SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Aydınlanma yaşamsal önemdedir           (gösterim sayısı: 3.178)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 12.01.2015- 17:21


Aydınlanma yaşamsal önemdedir
Asaf Güven Aksel


Aydınlanma yaşamsal önemdedir

Gericiliğin tam boy iktidar olduğu bir ülkede sıkça düşünür oldum Turan Dursun’u. Yeri doldurulamayan büyük boşluğunu. Ey aydınlar, demişti, öldürmeyin beni. Ben ölünce, demişti, anlarsınız, pazar kızışır…

Kendini kastetmiyordu tabii. Dine karşı kelimenin gerçek anlamıyla ölümüne açtığı mücadeleyi emanet ediyordu “aydın cemaat”e. Gericiliğin binbir yüzü karşısında bir an duraksamak, bir an aymazlığa düşmek, ölümle sonuçlanırdı, uyarıyordu, anlarsınız diyordu…

Bunu düşünürken, bir anı canlandı. O sessiz, o sakin kişiliğine alıştığımız insanın müthiş bir öfkeyle bize çıkışması.

Dinci gericiliğe karşı açtığı bayrakla Turan Dursun’a benim yerim burası dedirten ve ona özgürce yazacağı kürsü açan “2000’e Doğru” dergisi, hakkında özel kararname çıkartılarak kapatıldığında, “Yüzyıl” adıyla yayınlanmıştı ve “Dinsiz İmamlar” başlıklı bir kapak yapmıştı ilk sayısında. Haber, Kürt illerinde koruculara ve devlete karşı verilen mücadeleyi destekleyen ve bunu dinin zalime karşı mazlumdan yana olmayı emrettiğiyle açıklayan kimi din adamlarının görüşlerine dayanıyordu. Üstbaşlık, “Türkiye Aydınlanmayı Yaşıyor” diye atılmıştı. Gerillalar arasında mollalar, din âlimleri vardı...

Hiddetle elindeki dergiyi masaya vurmuş, siz bunu nasıl yaparsınız demişti.

Ne dönemin politikaları, sıcak savaş hali, somutun incelikleri, ne söz konusu imamların dinin kimi kabullerine karşı çıkan “modern söylem”leri ikna edebilmişti Turan Dursun’u.   Olmaz, diyordu, bu tereddüttür! Dinsel hiçbir referans, o tabuları tümüyle yıkmayan hiçbir kelam, hiçbir gerekçeyle kullanılamaz! O sınırlar çerçevesinde kalan, dine külliyen karşı durmayan aydınlanma yaşanamaz!

Bunları söylemesinin üzerinden bir ay bile geçmeyecekti, yedi kurşun sıkılacaktı Turan Dursun’a. Gericilik bu kez 12’den vuracaktı. Bir daha öyle biri gelmeyecekti...

Ve ilk açıklamalar, cinayeti işleyen olası örgütler arasında   Partiya İslamiye Kürdistan üzerinde yoğunlaşıyordu...

Sonrası, bildiğiniz senaryolar, gelişmelerdi.

Ama kendisini “yüzyılların doğurduğu ölüm”, tüm dinlerin, tabuların, iman etmenin, inanç sistemlerinin ölümü olarak adlandıran bir aydınlanma savaşçısının uyarıları, her dönemeçte kendisini hatırlatacaktı...

* * *

“17. - 18. yüzyılın, sanayi devrimiyle gelen burjuvazisinin felsefi/kurumsal benliğini arayışının ve eskiye dair her şeyi, düşünsel ve örgütlenmeye ilişkin ‘budama’, ‘silip atma’, ‘tarihe gömme’, ‘ayağının altından çekme’ eylemidir Aydınlanma.

“ ‘Din, doğagörüşü, toplum, devlet düzeni, her şey acımasız, kıyasıya bir eleştiriden geçiriliyordu. Her şey varlığını ya aklın yargıç sandalyesi önünde haklı çıkarmak ya da varlığından vazgeçmek zorundaydı.’

“Aslında, Engels’in bu sözlerinden daha özlü bir tanımı da vardı Aydınlanma’nın. Diderot’nun başını çektiği Ansiklopedi’yi yasaklayan Savcı Omer Joly de Fleury, iddianamesinde yapmıştı: ‘Dini yıkmak ve halkları bağımsızlık yolunda kışkırtmak!’ İşte Aydınlanma!”

Bu bölüm, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldüğünde, 1999’da yazdığım bir yazıdan: Emperyalist demokratizm, Aydınlanma’ya karşı! O yıllar da, Sivas’ta kendini iyice açığa vuran, 28 Şubat bahanesiyle Cumhuriyet karşıtlığı doruğa çıkan, 1999’da safı tartışmasız hale gelen liberallerin özgürlük, insan hakkı, demokrasi çığlıklarıyla gericiliğe verdiği desteğin yıllarıydı... Ve Fleury’nin “halkların bağımsızlığı”ndan o yıllardaki kastı, bugüne uyumluydu.

* * *

Charlie Hebdo dergisi baskınıyla yaşanan katliamın, uluslararası törende çizilen tablo dahil, kuşkusuz birçok boyutu var üzerinde durulması gereken ve bunlar yapılıyor da. Bir noktada, nasıl ve kimler eliyle düzenlenmiş bir tertip olduğunun da önemi kalmıyor. Bir sadeleştirme işlemi sonrası, Fleury’nin tanımı çerçevesinde kalan iki sanık çıkıyor karşımıza. Emperyalizm çağında, devrim tarihinin kaçınılmaz ilerleme duraklarından biri olan aydınlanmadan da çark etmiş sermaye ve palazlanmasında büyük payı olan dinci gericilik. Aydınlanma’nın iki can düşmanı, el ele vermiş iki uğursuz.

Söylemek zorundayız ki, Charlie Hebdo’nun, emperyalizmin “Avrupa solu”nca kabul edilmiş hamlelerini liberal perspektifle onaylar çizgisi, “dinin kutsalları”na dil uzattıkça, kendisini hedef olmaktan çıkaramadı. Bunda ülkemiz liberalleri için bir ibret vardır ve bu kesimin ilk tepkileri, ağırlıklı olarak bunu görmenin tedirginliğini yansıtmaktaydı.

Ama dinci gericiliğin güçlendikçe kendi kurallarını dayatacağı, taleplerinin sınırının olmadığı hâlâ yeterince kavranmamış olsa gerek ki, ya da uşaklık öyle ruhlara işlemiş olmalı ki, son günlerin yaygın deyimiyle “ama’lar fakat’lar” ilk şokun ardından dolaşıma giriverdi.

Jakobenizmden, devrimler tarihinden, toplumsal sıçramalardan ve bütün bunların sınıfsal temellerinden duyulan korku, çok daha büyük çünkü. Ve bunlar, ancak emperyalizm ve dincilik eliyle tarihin tekerini geriye çevirmeye çalışan gericiliğin yandaşlığından başka bir yol bırakmıyor liberallere.

Onları, kendi sonlarına doğru da koşaradım gitmelerinde, burjuvaziyle yalnız bırakmakta bir beis yok. Düşmanlar kampında cirmi kadar yer tutan bir kesimdir en fazla.

Biz, aydınlanma, laiklik, dinci gericilikle ve emperyalizmle mücadele cephesindeki etkilerini yok etmekle ilgilenelim.

* * *

Örneğin, imam hatip öğrencilerinin gelişmeye açıklığından, o okulların faydasından, itirazın tamamen imam hatipleşmeye karşı olmasından söz etmeyi bırakmak, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, İslamı sivil toplum dinamiği ilan edenlerin ve antiJakoben liberal zehirin kaynaklarını, siyasete bulaşmasalar iyi ideoloji ve teori üreticileriydi diyerek genetiğinden atamayanların silkelenmesi, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, “zorunlu din dersi”nin ilkokullara inmesine karşı çıkışı, farklı mezhep ve inanç sistemlerine eşitsizlik söyleminin dışına çıkarmak, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, inançların bireysel vicdandan ibaret varsayılıp, “inananlara Cumhuriyet mezalimi”nden kurtuluş desteği vermekteki aymazlığın, örgütlenmelere, Kuran kurslarına, tarikatlara, cemaatlere özgürlük istemelerin üzerine tavizsiz yürümek, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, Turan Dursun’la ilgili giriş kısmındaki anıda, imamları bile etkilediğinden bahsedilen Kürt siyasetinin, emperyalizmin bölge stratejisinin bir parçası olalıberi, bir yandan İslamiyette birleşme temelli tezlerini, Said-i Nursi güzellemelerini, İslam konferanslarını, bir yandan da Erdoğan sonrası bir ülkenin seküler gücü olarak lanse edilmesini deşifre etmek, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, babaannemin başörtüsü denilip geçilen türbana kamusal alanın açılmasını savunmakla, 6 yaşındaki çocukların evlenebileceği fetvası, kadın cinayetleri, hamilelerin sokağa çıkmaması   talepleri, kadınların ortalık yerde gülmemesi gerektiği önermeleri, kariyerin en büyüğünün annelik olarak tanımlanması, tesettür dayatması gibi çağdışılıklar arasındaki bağıntının gösterilmesi, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, “gerçek İslamiyet” mavalına uyan sözde laik akademisyenlerin kutsal kitapların aslında ne söylediği yollu yanıtlarla dinsel referanslara diz çöken aptalca savunularını yüzlerine çarpmak, yaşamsal önemdedir.

Örneğin, antikapitalist Müslümanlar türü sersemletici palavraları yutmanın, İslamiyetin faziletlerinden, zalime karşılığından dem vuranlara o kendilerini tabi kıldıkları kelâmın ne dediğiyle yanıt vermeksizin yeryüzü sofralarına tuzlukla koşmanın ne anlama geldiğini anlatmak, yaşamsal önemdedir.

* * *

Yaşamsal önemde olduğu vurgusuyla bitireceğimiz daha bir nice safdilliğe karşı yürüteceğimiz mücadele alanı vardır. İğne ucu kadar boşluk bırakmamacasına.

Buradaki “safdillik” ifadesi, toplumsal tarihin ihanetlerine, karşıdevrime, gericiliğe, emperyalizmin stratejilerine biatla eşanlamlı kullanılmaktadır.

Aydınlanma, bir bütün olarak dini, inanç sistemlerini tarihin ve sosyolojinin inceleme alanlarına, ibadeti kişisel vicdanlara bırakmak, toplumsal yaşamdan, siyasete müdahaleden, iktidar düzenlemelerinden silip atmaktır.

Bunu yapabilmek, evet, sonuçta siyasettir. Ama o siyasetin hangi ideolojik donanımla yapılabileceğinin öncelik kazandığı bir alana aittir.

O ideoloji, sınıfları yok sayan kimlikçi, milliyetçi siyasetlerin günümüzde kaçınılmaz olarak müttefiklerini emperyalizmin ve gericilerin arasından seçeceğini açıkça beyan eder.

O ideoloji, liberalizmin her zerresinde, bu gerici kampın “intellect” gücü bulunduğunu asla göz ardı edemez, en küçük bir yan yana gelişe izin veremez.

O ideoloji, dünyayı sermaye ve emek ekseninde, emperyalizm ve bağımsızlık ekseninde böler ve hayata böyle bakar, bunun siyasetini üretir. Burjuva aydınlanmacılığının ötesine geçer, bunu sınıf perspektifiyle pekiştirir.

Bu anlamda, gerekirse yapayalnız kalır, ama boyun eğmez.

Biz buna, sosyalist ideoloji deriz. Öncülük deriz.

* * *

Türkiye’deki siyasal yelpazenin bugününde, Turan Dursun kararlılığında, uzlaşmazlığında öncülük ve kavgayı önde göğüsleme görevimiz var...

* * *

“Dersin, neymiş meğer; ben de ölürsem” demişti Turan Dursun...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 14.01.2015- 14:33


“Avrupalı kimliği", Aydınlanma ve eğitim…-Ahmet Cemal  

Sayın Başbakan, meclisteki son grup toplantısında Paris’te düzenlenen ‘Charlie Hebdo’ yürüyüşüne ‘hangi kimlikle’ katıldığını/katıldığımızı açıkladı : “Paris’teki yürüyüşe ‘Avrupalı kimliğimizle’ katıldık …”

‘Avrupalı kimliğimiz’ – bunu bir kenara koyup, neredeyse aynı gün Fransa hükümet çevrelerinden yapılan ve Fransa’nın bundan böyle izleyeceği ulusal eğitim politikası için öngörülen bir yasal değişikliğe ilişkin açıklamayı vurgulayalım. Bu yasa değişikliğine göre, bundan böyle Fransa’da, eğitimin bütün kademelerinde “laiklik kavramının önemi yeniden ele alınıp işlenecek”; ayrıca Fransa’daki ortaöğretimde yine bundan böyle aynı amaçla, yani laiklik kavramının ülkenin gençlerinin bilinçlerinde yeterince kök salabilmesi için “öğrencilerin aileleriyle ortak çalışmalar da gerçekleştirilecek”. Bu değişikliğin amacı da şöyle dile getirildi : “Çünkü laiklik kavramı, bir toplum olarak birlikte yaşayabilmemizin koşuludur …”

Büyük Fransız Devrimi’nin gerçekleştiği iklime yakışır bir tavır. Ve bundan öte, aynı zamanda ‘Avrupalı kimliği’nin de özeti.

Bize gelince –

Paris’te, Özgürlük Meydanı’nda başlatılan o görkemli toplantıya neden ‘Avrupalı kimliğimizle’ katıldığımızı ayrıca vurgulamak gereğini duyduk?

Yıllar öncesinde, Avrupa Birliği’ne girme çabalarımızın ilk gününden başlayarak, Avrupalı olmayı gerçekte hiçbir zaman istemediğimiz, dahası aklımızın kenarından bile geçirmediğimiz için.

‘Avrupa Birliği’ olayı, bizim iklimlerimizde hep bir ‘Avrupa Birliği yalanı’ olarak kaldığı için.

Peki bu, neden böyle?

Çünkü laiklik, bizde 10 Kasım 1938 günü, yani Mustafa Kemal’in son nefesini verdiği gün duraklama dönemine girdiği, Mayıs 1950’den, yani Demokrat Parti’nin iktidara geldiği tarihten günümüze kadar da bir çöküş sürecini yaşadığı için.

Ama bu durumun, yani laiklik karşıtlığının kökleri tarihimizde çok daha önceye uzanıyor. Aslında bu bağlamda söze şöyle de başlayabiliriz : ‘laiklik’, Osmanlının çöküş sürecindeki ‘Aydınlanma’ ve ‘Batılılaşma’ hareketlerinin hiçbirinin odak noktasında yer almadı. Zaten bu hareketler ‘çağdaşlaşma’ gibi toplumsal bir ihtiyaçtan değil, fakat yükseliş döneminde savaş alanlarında yenilgi nedir bilmemiş bir imparatorluğun bilim ve teknikte çok ilerleyen Batı karşısında gittikçe daha çok savaş ve toprak kaybetmesinden kaynaklandı. Zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu, sınırları içersinde yaşayan azınlıkların haklarına Batılı devletlerin sahip çıkmaya başlamasıyla birlikte bu hakları güvence altına alma ihtiyacını hissetti.

Yani kendi halkına modernleşmenin doğal gereği olan hakları ve eşitlikleri tanıma hedefi değil, kendini Batıya beğendirme uğruna ‘gibilerle’ idare etme çabası!

En radikal yenilik hareketi olarak gösterilen Tanzimat’ı başlatan 1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu’un ilk paragrafı şöyledir:

“Yüce devletimizin, kuruluşundan beri Kuran ve şeriat ilkelerine uygunluğundan saltanat güçlü, halk da mutlu olmuştur. 150 yıldan beri ise bunun tersi yapıldığından zayıflık, yoksulluk ve çöküş baş göstermiştir. Oysa şeriat kurallarına uymayan devlet payidar olamaz.”

İktidarın laikleşmesi, teknik buluşların benimsenmesi, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılarak aklın ve düşüncenin öne çıkarılması yerine hâlâ şeriat hükümlerine atıfta bulunan bir hareketin ‘aydınlanma’ sonucunu verebilmesi olanaksızdır. Zaten bu yüzden İmparatorluk, Cumhuriyet’e yüzde doksan beşi okuma ve yazma bilmeyen bir halkı miras bırakacaktır!

1923’ten, yani Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra Mustafa Kemal’in “Türkiye Cumhuriyeti olarak çağdaş uygarlık düzeyini yakalama” hedefi, hem bir aydınlanma seferberliğinin, hem de bu aydınlanmayı hiçbir taklide kalkışmaksızın ve kendini hiç kimseye beğendirme zorunluluğunu ön plana çıkartmaksızın gerçekleştirilmesinin özetidir. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte gösterilen yeni hedef, yani Türkiye’nin ‘Küçük Amerika’ olması hedefi ise taklitçilik yanı ağır basan, modernleşmeyi yakalamış devletler karşısında aşağılık duygularına kaynaklık edebilecek ve bundan ötürü de hastalıklı bir modeldir. Bu modelde laikliğe yer yoktur.

Ama, istendiğinde, ‘biat kültürü’ne yer vardır!

Şimdi varılan noktada ‘Biz oraya Avrupalı kimliğimizle gittik’ sözü, aslında sürekli bir Avrupa Birliği yalanının tekrarından başka bir şey değildir. Çünkü ,ana okullarından başlayarak eğitimin tamamının din ağırlıklı düzenlendiği, yani düşüncenin ve düşünmenin yerini bütünüyle inancın aldığı bir ülkenin Avrupalı kimliği’nin olabileceğini düşünebilmek bile söz konusu değildir.

Amaç, kendimizi Batıya aslında sahip olmadığımız bir kimliğin taşıyıcısı gibi göstermektir.

Hem de Büyük Fransız Devrimi’nin gerçekleştiği topraklarda!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 22.01.2015- 12:33


Proleter Voltaire
Ender Helvacıoğlu  


Bugün insanlık neo-liberal kara-ütopyanın çöküşünü yaşıyor.

Bundan 25 yıl önce Sovyetler Birliği çöküyor, Berlin Duvarı yıkılıyordu. Yeni Dünya Düzeni kuruluyor, yeni bir çağ başlıyordu. Toplumsal devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağı bitmişti; emperyalizm sona ermişti. “Tarihin sonu” gelmişti. Kapitalizmin “insan doğasına” en uygun sistem olduğu, üstünlüğü ve aşılmazlığı kanıtlanmıştı. Kapitalizmin öncülüğündeki Bilimsel-Teknolojik Devrimin eşliğinde Küreselleşme Çağı başlamıştı.

Hey gidinin neo-liberal ütopyası… Emek-sermaye çelişkisinin sermaye lehine çözümü. Sermayenin emekten kurtuluş manifestosu. Sermayenin anasını satmaya çalışması! Dünya nasıl da körlemesine bu ütopyanın peşine takılmıştı…

Bu “Yeni Çağ”ın, “Yeni Düzen”in foyası çok çabuk ortaya çıktı. Bugün o boş iyimserliğin yerinde yeller esiyor. Küresel sermayenin insanlığa verip verebileceği bir “Yeni Ortaçağ”dır sadece. İnsanlık kopkoyu bir karamsarlığın girdabına sürüklenmiştir. Gerek Batı’da gerekse Doğu’da, gerek Güney’de gerekse Kuzey’de istikrar içinde bir toprak parçası kalmış mıdır? Sadece Bağdat, Şam, Kabil değil, New York, Paris, Londra, Berlin de güvenlikli değildir artık.

Alın size Tarihin Sonu! Alın size Neo-Liberalizm! Alın size Küreselleşme! Alın size Bilimsel-Teknolojik Devrim! Alın size Post-Modernizm!

İnsanlığın 500 yıldır yarattığı en büyük kazanımlar olan Aydınlanmanın ve Sosyalizmin (kısacası Modernitenin) reddedildiği bir dünya, böyle kapkaranlık bir dünyadır işte…

250 yıl sonra yeniden soruyoruz: Ey Voltaire, insanlık ne kadar aydınlandı?

Ey Rousseau, önerdiğin “toplum sözleşmesi”nin ömrü ne kadar sürdü? Bu sözleşmeyi kim bozdu? Gerçi sen de tedirgindin, bir şeylerin tam oturmadığını fark etmiştin belli belirsiz…

400 yıl sonra buyur bakalım yeni engizisyonlara sevgili Galileo (Charlie Hebdo da diyebiliriz)… Dünyayı nasıl döndüreceğiz bu kez?

Çok değil, 25 yıl içinde çöken neo-liberalizmin yerine ne koyacağını bilemiyor insanlık. Kaotik durum budur.

***

Avrupa toplumları devrimci burjuvazileri önderliğinde aydınlandılar. İnsanlığa çok büyük katkılar yaptılar. Bilimsel Devrimi, Aydınlanmayı, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla gelen demokratik devrimleri, kul ideolojisine ve biat kültürüne karşı laikliği hediye ettiler. Bunlar bizim vazgeçilmez mirasımız, geri adım atılmaz kazanımlarımızdır.

Fakat yeterli olamadı. Burjuvazi insanlığı aydınlatamadı. Burjuvazi eliyle yeşeren aydınlanma, burjuva iktidarının pekişmesiyle birlikte, Avrupa’nın emekçileri için sömürüye dönüştü ve bu sömürüye katlanabilirliği sağlamak için yine eski araca başvuruldu: dinciliğe. Avrupa dışında ise yeniden hortlatılan köleciliğe, ırkçılığa, sömürgeciliğe ve giderek emperyalist tahakküme… Batı’nın yeniçağı, Doğu’nun ortaçağı ile ittifak yaptı.

İnsanlık büyük yıkımlar ve acılarla anladı ki, sömürü ortadan kalkmadan köklü ve geri dönülmez bir aydınlanma da gerçekleşemiyor.

Bugün bu büyük gerçeği çok daha net bir biçimde yaşıyoruz. Biz zaten yıllardır yaşıyorduk; ama artık Batı toplumları da yaşıyor.

Dünyada devrimci bir burjuvazi kaldı mı? “Tarihin sonunu” getirecek, yani sınıfları ortadan kaldıracak bir burjuvazi? Özgürlük, eşitlik ve kardeşliği getirecek bir burjuvazi? Doğu’nun ortaçağını yıkacak ve aşacak bir burjuvazi?

Böyle bir burjuvazinin kalmadığını, dünyanın “korunaklı” ve “güvenlikli” bölgelerinin halkları da çok çarpıcı bir biçimde kavrayacaklar, kavrıyorlar. Burjuvazilerinin suçlarının bedellerini ne yazık ki onlar da ödeyecekler, ödüyorlar.

Dünyanın dörtte üçü yanarken, geri kalan dörtte biri güvenlik içinde yaşayamaz. Çünkü küreselleştik! 250 yıl önce nasıl aydınlandıysak, bugün de öyle küreselleştik, burjuvazi önderliğinde… Afganistan, Irak ve Suriye, Paris’in ve New York’un göbeğindedir artık!

Yine oyun oynayacaklar, halkları kandırmaya çalışacaklar. Yaşanan vahşetin sorumlusunun “Doğu’nun geriliği” olduğunu söyleyecekler. Bu yanılsamaya tav olacak “solcular” bile bulacaklar. Ama bu yanılsama, 250 değil, 25 yıl bile süremeyecek. Çünkü küreselleştik, dünya küçüldü, zaman kısaldı; sayenizde burjuvalar!

Vahşetin esas sorumlusu “Doğu’nun geriliği” değil, “Batı’nın ileriliği”dir. Kapitalizmde ne kadar ileriye gidersek, aydınlanmada o kadar geriye gideceğiz. Bu önermenin en çıplak biçimde kanıtlandığı bir coğrafyanın insanlarıyız.

Kapitalizmin küreselleşmesi, vahşetin küreselleşmesidir. Öyle değil mi Voltaire? Öyle değil mi Charlie Hebdo? Öyle değil mi Paris? Bağdat ve Şam’dan öğrenmenin tam zamanıdır!

***

Karamsarlığa kapılmayalım. Tarih hep göstermiştir ki insanlık dibe vurmadan yüzeye çıkamıyor. İnsanlık bir arayışta. Liberalizm dedi olmadı; 200 yılda foyası çıktı meydana. Neo-liberalizm dedi, yine olmadı; bu kez 20 yıl bile sürmedi.

Bunca vahşetin ortasında, aslında yeni bir uygarlığın doğum sancılarını yaşıyor insanlık. Kafayı vura vura, dersler çıkara çıkara aydınlanıyor, her zamanki gibi.  

Madem küreselleştik, bu aydınlanma dünya çapında olacaktır bu kez. Yeni bir “toplum sözleşmesi” gerek. Sizinki yetmedi; kusura bakma Rousseau!  

Ama kadim devrimci Arşimet soruyor: “Manivela nerede?”

Şimdilik bulabildiğimiz en gerçekçi yanıt: “Proleter Voltaire”.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
bedrettin
[ ..... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 30.08.2013
İleti Sayısı: 907
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: bedrettin
Cevap Tarihi: 22.01.2015- 19:40


Avrupa toplumları devrimci burjuvazileri önderliğinde aydınlandılar. İnsanlığa çok büyük katkılar yaptılar. Bilimsel Devrimi, Aydınlanmayı, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla gelen demokratik devrimleri, kul ideolojisine ve biat kültürüne karşı laikliği hediye ettiler. Bunlar bizim vazgeçilmez mirasımız, geri adım atılmaz kazanımlarımızdır.

Fakat yeterli olamadı. Burjuvazi insanlığı aydınlatamadı. Burjuvazi eliyle yeşeren aydınlanma, burjuva iktidarının pekişmesiyle birlikte, Avrupa’nın emekçileri için sömürüye dönüştü ve bu sömürüye katlanabilirliği sağlamak için yine eski araca başvuruldu: dinciliğe. Avrupa dışında ise yeniden hortlatılan köleciliğe, ırkçılığa, sömürgeciliğe ve giderek emperyalist tahakküme… Batı’nın yeniçağı, Doğu’nun ortaçağı ile ittifak yaptı.

İnsanlık büyük yıkımlar ve acılarla anladı ki, sömürü ortadan kalkmadan köklü ve geri dönülmez bir aydınlanma da gerçekleşemiyor.


Sömürü ortadan kalkmadan köklü bir aydınlanma yaşanmıyor ancak, özellikle doğu toplumları ve Türkiye için yarım yamalak da olsa burjuva aydınlanmasının büyük önemi var.
Sömürü ortadan kalkmadan aydınlanmayı bütün topluma yaymak zor olsa da, sömürüye karşı mücadele burjuva aydınlanmasının reddedileceği anlamına gelmiyor. Dinde reformu gerçekleştiremeyen doğu toplumlarında aydınlanma çok daha fazla önemli diye düşünüyorum. Türkiye'de aydınlanma ve laikliğe karşı yürütülen gerici siyasete karşı durmayan solcuları da solcu saymıyorum.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör 'Aydınlanma nedir?' 233 Yaşında! melnur 14 11004 01.03.2020- 07:46
Konu Klasör Aydemir Güler: TKP en iddialı, cesur ve olgun olduğu dönemdedir... melnur 0 475 11.09.2022- 03:50
Konu Klasör Sol aydın ve radikalizm melnur 2 4716 27.06.2020- 10:39
Konu Klasör 6 ayda bin gazeteci kovuldu umut 1 4578 16.07.2014- 22:12
Konu Klasör 'AKP gitsin 1 ayda düzelir' ayhan 0 2822 17.06.2015- 22:10
Etiketler   Aydınlanma,   yaşamsal,   önemdedir
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS