SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
CEPHE / Yavuz Alogan yazdı…           (gösterim sayısı: 4.432)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
bedrettin
[ ..... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 30.08.2013
İleti Sayısı: 907
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: bedrettin
Konu Tarihi: 04.12.2014- 14:03


CEPHE / Yavuz Alogan yazdı…

Resim Ekleme
   
Devrimciler her şart altında mücadeleyi sürdürebileceklerine inanırlar. İçinde bulundukları siyasi ortam, mensup oldukları parti ya da hareket saldırıya uğrayıp ağır yenilgiler alsa da varlığını sürdürenlerin bir şekilde tertiplenip yola devam edeceğine olan inanç,   devrimci olmanın koşullarından biridir.

Yakın geçmişe baktığımızda, ülkemizdeki devrimci hareketlerin iki kez;   birincisi 1972-1974, ikincisi 1980-1986’da olmak üzere tamamen dağıldığını, yeni başlangıçların geçmişten bir tür kopuşla mümkün olabildiğini görürüz. Sloganlar aynı kalsa da, hareketlerin   programatik yapısı önemli ölçüde değişmiştir.

1963-1972 ile 1974-1980 dönemlerinde sol düşüncenin hegemonik bir ağırlığı, saygınlığı vardı. İdeolojik bakımdan üstün ve yaygındı; emperyalizme bağımlı devletle organik ilişki içinde olan her türlü sağ görüş karşısında   sarsılmaz bir özgüvene sahipti.

Bu dönemleri izleyen kesinti ve gerilemeler hep   kaba polis gücüyle, birincisinde sıkıyönetim, ikincisinde askeri diktatörlük altında gerçekleşti.   Her iki dönemde de sosyalizmin küresel çapta bölünmüş yapısı, sosyalist solun bir cephe halinde örgütlenmesini engellemiştir. Sosyal demokrat düşünce ve örgüt yapısı ise özellikle 1977’den sonra kendi dışında kalan solun tasfiyesi, en azından kendi saflarından uzak tutulması için uğraşmıştır.

Günümüzde durum farklıdır: sosyalist sol fiziki bir baskıya değil,   toplumun büyük kesimini kapsayan   dinci gericiliğe, zengin ve popüler   bir söylem içeriğine sahip olan   İslami bir   ideolojinin hegemonik baskısına maruzdur. Sosyalist solun etkinlik alanı neredeyse kendi varlık alanına kadar daralmıştır. Üstelik, bu   daralan alanda sosyalist solun Alevilik ve Kemalizm gibi,   müttefik olarak değer taşımakla birlikte, özünde marksist materyalizme yabancı olan dini ve milliyetçi unsurlarla karışmış olduğu da bir gerçektir. Bunların, halk kitleleri nezdinde; laisizm, anti-emperyalizm, ulusal kurtuluşçuluk bağlamında sembolik değerleri çok büyüktür, ancak sosyalistler saygıda kusur etmemekle birlikte kendilerini bunlarla telif edip tanımlayamazlar.

Faşizm ya da iç savaş gibi kritik anlarda, mevcut bütün güçlerin birleştirilmesi sosyalistlerin gündemine   girmiştir.   Tarihte başarılı ve başarısız pek çok örneği vardır. Bunların içinde en belirgin   dersler, İspanya’da 1936-1939, Almanya’da ise özellikle 1928-1933 arasında yaşananlardan çıkarılabilir. Bu dönemlere ilişkin çok değerli kaynaklara sahibiz. Mesela, Aydın Emeç’in çevirdiği, Pierre Broue ve Emile Temmime’in İspanya İç Savaşı (her nasılsa!   Hürriyet Yayınları, 1976); gene, benim çevirdiğim,   Ronald Fraser’ın   İspanya’nın Kanı, İç Savaş Deneyimi (Belge, 1995), bütün olayları ve taraflarıyla   cephe ve iç savaş dinamiklerini   objektif ölçülerle anlatan çok değerli kitaplardır.

Fakat İtalyan, İspanyol ve Alman faşizmi hakkında, gene tarihsel olaylardan hareketle   neredeyse günü gününe yazılan en kapsamlı ve derinlikli marksist analizi Troçki’nin kitaplarında bulabiliriz. Özellikle, Faşizme Karşı Mücadele (ilk bs. Köz, 1977, çev. Orhan Dilber-Orhan Koçak) önemlidir. Bu kitabı, özellikle sosyalist solda geçmişte çok fazla okunan Dimitrov’un Faşizme Karşı Birleşik Cephe adlı kitabıyla birlikte okumak çok öğretici olacaktır. Aynı yazarın İspanyol İç Savaşı hakkında yazdığı kitap da önemlidir; ancak Alman ve Rus marksizmi Akdeniz kültürüne biraz yabancı olduğu için ve o sırada   Troçki’nin POUM ile Izquierda Comunista çekişmesine müdahale çabaları yüzünden, birincisi kadar   net bir Marksist analiz içermez.

Yemek tarifi arar gibi kitaplarda reçete bulup AKP faşizmine ve muhtemel bir iç savaşa karşı cephe önerisinde bulunamayız elbette. Kaldı ki yukarıda belirttiğimiz   tarihi örneklerde, hareket halinde ve partiler, sendikalar içinde örgütlü muazzam işçi kitlelerinin   fiili mücadelesi Marksist analizlerin temelini oluşturmuştur.

Ancak Türkiye’deki   sosyalist solun bütün kesimlerinin, yaklaşan fiziki ve sürmekte olan ideolojik saldırıyı göğüslemek, işçi sınıfına ulaşmak için bir tür cepheleşmenin kaçınılmaz olduğunu derinlemesine kavradığından da kuşku duyamayız. Burada önemli olan, dini/emperyalist ideolojik saldırıya karşı   birlikte hareket etme gereğini kavramaktır. 1971 ya da 1980’deki gibi fiziki baskılar dağıtıcı olabilir, ancak öldürücü değildir; oysa sürekli ve kitlesel bir ideolojik baskı/hegemonya, örnekleri   Ortadoğu ülkelerinde görülen türden bir kuşatmayı, giderek yok oluşu beraberinde getirecektir.

Devletin kurumlarını   ele geçiren kitleselleşmiş faşizm ortamında derdinizi anlatamazsınız. Öyle bir an gelir ki   kitle   iletişim araçları sizi nasıl tanıtırlarsa halkın gözünde öyle olursunuz. Dikkat edelim,   yandaş medya hiçbir fark gözetmeden sosyalist solun tamamına “terörist” deme eğiliminde. Bir keresinde Adapazarı’nda, ölüm yıldönümünde Mahir Çayan posteri yapıştıran gençlere kalabalık bir kitle saldırmıştı; çünkü resimdeki kişiyi Öcalan sanmışlardı. Beni çok etkileyen bir olaydır. Tanımıyorlar. 1980’de doğanlar bugün 33 yaşında. Haziran Ayaklanması’na katılan kitleler dışında, hızla derinleşen ideolojik bir gericilik istilasına ve kitlesel bir bellek kaybına maruz bulunmaktayız.

Gerici siyasi yapılar tam bir hegemonya kurup, devletin tamamını   ele geçirdikleri zaman her şey çok farklı olabilir. Bu yüzden sosyalist solun bir cephe halinde mücadele ederek Haziran Ayaklanması’nı sürdürmesi   gerekir. Cephe   aşağıdan değil yukarıdan kurulur. Parti kongrelerinde ve her türlü oluşumda aşağıdan (“taban”dan) tartışa tartışa yukarıya doğru fikir oluşturma çabaları, tantana yaratıp rüzgâr estirmesine rağmen, yakın geçmişte hep gereksiz bir enerji ve zaman kaybına, dağılmaya neden olmuştur. Zaten her şey yukarıdan ya da yukarılardan kararlaştırılmıştır   yakın ve uzak geçmişte. Bugün de öyledir. Gösteri yapmaya gerek yok. Cepheler   var olan hareketler tarafından özellikle yukarıdan kurulur.

Siyasi partilerin, sendikaların, hareketlerin temsilcileri   süresiz görüşerek cephenin hedeflerini ve çalışma yöntemlerini;   üye sayıları,   iletişim imkânları, deneyimleri, kadro yapıları vb. farklı olan   müttefiklerin ortak hedef için birlikte mücadele ederken birbirlerinin ayağına basmamak için ne yapacaklarını, cephenin kolektif yönetiminin nasıl oluşup işleyeceğini saptarlar, yazılı bir protokole bağlarlar ve bir bildirgeyle açıklarlar. Bir Cumartesi günü basın açıklaması, ertesi gün bir miting yapılır ve cephe faaliyete geçer. Budur…

Bu türden cephe müzakerelerinde, partilerin/hareketlerin gelmişleri geçmişleri, ideolojik/politik yanlışları/doğruları, hataları/sevapları   vs. tartışılmaz.   Sadece hedef, yöntem, imkânların paylaşımı, çalışma tarzı, hangi illerde nasıl örgütlenileceği vs. karara bağlanır. Sosyalistlerin cephesi, teknik ve örgütsel; hedeflere, yöntemlere, işleyişe ilişkin bir süreçtir. Kendisini oyların parayla   satın alındığı, kliental, Amerikanvari seçim ortamlarının karşısında konumlandırır.   Türkiye’de burjuva anlamda bile bir “demokrasi” yoktur ve seçim yasası radikal bir değişikliğe uğramadığı sürece de olmayacaktır. Bunu halka anlatmak sosyalistlerin değilse kimin görevidir? Seçim tiyatrolarında rol almanın hiçbir faydası yoktur; sistemin sahte meşruiyetini güçlendirmeye yarar.

Sosyalistlerin cephesi kurulduktan sonra herkesle, mevcut iktidara muhalif bütün unsurlarla,   sosyal demokratlarla, Kemalistlerle, ilerici dindarlarla, AKP’ye muhalif askerlerle, sendika kurmak isteyen polislerle; ortak düşmana, emperyalizme ve gericiliğe, her türlü etnik ve mezhebi kimlik siyasetine   karşı her türlü ittifak kurulabilir.   Doğada, toplumda ve siyasette hiçbir şey saf haliyle mevcut değildir.   Karargâha kendi bayrağınızı dikmişseniz, hedefe yönelik   herhangi bir ittifaktan çekinmeniz için hiçbir sebep yoktur.

Sosyalist solun bütün gruplarının acil bir   cephe ihtiyacı duydukları kesindir (bizim gördüğümüzü herkes görüyor).   Burada en çok işitilen söz, “diğerleri yanaşmıyor,” sözüdür.   Bunun ardından, siyasi mücadele cephesi mantığına ters düşen “madem öyle, biz de kendi cephemizi kurarız,” düşüncesi gelmektedir. Bireylerden oluşan bir cephe; başka deyişle üye yazım kampanyası ya da sempatizanlarla temas kurma   çabasıyla gerçekleştirilen birliktelikler “cephe” kavramıyla tanımlanamaz; öte yanda, hiç olmayacak sağcı gruplar ve figürlerle cephe kurmanın bir koşulu olarak sosyalizmden vazgeçmiş gibi görünmek de ileriki evrelerde kendisini sosyalist olarak tanımlayan pek çok genç insanı zor durumda bırakacaktır. Herkes ayrı bir cephe kurup birbirine karşı cepheleşirse,   yakın tarihte iki kez trajedi olan şey çok gülünç bir komedi olacak   ve ancak mizahı yapılabilecektir.

Her grubun kendi cephesini kurması toplamda hiçbir fark yaratmaz. Burada “cephe” kavramının, tıpkı “genel grev” kavramı gibi   anlamsızlaştığını görürüz.   Türkiye’nin tarihinde gerçek   bir genel grev yok. Fakat çok sık “genel grev” ilan eden ya da genel grev tehdidinde bulunan sendikalar var.   Üye sayısı hızla eriyen kıytırık sendikanın, örgütünü genişletip güçlendirecek yerde, sokağa çıkıp “emekten gelen gücümüz,” “genel grev yaparız” diye tehditler savurması,   önceleri belki hükümetleri ve burjuvaziyi güldürüyordu; ama şimdi duyulmuyor bile.

“Cephe” kavramını da bu hale getirmemek lazım.


Yavuz Alogan
Red / Ocak 2014



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
bedrettin
[ ..... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 30.08.2013
İleti Sayısı: 907
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: bedrettin
Cevap Tarihi: 04.12.2014- 14:09


Sosyalistlerin cephesi kurulduktan sonra herkesle, mevcut iktidara muhalif bütün unsurlarla,   sosyal demokratlarla, Kemalistlerle, ilerici dindarlarla, AKP’ye muhalif askerlerle, sendika kurmak isteyen polislerle; ortak düşmana, emperyalizme ve gericiliğe, her türlü etnik ve mezhebi kimlik siyasetine   karşı her türlü ittifak kurulabilir.   Doğada, toplumda ve siyasette hiçbir şey saf haliyle mevcut değildir.   Karargâha kendi bayrağınızı dikmişseniz, hedefe yönelik   herhangi bir ittifaktan çekinmeniz için hiçbir sebep yoktur.

Karagaha sosyalistlerin bayrağı dikildi. AKP gericiliğine karşı kim beraberlikten yanaysa buyursun gelsin. Böyle bir dönem Cumhuriyet dönemi boyunca hiç yaşanmadı çünkü. Devlet ve toplum esir alınmış durumda. Gericilik her yere sinsice yayılıyor. BHH bu bilinçle kuruldu, inanıyorum bu bilinçle sürdürülecek.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Devrimlerden sonra-Yavuz Alogan denizcan 0 3528 10.11.2014- 14:00
Konu Klasör Tarihin tekerleği- Yavuz Alogan umut 1 4324 12.05.2015- 22:30
Konu Klasör Robespierre’i eleştirelim mi? - Yavuz Alogan melnur 1 2384 06.05.2021- 19:59
Konu Klasör ‘Atatürk’te birleşmek’/Yavuz Alogan melnur 0 5807 18.02.2014- 10:41
Konu Klasör Alametler ve marifetler/Yavuz Alogan melnur 0 4021 19.11.2013- 12:14
Etiketler   CEPHE,   Yavuz,   Alogan,   yazdı…
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS