SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 4 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   4   >   son» 
Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesi           (gösterim sayısı: 31.249)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür etti.
1 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: tarihselmaddeci
Konu Tarihi: 15.12.2014- 15:30


Son günlerde AKP'nin girdiği zorlu süreçte, kendilerine destek olan 3 temel güç sayabiliriz.

1- AKP'nin kafadan silahsızlanmış kitlesini güden MÜSİAD ve diğer parababaları örgütleri. Tabii ki onların da iplerini elinde tutan AB-D emperyalizmi.

2- Metin Feyzioğlu, yani Y-CHP'nin cemaat ile ilişkisinden dolayı rahatsız olan ulusalcı tabanın, 2002'de Baykal'ın yaptığı gibi çeşitli fırsatlar kollaması üzerine "anayasa değişikliği" üzerine verdiği destek.

3- Hapisten çıkmak için cemaate karşı AKP'yi tutan ve bir çok noktada AKP ile ortak iş yapacak kadar ileri giden İP.

Dolaylı olarak tüm burjuva partileri, kayıkçı dövüşü yaparak AKP'ye destek olmuştur hatırlanacağı gibi. HDP, Erdoğan'ı cumhurbaşkanı olduktan sonra alkışlamıştır, MİT ajanına "keşke bakan olsa" diyecek kadar ileri gitmiştir. CHP, çeşitli dönemlerde AKP'ye karşı muhalif olması gerekirken olmamıştır. MHP ise son tezkere geçişine evet oyu vermiştir. Komik olan, o oylarda Peşmerge Türkiye sınırından geçmiştir.

Diğerlerine olan eleştiriler bir çok yayında yapılmıştır. Ancak bunların hepsinin arasında en sinsisi, en çok insan kandıranı, en çok devrimci insanları alıkoyanı İP olduğu için, yaklaşık 1 aydır Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı, İP'in geçmişten beri gelen CIA sosyalisti özelliğini kitlelere teşhir etmek için çabalamakta ve bu konuda tartışmaya açılması gereken 7 yazı yazmıştır. 7 yazının burada yer alması ve tartışmaya açılmasını, devrimci mücadelenin önünü açmak ve bu hareketi teşhire zorlamak için uygun buldum.

Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA şürekâsının hazin siyasi serüveninin bir bölümüne dair

1- 26 Ekim 2014 tarihinde Kıvılcımlı’yı Anma Salon Toplantısı’nda HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un yaptığı konuşmadan
http://kurtuluspartisi.org/bin-kalipli-dogu-perincek-ve-pda-surekasinin-hazin-siyasi-seruveninin-bir-bolumune-dair/

2- Bu adam iflah olmaz!
http://kurtuluspartisi.org/bu-adam-iflah-olmaz/

3- İşkenceci sorgucular karşısında acıklı bir diz çöküş ve teslimiyet
http://kurtuluspartisi.org/iskenceci-sorgucular-karsisinda-acikli-bir-diz-cokus-ve-teslimiyet/

4- İP’li gençler ve Nasreddin Hoca’nın bal küpü
http://kurtuluspartisi.org/ipli-gencler-ve-nasreddin-hocanin-bal-kupu/

5- Bir yandan Denizlerin katilleriyle “Milli Merkez” kurma saçmalamalarıyla uğraşacaksın bir yandan da “Arkadaşım Deniz Gezmiş” diyerek Çıfıtlaşacaksın
http://kurtuluspartisi.org/bir-yandan-denizlerin-katilleriyle-milli-merkez-kurma-sacmalamalariyla-ugrasacaksin-bir-yandan-da-arkadasim-deniz-gezmis-diyerek-cifitlasacaksin/

6- Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin Gladyo-Süper NATO-Kontrgerilla Yandaşlığı, Dostluğu
http://kurtuluspartisi.org/dogu-perincek-ve-pda-avanesinin-gladyo-super-nato-kontrgerilla-yandasligi-dostlugu/

7- Bu Muhbir Vatandaşlar, polise, devrimci gammazlamaktan duydukları hazza kanmamışlar daha
http://kurtuluspartisi.org/bu-muhbir-vatandaslar-polise-devrimci-gammazlamaktan-duyduklari-hazza-kanmamislar-daha/

Bu yazıları paylaşırken amacımız bir insanı rencide etmek ya da politik şovenizm içine girmek değildir. Ancak hiçbir hata, hiçbir hainlik örtülmekle düzeltilmez. Amacımız, bahsi geçen harekete sempati duyan insanlarımızı uyarmaktır. Umarız bu paylaşım da faydalı olur.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 16.12.2014- 07:04


Aydınlık hareketini incelediğimizde dönemsel olarak çok yoğun taktiksel değişimlere giren,mesela bir dönem savunduğunun 4-5 yıl sonra tamamen tersini savunan bir yapıda olduğunu görüyoruz.Önemli olan bence bu taktiksel değişimleri saptamaktan ziyade bu taktiksel değişimlerin nedenini tespit etmek.Bence bunun analizini de en iyi Gün Zileli yapmış.Şu yazıyı herkesin okumasını tavsiye ederim;
http://www.solpaylasim.com/k3737-perincek-mao-ve-ittifaklar-sorunu-uzerine.html




Bu ileti en son proletersosyalist tarafından 16.12.2014- 07:04 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 16.12.2014- 08:51


İşçi Partisi'ni eleştirmek adına bir torba açmışsın içini de ilgili ilgisiz bir yığın yazıyla doldurmuşsun. Nesini tartışacağız bu yazıların?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 17.12.2014- 15:10


Alıntı Çizelgesi: proletersosyalist yazmış

Aydınlık hareketini incelediğimizde dönemsel olarak çok yoğun taktiksel değişimlere giren,mesela bir dönem savunduğunun 4-5 yıl sonra tamamen tersini savunan bir yapıda olduğunu görüyoruz.Önemli olan bence bu taktiksel değişimleri saptamaktan ziyade bu taktiksel değişimlerin nedenini tespit etmek.Bence bunun analizini de en iyi Gün Zileli yapmış.Şu yazıyı herkesin okumasını tavsiye ederim;
http://www.solpaylasim.com/k3737-perincek-mao-ve-ittifaklar-sorunu-uzerine.html




Gün Zileli'nin kendi bulunduğu örgütün başarısızlığını ve dolayısıyla kendi başarısızlığını gizlemek amacıyla yaptığı bu açıklamaları "taktiksel değişimler" olarak algılamak doğru olmaz. Ayrıca değişimlerin taktiksel değil prensipsel olduğunu da tespit etmek gerekiyor. Bunların hatalı taktik değişimler değil, hainlik olduğunu neden söylüyoruz? Dünya'daki duruma bakmak yeterlidir.

ÇKP, ABD'nin daha zayıf olduğunu, SSCB'ye karşı savaşım gerektiğini belirtiyor. Afganistan devriminde karşı-devrimcilerle işbirliği yapıyor. Sonunda oraya ne tesadüfse 10 yıl sonra ABD giriyor. Uluslararası finans-kapitalin önünü açmak basit bir hata olabilir mi? O zaman ne diye HDP'ye, YPG'ye kızıyoruz ki? AB'den fon alan örgütlere neden tepki gösteriyoruz ki?

Bunlar kesinlikle basit taktiksel hatalar değil. ÇKP'nin ve Aydınlık'ın açıklamalarını aynı anda okursak, parti programı haline getirilmiş, açıktan CIA sosyalistliğidir yapılan.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 17.12.2014- 15:14


Alıntı Çizelgesi: abbas yazmış

İşçi Partisi'ni eleştirmek adına bir torba açmışsın içini de ilgili ilgisiz bir yığın yazıyla doldurmuşsun. Nesini tartışacağız bu yazıların?



Eğer okursanız yazıların gayet ilgili olduğunu tespit edersiniz. Tabii ki görebilene.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
abbas
[ emeğin gücü ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 21.12.2013
İleti Sayısı: 830
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: abbas
Cevap Tarihi: 17.12.2014- 20:44


HKP'ni takip et, bütün yazılarını oku, diyorsun. Forumlara uygun bir tartışma başlığı mı bu? İki üç kitap oku, sonra gel tartışalım demek gibi bir şey bu. Bunlar propaganda yazıları. Bunları parti bölümün açıldığında oraya asarsın, bu tür yazıların tartışma bölümlerinde yeri olmamalı.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 19.12.2014- 12:12


Alıntı Çizelgesi: abbas yazmış

HKP'ni takip et, bütün yazılarını oku, diyorsun. Forumlara uygun bir tartışma başlığı mı bu? İki üç kitap oku, sonra gel tartışalım demek gibi bir şey bu. Bunlar propaganda yazıları. Bunları parti bölümün açıldığında oraya asarsın, bu tür yazıların tartışma bölümlerinde yeri olmamalı.



İki kişinin tartışması için okuması gerekmez mi zaten? Bunlar da polemik yazılarıdır, bir hareket, diğer harekette gördüğü oportünizmi teşhir ediyor. Siz forumlarda yazı yazmayı kuru laf kalabalığı yapmak olarak mı görüyorsunuz?

O zaman proletersosyalistin yaptığı da yanlış size göre. Söz konusu iddiaların o günkü muhattabının ağzından alıntı yaptığı için büyük günahkar kendisi. ancak bilgi olmadan neyin tartışmasını yapacağız?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 26.12.2014- 09:51


Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair… (7) - Faşist Diktatörlüğü, NATO’culuğu, Amerikan uşaklığını, onun Nötron Bombasını savunabilecek kadar namussuzlaşabilen başka kimse olmuş mu Türkiye’de, bilen var mı?

Doğu Perinçek ve PDA Avanesi 11.03.1982 tarihli bir dilekçe verirler 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünün askeri mahkemesine. “Saygılarımızla” ibaresinden sonra şu kişiler imzalar dilekçeyi:

Doğu Perinçek, Oral Çalışlar, M. Halim Spatar, M. Kemal Çamkıran, M. B. Gültekin, Rıza Böke, Mehmet Cengiz, Şahin Çömez.

Dilekçeden birkaç paragraf aktaralım:

“Orduyu düşman ilan eden ve orduyu parçalamak şiarını ileri sürenler… nesnel olarak Moskova’nın güçleriyle aynı cephede savaşmaktadırlar. Çünkü bugün Türkiye Ordusunu parçalamak diye bir sorunu olan biricik ciddiye alınacak güç Sovyetler Birliği’dir. Diğerlerinin payına düşense onun yedek gücü olmaktır…”

“(…)

“… Kenan Evren’in televizyon konuşması buna örnektir. Ordu içinde savaşa karşı uyanıklık artıyor. Sarıkamış tatbikatı Rusya’nın yüreğini hoplatmıştır. Bu yönüyle olumludur. Son milli savunma bütçesi görüşmelerindeki Hilmi Fırat’ların (Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı) tavırları olumludur.”

“(…)

“Evren’in kamuoyuna ilk konuşmasında bizim partimizin bugüne kadar parlamentoyu, AP’yi, CHP’yi ve hakim sınıfları eleştirirken takındığı tutum gözüküyor. Darbeye Sovyet yanlısı unsurlar ‘faşist’ diye saldırıyorlar. Kesinlikle söyleyebiliriz ki darbe faşist değildir.”

“(…)

“… Türkiye Ordusu Rusya’ya karşı uyanıktır. Gerçekçidirler, hakim sınıflar içinde en sorumlu ve soğukkanlı kesim olarak görülebilirler…”

“(…)

“… Ordunun tutumu önemlidir. Hava, Deniz ve Kara Kuvvetleri Komutanları ve Genelkurmay Başkanının tutumlarını, parti liderlerinin tutumlarıyla karşılaştıracak olursak, çok daha gerçekçi ve Sovyet tehdidine karşı çok daha uyanıktırlar. Ordu, savaş için seferberliğe hazır olduğunu açıklamıştır.” (35 klasörlük TİKP Dava Dosyasından derlediğimiz belgelerin 8’inci sayfasından)

12 Eylül Faşist Diktatörlüğünün işbaşına gelmesinin üzerinden ortalama 19 ay geçmiştir. İşkenceler, gözaltılar, tutuklamalar, gözaltında ölümler ve idamlar olanca hızıyla sürdürülmektedir. Türk-İş’in dışındaki sendikalar kapatılmıştır, bir ikisi hariç dernekler kapatılmıştır. Grevdeki işçilere zorla işbaşı yaptırılmıştır. Toplusözleşmeler Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağıtlanmakta, zam oranlarını onlar belirlemektedir. Yani tüm hak arama yolları tıkanmıştır. Düşünce özgürlüğü yok edilmiştir.

İşte bu şartlarda, o günlerde, Doğu Perinçek ve PDA Avanesi tarafından 12 Eylül Harekâtı; “kesinlikle söyleyebiliriz ki darbe faşist değildir”, denilerek aklanmakta ve ardından gelen satırlarda da övülmektedir. “Hava, Deniz ve Kara Kuvvetleri Komutanları ve Genelkurmay Başkanının” CHP’den bile daha uyanık, daha sağduyulu olduğu öne sürülmektedir.

Neyse bu konuya yine döneceğiz ileride. O bakımdan onların 12 Eylül Faşist Diktatörlüğü önündeki bu utanç verici alçalmalarının üzerinde daha fazla durmayalım bu yazımızda.

Bu yazıda işleyeceğimiz, onların; insanım diyen herkesin kanını donduracak, içini kaldıracak, midesini bulandıracak başka bir namussuzluğudur…

Şu alçalmaya, şu vicdansızlaşmaya, şu iğrençleşmeye bakar mısınız yoldaşlar:

“Gene dava dosyasında bulunan tutanakta, Belçika Emekçiler Partisi (AMADA) temsilcisine Nötron bombasıyla ilgili olarak şu eleştiriyi yapmaktayız:

“Türkiye: Tek eleştirimiz nötron bombasına karşı gösteri yapmanız. (Klasör 3, s. 139)

“Bu eleştiri, Norveç partisine başka bir biçimde, soru sorularak yapılmıştır:

“Türkiye: Norveç ordusu silahlanırsa mı daha demokratik olur, silahsızlanırsa mı? Yani dış düşmana karşı tutumla halka karşı tutumu nasıl ele alıyorsunuz?

“Gerek dış basında yayınlanan görüşmeler, gerekse Genel Merkezimizdeki tutanaklar birleştirilirse, aynı görüşlerin hemen hemen aynı kelimelerle tekrarlandığı görülmektedir.

“(…)

“Bütün bu görüşmelerde, Partimiz bırakalım Türkiye Ordusunun silahlanması ve güçlenmesini, Avrupalı kapitalist ülkelerin ordularının da ortak tehdide karşı silahlanmasını ve güçlenmesini savunmaktadır. Hatta ABD’nin nötron bombası yapmasının Avrupa’nın savunması ve Moskova’nın caydırılması açısından yararlı olduğu görüşü ileri sürülmekte ve kendi ülkelerinde ordunun güçlendirilmesi siyasetini benimsemeyen bazı Avrupa partileri eleştirilmektedir.” (Doğu Perinçek, agy, s. 57-58)

“Bırakalım Türkiye ordusunun güçlendirilmesi gerektiğini savunmamızı, Avrupa’nın Sovyetler Birliği’ne karşı güçlü olmasını ve direnmesini savunduk. Bu yüzden NATO düşmanlığı önyargısına karşı çıktık. Bu konuda 12 Eylül’den bir gün önce yazdığım Değerli Osman Arkadaş başlıklı mektuptan bir pasajı sunuyorum:

“Sovyetler Birliği’nin saldırı ve bütün dünyaya özellikle de Avrupa’ya yönelttiği tehdit şartlarında NATO hakkındaki fikirlerimizi de gözden geçirmeliyiz. Gerçek durumu incelemeliyiz. Bugün NATO Rusya karşısında nasıl bir rol oynamaktadır? NATO’suz bir Avrupa kendini bugünkü koşullarda nasıl savunacaktır? Brejnev neden NATO ve Varşova’nın karşılıklı olarak dağıtılmasını istemektedir? Türkiye’de Moskova yanlılarının NATO aleyhtarı propagandası neyi amaçlamaktadır? (…) Bugün NATO bir Sovyet saldırısı karşısında Avrupa’yı korumak ve savunmak için planlar yapıyor. (…) Biz Avrupa’nın güçlü bir şekilde direnmesini istiyoruz. Bu, bütün dünyanın yararınadır. NATO içinde Sovyetler’e karşı belli ölçüde teslimiyet gösteren güçler var. Bunlar Avrupa’ya Sovyet füzelerine karşı Amerikan nükleer başlıklı füzelerinin yerleştirilmesine karşı çıktılar. Bu tutum Avrupa’ya değil, Rusya’ya yarar. (…) NATO’dan Sovyetler’e teslimiyet yönünde bir ayrılmadan yana değiliz.” (PDA Avanesinden Ömer Faruk Cıravoğlu, agy, s. 76-77)

Bunlar işte böyle. O denli insanlıktan çıkmışlar ki bırakalım devrimci, solcu, sosyalist olmayı, dünyadaki tüm namuslu aydınların bile şiddetle karşı çıktığı, gösteriler yaparak protesto ettiği ABD Emperyalistlerinin ürettiği insanlık düşmanı soykırım silahı Nötron Bombasını bile hiç duraksamadan, hiç utanıp arlanmadan savunabilmektedirler.

Kaldı ki aynı silaha Avrupa’daki yine Maocu partiler bile karşı çıkıp eylemler yapmışlardır. Hatta ve hatta emperyalist, sömürgeci Belçika ve Hollanda hükümetleri bile bu nükleer başlıkları taşıyan füzelerin kendi ülke topraklarına yerleştirilmesine izin vermeyeceğini söylemiştir açıkça.

Fakat bu soysuzlar yukarıdaki satırlarında açıkça görüldüğü gibi o Maocu partileri bu konuda eleştirmişlerdir ortak toplantılarında, niye karşı çıkıyorsunuz bu silaha diye. Yani insanlıktan çıkmayı, bir insan sefaletine dönüşmeyi bu denli iştahla savunabilmişlerdir. Ve bu yaptıklarını da 12 Eylül Faşizminin mahkemelerinde suçsuzluklarına kanıt oluştursun diye onlara sunmuşlar, ortaya koymuşlardır.

Bunların yaptığı namussuzluğun, ahlâksızlığın, dönekliğin, halk düşmanlığının ve sadece insan soyuna karşı değil, tüm canlıların soyuna karşı işlediği suçların ve caniliğin, içinde bulundukları canavarca ruh halinin derecesini, korkunçluğunu netçe görebilmemiz için bu silahın ne olduğu konusunda biraz fikir edinelim isterseniz…

“Resmi olarak bilinen adıyla bir tür geliştirilmiş radyasyon silahı olan Nötron bombası tahrip gücü düşük bir tür füzyon termonükleer silahıdır. Nötron bombası, bir füzyon tepkimesiyle elde edilen nötron patlamasının, diğer bileşenler tarafından absorbe edilmek yerine silahtan dışarıya salınması prensibine dayanır. Benzer standart silahların radyasyon tankları genellikle kalın uranyum, kurşun ya da çelikten yapılırken Nötron bombasının radyasyon tankı olabildiğince ince malzemelerden yapılır, böylece üretilen nötronların yaydığı füzyon salınımı en yüksek düzeyde gerçekleşir. “Sıradan” bir nükleer silahın tahrip gücü, ki bu eşdeğer TNT kilotonlarıyla ifade edilir, nötron silahının tahrip gücünü ortaya koyan bir ölçüt değildir. Nötron bombalarındaki tahrip gücü sadece ortaya çıkan enerjiyi açıklar ve nötron radyasyonunun yaşayan organizmalar üzerindeki öldürücü etkilerini açıklamaz.

“(…)

“Nötron bombası kavramı ilk olarak Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarında çalışmalar yürüten Samuel T. Cohen tarafından 1958 yılında ortaya çıkarılmıştır. Nötron bombası testi ilk kez 1963 yılında Amerika’nın Nevada bölgesinde yeraltında gerçekleştirilmiştir. 1978 yılında Jimmy Carter hükümetinin, Avrupa’nın bazı bölgelerine nötron savaş başlıkları yerleştirmesine yönelik protesto eylemlerinden sonra nötron bombası geliştirme sürecinden bir süreliğine vaz geçilmiştir. Başkan Ronald Reagan 1981 yılında nötron bombası üretimini yeniden başlatmıştır” (http://en.wikipedia.org/wiki/Neutron_bomb)

“YALNIZ CANLILARI YOKEDEN BİR SİLAH: NÖTRON BOMBASI

“1 Kasım 1952 Güney Pasifik’deki Marshall adalarından Eniwetok üzerinde dev bir ateş topu beliriyor, köreltici ışıklar, radyoaktif serpinti bulutları ve patlama sesleri arasında top mantar biçimini alıyor ve birkaç dakika içinde 25 km. yükselerek stratosfer’e varıyor. Bu bir Amerikan hidrojen bombası testidir. Duman dağıldığında 390 mil çapındaki deniz gölü (lagün) ortasındaki mercan adası Elugelab haritadan silinmiştir. Aygıtlar daha önceki nükleer testlerde asla görülmemiş düzeyde yüksek bir radyoaktivite (görülmez zararlı ışınlar saçma) kaydediyor. 100 mil çapındaki mantardan dağılan radyoaktif parçacıklar atmosfer üzerinde bir örtü oluşturmuştur, bu öldürücü parçacıklar 10 yıl içinde dünya çapında bir radyoaktif serpintiye yolaçacaklardır.

“Gözlemciler H bombası patlamasında atom bombasına göre çok daha fazla nötron ve radyoaktivite meydana geldiğini not ettiler. Bu bilgilere dayanarak Amerikan uzmanları nötron bombasını geliştirdi. İlk nötron silahı ABD ordusunda 1965’te kullanılmaya başlanan Sprint roketleri idi, bu roketler Amerika semalarına erişmiş H bombası başlıklı kıtalararası roketleri etkisizleştirmeye yönelikti. Bu roketler fizikte “kardeş çekirdeğin öldürülmesi” (nükleer fratrisid) olayına dayanıyordu, bu olaya göre iki atom patlaması arasındaki zaman çok kısa ise ikinci patlama meydana gelemez, çünkü ilk patlama ikinci atom bombasının molekül yapısını değiştirmiştir. Sprint roketi nötron “mermi”leri saçarak gelen roketin patlamasını önleyecek, altındaki şehre ise minimum zarar verecekti. Daha sonra geliştirilen nötron silahı Lance roketi oldu. Bu roket Sprint’in yarısı kadar olup bir tankın arkasından havaya fırlatılmaktadır. Menzili 10 km. kadardır. Nötron mermileri Amerikan ordusunun 25 cm.’lik havan topları ve 155 mm.lik silahları ile de atılabilmektedir. Stratejik hedeflere karşı nötron bombası 1800 mil uzaklığa kadar gidebilen pilotsuz uçaklarca taşınacaktır. Pilotsuz uçakların hedefe çarpma olasılığı Lance roketlerine göre çok fazladır, 1800 mil yolculuktan sonra tam istenen noktada patlatılabilmektedir. Gerek Lance roketleri, gerek pilotsuz uçaklar yerden 10 km. yüksekte radarla patlatılacaktır.

“Atom bombası 5 mil çapındaki bir alanda canlı ve cansız herşeyi yokeder ve 1 mil çapındaki bir alanda öldürücü radyoaktivite bırakır. Nötron bombası ise ½ mil çapındaki bir alanda patlama ve sıcaklık etkisi ile herşeyi yokedecek, 1.5 mil çapındaki bir alanda ise saçtığı nötron ışınları ile tüm canlıları öldürecek, fakat binalara, silahlara vs. dokunmayacaktır, böylece canlıları ölmüş bir alanda binalar, silahlara vs. el konulabilecektir. Atom bombasında enerji veren olay çekirdeğin nötronlarca parçalanmasıdır (fisyon), buna karşı nötron bombasında enerji veren olay dört H atomunun Helium atomu yapmak üzere birleşmesidir (füzyon). Atom bombasında enerjinin çoğu ısı ve basınca dönüşür, nötron bombasında ise canlı hedefleri öldüren, cansızları ise sağlam bırakan ışıklar ön plana geçmiştir. Nötron bombasında patlama noktasından ½ mil uzakta ışıma 8000 rad (ışıma birimi), ¾ mil uzakta 650 rad olacaktır. 8000 rad’a maruz kalan canlılar derhal ölecektir. Nötronlar beyne girerek sinir hücrelerinin elektriksel bağlantılarını yokedecektir, kuvvetli ışımaya maruz kalan kompüter’lerin ve elektronik cihazların hemen duruvermesi gibi. 3000 rad gücünde bir ışımaya maruz kalanlar 3-7 dakika baygın kalacak, sonra ayılacak, fakat bir hafta içinde mide-barsak kanamasından ölecektir: ağızdan anüse kadar tüm sindirim sistemi açık bir yara halini almıştır, böbrek ve kalp zayıflar ve hasta ateşler içinde kanayarak ölür. 650 rad’a maruz kalanlarda hemen bir etki görülmez, fakat kan hücrelerini yapan kemik iliği kurur, eski kan hücreleri ışımadan sonra 25-30 gün daha yaşar, fakat bölünmeleri durmuştur, kansızlık ve mikroplara karşı savunamama sonucu hasta 4-5 haftada mutlaka ölür. Uzun süreli etkisi ne olacaktır, bunu anlamak için Hiroşima ve Nagazaki sonuçlarına bir gözatmak yeter: Kan kanseri (lösemi) 30 kat arttı ve ancak 1953’te azalmaya başladı, meme kanseri ise 1955’ten sonra çok arttı, 1945 Ağustos’unda 10-19 yaşında olan kızların meme kanseri olma olasılığı 6 kat artmıştı. O sırada 10 yaşından küçük olanlarda meme değil diğer kanserlerin arttığı ve boyun kısa kaldığı görüldü. 1945 Ağustos’unda hamile olan kadınlar küçük kafalı, geri zekalı ve cüce çocuklar doğurdu.

“ABD’nin 1948 ile 1958 arasında Pasifik’deki Bikini ve Eniwetok adalarında 66 atom bombası patlatması sonucu adalar oturulmaz hale geldi (radyoaktivite nedeniyle), halk patlamalardan önce başka adalara yollanmıştı, Eniwetok’lular ancak 30 yıl sonra adalarına dönebildi, Bikini’nin ise yüzyıl kadar tehlikeli kalacağı sanılmaktadır. Eniwetok’ta patlayan 43 bombanın çoğu toprağın üstünde patladı, Bikini’deki 23 patlamanın biri hariç hepsi su içinde veya mavnalar üzerinde idi, fakat tek bir patlama o bölgeyi 100 yıl oturulmaz hale getirmeye yetti: 1 Mart 1954’de Bravo adlı H bombası 15 megatonluk bir kuvvetle patlatıldı, 3.5 mil çapındaki ateş topu 20 km. yükseğe erişen bir mantar bulut yarattı, beklenmeyen bir doğu rüzgarı öldürücü radyoaktif serpintileri 7000 mil karelik bir alana yaydı. 100 mil ötede bulunan Talihli Canavar adlı Japon balıkçı gemisindekiler ve Rongelap adasının tüm sakinleri radyoaktif maddelerle zehirlendiler. Bikini’ye öldürücü Cesium ve Strontium 90 tozları yağdı. Bikini 1969’da temizlenmeye başladı, binlerce hindistan cevizi ağacı dikildi ve 40 ev yapıldı. ABD İçişleri Bakanlığı Pasifik İşleri Dairesinden John De Young’ın bildirdiğine göre kuyular ve bitkiler cesium ve Sr-90 ile o derece bulaşmıştı ki halkın adaya dönüşü ertelendi, buna rağmen 15 aileye ait 80 kişi adaya dönerek orada yaşamağa başladı. Şimdi havadan alınan kızıl ötesi ışın fotoğraflarının belirttiği ışıma derecesine göre bir karar alınacak ve belki de bu insanlar yakındaki Neeu adasına nakledileceklerdir. (American Popular Mechanies Dergisinden)

“NÖTRON BOMBASI (NB)

“1981 yılı 6 Ağustosunda ABD Başkanı, ABD’nin çok miktarda nötron bombası yapmaya başladığını bildirdi.

“Canlıları öldürüp cansızlara hiç dokunmayan bomba.

İşte gazetelerden bazı kupürler:

“NB’den sonra, içindekiler ölmüş olmasına rağmen Dresaen’in güzelliği bozulmayacak (Lie Welt’den H. Kremp).

“NB insanları öldürüp cansız şeyleri aynen bırakır. Tankların, fabrikaların, gökdelenlerin vb. içinde, hiçbir yara izi gözükmeyen cesetler dağ gibi yığılacaktır (Welt am Sonntag)

“NB’de nükleer fizyon (atom ayrışma) reaksiyonları yardımı ile nükleer füzyon (atom birleşme) reaksiyonları başlatılır, atom birleşmesi sırasında yüksek enerjili nötron ışınları saçılır. Bu nötron ışınları insan hayatını tahrip eder. NB’lerin amacı ışınlama yolu ile canlıları öldürmektir, binalar, silahlar vb. sağlam kalır.

“Nötron silahları fizyon-füzyon prensibi ile çalışır. Önce atom parçalanması (fizyon) on milyonlarca derece ısı sağlar. Bu ısıda hafif atom çekirdekleri birleşir (füzyon). Nükleer füzyon sırasında queterium ve tritium iyonları etkileşerek 14.000.000 elektron volt (mev) enerji taşıyan nötronlar fırlatır. Tahrip gücü kiloton seviyesince olduğundan (megaton değil) buna bir mini-hidrojen bombası (mini-termonükleer bomba) gözü ile bakılabilir. NB’de nötron kaybı minimumdur. Bu silahta nötron ışınlarının fazla oluş nedeni, atom birleşmesi reaksiyonunun (füzyon) atom parçalanmasına (fizyon) göre 10 kat fazla nötron açığa çıkarmasıdır (kiloton başına n.1024 ve n.1023). Ayrıca füzyon nötronlarının enerjisi fisyon nötronlarının 7 katı kadardır (14 mev ve 2 mev). Böylece füzyon nötronları daha uzak mesafelere gider, çeşitli engellere daha derin nüfuz eder ve daha yüksek şiddette nötron ışınları olarak etki yapar. Bu nedenle NB’ye “arttırılmış ışınlama silahı” da denmektedir.

“NB enerjisinin % 30-80’i nötron ışınları şeklindedir. Enerji fizyon ile füzyon’un oranına bağlıdır. Bu oran 50:50, 40:60 veya 25:75 olabilir. Amerikan Lance füzelerinde enerjinin % 40’ı patlama ve % 30’u ilk ışınlama için kullanılmaktadır. 1 kiloton nötron başlığının 0.4 kilotonu patlama için kullanıldığında, 80 adet 5 tonluk ağır TNT (trinitrotolüen) bombası patlatılmış gibi olur.

“NB patladıktan sonra çevreye saçılan nötronlar, toprakta, metallerde, besinlerde vb. nötronları aktive etmektedir; bu nötron aktivasyonu atom bombasına göre 10 kat daha fazladır. Nötron aktivasyonu denen olay, cansız cisimlerin sekonder gama ışınları saçmasına neden olur. Böylece NB hem nötron ışınlarına, hem de gama ışınlarına bağlı tahribat yapmaktadır. Nötronlar çarptıkları cisimleri gama ışınları saçar hale getirdiğinden, NB atıldıktan sonra her cisim bir mini-bomba halini alarak gama ışınları saçmaya başlar. Hiroşima’da ilk 2 günde sıfır alanında bulunup da sağ kalanların ve alana girmiş kurtarma ekiplerinin 130 rad kadar sekonder gama ışınları aldığı hesaplanmıştır. NB ile bu doz daha da yüksek olacaktır.

“NB’nin ilk etkisi hızlı nötronlar ve gama fotonları saçmaktır. Işınlama dozu, patlama ve termal ışınlama mesafesi (150-300 m) ötesinde, açık havada yüzbinlerce rad kadardır. Hatırlatalım ki insan 300 rad’dan yüksek nötron ışınlaması karşısında bile ölmektedir.

“İyon oluşturucu (iyonizan) ışın yaratan atom patlamaları arasında en belirgin biyolojik etki gösteren nötron ışınlarıdır. Bunun nedeni biyolojik yapı ve dokular ile nötronlar arasında özel bir etkileşim oluşudur. Nötronlar elektrik yükü taşımadıklarından, bir maddeden geçerken, atomları direk olarak iyonize etmez ve uyarmazlar.

“İyonlaşma ve atom aktivasyonu, başta H olmak üzere, çeşitli atomların nötronları yakalaması ve etrafa dağıtması sonucu meydana gelmektedir. Enerji spektrumuna bağlı olarak, biyolojik yapıların atom çekirdekleri ile bu partiküller arasında çok çeşitli etkileşimler olur.

“Hızlı nötronlar hafif atomların çekirdeklerinde elastik saçılmaya maruz kalır, bu sırada geritepme protonları açığa çıkar, protonlar şiddetle iyonlaştırıcı partiküllerdir. Bu reaksiyon dokunun absorbe ettiği dozun % 70-80’ini oluşturur. Böylece insan şiddetle iyonlaştırıcı bir ışımaya maruz kalır. Protonlar insan dokuları içinde ilerledikçe, birim yol başına çok yüksek bir enerji ile tahribat yaparlar. İş bununla da kalmaz, bazı biyolojik dokuların çekirdekleri nötron yakalayarak radyoaktif hal alır, bunun sonucu insan vücudunda 24Na, 32P gibi sayısız radyoaktif odak belirir, insan dokularının her biri bir mini-bomba halini alarak kendi kendini tehlikeli ışınlarla tahrip etmeye başlar. İşte nötronların en büyük tehlikelerinden biri burada yatmaktadır: nötronlar canlı veya cansız cisimlere çarparak önlerine çıkan atomları radyoaktif hale getirmektedir, bu atomlar öldürücü ışınlar saçmaya başlamakta, sayısız mini-bomba doğmaktadır. NB atıldıktan sonra gerçi binalar, tanklar vb. aynen kalacak denmektedir, aslında gerek cesetler, gerek bu cansız şeyler radyoaktif hal alacaktır. Gerek cesetleri kaldırmak, gerek bu binaların, tankların vb. için girmek yüksek dozda öldürücü ışın almak anlamına gelecektir. Sağlam kalan cansız şeyler ancak ışınlamadan koruyucu özel giysilerle kullanılabilecektir.

“Nötronlar, gama ışınlarına göre, canlı dokular için çok daha tehlikelidir. Nötronlar gerek vücut, gerek seks hücrelerinde (sperma ve onun) çoğalma ve kalıtımı sağlayan molekül mekanizmalarını daha fazla bozmakta ve bu tahribatın iyileşmesi daha yavaş ve daha eksik olmaktadır. Kalıtım mekanizmaları tahrip olduğu için gelecek kuşaklar sakat doğacaktır. Nötron ışınları gama ve X ışınlarına göre daha ağır bir klinik tablo yaratmakta, vücut bir bütün olarak hastalanmakta ve bu tip bir patolojiyi düzeltmek mümkün olmamaktadır.

“NB kullanılmasının amaçlarından biri, nötrona maruz kalanları anında yaşayan ölü haline getirmektir. Beyin 3000-8000 rad civarında ışın alarak derhal görev yapmayı durdurur, denge kaybı (ataxia), şok ve sara krizlerinden sonra kurban bitkisel hayata geçer ve bu ağır koma içinde en geç birkaç günde olur. Yalnız NB, insanları bu hale getirebilmektedir. Diğer “normal” nükleer bombalar, patlama dalgası ve parlamanın sıcaklığı ile yanık ve yaralar yapar ve acı çektirmeden hemen öldürür.

“NB’nin neden olduğu düşük dozda (1000-3000 rad veya daha az) ışınlama ise bitkisel hayata sokmayıp gözde katarakt (perde), vücutta ise kanserler ve lösemi yapacak, kalıtım mekanizmasını bozarak sakat çocuklar doğmasına yol açacaktır. Nötronların bu tahribatı yapma güçleri gama ışınlarına göre 5-10 kat fazladır. NB’nin yarattığı gama ışınları nötronla beraber etki yaptığından standart gama ışınlarından 7 kat daha tehlikelidir. Anne karnında nötron ışınlarına maruz kalan çocuklar ucube olarak doğacaktır. İngiliz genetikçisi J. Edwards’a göre NB’nin en korkunç yanı şudur: NB öyle bir bombadır ki etkisi zamanla sınırlı değildir, NB atıldıktan sonra birçok nesil sakat ve ucube olarak doğacaktır, bunu önlemek kimsenin elinde değildir, ışınlar kalıtım moleküllerini (genleri) tahrip ettiğinden bu acı sonuç kaçınılmaz. Bu bakımdan NB genetik bir silahtır, gelecek nesillere de yönelmiştir.

“NB’ler füze başlığı olarak kullanılmakta ve ağır havan topları ile atılmaktadır. İnsanların yoğun yaşadığı bölgelerde (kentlerde) tahribat en fazla olacaktır. 8 km2lik bir alanda tüm canlılar öldürücü ışınlar sonucu en geç 2-3 günde ölecektir. 10 km2’lik bir ek alanda da 1-100 rad ışın alınacaktır. 2-3 km. aralıklarla atılan NB açık havada yakalanmış herkesi öldürecektir. 1 kilotonluk bir NB’nin patlama noktasından 400 m. uzakta ışıma 418.000 rad’dır. Işımayı 500 kat azaltan bir sığınak da bile alınacak doz 836 rad olacaktır, bu ise minimum öldürücü dozun iki katıdır.

1 kiloton nötron bombasının İnsanlara etkisi:
Bedensel ve zihinsel aktivitenin derhal ve tamamen kaybı. 1-2 gün süren can çekişmeden sonra ölüm.
Birkaç dakika sonra insan hareket kabiliyetini kaybeder ve 2-6 gün içinde ışınların etkisi ile ölür.
Patlamadan sonraki 1 saat içinde organizma ışınlama sonucu ağır bir bozukluk gösterir. 2-3 haftada akut radyasyon hastalığı ile ölüm.
Işın alanların %10’u aylar süren ışınlama hastalığı sonucu ölür, sağ kalanlarda kanser ve lösemi sıklığı artar, bombadan 15-25 yıl sonra bile kanser başlayabilir.
Radyasyon (ışınlama) hastalığı yoktur. Işın alanlarda kanser ve lösemi sıklığı artabilir. Nesiller boyu anormal çocuk doğacaktır.

“Amerikalı bilim adamı A. Westing’e göre 1 kiloton nötron silahı 310 hektar çam ormanı, 170 hektar yaprak döken orman ve 140 hektar otlak tahrip edecek ve bunların yerine konması yüzyıllar alacaktır.” (Dr. Selçuk Arslan, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi)

Evet yoldaşlar, işte böylesine korkunç bir canlı düşmanı silahı, bir soykırım silahını hiç tereddüt etmeden, hararetle savunabilmiştir bu PDA Avanesi.

Puştluğun, namussuzluğun, dönekliğin, onursuzluğun da bir sınırı olur yahu!

Siz bunların bile bokunu çıkardınız. Bu ne böyle be!

Devrimcilik, vicdan demektir, namus demektir, en yüce ahlâk demektir. Sonsuz bir insan, hayvan ve doğa sevgisine sahip olmak demektir. Bunlarda bırakalım devrimciliği, sıradan bir insanda bile var olan insani değerlerin zerresi yoktur. O bakımdan bizim bunlarla yüz yüze gelmemiz, bir araya gelmemiz asla söz konusu olamaz. İğreniriz, midemiz bulanır, kusarız bunları yakından görürsek.

Bağışlayın, biz bugüne kadar bir ağacın tek bir yaprağını bile koparmaya kıyamamışızdır. Elimiz varmamıştır buna. Herhangi bir hayvana; bir kuşa, bir örümceğe hatta bir yılana bile zarar vermemişizdir. Evimizdeki bir örümceği bile özenle tutup bahçeye bırakmışızdır.

Sevgili yiğit Gezi Şehidimiz Ali İsmail Korkmaz köylerindeki evlerinin yakınında yaşayan bir yılanı babası öldürünce ona şöyle haykırmıştır: “Baba, o yılan sana ne zarar verdi ki öldürdün onu?” İşte böylesine yüce bir yürek, sevgi, merhamet dolu bir yürek taşıyordu Ali İsmail. Tabiî bütün Gerçek Devrimcilerin de aynı yüreği taşıması gerekir bizce.

Kendi değerler sistemimiz açısından baktığımız zaman PDA Avanesine, bunların insan olmadıklarını görürüz. İnsan doğduklarını ama insanlıktan çıkmış olduklarını görürüz. Böylelerinden olumlu anlamda hiçbir şey olmaz ki devrimci olsun.

Ancak zalim olur, utanmaz, arlanmaz olur, yalancı, düzenbaz olur, dönek, yalaka olur, faşizm ve emperyalizm yandaşlığı olur.

Hala bunlarla “solculuk”, “yurtseverlik” yapılabileceğini savunan varsa ne diyelim?.. “Onlara da Allah akıl fikir versin”, demekten başka…

Bir dipnot anlamında şu noktaya da değinmeden yazıyı bitirmeyelim:

Yukarıda da dedik ya, Avrupa’daki Maocu partiler bile nötron bombasına karşı çıkıyor. Ama bunlar tam tersi, iştahla savunuyor. Bunun sebebi şu:

Onlar da Maocu, onlar da Sovyetler’in Avrupa’yı tehdit ettiğini, işgale niyetlendiğini vb. zırvalamaları yani insan aklıyla alay eden ve gerçekleri tam anlamıyla tersyüz eden, böylece de ABD Emperyalistlerinin değirmenine su taşıyan zırvalamaları bunlar gibi tekrarlayıp durmaktadırlar. Fakat buna rağmen nötron bombası ve nükleer silahlarına karşı çıkmaktadırlar ABD’nin.

Çünkü onlar Maocu olmakla birlikte ruh sağlığı yönünden normal insanlardır. Bizdeki PDA Avanesi ve onun şefininse daha önce de belirttiğimiz gibi psikolojik, psikiyatrik sorunları vardır. Böyle olunca da o, ihanette ve namussuzlukta hiç dur durak bilmemektedir. Tabiî utanma arlanma gibi insani özelliklerden de çoktan vazgeçmiştir. İşte PDA’nın nötronculuğu, nötron aşkı bundandır…

Kaldı ki Sovyetler’in ne Avrupa’yı ne de dünyanın herhangi bir başka ülkesini işgal etmek gibi bir niyetleri, tarihlerinin hiçbir döneminde olmamıştır. Hayat da bunun kanıtıdır zaten. Bunun aksini savunmak, ahlaksızlıktır, dengesizliktir, Amerikan uşaklığıdır.

Sovyetler Birliği sosyalizmi muhakkak ki Marksizmin-Leninizmin öngördüğü tüm prensiplere uyan, sağlıklı bir sosyalizm değildi. Zaten o yüzden yıkıldı. Lenin’in karşıdevrim tehlikesine karşı yaptığı dahice uyarıları anlayamadığı, kavrayamadığı için yıkıldı. Bu konuya ilişkin kapsamlı değerlendirmelerimiz olmuştur yıllar öncesinde. İlgi duyan arkadaşlar o değerlendirmelerimize bakabilirler.

Bütün bunlara rağmen Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’ın varlığı dünya halklarını koruyan bir sigorta görevi yapmaktaydı. Emperyalistler, Sosyalist Kamp’tan çekindikleri için, kitlelerin sosyalizme kaymasından korktukları için sömürü ve yağmalarını belli sınırlar içinde tutmak zorunda kalıyorlardı. Bugün olduğu gibi hayasızca işgallere girişemiyorlardı. Halkların tepesine bombalar yağdıramıyorlardı. BOP gibi namussuzca, şerefsizce, insanlık düşmanı planlar, projeler yapıp bunları uygulamak için saldırılara girişemiyorlardı. Sosyalist Kamp’ın çökmesi bu insanlık düşmanı haydutların başıboş kalmasını sağladı. Onlar da dünyada gönüllerince zulüm ediyorlar, canilikler ediyorlar. Milyonlarca masum insanın canına kıyıyorlar hiç acımadan…

Sovyetler’in Avrupa’yı ve başka ülkeleri işgal gibi bir niyetlerinin olmadığını ve Batı Emperyalistlerinin Sovyetler’den her bakımdan çok daha güçlü olduğunu Ernest Mandel gibi Troçkist Enternasyonal’in (4. Enternasyonal) Uluslararası sekreterlik üyesi bir kişi bile netçe ortaya koyuyor. Hatırlanacağı gibi Troçkistler ve 4. Enternasyonal her zaman Sovyetler’e karşı hasmane bir tutum içinde olmuşlardır.

Şimdi E. Mandel’den konuya ilişkin birkaç cümle aktaralım:

“Tekrarlayalım: biz, kendi sınıf yapısının özelliklerinden arındırılmış, sosyo-ekonomik olarak tarafsız bir ‘süper güç’ kavramına inanmıyoruz. Daha da ötesi, bize göre, ‘Sovyetler’in Batı Avrupa’yı işgali tehdidi’ tehlikeli ve saçmasapan bir mittir. Bırakın uluslararası emperyalist ittifakı (ABD+Batı Avrupa+Kanada+Japonya+Avusturalya) bir başına Amerikan emperyalizmi, Sovyet ‘bloku’ndan çok daha üstün teknolojik, sınai, askeri ve mali kaynaklara sahiptir. 1945’ten beri nükleer silah yarışında inisiyatif hep onda olmuştur. Kremlin her zaman bu tehditlere yalnızca tepki göstermiş, hiçbir zaman eşitlenmemiş ve daha öteye geçmemiştir.” (E. Mandel, Nükleer Savaş ve Sosyalizm, Yazın Yayıncılık, 1983, s. 38)

İşin bu yönünün de bilinmesini istedik. Geçelim…

Yazımızda son sözü biz söylemeyelim. Konuya ilişkin gerçekçi bir değerlendirme yapan ve iki de çok dokunaklı şiir ekleyen bir siteden bir bölüm aktaralım, son söz bu olsun:

“YALNIZ BİR UFAK KUSURU VAR BU BOMBANIN, OYUNCAĞINI BIRAKIYOR ÇOCUĞU ALIYOR

“Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin, dünya silah ticaretinden ne kadar pay aldığını biliyor musunuz? Yüzde %80!..Bu oran bizlere, söz konusu ülkelerin “Barış” söylemlerine itibar etmememiz konusunda bir uyarıdır.UNICEF,1990’lı yıllarda iki milyon çocuğun silahlı çatışmalarda öldüğünü, üç katının ise sakat kaldığını bildirmiştir. Ölen çocukların sayısının yüzde 80’i, bir milyon altı yüz bin cansız, küçük beden demektir; ama bu ülkelerin ‘uygar’ olduğunun da altını çizmemiz gerekiyor. Uygarlar; ama kusursuz değiller. Kusurun ne olduğunu insanın canını alıp eşyalara zarar vermeyen nötron bombası için İsmail Uyaroğlu’nun yazdığı şiirden öğreniyoruz.

YAŞASIN NÖTRON
bomba dediğin kibar olmalı
yakıp yıkmamalı öyle her yanı
hala kurtulamamışsa eğer barbarlıktan
nötrona bakıp utanmalı
evet, bütün barbar bombaların
pabucu dama atıldı
uygar bir bomba bulundu çünkü:
Nötron!!!
öyle kibar bir bomba ki bu
yok etmiyor hiçbir şeyi
insanlar hariç
saygısı var yani apartmanlara
taşa, demire, oduna
bir de uzaydan gelecek konuklara
öyle ya Eyfel yıkıldı diyelim
nerden bakacaklar Paris’e
uzaydan gelenler sonra
üstelik çok da hesaplı
örneğin köle ölecek ama
zinciri kalacak
amaç aynı zinciri
yeni köleye takmak
savrukluk olmaz mı her yeni köleye
yeni bir zincir yapmak
bir kapitalist kadar pinti ama
çocukların oyuncaklarını
yakamayacak kadar da naif öte yandan
heykelleri korumayı bilecek kadar düşünceli
ve tabloları yok edemeyecek kadar da duyarlı
yalnız ufak bir kusuru var bu bombanın
oyuncağını bırakıyor, çocuğu götürüyor
o kadar olacak artık, hoş görün
neye yarar yoksa
bunca teknik gelişme
bir çocuğu bile
öldüremedikten sonra
ey saygıdeğer burjuva bilginleri
ve onların insancıl efendileri, sağ olun
sayenizde yıkıntılar arasında değil
tertemiz kentlerde ölebileceğiz artık
hem biz öleceğiz ama
tıraş takımlarımız yaşayacak
sürahimiz bile kırılmayacak
kahrolsun incelikten anlamayan
atom ve benzerleri
yaşasın nötron!!

“ABD’nin savaş uçakları Vietnam işgali sırasında bombaladıkları, çocuklarını öldürdükleri köylere “Vietnam Çocuk Bayramı”nda oyuncak attılar. Gazetelerde bu haberin yayımlanması üzerine, Avusturyalı şair Erich Fried, “Gökten Oyuncak Attılar” adlı şiirini sunar bizlere…”

Çocuk Bayramı’nda
bomba yerine
oyuncak
atmak
dedi
halkla ilişkiler uzmanı
kuşkusuz
etkili olur

Gerçekten
büyük
etki yaptı
tüm dünyada
Uçaklar
on beş gün önce
atsaydı oyuncakları
bombaları da bugün

iki küçük çocuğumun
iyilikseverliğiniz sayesinde
oynayacak bir şeyleri olurdu
son on beş gün!!!
(http://baybelki.blogcu.com/yalniz-bir-ufak-kusuru-var-bu-bombanin/9831155)

25.12.2014

HKP Genel Başkanı

Nurullah Ankut

Kaynak: http://kurtuluspartisi.org/fasist-diktatorlugu-natoculugu-amerikan-usakligini-onun-notron-bombasini-savunabilecek-kadar-namussuzlasabilen-baska-kimse-olmus-mu-turkiyede-bilen-var-mi/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tarihselmaddeci
[ tarihselmaddeci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.05.2014
İleti Sayısı: 581
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder

Web Adresi | Özel ileti Gönder

1 kere teşekkür edildi.
1 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: tarihselmaddeci
Cevap Tarihi: 02.01.2015- 12:16


Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair… (8) - Bir CIA Projesi Olan 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü Böylesine Hayâsızca Alkışlayıp da Bugün Hâlâ Sol Olduğu İddiasında Bulunan Başka Bir Siyasi Hareket Var Mıdır Türkiye’de? Bilen, Gören, Duyan Var mı?

D. Perinçek ve PDA Şürekâsı, 14.12.1981 tarihinde yani, darbeden tam 15 ay sonra, bir şema sunuyorlar faşist cuntanın Askeri Mahkemesine. Bu şemada cuntanın şefi, bizim “Baş Goril” diye adlandırdığımız, ABD uşağı, insan sefaleti Kenan Evren’le kendilerinin nasıl ideolojik birlik içinde olduklarını gösteriyorlar hatta kanıtlıyorlar. İşte biz sizinle böylesine amaç birliği içindeyiz, diyorlar. Böylece de kendilerinin cunta mahkemesince aklanmasını bekliyorlar.

İşte bu utanç verici alçalmanın belgesi. Şemayı aynen bu şekilde kendileri yapmıştır:

“SAYIN DEVLET BAŞKANI KENAN EVREN’İN KONUŞMALARI İLE

“TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ (TİİKP) 1. KONGRE BELGELERİ”

ARASINDAKİ BENZERLİKLER

Sayın Kenan Evren’in sözleri

  • “12 Eylül’den bu yana sosyalist ülkelerle ilişkilerimiz bağımsızlık, egemenlik, iç işlerine karışmama ve hak eşitliği ilkeleri çerçevesinde düzenli bir şekilde sürdürülmektedir.”(12 Eylül 1981 günlü, Radyo-TV konuşması)


  • “Ege’nin, düşmanlık denizi değil, dostluk denizi haline getirilmesini istiyoruz.”(9 Eylül 1981 günü, İzmir’de halka hitaben yaptığı konuşma)


  • “… bir kısım güçler sinsi faaliyetlerini artırarak, bu iki ülkeyi birbirine düşman yapma çabasına girişmişlerdir.”(9 Eylül 1981 günü, İzmir’de halka hitaben yaptığı konuşma)


  • “… siyasi partilerimiz, yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek…”(12 Eylül 1981 günlü, Radyo-TV konuşması)


Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi


  • “Demokratik Halk Devleti, bağımsızlığa, egemenliğe ve toprak bütünlüğüne, karşılıklı saygı, saldırmazlık, iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarar ve barış içinde bir arada yaşama ilkeleri temelinde farklı sistemlere sahip ülkelerle bir arada yaşamak için çaba sarf edecektir.”(TİİKP Programı, Madde 18 – TİİKP 1. Kongre Belgeleri s. 79)


  • “Ege Denizi… Türkiye ve Yunanistan arasında bir barış ve dostluk denizi olmalıdır.”(Hüseyin Gazi Yoldaşın TİİKP 1. Kongresine sunduğu Merkez Komitesi Raporundan, TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 46-47)


  • “Rus sosyal-emperyalizmi, bölgenin tek efendisi olmak amacıyla Türkiye ile Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki çelişmeleri şiddetlendirmek için her tülü manevrayı çevirmekte, Türkiye ile bu ülkeler arasında savaş kışkırtmaktadır.”(TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 43)
    Dikkat edersek TİİKP’in yukarıda satırlarında bir kere bile ABD Emperyalizminden söz edilmez. Ege’de ve Kıbrıs’ta savaş kışkırtıcılığı yapan, “bölgenin tek efendisi olmak” isteyen “Rus Sosyal Emperyalizmi” imiş.


  • “MHP… milliyet ve mezhep kavgalarını kışkırtarak…”(TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 44)


(35 klasörlük TİKP Dava Dosyasından derlediğimiz belgelerin 37’inci sayfasından. TİİKP, 12 Mart dönemindeki partilerinin adıdır. 12 Eylül’ün dava dosyasına kendilerini savunma amacıyla o dönemdeki belgelerinden de bölümler alıp koymuşlardır.)

Gerçekleri bu denli tersyüz ettiklerine mi yanarsınız, yoksa cuntacılar önünde böylesine rezilce diz çöküşlerine mi…

Görüldüğü gibi bunların ihanetleri sadece 12 Eylül öncesi ve sonrasını kapsamamaktadır. Hep söylediğimiz gibi 1969’dan itibaren bunlar “Mao Zedung Düşüncesi”nin müridi olmuşlar, Pekin’i Kâbe edinmişler ve ihanet batağına da o günlerden itibaren batmışlardır. Siyasi hayatları hep bu bataklıkta geçmiştir artık.

Bu eleştirilerimizde sakin olmak için kendimize sürekli telkinde bulunduk. Yoksa bunları savunup yazan insanlarla eleştirel de olsa muhatap olmak aslında bunlara değer vermek olurdu. Fakat öyle bir ortamda yaşıyoruz ki bunlar, Pensilvanyalı İblis’in ya da Tayyipgiller’in yaptığı gibi, insanları kandırmanın bir yolunu buluyorlar. Teslim edelim ki bu konuda çok mahirler. Kalıptan kalıba geçiyorlar da hiç yüzleri kızarmıyor, hiç renk vermiyorlar. Sanki bunların hiçbirini yapan kendileri değilmiş gibi davranıyorlar. Ne diyelim, demek ki insan suretindeki bazı yaratıklarda böyle özellikler olabiliyormuş.

Tayyipgiller ve Pensilvanyalı insanları Allah’la aldatıyor. Bunlarsa sol söylemle. O söylemi her seferinde değiştirseler de bu zırvalamalara kanan insanlar bulunabiliyor. Özellikle de bizim gibi Şark Toplumlarında.

Perinçek ve PDA’nın yukarıdaki şemayı cunta mahkemesine verdiği günlerde, önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Faşist Diktatörlük Türkiye’nin üzerinden buldozer gibi geçmektedir. Devrimci, sol, sosyal demokrat, demokrat, aydın, namuslu ne kadar insan varsa sorgusuz sualsiz gece baskınlarıyla, gündüz baskınlarıyla evlerinden, işyerlerinden alınıp işkencehanelere götürülmekte ve bazen üç ayı bulan günler ve geceler boyunca insanlık dışı işkencelerden geçirilmektedir. Sonrasında cezaevine tıkılmakta, yargılanmasının başlaması için bazen bir yıl bazen daha uzun süre beklemek zorunda kalmaktadır.

Tanık olduğumuz bir olayı nakledelim:

Ankara Kızılay’da bir gösteri yapılır, devrimcilerce. Polis saldırır. Kaçışır sağa sola devrimciler. Peşlerine düşer polis. Dalar sokaklara, işyerlerine. Genç kimi gördüyse yakalayabildiğini gözaltına alır.

İşte oradaki postanede bir genç hiçbir şeyden habersiz yakınına telefon etmek için sıra beklemektedir. Genç olduğu için hemen alınır polisçe. Oysa olayla hiçbir ilgisi yoktur. İşkenceden geçirilir ve Mamak’a atılır. Mahkemeye çıkabilmek için bir yıla yakın bir süre cezaevinde yatmak zorunda kalmıştı. Mahkemeye çıkabilse olayla ilgisizliğini anlatacak ve kurtulacaktı.

Yani böylesine azgınca saldırıyordu faşizm halka. Tabiî idamlar da sürdürülüyordu. Ve gözaltında ölümler de.

Her türlü örgütlenme ve hak arama yolları yasaklanmıştı. Düşünce açıklamak suçtu.

İşte böyle bir ortamda TİKP’liler, “biz cuntayla işte böylesine düşünce birliği içindeyiz”, diye şema belgeler hazırlayıp sunuyorlardı mahkemelere. Yani aynen MHP’nin söylediğini söylüyorlardı: “Düşüncemiz iktidarda biz ise cezaevindeyiz” diye.

Herkesin bildiği gibi 650 bin insan gözaltına alınmış ve işkencelerden geçirilmiştir o faşist süreçte. Cuntanın hain şefi Kenan Evren; “asmayalım da besleyelim mi?”, diye, insanlık dışı canavarca ruh halini meydanlarda haykırmaktan geri durmuyordu.

Cuntanın bu canavarlıklarını daha da artırması için ona tavsiyelerde bulunuyordu TİKP yöneticileri, aşağıda aktaracağımız belgelerde görüleceği gibi.

Yukarıdaki şemada Doğu Perinçek kendisini “Hüseyin Gazi Yoldaş” diye adlandırıyor. Dikkatinizi çekmiştir sanırız. İnsan acı acı gülüyor, değil mi… Be hain, be fırıldak sen kimsin Battal Gazi’nin babası Seyyid Hüseyin Gazi kim? Bin kırık testinin, bir tane sağlam testinin yerini tutmayacağı gibi senin gibi bir milyar Bin Kalıplı hain de bir Hüseyin Gazi etmez. Neyse…

Bunların ihanetlerine dair belgeleri sıralayalım ki, kimse Doğu Perinçek ve tayfası bunları yapmamıştır, diyemesin. Tabiî Kur’an’ın diliyle söylersek “akıl sahipleri” böyle diyemesin.

“BAŞKANLIK KURULU ÜYEMİZ MUSTAFA KEMAL ÇAMKIRAN’IN ALMAN “DIE ACHTZIGER JAHRE” DERGİSİNE AÇIKLADIĞI GÖRÜŞLER

“Başkanlık Kurulu üyemiz Mustafa Kemal Çamkıran, 12 Eylül harekâtından sonra Almanya’da yayınlanan “Die Achtziger Jahre” dergisine, 12 Eylül Harekâtı ve Ordu hakkında, Partimizin savunduğu görüşler doğrultusunda şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“12 Eylül’de Genelkurmay Başkanı Evren’in önderliğinde yapılan darbe, faşist değildir. (…) Evren’in kamuoyuna ilk konuşmasında, bizim Partimizin bugüne kadar parlamentoyu, AP’yi, CHP’yi ve hakim sınıfları eleştirirken takındığı tutum görülüyor. (…) Darbeye, Sovyet yanlısı unsurlar “faşist” diye saldırıyorlar. (…) Kesinlikle söyleyebiliriz ki, darbe faşist değildir.(…) Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki baskı ve tehdidi artmaktadır. Ona direnen ve bağımsızlığı savunan bütün güçler tutumlarını daha berrak bir şekilde belirlemek durumundadırlar. Bölünmüş, parçalanmış ve anarşiye yuvarlanmış bir Türkiye, bugünkü tarihi dönemde, Sovyetler Birliği’ne direnemez. (…) Ordunun darbesi, Sovyetler Birliği’nin yıllardır Türkiye’ye karşı yürüttüğü bölücü faaliyetlerine açık bir yanıt olarak görülebilir. (…) Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu sorun, siyasi ve ekonomik istikrarı yeniden kurmak, Sovyet tehdidine karşı milli birliği ve milli savunmayı güçlendirmektir. (…) Tutumumuz, darbecilerin olumlu yana gelmesi yönündedir. Halen darbeyi olumlu görüyoruz; ne yaptığını ölçeceğiz. Olumsuz işler yaparsa karşı çıkacağız; ama, başarı kazanmalarını istiyoruz. Bu nedenle, revizyonistlerin darbeye “faşist” diyen kışkırtıcılıkları ile mücadele edeceğiz. (…) Eğer siyasi çevreleri ve Alman halkını, darbeye karşı Sovyetler Birliği’nin başlattığı karalama kampanyası konusunda aydınlatır ve buna karşı bir tutuma yöneltilirse yararlı olunur. (…) Bugün Türkiye’yi tecrit etme çabalarına karşı çıkmak gerekir. Siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan tecrit olmuş bir Türkiye, Sovyetler Birliği’nin tehdit ve yıkıcılığı karşısında korunaksız kalır.” (Derginin sayfaları ve Türkçe çevirisi eklidir.)”

“BAŞKANLIK KURULU ÜYEMİZ ÇAMKIRAN’IN İSVEÇ “GNISTAN” DERGİSİNE AÇIKLADIĞI GÖRÜŞLER

“12 Eylül Harekâtından bir hafta sonra Alman dergisine yukarıda özetlediğimiz mülakatı veren Çamkıran, Harekâttan iki hafta sonra da İsveç’te yayınlanan “Gnistan” dergisine görüşlerini belirtmiştir. Bu görüşlerde Partimizin Ordu, parlamento, demokratik haklar, anarşi, bölücülük ve ayrılıkçılık, Sovyetler Birliği’nin tehdidi ve MHP terörü konusundaki tutumunu yansıtmaktadır.

“Çamkıran’ın açıklamalarında savunmamız açısından belirtmek istediğimiz görüşler şunlardır:

“Darbeden önceki bir buçuk yıl içinde Partimizle askerler arasında benzer görüşler gelişti. Bugün askeri yönetim içinde kilit mevkilerde bulunan kişiler, bizleri yurtseverler olarak kabul ederler.” (agy, s. 89-90)

Yukarıdaki satırlarda açıkça görüldüğü gibi faşist cunta generalleriyle TİKP yöneticileri birbirlerini “dost kuvvetler” olarak görmektedirler.

Yine görüldüğü gibi her ikisinin de başdüşmanı Sovyetler Birliği’dir. TİKP’in iddiasına göre de darbe, Sovyetler’in tutumuna karşı bir cevap olarak yapılmıştır.

Faşist darbe TİKP’e göre Amerikancı değildir. Yurtsever güçlerin yaptığı bir harekâttır. Ve Moskova’nın Türkiye’yi işgal planlarına karşı yapılmış bir harekâttır. İşte böylesine hezeyan içindedir Doğu Perinçek ve TİKP hainleri.

Darbenin Amerikancı olduğu Moskova’nın iftirasıymış, yalanıymış TİKP şeflerine göre. Şöyle diyorlar:

“Sovyet haber ajansı TASS, darbenin ABD yanlısı olduğunu söylüyor. Sovyet propagandası kendi beşinci kolunu ve solcuları kışkırtmaya çalışıyor. Aynı zamanda Batı Avrupa’yı kendilerinin “kanlı rejim” dedikleri rejime karşı etki altına almaya çalışıyor.

“(…)

“Partimize bir şey olmadı. Parti önderliği aranmıyor. İki parti yerel yöneticisi tutuklandı, fakat derhal serbest bırakıldılar. Tutuklamaları henüz iyi bilmiyoruz. Aydınlık gazetesi kapalı, fakat karar Milli Güvenlik Konseyi’nce değil, darbeden bir gün önce İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından verilmiş.

“Gazetenin kapatılması askeri yönetim içindeki çelişkilerin belirtisidir. En kısa zamanda tekrar çıkmaya başlayacağını ümit ediyoruz.” (agy, s. 124)

Şimdi, bu iddiaları öne süren ekibin şefine ya da daha doğrusu şeyhine soralım:

Hafız, 12 Eylül Faşist Darbesi Amerikancı değilse Paul Henze’in “our boys”u kimler? Bunlar faşist cuntanın satılmış generalleri değilse baban mı, amcan mı? Kim bunlar?

Burjuva aydını, gazetecisi, televizyoncusu Mehmet Ali Birand bile 12 Eylül’ü anlatan “12 Eylül Saat: 04.00” adlı kitabında faşist generallerin, bu hain, satılmış generallerin, bu şerefsiz takımının, CIA’nın Ankara İstasyon Şefi Paul Henze’in “our boys”u olduğunu netçe ortaya koyar.

Düşünebiliyor musunuz, Doğu Perinçek ve PDA sefaletlerinin nerelere savrulduklarını?.. Bir burjuva gazetecisi bile gerçeği görüyor, bunlarsa hiç utanıp arlanmadan gerçeği tersyüz ediyorlar. İnsan bunlarla uğraşırken inanın çok rahatsız oluyor. Midesi bulanıyor yer yer, insan suretindeki bu yaratıkların nasıl bu kadar alçalabildiklerine üzülüyor. Neyse deyip geçelim yine…

Bunlar, darbeyi sadece kendilerinin yıkayıp yağlamasıyla yetinmeyi yeterli bulmuyorlar. İstiyorlar ki, Avrupa’daki kendileri gibi Maocu, Enver Hoca’cı bilmem neci aydın yazarçizer takımı da faşist darbeye alkış tutsun. Darbe de amacına tam ulaşsın. Yani devrimcilerin, demokratların ve antiemperyalistlerin, yurtseverlerin kökünü tam kazısın. Şöyle derler:

“TİKP’in görüşleri çerçevesinde açıklamada bulunduğu söylenen Mustafa Kemal Çamkıran’a soruluyor:

“Federal Almanya’daki solcular, komünistler, Türk halkını ve Türk işçi sınıfını nasıl destekleyebilirler?

“Çamkıran: Eğer siyasi çevreleri ve Alman halkını, darbeye karşı Sovyetler Birliği’nin başlattığı karalama kampanyası konusunda aydınlatır ve buna karşı bir tutuma yönlendirirlerse yararlı olur. Batı Avrupa ve özellikle de Almanya’daki kamuoyu ve demokratlar Türkiye üzerinde çok etkilidirler. 12 Mart 1971’den sonraki diktatörlük döneminde Avrupa’daki demokratik tutum ve kamuoyu Türkiye halkına çok yararlı olmuştur. O zamanki faşist rejimin Avrupa’dan tecrit olması, çöküşün hızlanmasına hizmet etmişti. Bugün Türkiye’yi tecrit etme çabalarına karşı çıkmak gerekir. Siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan tecrit olmuş bir Türkiye, Sovyetler Birliği’nin tehdit ve yıkıcılığı karşısında korunaksız kalır. Sovyetler Birliği’nin Beşinci Kolu, 12 Eylül Harekâtının darbelerinden kaçınabilmek için Avrupa kamuoyunun desteğini elde etmek istiyor. Türkiye Halkının özgürlüklerden yararlanabilmesi için, Rus Beşinci koluna ve MHP’ye ağır darbeler indirilmesi gerekir. Devlet bunları bastırmalıdır. Bu demokratik bir tutum olur. Bu konuda, beşinci kolun Alman kamuoyunu yanıltmaya yönelik propagandasından etkilenmemek gerekir.” (agy, s. 131)

Bu insan sefaletlerinin “Sovyetler Birliği’nin Beşinci Kolu” dediği, başta Eski Sahte TKP’nin yani İ. Bilen TKP’sinin taraftarları gelmek üzere Maocu ve Enver Hocacı olmayan tüm sol kesimdir, sol gruplardır. Tabiî bunların içine Mahirler’in, Denizler’in geleneğinden gelenler de dahildir ve biz de dahiliz. Yani Kıvılcımlı’nın devamcıları da dahildir.

İşte bize “ağır darbeler indirilmesi gerekir”miş. “Devlet” bizi “bastırmalı” imiş. “Bu demokratik bir tutum olur”muş.

Görüyor musunuz ahlâksızların demokratik tutumdan ne anladığını?

Açıkça diyorlar ki, daha fazla gözaltı, daha fazla işkence, daha fazla idam ve daha fazla uzun hapislik. İstedikleri bu.

İnsanın bu alçaklıkları karşısında sinirlerine hâkim olması, kendini tutması zor oluyor, değil mi yoldaşlar?

Bu TİKP Avanesi hayata, topluma, devrime ilişkin tüm gerçekleri tersine çeviriyorlar. Tersyüz ettikten sonra sunuyorlar. Yani gerçeğin tam karşıtını, zıddını, gerçeğin kendisi diye sunuyorlar. Böyle yapmakla da bire bir CIA’nın, Pentagon’un, Washington’un tezlerini savunmuş oluyorlar. Bir bakın şu sözlerine:

“Toprak Devrimi Programında Yer Alan “Karşı-Devrimci Sözünden Ne Anlıyoruz:

“Toprak Devrimi Programı içerisinde ‘karşı-devrimci eyleme kalkışan’ ibaresi var. Nedir karşı-devrimci eyleme kalkışmak? Önümüzdeki dönemde, ‘karşı-devrimci eyleme kalkışmak’ Sovyetler Birliği’nin hesabına çalışmaktır. Bunun dışında bir karşı-devrimci eylem olamaz.” (Fatih Attila, tape metin, s. 24) (agy, s. 123)

Demek ki bunlara göre Amerikancılık, NATO’culuk, CIA’ya hizmet, AET (AB)’cilik, faşist cuntacılık, darbecilik, muhbirlik, Özel Harp Dairesini savunmak yani Gladyoculuk “karşıdevrimci eylem” olmuyor.

Sovyetler ve Sosyalist Kamp’tan yana olmak karşıdevrimcilik oluyor. İnsan nasıl isyan etmez bu alçaklık, bu şerefsizlik karşısında.

Bunlara göre ABD barış cephesinin bileşenlerindenmiş. Bakın ne diyorlar:

“… Savaş, bütün ülkelerde, bütün dünyada, savaşın gerçekten başını çekenlere karşı yürütülmelidir. Bugün Rusya’ya karşı barışı savunan bütün kuvvetler, ister emperyalist olsunlar, ister sosyalist olsunlar, isterse başka türden bir kuvvet oluştursunlar, bunlar barışı savundukları için dünya barış cephesinde bir kuvvettirler.

“Bugün savaşa kimin buhranı yol açıyor? Yaygın bir revizyonist propaganda var, batının buhranı yumuşamayı sona erdiriyor ve savaşı getiriyor diye. Bunun kaynağı, doğrudan kendisi savaşa doğru ilerlemek zorunda kalan, bir buhran içinde olan Rus sosyal emperyalizmidir. Bugün, dünya savaşı tehlikesi doğrudan doğruya Sovyetler Birliği’nin bütün alanlardaki buhranından kaynaklanmaktadır.” (agy, s. 121)

Bu döneklere soralım şimdi: Sovyetler Birliği de yok, Sosyalist Kamp da yok. Peki savaşlar var mı?

Var, değil mi?

Hem de nasıl azgın, acımasız. Bombardımanlar, katliamlar, işgaller yapılıyor. Uluslararası hukuk ayaklar altına alınıyor. Bağımsız devletlere hiç sebepsiz, namussuzca bahanelerle saldırılıyor, işgaller yapılıyor, devlet başkanları idam ediliyor, linç ettiriliyor. Ve ortalama 5 milyon civarında masum Müslüman insan hayatını kaybediyor. Milyonlarcası yerinden yurdundan kaçıyor canını kurtarmak için. İşte 1 milyon 200 bin ila 1 milyon 250 bin arası Suriyeli Türkiye’de.

Bütün bunları kim yapıyor?

ABD, NATO, Avrupa Birliği ve Tayyipgiller gibi, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar gibi emperyalizm uydusu devletler, birlikler, hükümetler, değil mi?

Yani sizin on yıllar boyunca “dünya barış cephesinin bileşenleri” dediğiniz emperyalist haydutlar ve onların bölgedeki işbirlikçileri.

Bu gerçek karşısında hiç mi utanıp arlanmıyorsunuz? Biz on yıllarca ne halt etmişiz diye hiç mi düşünmüyorsunuz? Hiç mi pişmanlık duymuyorsunuz yaptığınız, ettiğiniz ihanetlerden dolayı?

Fakat duymazsınız, değil mi?

Sizde vicdan yok ki… İnsani değerlerin, ahlâki değerlerin zerresi yok ki… His yoksunusunuz. Hollywood’un biyonik adam dediği robotlaşmış yaratıklarsınız siz. Allah acısın size, ne diyelim başka.

Devam ediyor bunlar, cunta mahkemesine verdikleri belge dilekçelerinde:

“1. genel kongremizin belirleyici özelliği, dünyamızın bir savaş tehlikesi ile, ülkemizin bir istila tehdidi ile, doğrudan doğruya yüz yüze geldiği koşullarda, dünya halklarının baş düşmanı Sovyet sosyal emperyalizmi ile ABD’yi, kesin bir tutumla ayırt etme ve ABD’nin içinde bulunduğu en geniş dünya barış cephesinin oluşturulması, güçlendirilmesi ve bu tutumda ısrar edilmesi anlayışının tespiti olacaktır. Sayın genel başkanımız Doğu Perinçek dün yaptığı açış konuşmasında raporumuzun bir özetini sunarken genel kongremize bir ayı aşkın süreden beri yürütülen tartışmalar ışığında yeni bir strateji önerisi sunmuştur. Bu strateji önerisi Sovyetler Birliği’ni Türkiye’nin ve Dünya halklarının tek baş düşmanı olarak almak ve ona karşı en geniş Dünya barış cephesini kurmak ve milli savunmaya öncelik tanıyarak Türkiye’nin milli bağımsızlığını savunma ve bir milli direnmeye hazırlanma stratejisidir. (Mustafa Kemal Çamkıran, tape metin, s. 21) (agy, s. 107)

O günleri yaşamayan gençler belki şöyle düşünebilirler: ya tamam o günlerde böyle tutarsız, ipe sapa gelmez tezler savunmuş ama bugüne gelelim. Bakın bugün doğru yerde…

Böyle bir görüşe katılınamaz. Bunlar, 1969’dan 1985’e kadar tam 16 yıl boyunca böyle zırvalamaları tekrarlayıp durdular. İşte sadece 12 Eylül Darbesi sonrasında kendi ayaklarıyla “tıpış tıpış” giderek teslim oldukları cuntanın mahkemelerinde yaptıkları savunma ve verdikleri ifadelerinde hep bu türden binlerce sayfa tutarındaki zırvalamaları tekrarlayıp durmuşlardır. Biz 35 klasörlük dava dosyasından seçerek 673+478 (toplam 1151) sayfalık bölümün fotokopisini alıp iki büyük boy kitap halinde ciltledik. İnanın, her sayfa bunlara benzer namussuzca zırvalamalarla dolu. Nasıl bıkıp usanmadan aynı şeyleri tekrar edip durmuşlar. İnsan anlamakta, hani ne derler, biraz zorlanıyor. Gerçi bunlarda normal his yok. Yani duyan, üzülen, acı çeken, heyecanlanan kişilik, bir ruh ve zekâ yok. Bunlarınki internet ortamındaki savaş oyunları figürlerinin zekâsına benzer bir yapay zekâ. O oyunları ne kadar oynasanız aynı tepkilerle karşılaşırsınız. Bunlarınki de öyle bir şey. Nihat Genç, Tayyipgiller için söylüyordu “bunlarınki bilgisayarlardaki gibi yapay bir zekâ”, diye geçenlerdeki bir televizyon programında. TİKP’liler de bu türden olduğu için o yıllarda bunlardan hangisini konuştursanız, hep aynı zırvalamaları noktalama kullanmaksızın döktürürdü.

Bu belgeleri merak eden, İP’li veya değil, her içtenlikli insana vermeye hazırız. Parti merkezlerimize başvurmaları halinde, kim olduklarına bakılmaksızın dostça karşılanacaklardır.

Bu yazı serimizde kullandığımız diğer belgelerin de bir örneğini verebiliriz isteyen arkadaşlara. Demek istediğimiz, gerçeğin peşinde koşan, onu bulmak isteyen her arkadaşa yardımcı olmaya hazırız. Zaten devrimci görev ve sorumluluğumuz da bunu gerektirir…

Meselenin daha da aydınlatılması ve okuyan her içtenlikli arkadaşın duraksamadan kavraması için TİKP tekkesinin mecnunlarının söylediklerine biraz daha bakalım:

“Rusya dünyamızın ve ülkemizin baş düşmanıdır. Çıkacak savaşı önlemek için Rusya’ya karşı çetin bir mücadele yürütmek gerekir. Çeşitli ülkelerde kurulan sosyal-faşist iktidarları yıkmak için ya da öyle bir tehlikeyi önlemek için Rusya ile mücadele etmek gereklidir. Yapılan devrimleri korumak, güçlendirmek için de Rusya ile mücadele etmek gereklidir. Bu mücadelede bütün dostları kazanmak lazımdır. Rusya’ya karşı bütün ülkeleri, bütün milletleri birleştirerek birlikte mücadele etmek gerekiyor. Bugün uluslararası proletarya hareketinin tarihi görevi budur. Türkiye işçilerinin, köylülerinin partisi TİKP’in görevi de budur. Ülkemizde Rusya ile mücadele örgütlemek, Türkiye’de bütün güçleri birleştirmek; Bu görev partimizin en önemli görevidir.” (Zihni Erdem, tape metin, s. 34)

“Bugün Rusya’ya karşı mücadele etmeden, ulusal bağımsızlık mücadelelerini desteklemeden bırakın devrimci olmayı, namuslu bir demokrat bile olunamaz.” (Ali Yaşar Erçetin, tape metin, s. 39),

“Mihenk taşı olarak alınan mesele Rusya meselesidir. 1974’ten önce her şeyi ABD belirlerdi. Her şey ABD’ye karşı rengini alırdı. ABD’ye ne kadar yakınsan o kadar siyah, ABD’ye ne kadar uzaksan o kadar kırmızıydı, her şey. Ama bugün tamamen değişmiştir durum. Bugün her şey Rusya’ya ne kadar yakınsa o kadar siyahtır. Rusya’dan ne kadar uzaksa o kadar kırmızıdır. Yani devrimcidir… Olaylara rengini veren etken ne ise, o baş düşmandır… Rusya’nın baş düşman ilan edilmesi erken değildir, aksine tam zamanıdır; Dünya gerçeklerine uygundur.” (Hasan Yalçın, tape metin, s. 42) (agy, s. 108)

Şu zavallı mantığa bakın. Ne diyor rahmetli gariban Hasan Yalçın?

“Bugün her şey Rusya’ya ne kadar yakınsa o kadar siyahtır. Rusya’dan ne kadar uzaksa o kadar kırmızıdır. Yani devrimcidir…”

Sovyetler Birliği’ne yakın olan, muhakkak ki Sosyalist Kamp’ı oluşturan sosyalist ülkeler ve dünyadaki sosyalist hareketler, örgütler, insanlardır. İşte bunlar Hasan Yalçın’a göre “en siyah” ülkeler, hareketler, örgütler ya da kişilermiş. Yani en karşıdevrimciymiş bunlar.

Peki “kırmızı”, “devrimci” kuvvetler kimlermiş?

Sovyet Rusya’ya en uzak olanlar.

En uzak kimdir yoldaşlar Sovyetler Birliği’ne? Ya da en karşı olan kimdir?

ABD’dir, CIA’dır, Pentagon’dur, AET’dir (AB’dir), değil mi?

Bu konuda hiç tereddüdümüz yok.

O zaman ne oluyor yoldaşlar?

En kırmızı olan yani en devrimci olan bunlar oluyor, değil mi?

Güler misiniz, ağlar mısınız yoldaşlar şu zavallılık karşısında. Geçelim yoldaşlar.

Hasan Yalçın rahmetli ama şu an hayatta olanlar akıllarını kullansınlar. Böyle zavallı, acınacak durumlara düşürmesinler kendilerini. İhanete karmasın yapıp ettikleri. Yoksa, ABD Emperyalistlerine hizmet etmiş olmaktan başka hiçbir şey yapmazlar. Yazık ederler kendilerine de, insanlıklarına da, emeklerine, çabalarına da…

Ömrünü TİKP dergâhında psikolojik sorunlu şeyhinin hizmetinde geçiren gariban Hasan Yalçın’ın saçmalamalarına bir örnek daha verelim:

“XXII-BERAAT KARARI ADALETİN VE ÜLKE MENFAATLERİNİN ZAFERİ OLACAKTIR

“12 Eylül harekâtının amaçlarını hatırlatmak isterim. Türkiye’yi 12 Eylül’e Şefik Hüsnü’nün bayrağını taşımak ya da ‘sınıfsız toplum’ amacı gütmek getirmemiştir. 12 Eylül bize karşı yapılmış değildir. 12 Eylül, teröre son vermek, milli birlik ve iç barışı sağlamak amacında olduğunu açıklamıştı. Kurulduğu andan itibaren bu amaçlar uğruna, neredeyse tek başına mücadele etmiş bir partinin bu dönemde cezalandırılmasının doğuracağı çelişmeyi hiçbir şekilde açıklamak mümkün değildir.

“Bu davada verilecek herhangi bir ceza, terörle mücadeleye, iç barışa ve milli birliğe, yani 12 Eylül’ün amaçlarına indirilmiş bir darbe olacaktır.” (agy, s. 357)

Ne diyor zavallı H. Yalçın?

12 Eylül’ün açıkladığı amaçlarla partimizin izlediği siyasetin amacı aynıdır. O bakımdan bize verilecek bir ceza doğrudan 12 Eylül harekâtının amaçlarına indirilmiş bir darbe olacaktır.

Adamlar bu kadar özdeşleştiriyorlar 12 Eylül Faşist Darbecileriyle kendilerini, partilerini, ideolojilerini.

Özdeşleştirmekte de haklılar. Çünkü 12 Eylül bir CIA operasyonudur. Bunların yaptığı ise Önderimiz Kıvılcımlı’nın deyişiyle “CIA Sosyalizmi”dir. İkisinin de amacı Sovyetler Birliği’ne, Sosyalist Kamp’a, antiemperyalistlere ve devrimcilere düşmanlıktır. Ve bu sistemlerin, hareketlerin yok edilmesidir.

Bu sebepten de başlarına gelene şaşırıyorlar; biz aynı yolun yolcularıyız. Ama siz buna rağmen bizi niye tutukluyorsunuz?

Hatırlayalım ki 12 Eylül Faşist Darbecileri, Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP’nin yöneticilerini de tutukladı. Finans-Kapitalin has partisi Amerikancı Adalet Partisi’nin yöneticilerini de tutukladı. Tefeci-Bezirgân sermayenin Ortaçağcı partisi Milli Selamet Partisi’nin yöneticilerini de tutukladı. Ve bir burjuva partisi olan CHP’nin yöneticilerini de tutukladı. Bu, CIA’nın oynadığı oyunun gereğidir. Kıvılcımlı Usta’nın dediği gibi; CIA ve Türkiye’deki işbirlikçileri ne zaman sola karşı bir harekâtta bulunmuşlarsa hep “biz sağa da sola da karşıyız” kandırmacasını kullanmışlardır, o demagojik alçaklığın ardına saklanmışlardır. Burada da öyle olmuştur. Yani o türden tutuklanmaları göstermeliktir, halkı kandırmaya yöneliktir. Nitekim bunlar (TİKP’liler), kısa bir süre Mamak Zindanı’nda kaldıktan sonra hemen oradan alınmışlar ve Parababalarının diğer parti yöneticilerinin tutulduğu Ordu İstihbarat ve Dil Okulu’na nakledilmişlerdir. Oradaki rahat ortamda Türkeş’lerle, Yaşar Okuyan’larla, Necmettin Erbakan’larla ve CHP yöneticileriyle geyik çevirerek günlerini geçirmişlerdir.

Oradaki hapislik günlerini anlatan bir kitap da yazmıştır Oral Çalışlar, “Liderler Hapishanesi” adlı. Kaynak Yayınları’ndan çıkmıştır bu kitap 1986’da. Burada çağrışım oldu:

Yukarıda dedik ya; TİKP’liler bu hapishanede Türkeş ve avanesiyle, Erbakan ve avanesiyle esnaf muhabbeti yaparak-geyik çevirerek dostluk, kardeşlik içinde günlerini geçirmişlerdir, diye. İşte bu ortamı gerçeğe uygun ya da yakın bir biçimde yazmış Oral Çalışlar ilkin. Gözden geçirmiş TİKP yönetimi yazılanları. Demişler ki, ya bu kadar açık anlatılmaz. Sonra tabanımız tepki gösterir buna. Siz dil okulunda faşist MHP yöneticileriyle, dinci MSP yöneticileriyle kardeşçe yaşamışsınız. Olur mu böyle şey? Nerede kaldı bizim devrimciliğimiz derler, demişler herhalde. Ve Oral Çalışlar’dan kitabını bu açıdan yeniden gözden geçirmesini ve düzeltmesini istemişler. Diğerleriyle aramızdaki ilişkiler daha mesafeli olsun, daha soğuk olsun anlatımında, demişler. Çalışlar da denileni yapmış. Kitabın bu yeni haliyle yayımlanmasına karar vermişler. Bu arada da tahliye olmuşlar. Ankara’da yapılmış bu işler. Kitap İstanbul’da basılacak. Kitabı o günlerde İstanbul’a gelecek olan Doğu Perinçek’e vermişler, o da getirip Kaynak Yayınevi görevlilerine teslim etmiş.

Kitap yayımlanmış. Tabandaki TİKP üyeleri de okumuşlar tabiî. Fakat görüleceği gibi kitabın bu seyreltilmiş yazımında bile TİKP’lilerin Türkeş’lerle, Erbakan’larla dostluğu gizlenememektedir. Çünkü olayın aslı budur. Okuyanlar tepki göstermiş bu duruma. Bu nasıl şey, nasıl yayımlanır böyle bir kitap, demişler. Ve biri Doğu Perinçek’e sormuş bunu. Verdiği cevap aynen şudur:

“Ya bundan benim de haberim yok. Ben de yayımlandıktan sonra gördüm kitabı.”

Bu olay, Gün Zileli’nin bulunduğu bir ortamda gerçekleşir. Tabiî Gün Zileli olup bitene baştan itibaren tanıktır. Önderi Perinçek’in bu yalancılığı karşısında şaşıp kaldığını belirtir. Anılarını anlattığı 4 ciltlik kitaplarından birinde. Bu sebepten Gün Zileli’nin bu anı kitaplarını okuyun diyoruz ya. Onlarda eksik vardır ama yalan yanlış yoktur kanımızca.

Bu PDA Avanesi, 12 Eylül Faşist Generalleriyle o denli kaynaşmıştı ki, onların yaptığı zulmü az bile buluyordu. Onları zulümlerinde daha da pervasız ve acımasız olmaları için teşvik ediyordu. Şu satırlara bakın:

“Katillerin ve halk düşmanlarının hak ettikleri cezayı çekmeleri gerektiğini bütün kitle önünde açıklıyor ve sahte solcuların propagandalarını yerle bir etmeye çalışıyoruz.” (7 Eylül 1981, Ömer Faruk Ciravoğlu-Enver Özen) (agy, s. 77)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, TİKP yöneticilerinin faşist cuntaya verdiği bu utanç verici destek cunta tarafından da takdirle karşılanmıştır. İşte bunu anlatan satırları:

“TUTUKLU BULUNDURULMAMIZ DIŞ TEHDİDE ve TERÖRE HİZMET EDER

“Devlet Başkanı Sayın Evren, 12 Eylül’ün birinci yıldönümünde çok önemli bir bilanço yapmıştır. Sayın Devlet Başkanı, bu konuşmasında Türkiye’deki terör ve anarşinin Sovyetler Birliği’nin emellerinden kaynaklandığını olgulara dayanarak açıklamış, öte yandan Devleti korumak iddiasıyla ortaya çıkan ırkçı ve mezhepçi terör odağını da mahkum etmiştir. Basın, Türkiye Devletinin anarşi ve terör konusunda ilk defa berrak bir tahlil yaptığını belirtmiştir. Gerçekten de, Partimizin kurulduğu günden beri anarşinin kaynağı konusunda yaptığı tahliller, 12 Eylül’den bir yıl sonra bugün, Devlet tarafından da benimsenmiştir. Partimizin terör ve anarşi konusunda Meclis ve Senato Komisyonlarına gönderdiği raporlar geldiği zaman, bugün devlet başkanının açıkladığı tahlil ve olguların Partimiz tarafından daha o zaman berrak bir şekilde tespit edildiği görülecektir. Esasen dava dosyasında bulunan çok sayıda belge de bunu göstermektedir.

“Devlet Başkanı, 12 Eylül 1981 günlü konuşmasında önemli bir gerçeğe işaret etmektedir:

‘Bazı ülkelerin Türkiye üzerindeki emelleri değişmedikçe, anarşi ve terör tam olarak bitmeyecektir.’

“Bu tespit karşısında, hâlâ bizleri tutuklu bulundurmak Türkiye’nin geleceğine karşı kayıtsız bir tutumdur. Türkiye’de, hem Sovyetler Birliği’nin emellerine, hem de anarşi ve teröre karşı başından beri en kararlı ve tutarlı tavrı alan Partimiz olmuştur. İktidarların ve çeşitli devlet kurumlarının anarşi ve terör odaklarını himaye ettiği vurdumduymazlık ortamında sorumlu davranan bir tek Partimiz olmuştur. Dünyadaki çalkantı dinmemekte, tam tersine daha büyük sarsıntılara doğru ilerlemektedir. Türkiye üzerindeki dış tehdidin arttığı Devletin de tespit ettiği bir olgudur. Bu yüzden, terörün de tam olarak bitmeyeceği görülmektedir. Bu katı gerçeği tespit ettikten sonra, biz TİKP yöneticilerini hâlâ tutuklu bulundurmak hiç kimseye izah edilememektedir. Ordunun ve hükümetin önde gelen yetkilileri, görüştükleri yerli ve yabancı şahsiyetlere, TİKP yöneticilerinin tutuklanması ve Aydınlık Gazetesi’nin kapatılmasının yukarıdaki tahlil ışığında bir hata olduğunu belirtmektedirler. Hukuken suçsuz olmamız, bugün siyasi açıdan haklı olmamızla da perçinlenmiş bulunmaktadır.” (Doğu Perinçek’in 28.09.1981 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkeme Başkanlığına gönderdiği dilekçe, agy, s. 100-101)

İşte böyle yoldaşlar. Bunlar böyle. Bunlar için en uygun tanım şu olur herhalde: Amerikancı faşist cunta ve dalkavuğu. Ya da soytarısı mı daha uygun düşer? İkisi de olabilir bizce…

Bu soytarıların, bu döneklerin, bu sahte solcuların ihanetlerini iyice gözler önüne sermek için bir iki bölüm daha aktarmak istiyoruz, bunların utanç verici belgelerinden.

Doğu Perinçek’in, cuntanın baş faşisti Amerikanofil Kenan Evren’e gönderdiği, “Sayın Orgeneral Kenan Evren, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı” başlığını taşıyan mektubundan:

“Öte yandan basit bir telefonla ya da bildirimde bulunarak ifadeye çağırılmamız imkanı varken, parti yöneticileri olarak evlerimize gece yarıları baskınlar yapılmış ve ailelerimize hakarette bulunulmuştur.

“Bu uygulamalar bağımsız yargı organlarının işlemleri olmayıp, Milli Güvenlik Konseyine karşı sorumlu olan hükümete bağlı olması gereken bazı görevlilerin tasarruflarıdır. Sayın Devlet Başkanı, bütün bunlar bende derin kaygılar uyandırdı. Her şeyden önce arz etmek isterim ki TİKP yöneticileri olarak hesabını veremeyeceğimiz, göğsümüzü gere gere savunamayacağımız tek bir faaliyetimiz yoktur. Partimiz bugüne kadar tek bir terör eylemine, tek bir cinayete, yurdumuza ve halkımıza karşı tek bir harekete karışmış değildir. Bu konuda hiç kimsenin tek bir kanıt getiremeyeceğinden ismim kadar eminim. Bugüne kadar ülkemizin birliğini ve bağımsızlığını, halkımızın özgürlüğünü ve iç barışı, sizin bildirilerinizde açıkladığınız tutumla, yani ölümden korkmadan savunduk. Terör odaklarıyla en küçük bir ilişkimiz olmadığı gibi, onlara karşı kesin tutum aldık ve yurdumuzda iç barış için varımızı yoğumuzu ortaya koyduk. Kanunlara uymaya büyük özen gösterdik. Bütün bunları, gerektiğinde mahkemeler önünde kanıtlayacağımızdan hiçbir şüphemiz yoktur. Gerçekler aydınlandığında mahcup olmayacağıma güvenerek bunları kesinlikle bilgilerinize sunabiliyorum.

“Bizi suçlayacak herhangi bir malzemesi olmayan ve kim olduğunu bilmediğim bazı güçlerin, yalnız Partimize karşı değil, ülkemize ve bugünkü yönetime karşı da komplo içinde olduklarını düşünüyor ve düşüncemi size çekinmeden arz ediyorum.” (agy, s. 143-144)

İşte böylesine diz çöküyor ve aman diliyor faşist diktatörden Doğu Perinçek. Onu nasıl sevdiğini ve ona nasıl içtenlikle bağlı olduğunu sergiliyor yukarıdaki satırlarında, değil mi yoldaşlar? Tam bir ihanet, düşkünlük, teslimiyet…

Burada çağrışım oldu. “Tek bir cinayete karışmış değildir Partimiz”, diyor. Düpedüz yalan söylüyor. En azından masum bir ODTÜ öğrencisini linç ederek öldürdüklerini, Gün Zileli anılarında çok açık biçimde anlatıyor.

Olay şöyle olmuş:

Bunlar eski Sahte TKP’nin yani İ. Bilen TKP’sinin savunucularını “Rus Sosyal Emperyalizminin Beşinci Kolu” diye tanımlıyorlar ya ve ona karşı mücadele öngörüyorlar ya. İşte o çerçevede kapışmışlar bir akşamüstü İ. Bilen sahte TKP’sinin gençlik örgütü olan İGD’li (İlerici Gençler Derneği) gençlerle bunların taraftarları. İGD’liler bunlara baskın gelmiş, Ankara’daki parti binalarına kadar kovalamış bunları. Ve gitmişler. Sonrasında bunlar hazırlanmışlar, donanmışlar İGD’li avına çıkmışlar.

ODTÜ öğrencilerini okula getirip götüren özel otobüsler vardır. Bunların da kendilerine ait durağı vardır. Öğrencileri oradan alır, okula götürür, ders bitişi de okuldan alıp o durağa getirir.

İşte o anda hiçbir şeyden haberi olmayan İGD üyesi bir ODTÜ öğrencisi okulundan çıkıp otobüsle o durağa gelir ve iner. Bunlar sadece İGD’li olduğunu bildikleri bu gence hep birlikte kalın sopalarla saldırırlar. Genç, hiçbir şey anlayamadan kendinden geçer ve yere yıkılır. TİKP’in parti binasından görülebilen duraktaki bu olayı izleyen Gün Zileli, pencereyi açarak ne olup bittiğini anlamaya çalışır. Kısa süre içinde TİKP’liler parti binalarına geri döner. Gün Zileli durakta yatan bir insan karaltısı görür. Durağa gider. Gencin cansız halde yattığına tanık olur. Ertesi gün de gazetelerden okur bir ODTÜ öğrencisinin otobüs durağında ölü olarak bulunduğunu.

Bu sadece Zileli’den öğrendiğimiz bir örnektir. Gerisini bilmiyoruz.

Yalnız, bunların kendinden olmayanlara karşı ve güçlerinin yeteceğini sezdikleri ortamlarda saldırganlaştıklarını biliyoruz biz.

Ankara Seyranbağları’nda da yoldaşlarımız defalarca bunların saldırılarıyla karşılaşmıştır. Tabiî gereken yanıt verilmiştir o zaman bunlara orantılı biçimde…

Bunların hangi sözüne güvenilir ki?

Halkımızın deyişiyle yiyip içtikleri yalan.

Yani yoldaşlar, bunların elinde masum devrimci kanı vardır. Hem de bildiğimiz kadarıyla gencecik bir devrimcinin kanı.

Burada Hareketimizin şu tutumunu da özellikle belirtmek istiyoruz:

1960’lı yıllardan bugüne dek elimize kendini sol olarak tanımlayan, adlandıran bir insanın kanı bulaşmamıştır. Ve yoldaşlar, biz yine Tarihimiz boyunca kendini sol olarak tanımlayan hiçbir gruba ve kişiye herhangi bir fiziki saldırıda bulunmamışızdır. Tabiî çok saldırıya uğradık. Bunlara da anında cevap verdik. Tabiî bu cevaplarımız da hep orantılı olmuştur. Asla öldürme, yok etme kastı taşımamışızdır. Çünkü biz Gerçek Devrimciyiz. Ve Gerçek Devrimcilerde olması gereken ahlâkı ve vicdanı taşıyoruz…

Şimdi de PDA şeflerinden Hasan Yalçın’ın Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesine gönderdiği 20.09.1982 tarihli dilekçesinden bir paragraf aktaralım:

“PARTİMİZİN POLİTİKALARI ÜLKEMİZİN İHTİYAÇLARINA CEVAP VERMEKTEDİR

“Partimizin politikaları, doğru ve suçsuz olmaktan ötede, Türkiye’mizin ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Bu politikalara ülkemizin, bugün olduğu gibi yarın da ihtiyacı olacaktır. Çünkü Türkiye’nin temel meselesi, dün olduğu gibi bugün de Rusya’ya karşı bağımsızlığı ve egemenliği savunmaktır. Bugün de milli savunmamızı güçlendirmek, iç barışı sağlamak ve korumak, özgürlükleri gerekli güvencelere kavuşturmak görevimiz vardır. Dün ülkemizin kaderi üzerinde etkili olanlar bu politikaları reddettikleri ve bu görevlere sırt çevirdikleri için Türkiye iç savaşın eşiğine gelmiştir. Politikalarımızın doğruluğu 12 Eylül’de resmi ağızlarda ifadesini bulmuştur. Yakın gelecekte bu politikalar uygulandığı ölçüde esenliğe çıkacağımız, bunlardan uzaklaşıldığı takdirde ise zorluklarla karşılaşacağımız kesindir.” (agy, s. 198-199)

Bir kez daha görüldüğü gibi yoldaşlar, bunların rezil politikalarıyla cuntacıların politikaları işte aynı bataklıkta buluşmuş oluyor. Hemfikirler gördüğümüz gibi. Bunlar uygulanmaya devam ederse Türkiye esenliğe çıkacakmış. Etmezse de zorluklarla karşılaşacağımız kesinmiş. Zavallılar mı demek lazım, soytarılar mı demek lazım, hainler mi, yoksa Amerikan uşakları mı demek lazım bunlara yoldaşlar?.. Belki de bunların hepsini…

Şunu da belirtmiş olalım ki, Hasan Yalçın, TİKP’in ve PDA hareketinin Doğu Perinçek ve Gün Zileli’den sonra gelen üçüncü adamıdır.

Yeniden Doğu Perinçek’in utanç verici satırlarına dönelim. 29 Haziran 1981 tarihli, yine cuntanın 2 Nolu mahkemesine verdiği dilekçesinden okuyalım:

“Devlet yetkililerinin katliamlar ve cinayetler karşısında çaresiz kaldığı şartlarda, katilleri karanlık köşelerinde yakalayan Aydınlık’ın projektörleri olmuştur.

“(…)

“‘Bilinmeyen Sol’ dizisinde ise, sahte solcu terör çetelerinin halkı hedef alan cinayetleri aydınlatılmıştır.

“Devlet, teröre karşı mücadelede Aydınlık’tan yararlanmıştır. Birçok yetkili bu gerçeği belirtmiş ve Aydınlık’a sık sık başvurmuştur.

“Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği’nin ‘Anarşi Raporu’nda Aydınlık’ın kaynak olarak kullanıldığı gazetelere yansımıştır. (Bkz. Nazlı Ilıcak’ın ‘Tarafsız Bir Rapor’ başlıklı yazısı, Tercüman, 28 Mayıs 1981; Güngör Yerdeş’in ‘Önemli Bir Mülakat’ başlıklı yazısı, Son Havadis, 11 Mayıs 1981)” (agy, s. 532)

İşte böyle yoldaşlar. Muhbirliklerini, gammazcılıklarını, ispiyonculuklarını övünerek anlatabilme rezilliğinde bulunabiliyor bunlar. Faşist cuntaya; bakın biz böyle hizmet ettik. Siz de bizi takdir ettiniz bu hizmetlerimizden dolayı. Öyleyse niye tutukluyuz? Bizi bırakın bir an önce, diye yalvarıyorlar.

ABD Emperyalistleri ve onların casus örgütü CIA, faşist darbeye zemin oluşturmak için 5000 insanımızı katlettiriyor. CIA’nın teorisyeni David Galula’nın emirleri doğrultusunda yapılıyor bu katliam. Bu aşağılık, insanlık dışı işte Kontrgerilla’nın Türkiye şubesinin yönetici ve üyeleri başrolü oynuyor. Hep tekrarladığımız gibi yine TİKP’in övgüler düzdüğü Özel Harp Dairesi bu işte genel karargâh rolü oynuyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi Kızıldere Katliamı’nı da bu daire yönetiyor. Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP’li paramiliter güçler de çok aktif biçimde görev yapıyorlar bu canavarlıkta. Devrimcilere canice saldırılar düzenliyorlar, halka karşı katliamlarda bulunuyorlar Maraş, Çorum, Sivas Katliamları gibi. 1977 1 Mayıs Katliamı gibi. 16 Mart Katliamı gibi. Bu katliamlar uzar gider, bildiğimiz gibi.

Ülke kan gölüne döndürüldükten sonra da kurtarıcı rolünde, “sağa da sola da karşıyız” kandırmacası ile 12 Eylül 1980’de Faşist Cunta Darbesi oturtulur. Sözüm ona bu alçaklar ülkeyi “kardeş kavgasından” kurtaracaklar.

Tabiî asıl amaç Türkiye’deki komünist, sosyalist, devrimci, demokrat, antiemperyalist, yurtsever güçlerin ezilmesi ve imhasıdır. Bu arada da 27 Mayıs 1960’tan bu yana serbest bırakılan sosyalizmin geliştirdiği sosyalist kültürün yok edilmesidir. Özetçe, ülkenin ideolojice karantinaya alınmasıdır. Daha açık biçimiyle ülkemizin insanlarının sağlıklı düşünemez, sosyal olayları, gerçekleri görüp kavrayamaz hale getirilmesidir. Bir başka deyişle ülkemizin “deliler koğuşu”na çevrilmesidir, dönüştürülmesidir.

Bu arada hep söylediğimiz gibi bütün hak arama yolları, örgütlenme imkânları ortadan kaldırılmış olacaktır. Tabiî halkımız için yani ezilen ve sömürülen kitleler için.

CIA, Pentagon ve Kontrgerilla-Gladyo ve onların mamulâtı olan 12 Eylül’ün Faşist Cuntası sistemlice bu planı uygulamaktadır. Devrimcileri ezme, devrimci kültürü yok etme, halkın örgütlenme ve hak arama yollarını tıkama biçiminde özetlenebilecek planı uygulamaktadır.

TİKP’in hain tayfası ise 12 Eylül darbecileri Rus Sosyal Emperyalizmine ve onun Türkiye’deki Beşinci Koluna darbe indiriyor diye, bu aşağılık halk düşmanı planı ve onu uygulayanları yani cuntacıları hararetle alkışlamaktadır, onlara yardakçılık, yalakalık etmektedir. Onlar önünde utanç verici bir biçimde diz çökmektedir.

Bu konuya ilişkin son bir aktarmada daha bulunalım yoldaşlar. Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni ve TİKP Başkanlık Kurulu Üyesi Oral Çalışlar’ın darbecilerin şefi Kenan Evren’e gönderdiği mektubu görelim şimdi de:

“İstemde bulunan: Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

“Oral Çalışlar

“İstemin konusu: Aydınlık Gazetesi’nin yayınını durdurma kararının kaldırılması için gerekli emrin verilmesi.

“Komutanlığınız, Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimine bütünüyle elkoymasından bir gün önce Aydınlık Gazetesi’nin yayınını ‘ikinci bir emre kadar’ durdurmuş bulunmaktadır. 11 Eylül 1980 tarihini taşıyan bu karar, gazetemize 12 Eylül günü bildirilmiştir.

“Aydınlık Gazetesi ilk çıktığı 20 Mart 1978 tarihinden bu yana yayınını şu ilkeleri temel alarak sürdürmüştür;

“1- Özellikle Sovyetler Birliği’nden gelen dış tehdit, sızma ve yıkıcılığa karşı milli bağımsızlığı savunmak, savaş tehlikesine karşı hazırlıklı olmak, milli savunmayı güçlendirmek.

“2- Dünyanın ve Ortadoğu’nun büyük çalkantılara ilerlediği ve dış tehdide göğüs germenin ülkemizin ve halkımızın geleceği açısından belirleyici bir önem kazandığı bugünlerde, ayağı Türkiye toprağına basan bütün güçlerin birliği için mücadele etmek, milli birlik ve istikrar siyaseti izlemek, tüm yayın siyasetlerini buna bağlı olarak yürütmek, mezhep ayrılıklarına ve kavgalarına, milli güçler içinde düşmanlıklara ve siyasi gerginliğe karşı mücadele etmek, görüş ayrılıklarını özgürlük ortamı içinde barışçı yöntemlerle çözmek.

“3- Milli Birlik Siyasetinin bir gereği olarak, iç savaş yönündeki gidişin önlenmesi ve sağlanması, gerek Moskova’nın kışkırttığı gerekse MHP’nin yönettiği terör ve anarşinin kökünün kurutulması için kararlı bir mücadele yürütmek.

“4- Ülkemizin birliğinin ve barışın temeli olarak demokrasi bayrağını yükseltmek, özgürlükleri savunmak.

“Aydınlık, yayına başladığı 20 Mart 1978 tarihli ilk nüshasında bu ilkeleri ilan etmiş ve iki buçuk yıldır bağımsızlık, milli birlik, iç barış ve özgürlük için mücadele etmiştir. Bu yüzden Moskova’nın ve faşist güçlerin hedefi olmuş, her iki terör odağının zorbalığına göğüs germiş, bu uğurda bazı çalışanlarını kurban vermiştir. Şunu gururla belirtmeliyim ki, Aydınlık, ülkemizde her iki terör odağına karşı aynı kararlılıkla mücadele eden tek gazetedir. Terör örgütleri, mafya, kaçakçılık ve vurgunculuk şebekeleri ile hiçbir çıkar bağımızın ve girdi-çıktımızın olmaması, gazetemiz için daima bir övünç kaynağı olmuştur.

“Aydınlık, yayın hayatı boyunca yobazlığa ve ortaçağ karanlığına karşı durmuş, Türkiye halkının bağrından çıkan en büyük devrimci Atatürk’ün devrimci mirasını en ön safta savunmuş, istiklal marşımıza yapılan saygısızlıklara karşı basında en kararlı tutumu almış, daima emekçi halkın menfaatlerinin ve demokrasinin yanında yer almıştır.

“Sıkıyönetim komutanlığının Aydınlık hakkında açtığı soruşturmalardan hiçbiri gazetemiz aleyhine sonuçlanmamıştır. Tamamlanan soruşturmaların hepsinde takipsizlik kararı verilmiştir.

“Bunun ötesinde Aydınlık, yaptığı birçok yayınla Sıkıyönetim Komutanlıklarının, terör ve zorbalık odaklarına karşı başarı kazanmasına yardımcı olmuştur.

“Gazetemizin yayınının durdurulması kararının alındığı 11 Eylül gününün ertesinde Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimine el koyması üzerine kurulan Milli Güvenlik Konseyi yayınladığı bildirilerde ve Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Sayın Orgeneral Kenan Evren’in yaptığı temel açıklamalarda ‘ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüslenmesi’, ‘milli bütünlüğün korunması’ , anarşi ve teröre son verilerek , ‘iç barışın ve huzurun sağlanması’, ‘milletin hak, hukuk ve hürriyetinin korunması’ üzerinde durmuştur ve bu uğurdaki hazırlıkların tamamlanarak ülke yönetiminin ‘insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime devredileceğini’ ilan etmişlerdir.

“Aydınlık Gazetesi, bugüne kadarki yayını ve mücadelesi ile Milli Güvenlik Konseyinin ilan ettiği bu amaçların gerçekleşmesine basın alanında destek olmak için ‘hayatını dahi seve seve feda etmeye hazır’ olduğunu kanıtlamıştır.

“Bu fırtınalı dönemde, ülkemizin ihtiyacı sizlerin de değerlendireceği gibi eyyamcı, çıkarcı, yoz kültürü savunan, dalkavuk bir basın değil, ülkemizin bağımsızlık ve birliği, iç barış ve özgürlükler için cesaretle mücadele eden bir basındır. Aydınlık Gazetesi’nin yayınlanması, ülkemizde milli dayanışmayı güçlendirecek, halk içindeki kardeşlik ve barış ortamına hizmet edecektir. Aydınlık, özellikle bu tarihi dönemde, anarşi ve terör kaynaklarının kurutulmasında kamuoyunun ve halkın en geniş desteğinin sağlanması için üzerine düşen görevi yerine getirmeye her bakımdan hazırdır. Gazetemiz, görüş, öneri ve yapıcı eleştirilerini her zaman olduğu gibi açık yüreklilik ve dürüstlükle ortaya koyarak, yeni yönetimin ilan ettiği amaçları başarmasına katkıda bulunacağına güven duymaktadır.

“Hiçbir kâr amacı olmayan, yalnız ve yalnız ülkesinin bağımsızlık, birlik, iç barış ve özgürlüğü için can verip baş koyan Aydınlık’ın yeniden yayınlanması için bildirimde sözünü ettiğiniz ‘ikinci emrin verilmesini’ arz ederim.

“Saygılarımla.

“17.9.1980

“Oral Çalışlar

“Genel Yayın Yönetmeni

“Gereği için:

“1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı

“Bilgi için:

“- Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı

“- Genel Kurmay Başkanlığı

TİKP Şürekâsının o dönemdeki dönekliğini ve ihanetini netçe bir kez daha gösteren bu mektubun Odatv’de 27 Eylül 2013’te yayımlanması üzerine gelen tepkilere ve kendisine yapılan eleştirilere şöyle karşılık vermişti Oral Çalışlar:

“Dün bazı internet sitelerinde “Oral Çalışlar’ın Kenan Evren’e yazdığı mektup ortaya çıktı!” şeklinde haberler yer alınca, bazı konuları tekrar ifade etme gereğini duydum. O mektup benim kişisel mektubum değil, ayrıca gizli kapaklı hiç değil.

“O yıllarda mensubu olduğum Aydınlık hareketinin ve tabiî benim de o zamanki düşüncelerimin bir yansıması. Daha önce de çeşitli kereler belirttiğim gibi, biz Aydınlıkçılar o dönemde asıl tehlikenin ABD tarafından değil, Sovyetler Birliği tarafından geleceğini söylüyorduk. Bu görüşler o zamanki Çin Komünist Partisi’nin görüşleriyle paraleldi.

“Asıl düşman tanımı, Sovyetler Birliği olunca ABD’ye daha yakın pozitif bakış kaçınılmazlaşıyordu. Bu nedenle 12 Eylül 1980 askeri darbesine, ilk başlarda “Sovyetler’e karşı milli bir duruş” gözüyle baktık. Aydınlık kapatılınca, “Neden bizi kapattınız, biz zaten anarşi ve teröre karşıydık, siz de karşısınız” şeklinde trajik bir tepki gösterdik.

“Mahkemelerdeki savunmalarımıza da benzer anlayış egemen oldu. Bizim bir anlamda darbeye ‘destekçi’ tutumumuza rağmen, sonuç değişmedi.” (Radikal Gazetesi, 28 Eylül 2013)

Oral Çalışlar, o zamanki görüşlerimiz Çin Komünist Partisi’yle paraleldi, diyerek yaptıkları ihaneti bir yönüyle gizliyor ya da ılımlandırıyor. Oysa bu görüşler bire bir ÇKP’den alınan emirlerin bunlar tarafından ifadelendirilmesi, savunulmasıydı. O. Çalışlar, Pekin’deki ÇKP karargâhı bizim Kabemizdi, biz Mao Zedung Düşüncesinin inançlı, sadık müritleriydik, diyemiyor tabiî. Acıdır yoldaşlar, bazı insanlar, işte bu tayfa gibi, ömürleri boyunca hiçbir dönem namuslu, özü sözü bir, mert ve kendi kafasıyla düşünen insanlar olamazlar. İşte böyle onun bunun uşağı, yardakçısı, hizmetkârı olarak ömürlerini tüketip giderler.

Bilindiği gibi O. Çalışlar şimdi de Amerikan uşağıdır ve sıkı bir Tayyipçidir. Belki o zamana göre şimdi yaptığının çok daha akıllıca olduğunu düşünüyordur. Çünkü o zamanlar ÇKP’ce dolgun maaşa bağlanmamışlardı. Bugünse Tayyipgiller’in arpalığında gönüllerince yiyip içmektedirler. Gazetelerinden, televizyonlarından yaptıkları ihanetin bedelini yüklü maaşlarla almaktadırlar. Neyse. Geçelim diyelim yine yoldaşlar…

Bu dönekler ve hainler şürekâsının ihanet belgeleri uzar gider. Hepsini saymakla baş edilmez. Zaten gerek de yok. Öyle değil mi yoldaşlar?.. Belki çoğunuz bu kadarını aktarmaya bile ne gerek vardı, diye düşünüyorsunuz. Doğrudur. Haklısınız.

O nedenle biz de bu ekibin o döneme ilişkin ihaneti üzerine sözlerimizi burada bitirelim.

Tekrar tekrar söylediğimiz gibi, bunlar bir hata ya da yanlış değildir. Hatalar, yanlışlar her işte, her zaman olabilir. Lenin diyor ya; “Akıllı insan hata yapmayan insan değildir. Akıllı insan küçük hatalar yapar ve onu bir daha tekrarlamaz.”

Bunların yaptığı ise düpedüz ihanettir, dönekliktir, namussuzluktur ve halk düşmanlığıdır. Kaldı ki, onların bu işleri bir ya da ikiyle sınırlı da değildir. Onların neredeyse tüm siyasi yaşamları bir ihanetten diğerine sıçramakla geçmiştir. Onların ele alınır, tutulur hiçbir tarafları yoktur. Bırakalım devrimciliği, insani anlamda da bunlar hiçtir ya da sıfırdır. Bunlardan hiçbir şekilde, hiçbir hal ve şart altında devrimci olmaz, demokrat olmaz. Ve bunlara asla güvenilmez. Her zaman size sırtlarını dönebilirler, sizi arkadan vurabilirler. Düşmanla işbirliğine girebilirler.

Bunların yaptığını 44 yıl önce Kıvılcımlı Usta, tam da bunların işine uyan bir şekilde tanımlamıştır, adlandırmıştır. Bunların yaptığı “CIA Sosyalizmi”dir. O günden bu yana geçen süre içinde bunların yaptığı zincirleme ihanetler Usta’nın bu tespitinin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu göstermiştir.

Bu kadar sözden sonra bilemiyoruz, hâlâ kalkıp da Doğu Perinçek ve PDA Şürekası 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü desteklememiştir diyebilen çıkar mı?..

Çıkarsa da ne yapalım, artık elimizden daha fazlası gelmez. Kelimelerin gücü ancak bu kadardır… 30.12.2014

HKP Genel Başkanı

Nurullah Ankut


Kaynak: http://kurtuluspartisi.org/bir-cia-projesi-olan-12-eylul-fasist-diktatorlugunu-boylesine-hayasizca-alkislayip-da-bugun-hala-sol-oldugu-iddiasinda-bulunan-baska-bir-siyasi-hareket-var-midir-turkiyede-bilen-goren-du/




Bu ileti en son tarihselmaddeci tarafından 02.01.2015- 12:18 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 4 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   4   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Doğu Perinçek'le AKP aynı gemideymiş... melnur 7 2585 20.10.2021- 00:09
Konu Klasör ''Sol''un Perinçek düşmanlığının nedeni abbas 39 32733 31.10.2022- 11:42
Konu Klasör Doğu Perincek'in yanlışı... melnur 0 2463 13.07.2019- 11:16
Konu Klasör İmamoğlu'nun Doğu Karadeniz gezisi... melnur 3 1230 01.06.2022- 08:14
Konu Klasör Seçime iki kala HDP ve CHP'ye açık ihtar! umut 2 3783 01.11.2015- 15:16
Etiketler   Bin,   Kalıplı,   Doğu,   Perinçek,   PDA,   Avanesi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS