklemek, daha da büyük bir saçmalık olur elbette. Günün toplumsal muhalefet dinamiklerine sırtını dönen, bunlarla bağ kurma çabasını göstermeyen bir solun işçi sınıfına pek bir hayrı dokunamaz. Ama sosyalist sol, işçi sınıfının ülkenin geleceğinde söz sahibi olabilmesi için, eşitlikçiliği de öne çıkarmak ve temsil etmek zorunda.

Bunun yolu, eşitlikçi siyasal taleplerin ve eşitlikçiliği temel aldığını somut olarak gösteren bir siyaset tarzının güç kazanması için mücadele etmekten geçer.

Bir başka deyişle, orta sınıf tartışmaları, ancak siyasal müdahalelerle aşılabilir.

Ayrıntılarını bir başka yazıda tartışmak üzere...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.11.2014- 14:54


Yahu bu orta sınıf kaç kişi? – E. Ahmet Tonak

İnsanın “bir bilen varsa öne çıksın” diyeceği geliyor. Rivayet muhtelif. Kime sorduğunuza bağlı olarak orta sınıf mensuplarının sayısı oldukça büyük olabileceği gibi, küçük de olabilir. Yılmasak, sormaya devam etsek neredeyse sıfırlanacak ya da ABD misali Türkiye külliyen orta sınıf kesilecek!

Resim Ekleme

Abarttığımız düşünülebilir. Ama, maalesef durum bu. Malum, Haziran 2013’te yaşadığımız halk isyanı vesilesiyle, ayaklananların sınıfsal kimlikleri üzerine bir tartışma başlamıştı. İsyanın orta sınıf, hatta yeni orta sınıf hareketi olduğu hem dillendirildi hem de birçok kişi ve çevre tarafından benimsendi. Niyetimiz, o tartışmayı tekrar alevlendirmek değil.* Orta sınıf teriminin açıklayıcılığı, analitik ve işlemsel kapasitesini sorgulamak niyetinde de değiliz. Sadece dört farklı ölçüte göre Türkiye’de orta sınıfın büyüklüğünün nasıl farklılaştığını aktarmak istiyoruz.

•İlk ölçüt Dünya Bankası’ndan B. Milanoviç ile Hebrew Üniversitesi’nden S. Yitzakhi’nin geliştirdikleri Milanoviç-Yitzakhi kıstası. Bu ölçüte göre (satın alma gücü paritesi ile hesaplanmış) günlük kişi başı gelir seviyesi 2000 yılı için 10 dolar ile 50 dolar arasında olanlar orta sınıfın asli mensupları sayılmakta (bit.ly/1uHfqdY).

•İkincisi, gelir değil kişi başı harcama temelinde OECD’nin geliştirdiği bir ölçüt. Bu ölçüte göre de orta sınıf mensubu sayılmamız için kişi başına günlük harcamamızın 10 dolar ile 100 dolar arasında olması gerekiyor. Geliri düşük olanlar, genellikle mecburen gelirlerinin tamamını, geliri yüksek olanlar ise genellikle gelirlerinin tamamından azını harcayacakları için OECD’ye göre belirlenecek orta sınıf Milanoviç-Yitzakhi ölçütüne göre belirlenenden bir hayli büyük olacaktır. Bu ölçütü benimseyerek Türkiye’de orta sınıfın büyüklüğünü belirlemeye çalışan kuruluşlardan biri de IPSOS-KMG adlı pazarlama araştırma şirketi   (bit.ly/1yeH0gp).

•Dadush ve S. Ali yukarıdaki ölçütleri “beğenmeyerek”, orta sınıfı “gerçekten” ölçebildikleri iddiası ile yeni bir ölçüt geliştirdiler. ABD’deki Carnegie Vakfı’nca yayınlanan çalışmalarında önerdikleri yeni endeks otomobil sahipliği. Otomobilin varsa orta sınıftansın, yoksa değilsin! İlk ölçüte göre orta sınıf büyüyecek mi, küçülecek mi dersiniz? Önceden kestirmek zor, ülkeden ülkeye değişiyor haliyle.   Örneğin, 2010 yılı için Türkiye’de orta sınıfın büyüklüğü otomobil sahipliği temelinde hesaplandığında, neredeyse 2 misli büyüdüğü halde (17 milyondan 32,3 milyona), Çin’de küçülmektedir! Endonezya’da ise orta sınıf 4.5 misli büyümekte bu ölçüte göre (bit.ly/1tIUKiJ).

•Aşağıdaki şekilde OECD ve otomobil sahipliğine dayalı Türkiye’de (2011-12) orta sınıf büyüklüklerini verdik: her iki ölçüte göre de 70 milyonluk Türkiye’nin en az yarısı orta sınıf mensubu –43,5 veya 34,8 milyon kişi! Seçil A. Kaya Bahçe ve Serdal Bahçe’nin TÜİK’in Hane Halkı Bütçe Anketleri’ne ve Hane Halkı İşgücü Anketleri’ne dayanarak yaptıkları bir çalışmanın (bit.do/nFKK) bulgularına dayanarak (nitelikli emekçi, özel yönetim emeği ve kentli profesyonel kategorilerinde çalışanları ekleyerek) benim hesapladığım orta sınıf ise küçücük: 2,3 milyon.

Kısacası, bu orta sınıf hem ele avuca sığmıyor hem de karpuz misali büyüğü de var küçüğü de– seç seç, al…

Resim Ekleme

* Bu yazıyı bitirdiğimde, elime Erdem Yörük ve Murat Yüksel’in isyanın sınıf kompozisyonu ve dinamikleri konusunda New Left Review’nun son sayısında yayınladıkları makale geçti (bit.ly/1wCwKQM) İstanbul ve İzmir’deki kapitalistlerin (!), “executive”lerin, profesyonellerin yaklaşık %35-45 oranında isyana katıldığı iddiası bana biraz abartılı gelse de, oldukça kapsamlı ve serinkanlı bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Makale isyanın orta sınıf hareketi olduğu tezini çürütüyor, katılımcıların %74’ünün proleter olduğunu savunuyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.11.2014- 14:55


Orta sınıf tartışmaları üzerine: Buradakiler, oradakiler… – Ahmet Tonak (Birgün)

Vahap Coşkun Radikal İki’deki bir yazısında demiş ki: “…piyasa ekonomisi lanetlenir, merkezi ekonomi savunulur, kapitalizm ve emperyalizme karşı enternasyonalist bir mücadele ve dayanışma pratiğinin ortaya konulacağı belirtilir. Kâğıt üzerinde çok fiyakalı duran bu sözler, bazen Kürt siyasetinin yönetim katında bulunanları da etkisi altına alıyor ve siyaset üretirken onların gerçeklikten kopmalarına neden olabiliyor ama Kürdüyle Türküyle orta sınıflaşmaya çalışan Türkiye toplumu bu sözlere prim vermiyor…” (tinyurl.com/kjwkavk)

Bir süre için ABD’deyim, hariçten gazel okumayayım. Coşkun’un fikirlerinin, özellikle “orta sınıflaşmaya çalışan”lar gözleminin değerlendirilmesini memlekettekilere bırakalım. Orta sınıf terimi Özal’ın orta direği ile yerli siyasetin gündemine girmişti. Ara sıra kullanılsa da terimin yoğun bir biçimde tekrar zuhur edişi Haziran isyanı ile yaşandı. Yazılana çizilene bakılırsa bayağı revaçta. Oldukça tuttu, yakamızı bırakacağa pek benzemiyor.

***

Bilindiği üzere orta sınıf teriminin modern yorumunun ve aşırı kullanımının menşei ABD. Eh, biz de ABD’deyiz. O zaman, buradaki duruma ilişkin iki laf edelim.

Orta sınıf neyin ortasındadır? Orta nedir? Ortanın büyüklüğü var mıdır? Bu büyüklüğe ne olmuştur? ABD’nde tipik orta sınıf mensubu kimdir?
Son sorudan başlayalım. Gelir dağılımı ve toplumsal katmanlaşma üzerine yıllardır ampirik çalışmalar yapan Amerikalı iktisatçı Stephen Rose’a 1999’da bu soruyu sorduklarında verdiği cevap şuydu: “Yıllık geliri 20,000 dolar olan, şehirde yaşayan tek çocuklu bir çift düşünün, koca temizlik işçisi, karısı yarı zamanlı işçi, bu aile kendisini orta sınıf mensubu görür…. Şehrin banliyölerinden birinde yaşayan üç otomobilli, iki çocuklu –biri üniversitede, diğeri lisede okuyan– bir başka çiftin –koca diş doktoru, karısı sosyal hizmet çalışanı– yıllık geliri ise 120,000 dolar olsun. O çift de kendini orta sınıf mensubu sayacaktır.”

Demek ki, ABD’nde neredeyse herkes orta sınıf mensubudur. Sübjektif konumlanma budur. Kişiler kendilerini bu kutuya biraz da öbür kutuda, yani işçi sınıfı kutusunda olmamak için, kendilerini oraya yakıştıramadıkları için yerleştirirler. Ölçüt de gelir seviyesidir. Ama üst ve alt sınırları yıldan yıla değişen, oldukça geniş bir gelir aralığıdır bu. Rose’a göre 1983’de bu aralık 15,000 – 50,000 dolar iken 1990’lı yılların sonunda 25,000 – 75,000 dolar olmuş.

Ortadan kasıt ise gelir dağılımında orta konumda olan %60’lık nüfustur. Yani, toplumun %20’si bu kesimden fakir (ki, ABD’nde popüler basın sadece bu kesime, o da ara sıra işçi der), %20’si ise daha zengindir. Bu şekilde tanımlandığında orta sınıf ne büyür ne de azalır! Nüfusun ortasındaki %60’lık kesim dünya yıkılsa hep orta sınıftır. Değişen bu kesimi tarif eden gelir aralığının sınırlarıdır.

Yukarıdaki sayılardan 1983 ile 1990’lar sonu arasında alt ve üst sınırın arttığını, dolayısıyla orta gelir grubundaki kesimin gelirinin de yükseldiğini söylemek mümkün. Şüphesiz, bizatihi bu durum, sözkonusu kesimin büyüyen bir ekonominin yarattığı toplam gelirden aldığı payın da arttığı anlamına gelmez.

Nitekim, son dönemde orta gelir grubunun ahvaline baktığımızda durum her iki açıdan da iç açıcı değildir. Bir kere, 2000’de 22,689 – 103,525 dolar olan aralığın kendisi 2011’de 20,000 – 100,065 dolar aralığına küçülmüştür. Ayrıca, sadece aralık küçülmekle kalmamış bu %60’lık nüfusun toplam gelirden aldığı pay da %46.7’den %46.5’a düşmüştür; hem de en zengin %20’lik grubun gelir payı %49.8’den %50.2’ye artarken!

Bizimkiler, “Kürdüyle Türküyle orta sınıflaşmaya” çalışadursun, ABD’dekiler ise erimeme telaşında. Olsun, şanımızdandır, herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.11.2014- 14:57


Bütün ülkelerin orta sınıfları, birleşin! – Ahmet Tonak (BirGün)


Çağlar Keyder daha önce London Review of Books‘un (LRB) blog’unda kısa bir not şeklinde yayınladığı “Gezi olayları” analizinin (tinyurl.com/o4cqffw) daha uzun bir versiyonunu bu kez Bilim Akademisi‘nin “Siyaset ve Toplum Bilim Perspektifinden Gezi Parkı Olayları Çalışma Grubu”nun faaliyet raporlarından biri olarak tekrar kaleme almış (tinyurl.com/of7cnvo).

Keyder, (LRB)’deki notunda “Gezi olayları”nın esas aktörü olarak son yıllarda genişleyen “orta sınıf”ı ve bu sınıfın potansiyel üyelerini –“..200’den fazla üniversite(deki) …dört milyonu geçen üniversite öğrencisi.. (ile) 2008’den bu yana 2.5 milyon yeni mezun..”– görüyordu. Gerek “orta sınıf” teriminin kendisini, gerekse yaşadıklarımıza uygulanışını sorunlu bulduğumu Birgün(7 Temmuz 2013; tinyurl.com/m2e6kx8) ve Toplumsal Tarih’teki (tinyurl.com/m2e6kx8) yazılarımda belirtmiştim.

Yeni yazısında Keyder, aynı noktaları tekrarlamakla birlikte bu kez benimsediği kavramsal çerçevenin adını koyuyor ve tarihi örnekler aracılığı ile yaklaşımını temellendirmeyi deniyor.

Yaşadıklarımızın değişik perspektiflerden çözümlenmesi doğal. Yeter ki, sözkonusu perspektifin ne olduğu ve iddiaları açıkça dile getirilmiş olsun. Bu açıdan Keyder’in yeni yazısı çok yararlı. Keyder, “kullanılabilecek kavramsal çerçeveler içinde özellikle bir tanesi”nin, “modernleşme kuramı ile Marx’ın tarihsel yaklaşımının bir bileşimi olarak sıklıkla karşımıza çıkan.. tarihsel-sosyolojik çerçeve“nin daha uygun olduğunu ve onu tercih ettiğini belirtiyor.

Sözkonusu tarihsel-sosyolojik çerçeveye göre “son yüzyıl içinde dünya sahnesine çıkan yeni bir sınıf var ve bu sınıfın talepleri bildiğimiz ekonomik ve siyasal gündemin içinde cevap bulamıyor. Dolayısıyla da bu gündemi değiştirmek ve bu şekilde kendi dışındaki kesimlerin taleplerini de dile getirmek potansiyeli var. ..(Bu da) ‘yeni’ orta sınıf olarak nitelendirilen, nüfus içinde oranı sürekli büyüyen bir grup.”

Bu tanıma göre, 20. yüzyılın başlarında dünya sahnesine çıktığı söylenen bir “orta sınıf” ile karşı karşıya olmamız gerekiyor. Oysa verilen örnek çok daha eskilerden! “Yeni sınıfın yeni tür taleplerle sahneye çıktığı ilk büyük örnek olarak 1848’de çeşitli ülkelerdeki devrim çabaları olarak düşünülebilir.”

Demek ki, Marx ve Engels’in “Avrupa’da bir heyula kol geziyor –komünizm heyulası” tesbiti hatalı imiş! “Yeni orta sınıf heyulası” demeliymişler!

Resim Ekleme
Keyder, yine 1848 devrimlerine ilişkin ilginç bir gözlem daha yapıyor:“..devrim dalgası köken olarak çoğunlukla küçük burjuvaziden gelen ‘gençler’i toplumlarının nasıl dönüşeceği tartışmasında baş rol oynayacak aktör olarak sahneye çıkardı.” Bu sefer, aslında “yeni orta sınıf” denen kesimin “küçük burjuvazi” olduğunu öğreniyoruz.

Oysa, bu alıntıdan hemen önceki paragrafta “yeni orta sınıf”ın (a)yırt edici özelliği modern toplumda oluşan işbölümünde eğitim, beceri, bilgi gerektiren işleri yapmaları.. (ve) (k)endileri(nin) işveren..” olmamaları şeklinde belirtilmiş. İster istemez en azından iki soru geliyor aklımıza:

1) “Yeni orta sınıf” ile küçük burjuvazi aynı şey mi?

2) Yukarıdaki alıntılardan aynı şey olduğu sonucunu çıkarabileceğimize göre, acaba küçük burjuva yanında işçi çalıştırmayan, tanımı icabı hep solo çalışan birisi midir?

Keyder’in gözlem ve tahlillerinden çıkardığı sonuç, yani “yeni orta sınıf”ın başını çektiği “Gezi olaylarının” aslında “daha önce farklı toplumlarda gözlenen toplumsal hareketlerden (1848 ve 1868 kastediliyor) çok farklı..” olmadığı iddiası bence çok spekülatif. Şahsen halk isyanı demeyi tercih ettiğim ve son derece orijinal bulduğum hareketin nihai amacının “devletle yurttaş arasında yeni bir sözleşmeye var(manın)” fersah fersah ötesinde olduğunu düşünüyorum.

Bu sefer, şişeden çıkan cin, sözleşme ile şişeye dönecek türden değil.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.11.2014- 14:58


Rekabet ve orta sınıf, yeniden… – Ahmet Tonak (BirGün)

Rekabet öteden beri sık sık değindiğim bir konudur. Marx’ın rekabet’i ele alışı her yanıyla ortodoks iktisatla neredeyse taban tabana zıttır. Bu bile konuyla ilgilenmek için yeterli neden. Ama bir de, kapitalizmin krizlerinde rekabet’in oynadığı merkezi rol var ki konuyu ayrıca önemli kılıyor. Haziran isyanı bağlamında dilimize giren “faiz lobisi” ve son günlerde bankaların kredi kartları kazıkları vesilesiyle rekabet’ten sık sık söz edilir oldu. Tekrar değinmekte yarar var.

Rekabet ayrıca, Marksist konumdan ele alındığında bize yine Haziran isyanı vesilesiyle gündemimize giren “orta sınıf” terimini açma imkanı da veriyor. Önce kredi kartları kazıkları meselesinin geri planına ilişkin bir iki gözlem yapalım, ardından da rekabet meselesine girelim.

Bildiğimiz gibi Tayyip Erdoğan, Gezi Parkı’nda başlayan direniş yaygınlaşır yaygınlaşmaz komplo teorilerinden medet ummaya başladı. Ve “faiz lobisi”ne yılana sarılır gibi sarıldı. O günden bu yana, ikide bir, “faiz lobisi”nin hayal mahsulü olmadığı hatırlatılıyor.   Malum tartışmaya geri dönmek gereksiz, önceki yazılarda ele almıştım; finans kuruluşlarının faiz kazançlarını artırmak için Haziran isyanını planlamış olmaları, desteklemeleri absürd-ötesi bir fantazi (tinyurl.com/jwt6f47).   Yine daha önce belirtmiştim; bizatihi bu faiz-isyan nedenselliğinin olmayışı bankaların “lobicilik” faaliyetinde bulunmadıkları anlamına gelmemeli.

Yine bildiğimiz gibi, Rekabet Kurulu, 2011’de 12 banka hakkında, mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetlerinde rekabeti sınırlayıcı faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle soruşturma başlatmak için “soruşturmaya gerçekten gerek var mı” sorusuna uzun süre cevap aramıştı!   Nihayet, 2013 başlarında “gerek olduğuna” karar vererek, bankaların sözlü savunmasını almaya da başladı.   Son günlerde gazetelerin başköşesine oturan, banka yöneticilerinin kapalı kapılar ardında kredi kartı gelirlerini artırmaya, mevduat sahiplerine düşük faiz ödemeye dönük haberler bu soruşturmanın metinlerinden üretiliyor.   Çoğunluğun “rekabeti sınırlayan” işler olarak gördüğü bu kirli çamaşırlar bence kapitalist rekabetin doğal icrasından başka bir şey değil.

Rekabetin vahşiliği, tekil sermaye birimlerini bazen kapalı kapılar ardında, yukarıdaki soruşturma haberlerinde belirtildiği gibi, kartel misali anlaşmalara, bazen de OPEC’de olduğu gibi apaçık karteller kurmaya zorlar. Gözlemim o ki, Marksistler arasında bile kapitalizm ve özellikle rekabet hakkında naif görüşler oldukça yaygın.

Oysa, Marx’ın en net olduğu ve kendisini ana akım iktisatçılardan ayırdığı konuların başında rekabet gelir.   1840’ların sonunda dersler olarak hazırladığı, bir kısmıNeue Rheinische Zeitung’da tefrika edilmiş, hiç bir zaman tamamlanmamış ve kendisinin haberi olmadan topluca ilk kez 1881’de broşür olarak Brüksel’de basılmış olan Ücretli Emek ve Sermaye’den okuyalım:

“Üretken sermaye ne denli büyürse, işbölümü ve makine kullanımı da o denli genişler. İşbölümü ve makine kullanımı ne denli genişlerse, işçiler arasındaki rekabet de o denli genişler ve ücretleri de o denli kısılır.

Buna ek olarak, toplumun üst tabakalarından da işçi sınıfına katılmalar olur. Kollarını işçilerin kolları yanında kaldırmaktan başka çareleri olmayan bir küçük sanayiciler ve küçük rantiyeciler kitlesi, işçi sınıfı saflarına fırlatılıp atılırlar. Böylece, iş istemek üzere havaya kalkan kolların meydana getirdiği orman gitgide sıklaşırken, kolların kendileri gittikçe cılızlaşır…” (tinyurl.com/kxnuufq)

Yukarıdaki alıntı –ki daha Marx’ın ekonomi politiği eleştirisinin tamamlanmadığı döneminde yazılmıştır—rekabet hakkında çok ilginç ipuçları veriyor:

–sermayeler-arası rekabet, işbölümünü ve makinalaşmayı hızlandırır;

–bizzat bu süreç, işçiler-arası rekabeti ve ücret azalmasını doğurur;

–ayrıca, rekabet “toplumun üst tabakalarından” da (“orta sınıf”tan?) işçi sınıfına katılımı tetikler –ki, bu süreç de işçi sınıfının kitleselleşmesine, ama tek tek kaldığı sürece güçsüzleşmesine sebep olur.

Bütün bunları yaşamadığımızı iddia eden bir babayiğit var mı?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.11.2014- 14:59


Sınıf ilişkisinin kaynağı -Ahmet Tonak (BirGün)

“Köle alım satımı da biçimi açısından meta alım satımıdır. Ama para, kölelik var olmadan bu işlevi yerine getiremez. Kölelik varsa, o zaman para köle alımına yatırılabilir. Buna karşın, alıcının elindeki para, köleliği mümkün kılmaya hiçbir şekilde yetmez.”

Dile getirildiğinde, “ne var bunda, biz zaten bunu biliyoruz” dedirtecek türden bir paragraf. Yazarı da, tahmin edeceğiniz üzere Karl Marx! Ama, duyanların çoğunun tahmin edemeyeceği üzere Kapital’in I. cildinden değil, II. cildinden, o pek okunmayan kitabın “Para-Sermaye Devresi” başlıklı ilk bölümünden (s. 42) . Evet, Kapital’in II. cildi, Almanca aslından Mehmet Selik’in çevirisine dayalı kolektif (N. Satlıgan, E. Özalp ve O. Türel) bir çalışmayla Yordam Kitap tarafından ilk kez Türkçeye kazandırıldı. Kitapçılardan, Tüyap Kitap Fuarı’nda Yordam’ın tezgahından sağlanabilir.

Kapital’in I. cildine aşina olanlar bilir, o ciltte de zaman zaman “ne var bunda, biz zaten bunu biliyoruz” dedirtecek türden, yukarda II. ciltten verdiğim örnek misali pasajlara rastlamak mümkündür. Ama, dikkatli okuyucu bunun Marx’a özgü adeta biçimsel bir taktik olduğunun da farkındadır. Mesela, yukardaki kısa paragraf Marx’ın (P – M…Ü….M’- P’) şeklinde ifade ettiği para-sermaye devresi formülünün ilk aşamasına (P – M) ilişkin, okuyucunun mutlaka kavramasını istediği bir hususu berraklaştırmak amacıyla yazılmıştır. Hem de, o husus olanca berraklığı ile aktarıldıktan sonra! Marx’ın bu metni en olgun çağında, ölmeden 5 yıl önce yazmış olduğunu da ekleyelim bu arada. Soralım o zaman: Kavramamız gereken o husus nedir acaba?

En temel hususlardan biri olduğuna şüphe yok. “…Kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki sınıf ilişkisi(nin)..” nereden kaynaklandığı, neyin ürünü olduğu hususu (s. 41). Soruyu sorar ve hemen ardından, Marx, her okumuş yazmışın vereceği cevabın kimi yanılgılar içerebileceğini hatırlatır: “Para-sermaye …. hakkındaki görüşler, genellikle, yan yana duran ya da birbirlerine karışan iki yanılgı içerir. Birincisi: Sermaye değerinin para-sermaye olarak yerine getirdiği ve tam da para biçiminde bulunduğu için yerine getirebildiği işlevler, yanlış bir şekilde, bu değerin sermaye olma niteliğinden türetilir; oysa bu işlevler, yalnızca, sermaye değerinin para durumundan, para olarak görünüş biçiminden kaynaklanır. İkincisi, ilkinin tersidir: Para işlevinin onu aynı zamanda bir sermaye işlevi kılan özgül içeriği, paranın doğasından türetilir (dolayısıyla, para, sermayeyle karıştırılır); oysa bu işlev, buradaki P – E işleminde olduğu gibi, salt meta dolaşımında ve buna karşılık gelen para dolaşımında hiçbir şekilde verili olmayan toplumsal koşulların varlığını şart koşar.” (altını ben çizdim; s. 41)

Marx, yukardaki alıntıda “sermaye işlevi” şeklinde ifade ettiği “..kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki sınıf ilişkisi(nin)..” dolaşımda verili olmayan toplumsal koşulların ürünü olduğunu söylemektedir. O toplumsal koşulların ne olduğunu da açıkça belirtmiştir tabii: “…emek gücünün gerçekleştirilmesinin koşullarının (geçim araçları ve üretim araçları), başkasının malları olarak, emek gücü sahibinden ayrı olmaları..” (s.41). Demek ki, tıpkı cebinde köle satın alacak kadar para ile dolaşanlar yüzünden kölelik vuku bulmadığı gibi emek gücü satın alabilecek para babaları yüzünden de kapitalizm (yani kapitalist ile ücretli emekçi arasındaki sınıf ilişkisi) vuku bulmazmış. Sözkonusu ilişki, geçim araçlarını ve üretim araçlarını emekçilerden koparıp, onları başkasının malları haline getiren toplumsal süreçlerin sonucu imiş.

Toprağı bol olsun, benim İTÜ yıllarımın öğrenci lideri Harun Karadeniz’in Kapitalsiz Kapitalistler diye bir kitabı vardır. Harun, orada (P -M)’nin diğer ayağına, (P – Üa)’ya, para ile üretim araçları satın alınmasına yoğunlaşarak, kapitalistlerin para-sermayesiz, dolayısıyla Üa’sız oluşlarını Türkiye gerçekliğinde inceliyordu. Yukarda ise, Marx’ın (P -M)’nin öbür ayağına, (P – E)’ye yoğunlaştığında ufkumuzu nasıl genişlettiğine sadece küçük bir örnek verdik. Kapital II’nin nasıl elzem, nasıl harika bir metin olduğunu sezdirtebildiysek ne ala..



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.11.2014- 15:00


Geleceğimiz orta sınıfların elinde(ymiş)… -Ahmet Tonak (Birgün)

Ben neo-liberalizm yakıştırmasını sevmem.   Ama benim sevmeyişim ve elimden geldiğince az kullanmaya çalışmam teorik bir tercihtir.   Bir bakıma, kapitalizmi dönemleştirme fetişine kapılarak, özünün gürültüye getirilmesine kavramsal bir karşı koyuş.   Bazen Don Kişotça olsa da, bir tür akıntıya karşı duruş.

Türkiyeli kapitalistlerin fikriyatını temsil iddiasındaki TÜSİAD’ın Görüş dergisini fırsat buldukça karıştırırım.   Bu dergide yazmakta beis görmeyenler, hangi kıymetli görüşlerinin kapitalistlerce bilinmesini istiyorlarmış diye merak ederim.

İşte bu minval üzere göz attığım Görüş’ün son sayısının Burjuvazi üzerine olduğunu farkettiğimde bir hoş oldum.   Birileri, bizim yerli kapitalistlere “ne olduklarını, ne olmadıklarını” anlatmaya soyunmuş dedim.   Bütünü itibariyle komik buldum bu durumu.

Yazılardan birinin (yani, yazarı Fuat Keyman’ın) utangaçlığı (hassasiyetleri gözetme çabası da denilebilir) başlığından başlıyordu: Türkiye’nin Geleceğini Yeni Orta Sınıf Belirleyecek.   Konu Burjuvazi iken, bu iddalı çıkışın temeli neymiş bakalım dedim.   Ve hemen farkettim ki, orta sınıf, kapitalist sınıf’ın, burjuvazi’nin kod adı imiş.   Hassasiyetin son haddini de keşfetmiş oldum!

Giriş cümlesi bir harika: “Türkiye’nin 1980’den başlayarak 1990’larda yaygınlaşan ve özellikle son 10 yılda derinleşen ‘dönüşüm süreci’nin çok önemli bir boyutunu, ‘yeni orta sınıflar’ olarak adlandırılan toplumsal katman/kesim/kimlik oluşturuyor.”   Neresinden tutsan elinde kalıyor.   Siz tırnak işaretlerine aldanmayın, yazının tamamı okunduğunda, hem dönüşüm süreci hem de yeni orta sınıf kategorilerinin Fuat Keyman tarafından benimsendiği apaçık.

1980 sonrası Türkiye’de (24 Ocak kararlarıyla) uygulanmaya başlayan ekonomi politikalarının popüler adı neo-liberalizm.   Kimileri, neo-liberalizm’e daha havalı bir biçimde yeni sermaye birikim modeli de diyor.   Her ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, bu 32 yıllık emek belalısı dönemi “başlayan, yaygınlaşan, derinleşen” bir “dönüşüm süreci” olarak soğukkanlı ve nötr bir şekilde adlandırmaya özen gösterildiği açık.   “Yeni orta sınıflar”daki sınıf kategorisini bulanıklaştırmaya gösterilen hassasiyet de ilginç: adeta, “sınıf dediğimiz şey bir ‘katman/kesim/kimlik’tir, korkacak bir şey yoktur” denmeye çalışılmış.

Nitekim, bu yumuşak ve kaygan giriş cümlesinden sonra, yazının geri kalan kısmı orta sınıf kategorisinin aslında orta sınıf olmadığı, bildiğimiz kapitalist sınıf olduğu ve bu sınıfın Keyman’ca son 30 yıldır ne yapıp ne ettiği üzerine.   Mesela, bilmiyorsanız öğrenin türü bir banalite: “…orta sınıflar, AB süreciyle birlikte, Türkiye’de, ekonomik dinamizmin ve girişimci kültürün itici ve taşıyıcı aktörü konumuna gel(miş).”   Hani, şu neresinden tutsak elimizde kalan kentsel dönüşüm var ya, bu “orta sınıflar” orada da bayağı aktifmiş, bilmiyorsanız onu da öğrenin: “Anadolu kentleşirken, Anadolu kentleri kentsel dönüşüm sürecinden geçerken, yeni orta sınıflar kurumsal kimlikleriyle bu süreçte çok önemli ve etkin rol oynadı. Kentsel dönüşümün önemli aktörü konumuna geldiler. Ama aynı zamanda da, kentsel dönüşüm sürecinden yararlandılar… Kentleşme sürecinin ve kentsel dönüşümün hızlanmasına ve pekişmesine katkı verdi(ler).”   “Taşıyıcı aktör” dediğin böyle olur: hem “kentsel dönüşüm(de).. çok önemli ve etkin rol oyna(r)” hem de “yararlan(mayı)” ihmal etmez!

Peki, “2000’li yıllarda, Türkiye modernleşmesinin, siyasal, ekonomik ve kültürel dönüşümünün ana aktörlerinden biri olan ..(ve) bu konum(unu).. giderek güçlen(dir)en” bu orta sınıfın hiç mi kusuru yok?   Keyman’a göre bu kusur şu: “ Türkiye’nin toplumsal birliği ve istikrarı için gerek duyduğu demokrasinin güçlenmesi, çoğulculuk ve farklılıklarımız içinde birlikte yaşama alanlarında henüz net bir duruş ve söylem ortaya koymuş değiller. Bugün, muhafazakarlaşmayla demokratikleşme arasında yer alan yeni orta sınıfların yapacağı tercih, büyük ölçüde, Türkiye’nin geleceğini belirleyecektir.”

Kıssadan hisse:   taşıyıcı aktör olarak orta sınıf = kapitalist sınıf; o da Türkiye’nin geleceğini belirliyor!

Yazıklar olsun…



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör ''Sokak'' tartışmaları üzerine... melnur 1 1371 10.01.2022- 02:52
Konu Klasör Bazı tartışmaların çözümü - AYDEMİR GÜLER melnur 0 133 17.12.2023- 10:54
Konu Klasör TİP Genel Başkanı Erkan Baş, ‘ittifak’ tartışmalarını değerlendirdi... melnur 2 1584 07.02.2022- 03:45
Konu Klasör Kemal Okuyan'dan 'solda birlik' tartışmalarına ilişkin değerlendirme... melnur 1 3 24.01.2024- 07:06
Konu Klasör Biz bu hale nasıl geldik, nasıl kurtulacağız? melnur 3 2544 18.01.2020- 09:43
Etiketler   Orta,   sınıf,   tartışmaları,   nasıl,   aşılır-Erkin,   Özalp
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS