SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Gezi sanatı nasıl etkiledi?           (gösterim sayısı: 2.806)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: dayanışma
Konu Tarihi: 09.12.2014- 12:49


Gezi sanatı nasıl etkiledi?

Resim Ekleme

Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat için Vakıf İzmir Temsilciliği’nin 3. Düzenlediği Uluslar arası İzmir Tiyatro Festivali oyunlar ve paneller ile sürüyor. Pazar günü gerçekleştirilen ‘Gezi’nin sanata etkisi’ konulu panelde tiyatro ustası Ragıp Yavuz, oyuncu Barış Atay ve sanatçı tiyatro kadını Sedef Ecer, Gezi’nin sanata yansımalarını değerlendirdiler.

TAKSAV İzmir temsilciliğinin bu yıl üçüncüsünün düzenlediği tiyatro festivali tiyatro seyircisini oyunlar ile buluştururken,   paneller ile de sanatın ve toplumsal olayların etkileşimini konuşturuyor.   Pazar günü Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşen ‘Gezi’nin Sanata etkisi’ konulu panelde katılan konuklar, tiyatroda 40. Yılını yaşayan Ragıp Yavuz, oyuncu Barış Atay ve sanatçı tiyatro kadını Sedef Ecer, kendi Gezilerini ve Gezi’nin sanata etkisini paylaştılar. Moderatörlüğünü, oyuncu ve tiyatro yazarı Orçun Masatçı’nın gerçekleştirdiği panelde teşekkür plaketlerini CHP İzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu verirken, ilk sözü panele Paris’ten katılan tiyatro yazarı ve yönetmen Sedef Ecer yaptı. Gezi günlerine, Paris’ten gelip birebir tanıklık ettiğini anlatan Sedef Ecer, Gezi’nin sanatına etkisini anlattı:

Fransa’dan Atlayıp Geldi

27 yıldır Fransa’da çalışıyor ve yaşıyorum, Gezi başladığında yoğun çalışıyordum, elimde bitirilmesi gereken işler vardı, ama sosyal medyadan da Türkiye’deki olayları takip ediyordum, çok da farkında değildim açıkçası neler olduğunun, zaten bir tansiyon vardı o günlerde Türkiye’de. Emek Sinemasının kaldırılması,Beyoğlu’ndaki masa sandalye olayı. 30- 31 Mayıs günlerinde bir de baktım ‘galiba büyük bir şeyle karşı karşıyayız’ dedim. 2-3 Haziran’da insanların o boğaz köprüsünü geçtiğini görünce, çok büyük bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu düşlündüm. İnsan ülkesinden uzakta olunca, ne kadar ilişkide olursa olsun uzakta oluyor.   Ama orada çok özel tarihi bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu gördüm ve elimde yapmam gereken birçok iş olmasına rağmen her şeyi bırakıp gece gündüz sosyal medyayı takip ettim, twitter hesabım yoktu, Türkiye’deki arkadaşlarımdan haber alıyordum. İki tane çocuk annesiyim ve Türkiye’de Gezi’deki gençleri görünce içim yanıyordu, çalışamıyordum. Madem aklım orada bari atlayıp gidiyim dedim. Serra Yılmaz Taksim’de oturuyor, hemen Serra’yı aradım, evine geleceğimi söyledim ve hemen yola çıktım.   Sabah Serra’nın evinden çıkıp Sıra Selviler’den Taksim’e çıkarken hüngür hüngür ağlamaya başladım.   Gerçekten çok büyük bir şeyle karşı karşıya olduğumu bu sefer de yerinde gördüm. Gerisini anlatmam çok gerekmiyor, herkesin Gezi tecrübesi çok farklı. Benim Gezi tecrübelerim, parkta polisin olmadığı, parkın işgal edildiği ve komün hayatın yaşandığı günlere denk geldi. Orada kolektif bir sanat eseri gördüğüm hissine kapıldım. Parkta sigara değiş tokuş tezgahı, sokaktaki grafiti yazıları, ücretsiz yemek dağıtılması, insanların birlikte şarkılar söylemesi, kolektif bir sanat eseriydi gördüklerim ve onun üzerine bir sanat eserinin çıkarabileceğini düşünmedim.

Gördüklerini Radyo Tiyatrosuna Aktardı
Fransa’ya döndüm sırt çantamdan gaz maskemi çıkardım, işime konsantre olabileceğimi düşündüm ama olmadı. Gerçekten çok dolmuştum ve içimden taşan bir şey vardı. İçimdeki kaynayan şeyden ne yapabilirim diye düşündüm ve önce bir makale yazdım. Fransız Liberasyon Dergisi yayınladı. Ben yine hiçbir şekilde çalışamadan tamamen Gezi’ye odaklanmış şekilde saplantılı opsesyonel şekilde evde dolaşırken, Fransızların saygın bir kültür radyosu var, daha öncede onlarla çalışmıştım, bir yapımcısı beni aradı ve Liberasyon dergisindeki makaleyi radyo oyununa çevirmemi istedi. Elimde görsel malzeme yoktu ve en iyisi beklide tiyatro oyunuydu o an için. 10 adet yedi dakikalık dizi istediler benden, kabul ettim.   Ondan sonra Türkiye’den insanlarla röportaj yapmaya başladım. Elli kişi ile telefonda görüştüm, hikayeler dinledim, onlara dramatik kurgu verdim. Her bölüme bir hikaye yarattım. Her bölüm için de internette sayfa yarattım. Türkiye’den, Fotoğrafçılar kolektifi Nar fotodan fotoğraf aldım, bölümler için fotoğraf ve davetiye ve küçük metin hazırladım. İnanılmaz dinlendi, internette inanılmaz tıklandı. Benim Gezi ile bağlantım böyle bir şey oldu. Bazı arkadaşlarım bana bu öyküleri tiyatroya çevir dediler. Ancak ben buna çok sıcak bakmadım. Bana Gezi’nin oyununu da yaptım, şunu da yaptım demek çok etik gelmedi. Zaten o prodüksiyon bir sene sonra çıkabilecekti, benim için anlamını da kalmayacaktı. Ben içimdekileri, belgesel olarak kodladığım şeyleri radyoda zaten anlatmıştım. Ondan sonra bu konuya dokunmak istemedim. Orada durmayı seçtim. Benim Gezi ile olan hikayem de bu oldu.

Gezi’nin Habercisi Emek Sinemasının Kapatılması
Tiyatro ve televizyon oyuncusu Barış Atay ise, Gezi’nin öncesinde sanat alanında biriken sorunları aktardığı konuşmasında, hazırlık aşamasında olan sinema filmindeki Gezi sürecine değindi.

“ Artık hiç kimse kendi hayatını anlatırken, Gezi’den öncesini ve sonrasını ayrı tutmadan konuşamıyor.” Diyen Atay şunları söyledi:   Geziyi, yaşı itibari ile genç olanların gördüğü ilk deneyim, bizden önceki kuşaklar için ise, belki de beklentilerini bir nebze aşmış diye değerlendirebilirim. Ben sanatla ilgilenen ve daha sanata yeni başlamış biri olarak Gezi’de sanatla ilgili ne bulduğumu uzun zamandır düşünüyorum.   Özellikle ben Gezi’den önce ne yapıyordum, biyolojiden terk sonradan konservatuar okumaya karar vermiş bir adamdım. Hayatımda 10 yaşından beri tiyatro yapmayı istiyordum.   Çocukluk ve gençliğimde deve kuşu kabare, nüktelerle siyasi eleştirilerle dolu oyunları izledim. Üniversiteye giderken de dişe dokunur, derdi olan işler çıkarmaya çalıştım. Ragıp Yavuz gibi, Metin Balay gibi hayatında siyasi mücadelenin çok yer kapladığı hocalarla bu yolda bir şeyler öğrenerek devam ettiğim süreçte mezuniyet oyunum,   Abdülhamit’in yasaklarına nazire yapan oyun oldu. İçgüdüsel olarak yasaklar silsilesinin gelmekte olduğunu tahmin ettik ki, Abdülhamit’in yasaklarını anlatan oyunla mezun oldum.

Resim Ekleme

Gezi’nin Kendisi Bir Sanattı
Gezi’ye doğru gelirsek, umuyorduk ama keşke ummasaydık dediğimiz günleri yaşamaya başladık. Emek sineması eylemleri vardı, her hafta eyleme gidiyor,   her hafta gaz yiyip polis ile karşı karşıya geliyorduk. Bu eylemler sürecinde kurduğumuz tiyatronun ismini Emek Sahnesi olarak belirledik.   Bu aslında, bizim için mücadelenin sadece Emek Sineması ile kısıtlı kalmayacağının bizim için bir göstergesiydi. Gezi’ye gelirsek, Gezi’nin sadece kendisi bir sanattı. Mesele şu, Gezi’nin kendisi ile ilgili bir sanat eseri yaratma çabası hakikaten riskli bir şey. Gezi ile ilgili bir şey yaptığımız zaman içerik ya da görsellik açısından Gezi kadar görkemli ve ihtişamlı olmalı. Gezi, hayatımızda yaşadığımız en özel dönem çünkü.

Filminde Gezi de Vardı Ama…
Ben yüksek lisansımı sinema üzerine yaptım, hem istediğim için hem de Yılmaz Güney’e hayran olduğum için sinema yönetmeni olmak istiyorum. Televizyonda yer almadığım, işsiz kaldığım dönemde bir film yapmaya karar verdim. Bir şekilde de televizyondan soyutlanıp temizlenme ihtiyacı hissettim. Nefes alma ihtiyacı hissettim televizyondan sonra. Bir film yapalım dedik ancak paramız yok, sponsor aradık bulamadık, yapımcı hiç bulamadık, sağdan soldan dostlarımızdan arkadaşlarımızdan destek istedik.   Böylece   biraz para topladık. Filmin çekimlerini yaptık bitirdik, son aşamalara yaklaştık, Nisan’da vizyona girmesini planlıyoruz. Filmde, 1980 döneminde parçalanan bir ailenin hikayesini anlattık. Öyküsünü benim yazdığım filmde ekip olarak neyi amaçladık dersek,   1980’den 2014’e kadar verilen karşı mücadeleye değindik. 2014’e değinirken filmde Antakya’dan da bir şeyler koymak istedik,Gezi’de kaybettiğimiz Ali İsmail Korkmaz’ı, Ahmet Atakan’ı, Abdullah Cömert’i de filme ekledik, öldürüldüğü yerleri çektik, isimlerinin geçtiği yerleri filme ekledik. Filmin sonunda ise hepsini çıkardım. Çünkü Gezi’nin üzerinden nemalanmak hissiyatı, ya da öyle anlaşılmak o kadar korkutucu bir şey ki. Bunu yaşamak istemdim. Çok güzel bir örnek mesela, Gezi biter bitmez anonim fotoğraflar ile çıkarılan kitaplar, o kadar çok kitap çıktı ki, kim bilir o kitaplardan ne paralar kazandılar.

Aslında her dönemin etkisini görüp üzerinden beli bir zaman geçtikten sonra onu sanata işlemek lazım.   Grup yorum’un F Tipi Cezaevlerini anlatan filmi, 12 Eylül darbesini anlatan filmler, dikkat ederseniz seneler sonra, olaylar olgunlaştıktan sonra yapıldı. O yüzden bu dönemi özümsemeden ve geçmişe bakmadan bir şeyler yapılmasının doğru bulmuyorum.    

Başka Bir Dünyanın Mümkün Olabileceğini Gösterdiler
Tiyatroda bu yıl kırkıncı yılını geride bırakan Ragıp Yavuz ise, Gezi’nin örgütsüz, kendiliğinden, sınıfsız gelişme biçimine değindi. Örgütsüz, işçi sınıfı olmadan gelişen bir kalkışmanın kalıcı olamayacağına inandığını ifade eden Ragıp Yavuz, Gezi’de sanatı ve kendisini etkileyebilecek en büyük şeyin parasız hayatın mümkün olabileceğinin gösterilmesi olarak değerlendirdi.

Yavuz konuşmasında şunları söyledi:
Gezi’nin sanata etkisi ne oldu diye sorarsak, bence etkisi Gezi kadar ve sanat kadar oldu. Türkiye’de hepimizin ortak olduğu, paylaştığı içerisinde yer aldığı, neşe ve hüzün ile andığı Gezi’yi doğru saptamak ve o dönemdeki sanat macerasının nerede durduğunu iyi anlamak gerekir. Gezi’nin sanata etkisi Gezi kadar oldu demek ne demek, bugün hala o park Taksim’in ortasında duruyorsa bu Gezi sayesinde duruyor, verilen canlar sayesinde, kurulan barikatlar sayesinde duruyor.   Kendinize ait hissettiğiniz şeyi saklamak, ona dokundurmamak söz konusu olduğunda bunun bir bedeli var. Bu iş bedelsiz olmuyor.   Bedel ödenecek.   Sosyal ve siyasal kalkışmalar mutlaka Gezi gibi kendiliğinden, örgütsüz,   sınıfsız, mı olmak zorunda. Biz bununla övünüyoruz. Bu ne yaman çelişki, ancak ortada da çok net bir kazanım duruyor. Taksim Gezi parkında bir ağacı ile kesemediler.   Bunu sağlayan eylem sınıfsız ve örgütsüzdü. Daha önce hiçbir örgüt 1.5 milyon kişiyi bir araya getiremedi. Ama, kendi adıma söylüyorum ben bir sosyalistim, bu kendiliğindenlik ve örgütsüzlük benim bugüne kadar hep red ettiğim gerçeklikler o nedenle Gezi çok iyi bir tahlil istiyor. Bu tahlilin de, çok naif, namusluca ve her şeyin adı konularak yapılması gerekiyor. Neden çünkü sadece İstanbul’da 1.5 milyon insanın toplandığı günlerin yıl dönümünde toplananların sayısı Taksim’de 3-5 yüz kişiyi geçmiyordu. Diğer yerlerde ise 3- 4 bin kişi bir araya gelebildi.   O yüzden Gezi,   iyi bir sınıfsal tahlil gerektiriyor.   Ancak o zaman sanata etkisini de daha iyi tahlil edebiliriz.

Zamana İhtiyaç Var
Sanatın gerçekliğine bakalım, bu günkü durumumuz ne? Bu yıl meslek hayatındaki 40. Yılım. Sanatın 12 Eylül dahil, bu kadar biçare, bu kadar marka sayısı fazla ama içi boş hale gelişini ilk kez yaşıyorum. Gezi gibi örgütsüz, kendiliğinden sınıfsız bir kalkışmaya, birey egosu tavana çıkmış sanatçıların örgütlülükleri nereye kadar yeniden üretim getirebilir. Sanat yeniden üretimdir, biz sanat üretirken aslında bir tek şey yaparız, sokağı yeniden üretiriz, yaptığımız şey sadece budur.   Sokağa hangi gözle bakıyorsak sanatımızı da o gözle üretiriz. Sosyalist gerçekçi sanat buradan çıkar. Gezi’den yola çıkarak bir şiir kitabı çıkarmak, Sedef Ecer gibi radyo tiyatrosu yapmak, Gezi’den esinlenip birkaç tablo yapmak, gezinin yeniden üretimi anlamına gelmiyor benim için. Bunlar, Gezi’nin tekrarı ve fotoğrafının çekilmesinin başka versiyonları gibi geliyor. Çünkü Gezi’yi yeniden üretecek sanatçının, biraz uzaktan bakabilmesine, zamana ihtiyaç olduğuna ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.   Gezi sanatını üretebilmek bugünlerde mümkün olmayacaktır. Biraz uzaktan bakabilmek, onu yeniden yoğurabilmek için biraz verilere ihtiyaç var. Kiminde bu hızlı gelişir, birkaç yılda ortaya çıkar sanat eseri, kiminde biraz zamana ihtiyaç vardır. Güzel, heyecanlı, coşkulu üretebiliriz ama doğruyu yeniden üretemeyiz.  

Gezi Bir 15- 16 Haziran Değil
Geziyi oluşturan kitleler reel politikayı seven kitleler değildi.   İçinde bulunduk yaşadık, o kadar karmaşık yapı ki, tıpkı İzmir’de yapılan bayrak mitinglerinde olduğu gibi. Ama buralardan kalıcı neticeler çıkmadı. Başarıların ve başarısızlıkların domino etkisi var. Hazret bilmem kaçıncı seçimleri kazanıyor, bu kadar baskı, gaddarlık, sefalet varken kazanmaya devam ediyor,   çünkü tepki koyarken yan yana gelişlerimiz sınıfsal bir temel taşımıyor. Efsane yaratabiliriz, Gezi bir efsanedir, olacaktır Gezi 50 yıl sonra da konuşulacaktır, Ama sınıfsal yapısı yok, olmadığı için de sanatçıya kalıcı, üzerine yeni bir şey inşa edecek malzeme sunmuyor. Kendini tekrar ettirecek çok değerli örnekler veriyor ancak Gezi bir 15-16 Haziran değil, Gezi’de işçi sınıfı yoktu. Gezi bir tepki hareketidir, Türkiye’nin gördüğü, belki de Avrupa’nın gördüğü en büyük tepki hareketidir ama, sınıf hareketi değildir.

Başka Bir Dünya Kurulmuştu
Gezi’nin bir sanatçı olarak bana ilham verdiği en büyük şey, ( devleti idare edenler de bunu gördü) Gezi’de ütopya denilen şey gerçekleşti, bunun başka bir örneği yok. Gezi Parkının içinde başka bir dünya kuruldu. Gezi’de para geçmedi, hastane, kütüphane, sigara,   yemek, su bedavaydı.   El birliği ile temizlik yapılıyor, sabah sporu yapıldı. Aklınıza gelebilecek her şeyin, sadece dayanışma ile paylaşımla hayata geçirildiği bir yaşam modeli biçimi sunuldu. Komünist toplum modeli sunuldu, onun için o kadar gaddarca saldırıldı. Böyle bir model Gezi’de gerçekleşti. Bu modelin çok kalıcı sanat eserlerinin üretilmesinde müthiş bir pencere açtığına inanıyorum. Parkın dışında ise tam distopya vardı. Tam bir dispotya, tam bir gaddarlık, kin ve nefret vardı, yok etmek için her şeyi yapıyorlardı. Dünyaya format atmaya çalışan, bütün dünyaya bir şeyler giydirmeye çalışan bir terzi varya, onun giydirdiği neyse siz o oluyorsunuz. O giydirmezse de yoksunuz.   Hayatlarımıza format atmaya çalışan bir iktidar var ya, terzinin bütün dekorunu o yapıyor.

Gülsen Candemir-İzmir



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Gezi kabusu oldu! Yatıyor Gezi kalkıyor Gezi! dayanışma 1 5132 08.06.2014- 07:32
Konu Klasör Biz bu hale nasıl geldik, nasıl kurtulacağız? melnur 3 2574 18.01.2020- 09:43
Konu Klasör Bu nasıl bir zihin yapısı, nasıl bir ruh halidir böyle... melnur 1 2473 13.05.2020- 13:17
Konu Klasör TAK eylemleri HDP'nin oylarını nasıl etkiledi? ayhan 0 3351 09.04.2016- 12:08
Konu Klasör Sahte delil 4 davayı etkiledi umut 0 3537 27.01.2014- 15:24
Etiketler   Gezi,   sanatı,   nasıl,   etkiledi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS