SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Bildiğimiz AKP’nin Sonu           (gösterim sayısı: 6.739)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 15.03.2015- 12:04


Bildiğimiz AKP’nin Sonu
Melih Yeşilbağ


Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içerisindeki çatlaklar giderek daha belirgin hale geliyor. Dahası, parti içerisindeki gerilim artık kamuoyundan gizlenebilir boyutları çoktan aştığı gibi her geçen gün yeni   gerilim eksenleri ortaya çıkıyor. Sadece geçtiğimiz hafta yaşanan bir dizi olay dahi sözkonusu gerilimleri iktidar partisinin tarihinde hiç olmadığı kadar ayyuka çıkarmış durumda. Bir süre önce resmen milletvekilliği adaylığı için MİT görevinden istifa eden Hakan Fidan’ın adaylığını geri çekip görevine dön(dürül)mesi, Gül’ün Erdoğan’ın aktif siyasete dön çağrısını reddetmesi ve elbette Erdoğan ile Babacan ve Merkez Bankası yönetimi arasındaki “şimdilik tatlıya bağlandığı” iddia edilen faiz oranı-döviz kuru tartışmaları parti içi fay hatlarının en güncel görünümleri. Biraz daha geriye gidersek Mehmet Ali Şahin’in Yüce Divan oylaması sonrası sarf ettiği “Bir siyasetçi asgari ücretin daha yeni bin liraya çıktığı bir ülkede 700 bin liralık bir saat alamaz” sözlerini, yine Gül’ün “İç Güvenlik paketi gözden geçirilmeli” açıklamalarını hatırlayabiliriz. Tüm bunları nasıl yorumlamalıyız?

AKP başından beri   bir koalisyon partisi olageldi. 12 yıldır ülkeyi yöneten parti Milli görüş kökenli kadrolar, merkez sağın devletlü isimleri, soldan devşirilen Ertuğrul Günay gibi isimler ve diğer bazı vitrinlik transferlerin bir bileşimi halinde yoluna devam etti. Buna elbette zamanında bir süre öncesine kadar beraber yürünülen Gülen Cemaati’nin ve   liberal entellektüellerin dışarıdan desteğini de eklemek gerekiyor. “Böyle geniş bir koalisyon içerisinde görüş ayrılıklarının olması doğal” deyip geçebilir miyiz? Ya da bir yandan başkanlık sistemi bir yandan çözüm süreci bir yandan “paralel yapıyla mücadele” gibi netameli gündemlerde adım atan bir partide olur böyle şeyler” değerlendirmesinde bulunabilir miyiz? Ya da son günlerde şiddetlenen iç gerilimi doların dünya ölçeğinde değerlenmesinin yarattığı acil önlem ihtiyacının ve seçim sathı mailine girilirken yaşanması kaçınılmaz tartışmaların iktidar partisinde neden olduğu konjonktürel ve dolayısıyla gelip geçici dalgalanmalar olarak görebilir miyiz?  

Bu sorulara evet yanıtı vermek mümkün gözükmüyor. Öncelikle basit fikir ayrılıklarından değil derin çatlaklardan bahsediyoruz. Kamuoyuna yansıyan tartışmalar, işlerin AKP için tıkırında gittiği zamanlarda sözgelimi Arınç’ın zaman zaman merkezden farklı görüş bildirmesiyle kıyaslanacak düzeyde değil. Benzer şekilde, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı dönemindeki iyi polis Gül- kötü polis Erdoğan işbölümünü andıran bir stratejinin varlığından bahsetmek de zor. Adlı adınca, partinin ikinci adamının fiilen partiyle yollarını ayırmasından, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısının kamuoyunun gözü önünde “Erdoğan’ı dinlemeyin” açıklaması yapmasından söz ediyoruz! Dahası, tüm bunlar muhtemelen buzdağının görünen kısmı. Kamuoyuna yansımayan iç tartışmaların çok daha keskin geçtiğini tahmin etmek güç değil.

Çatlakların derinleşmesinde elbette doların yükselişinin ya da seçim atmosferinin doğrudan etkisi var. Tüm bunlara Erdoğan’ın özellikle de Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra parti içi dengeleri kontrol altında tutmakta zorlanmasını ve yönetme tarzının giderek başlı başına bir kriz dinamiği haline gelişini de ekleyebiliriz. Lakin, mesele bu tür   dışsal ya da psikolojik faktörlerle açıklanabilecek boyutları çoktan aşmış durumda. O yüzden de ortada “tatlıya bağlanmış” bir sürtüşme filan değil artık ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak yapısal sınırlarına dayanmış ve ancak bir tür “suni denge” halinde bir arada durabilen bir iktidar aygıtı var. Bu yapısal sınırları daha iyi ortaya koyabilmek   için sadece son 7 ayı değil AKP dönemini bir bütün olarak değerlendiren bir analize ihtiyacımız var. Bu konuyu bir sonraki hafta değerlendirmek üzere bırakalım ve şimdilik bir sonucun altını çizmekle yetinelim.

Karşımızda dış politikada epik başarısızlıklara imza atmış, yerli ve yabancı sermayenin güvenini büyük oranda yitirmiş, alarm veren ekonomiyi derme çatma yollarla ayakta tutmaya çalışan, bir dizi temel meselede günü kurtarma dışında   stratejik bir yönelim sergliyemeyen bir iktidar var. AKP giderek züccaciye dükkanındaki fili andırıyor. Dahası, stratejisizlik yalnızca Erdoğan liderliğine özgü değil. Görünüşe bakılırsa ne AKP içerisindeki diğer odaklar ne diğer düzen partileri ne emperyalist aktörler ne de sermaye sınıfı dört başı mamur bir “geçiş” kurgusuna sahipler. Bildiğimiz AKP’nin sonuna geldik ancak sonrasında ne geleceği herkes için büyük bir soru işareti olmaya devam ediyor.    



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 15.03.2015- 12:10


AKP'nin çıkmazı, solun çıkışı...


Adana soL Sohbetleri buluşmasında bugün iki soL yazarı konuk oldu. Kemal Okuyan ve Mustafa K. Erdemol'un katıldığı buluşnada "AKP'nin Çıkmazı ve Solun Görevleri" başlığı tartışıldı.

Resim Ekleme

Adana'da Komünist Parti Merkez Komite üyesi ve soL yazarı Kemal Okuyan ile soL yazarı Mustafa K. Erdemol'un katıldığı soL sohbetleri buluşmasında "AKP'nin Çıkmazı ve Solun Görevleri" başlığı tartışıldı.

Seyhan Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen sohbette ilk sözü alan Kemal Okuyan, dünyadaki gelişmelere değinerek kapitalizmin büyük bir kriz içinde olduğunu ve bu krizin sadece ekonomik bir kriz olmadığını, kapitalizmin aynı zamanda yapısal bir krizi olduğunu belirtti. "Sistem büyük bir yapısal kriz içinde. Kapitalizm aşırı bir üretim sorunu yaşıyor. Kapitalizm böyle kriz süreçlerinde iki türlü çıkış yapar: Savaş ve faşizm. Dünyadaki büyük güçler arasındaki rekabet artmış durumda. Suriye ve Ukrayna'daki savaş durumu bunun yansıması" diyen Okuyan, uluslarası emperyalist güçlerin eskisi gibi AKP'nin arkasında durmadığını belirtti.

AKP'nin toplumun yüzde ellisinden destek almasına karşın, toplumun yarısınının nefretini kazandığını söyleyen Okuyan, "Kötünün iyisini seçmemizi istiyorlar. Kötünün iyisi yok. Kötünün iyisi kötüdür. Dişimizi sıkıp, örgütlenip bu düzenden kurtulacağız" dedi.

Kemal Okuyan'dan sonra söz alan Mustafa Kemal Erdemol da bölgemizde yaşanan gelişmelerden söz etti ve AKP'nin Ortadoğuda izlediği politikaların Özal'ın başlattığı politakaları devamı olduğunu söyledi. ''AKP'nin Ortadoğuda izlediği politikaların ideoloğu olan Ahmet Davutoğlu bu ortak akılsızlığın mimarıdır'' diyen Erdemol, ''Arap Baharı'' sürecinin Davutoğlu'nun politikalarını hayata geçirmek için bir fırsat haline getirildiğini belirtti. "AKP Ortadoğu'da mezhepçi bir politika izliyor. Sünni her hareketi destekler duruma geldi" diyen Erdemol, AKP'nin barış sürecinde de büyük bir başarısızlık yaşadığını belirtti.

Katılımcıların sunumlarından sonra sohbet, gelen soruların cevaplandırılmasıyla sona erdi.




Bu ileti en son umut tarafından 15.03.2015- 12:10 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yorum2006
[ yorumcu ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.08.2013
İleti Sayısı: 772
Konum: Gizli
Durum: Gizli
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

2 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: yorum2006
Cevap Tarihi: 15.03.2015- 15:27


Alıntı Çizelgesi: kim yazmış
Bir süre önce resmen milletvekilliği adaylığı için MİT görevinden istifa eden Hakan Fidan’ın adaylığını geri çekip görevine dön(dürül)mesi, Gül’ün Erdoğan’ın aktif siyasete dön çağrısını reddetmesi ve elbette Erdoğan ile Babacan ve Merkez Bankası yönetimi arasındaki “şimdilik tatlıya bağlandığı” iddia edilen faiz oranı-döviz kuru tartışmaları parti içi fay hatlarının en güncel görünümleri. Biraz daha geriye gidersek Mehmet Ali Şahin’in Yüce Divan oylaması sonrası sarf ettiği “Bir siyasetçi asgari ücretin daha yeni bin liraya çıktığı bir ülkede 700 bin liralık bir saat alamaz” sözlerini, yine Gül’ün “İç Güvenlik paketi gözden geçirilmeli” açıklamalarını hatırlayabiliriz. Tüm bunları nasıl yorumlamalıyız?



Bütün bunların hepsi önemli de, AKP'nin sonunun nasıl geleceği, faiz-döviz kuru tartışmalarında yatıyor esas olarak. Diğer bir deyişle gelecek olan büyük ekonomik krizde yatıyor.

AKP başa geldiği zaman çok yüksek olan faiz oranları nedeniyle, dışarıdan gelen çok büyük miktardaki döviz, dış ödemeler dengesini düzelterek, dolar kurunun sabitlenmesini sağlamış ve bu ekonomide göreceli bir istikrar getirmişti. Bunun en önemli sonucu da enflasyonun dizginlenmesi idi. Çünkü Türkiye ekonomisi tamamen dışa bağımlı olduğundan, döviz kuru artışı demek yüksek enflasyon demektir.

Daha sonra faiz oranları düşürülse de, dışarıda negatif olan oranlara bakıldığı zaman, yabancı paranın çekilmesine yol açacak bir düşüş gerçekleşmedi.

Öte yandan AKP döneminde ekonomiyi ve iktidarı ayakta tutan en önemli ekonomik faaliyet inşaat sektörü olmuştur. Sanayi ve tarım gerilerken, toplu konut, büyük inşaat projeleri, duble yollar gibi yatırımlar ekonomiyi ayakta tutuyor ve işsizlik baskısını biraz olsun dizginleyebiliyordu. Toplu konut büyük ölçüde arsa spekülasyonuna dayanıyor. Hükümet paha biçilmez değerdeki Hazine arazilerini satarak ve vatandaşların arazilerine düşük fiyatla el koyup, imar planlarını değiştirip, ucuza el koyduğu arazilerde arsa bedellerini yükseltiyor ve arsa spekülasyonu ile sektörü finanse ediyor. Tabii bu arada kupon arazileri de cebe indiriyorlar ve kişisel olarak zenginliyorlar. Bu arada yandaş bir müteahhit sektörü de yaratılmıştır. Bunlar partiyi finanse etmeye ve medyayı ele geçirmeye de yaradı tabii. Ancak yolun sonuna gelinmiştir. İnşaat sektörü artık tıkanmış durumdadır. Çünkü bu alana yatabilecek paranın büyük bölümü yatmıştır, artık ortada bu alana yatacak fazla para yoktur. İşte Erdoğan arsa spekülatörü olarak, bunun için faizlerin düşürülmesini istiyor. Faizler düşerse bankadaki paraların inşaat sektörüne akacağını ve   tıkanan sektörü böyle açacaklarını düşünüyor.

Erdoğan'ın hesaplayamadığı şey, bankadaki paranın önemli bir kısmının yabancılara ait olması ndeniyle, faizin düşmesi halinde bu paranın yurt dışına kaçacağıdır. Bir diğer yanılgısı da, yerli şirket ve şahıslara ait paranın hepsini inşaat sektörüne çekmenin olanaksızlığıdır. Bunların çoğu, özellikle fahiş gayrimenkul fiyatlarına yetmeyecek paranın dolara kaçacağıdır. Böylece döviz patlayacaktır.

Türkiye ekonomisi tamamen dışa bağımlıdır. Bu bağımlılık AKP döneminde daha da artmış, dış borçlar korkunç boyuta gelmiştir. Dövizin patlaması giderek ivmelenecek ve enflasyon korkunç boyuta ulaşacaktır. İthalat kısılmak zorunda kalınacak, en temel girdiler bile ithal edilemez hale gelecektir. Yükselen enflasyon, artan yaşam pahalılığı, işsizliği ve açlığı beraberinde getirecektir.

Ekonomik kriz yoldadır. Babacan ve Merkez Bankası başkanı tekniyen olduklarından, Erdoğan'a direnmek zorunda kalmışlardır. Ancak dayanamayıp faiz üst sınırını düşürdüler. Arkası da gelecektir.

AKP ekonomik kriz gelinceye kadar Haziran seçimlerini çıkarsa da, bir dört yıl daha dayanamaz. İşte AKP'nin sonunu bu getirecek. En son çıkardıkları faşist iç güvenlik yasası da sokağa dökülecek halk kitlelerini tutabilmek için çıkarılmıştır zaten. Sol, yaklaşan kitle eylemlerine ve AKP iktidarını düşürmeye hazır olmalıdır.




Bu ileti en son yorum2006 tarafından 15.03.2015- 15:53 tarihinde, toplamda 5 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 15.03.2015- 18:43


Bloklar-Ercan Gündoğan

Atatürk’ün ölümüyle birlikte, onun önderliğinde kurulan “blok” çatlamaya başlar. İnönü’nkü çatlağın yarılmalara dönüştüğü bir dönemdir. Yeni bir blok eski parçalardan kurulur. İnönü olmasa, CHP dibe vurup, tekrar toparlanamazdı. Yeni blok da iki kişinin önderliğinde kurulur. Menderes ve Bayar. Bu blok her ikisi de devre dışı kalınca, yeni bir isim, özellikle Demirel sayesinde kurulur, geliştirilir. CHP toparlanır, Ecevit karşı “sol”da başka bir blok kurmaya çalışır. Her ikisi de devre dışı kalınca, meydan, blok kurma görevi, Özal’a kalır. Ecevit ve Demirel, diğer tarafta Türkeş ve Erbakan, Özal’ın bloğu yerine yeni bir paylaşıma girerler. Blok fazla dağılmış, pek çok parçaya ayrılmıştır. Ne Demirel, ne Ecevit kurdukları blokları fazla büyütemezler.

Tüm bloklar, kişilere bağlı ve bağımlıdır. Atatürksüz, İnönüsüz bir CHP, sadece belli dönemlerde, koalisyon ortağı olabilir. Menderessiz, Bayarsız bir DP, ancak Demirel’in AP’si biçiminde devam eder. Erbakansız bir Milli Görüş, devam etse de, tür değiştirmek, gömlek değiştirmek zorundadır. Özalsız ANAP, partisi binasının kirasını bile ödeyemez hale gelir. Demirelsiz DYP, söylemeye gerek yok, ömrü kısadır.

Bu uzun anımsatma, Türkiye’de, meclis partileri, ana sağ ve sol akımlar ile “blokların” niteliği üzerine şu saptamaları yapmak içindi: Kişisel karizma ve otorite, seçimler ve partiler yasasından daha fazla olmak üzere, kaynaştırıcı, birleştirici, devam ettirici güçtür. Karizmanın, otoritenin yoğunlaştığı kişi, önder, devre dışı kaldığında, “mekanik” dayanışma ilişkileri bitmekte, bloga olan kitle desteği hızla bitmekte, başka bloklar oluşmaktadır.

Blokların oluşması ve dağılmasında kişilerin önemi, kitaplar dolusu açıklama gerektirir. Karşılaştırmalı tarih, özellikle karşılaştırmalı modernleşme tarihi analizlerini. Ya da bize has özellikler öne çıkartılabilir. Seçim ve partilerle ilgili yasalar esas belirleyicidir denebilir. Mesele ilk siyasi partilere, oradan tek parti dönemine gidip açıklanabilir. Özetle, politik modernleşme tartışmalarıdır bunlar.

Meseleye Marksist açıdan nasıl yaklaşabiliriz? Sınıflar analizini “makro” ve “mikro” düzeyde yaparak elbette.

Avrupada politik modernleşme önce burjuvazinin eski sisteme muhalefeti, bu muhalefet sırasında işçi sınıfıyla ittifakı, sonra da işçi sınıfının burjuva iktidarına karşı yürüttüğü mücadelenin tarihidir. Avrupa’da modernleşme sınıf mücadelesiyle gerçekleşmiştir. Avrupa’daki önce kısıtlı liberal, sonra yaygın sosyal demokrasilerin gelişiminde, işçi sınıfının zorlayıcı, itici, yaratıcı gücü vardır. İşçi mücadelesi olmasaydı, bugün Britanya’da Whig’lerle Tory’ler küçük meclis grupları halinde kendi sınıfı içi demokrasilerini yaşıyor olurlardı sadece.

Türkiye’de Cumhuriyetin daha ilk yıllarında, işçi sınıfı politik ve ideolojik olarak tasfiye edilmiştir. Politik modernleşmede tek bacakla yürünür. İşçi sınıfı devreden çıkmıştır ama, köylülük esas kitle ve sınıfı desteğidir. Marks’ın dediği gibi, köylü kitlesi, kendisini temsil edemez. Birileri onun adına konuşur. Geçiş döneminin otoriterliği de eklenince, “tek adam”, “ikinci adam” gibi, numaralı adamlar geleneği iyice ortaya çıkmış olur. Sınıflar arası mücadele sınıf içi kavgalara dönüşünce, kişiler özel önem kazanmaya başlar. Yönetici sınıfın sayıca azlığı da, kişileri güçlendiren etkenlerdendir.

Peki ama, 1950, 1960 sonrası Türkiye, gerçek çok partili, kitlesel politika alanı geçtiğinde kişiler neden hala partiler ve bloklar için önemini koruyorlar? Hem modern sanayi gelişmekte, hem de işçi sınıfı sendikalarına, partilerine kavuşmaya başladığı halde! Politik modernleşme artık iki bacaklı hale gelmek üzeredir. Hemen yazalım, bacaklardan biri hemen yine kırılmaya başlanmıştır. İşçi sınıfının ekonomik ve siyasi örgütlenmesine karşı 1960’ların hemen sonunda karşı tedbirler alınmaya başlanmış, sınıflar arası mücadele yine sınıf içi mücadeleye dönüştürülmeye çalışılmıştır. Alternatif iki blok liderleri yine eski İnönü ile, yeni figür Demirel’dir. Karşı tarafta bir Aybar’a, bir Boran’a izin verilmemiştir. Yönetici blokların içine Erbakan ve Türkeş dahil edilmiştir ama. Yine tek bacak teşebbüsüdür ama bu bacağa Erbakan ve Türkeş destek olarak eklenmiştir.

İyi ama, köylülük çözülmeye, işçi sınıfı büyümeye başlarken, kitle toplumu ortaya çıkarken, tek bacakla ne kadar yürünebiliyor? Burada, Antonio Gramsci’nin İtalya’nın önemli liderlerinin kurdukları koalisyonlarla ilgili analizinden esinlenerek şunu söyleyebiliriz: Artık yeni bloklara işçi sınıfı ve köylülük iki büyük lider tarafından, değişik sınıf ittifakları şeklinde dahil edilebilmiştir. Demirel köylülüğü ve eşrafı, Ecevit ise sol entellektüelleri ve işçi sınıfını, İstanbul burjuvazisinin liderliğine bağlayabildikleri için, iki önemli “kişi” olarak güç toplayabilmişlerdir. İkisi de sınıf mücadelesini, sınıflar arası olmaktan böyle çıkarmaya çalışmışlardır. Fakat, tek bacakla gitmek gittikçe zorlaşmış, Demirel tarafında önce askeri, sonra kriminal kitle desteğine ihtiyaç duyulmuştur.

Politika yönetici sınıf içine hapsoldukça, kişiler hep önemli olmuştur. Tek bacakla gitmek, dışlayıcı ve sınırlı parti politikasını, dışlayıcı seçim sistemini, parti içi disiplinini, birleştirici, haliyle karizmatik kişileri gerektirmiştir.

Bloklar blokları takip ederken, kişiler kişilere bırakmıştır yerini. Kişiler gidince bloklar da çözülmektedir. Ya da, bloklar çözülmeye başladığında, kişilere yol gösterilmekte, adeta iç tasfiye yapılmaktadır. Ancak, bizzat kişilerin gitmesi, blokların çözülüşünü hızlandırmaktadır.

Ecevitsiz CHP, Demirelsiz AP-DYP, Özalsız ANAP, Erbakansız Milli Görüş, Türkeşsiz Milliyetçi Hareket’ten sonunda gelelim Erdoğansız AKP’ye.

Erdoğansız AKP, Sakıp Ağa’sız Sabancı Holdinge hiç benzemez. Ama, Sakıp Ağa’nın dediği “İkinci Özal Treni”nin son istasyonuna geldiği anlamına gelir. Özal taşra, burjuvazi, küresel sermaye ve entellektüel küçük burjuvadan özel bir blok kurabilmişti. Ya da malzemesi, dönemi ve ortamıyla gelişmeye “müsait” böyle bir blok’un başına geçebilmişti diyebiliriz. Elbette, Özal olmadığı, daha doğrusu etkisiz Cumhurbaşkanlığı makamına geçtiği için bu blok çözülmeye başlamıştır denebilir. Elbette kişileri bu kadar öne sürmek bilimsel değildir. Ancak, Özalsız bir ANAP, ANAP’sız blok, yani hakim bir partiden mahrum kalmış yönetici blok demektir. Blokların kişilere özel bir bağımlılığı söz konusudur. Söz konusu kişi devreden çıktığında blok’un partisi yönetim ve liderlik krizine girmektedir. Karizmatik kişi yanında sadece cüceleri bırakmış olduğu için, yerini aynı karizmada, otoritede bir başka kişiye bırakamamaktadır.

Erdoğan’ın bloklar ve blokların hakim partisinin “özel”, “karizmatik”, “otoriter” kişilere bağımlı olduğuna dair güçlü bir “tarih bilincine” sahip olduğu her halinden bellidir. Bu bilinci vardır, ama, yapabileceği bir şey de yoktur. Kendisinden önceki blokların liderleri gibi, o da, çevresinde, yanında sadece politik cüceler bırakmıştır. Kendisi giderken kara delik oluşacak, cüceler de bu deliğe düşüp, politikanın galaksisine karışacaktır. Tek çare gördüğü “başkanlık” ise, tarihsel “blok” kurma “bilincinin” dışında, “coğrafi” blok kurma teşebbüsü olabilir ancak. Bu ise hem yönetici sınıfı, hem de bizzat Türkiye’yi bölmek anlamına gelebilir sadece. Hadi bırakalım tüm bunları. “Başkan” oldu diyelim! AKP’ye ne olacak? Yoksa, AKP’ye ihtiyacı olmayacağını mı düşünüyor?

Erdoğan blokların tarihsel kaderine tarihsel bir çözüm bulmaya çalışmaktadır. Hep öykündüğü Menderes’i, Demirel’i, Özal’ı düşünüp, alttan partisi çekilmiş halde, yukarı yalnız kalmak istememektedir. Kendi hatası ve yetersizliğidir. Yapılması gerekeni yapmamış, kişisel hırslarına yenik düşmüştür. Gül’ü etkisiz şekilde yukarıda bırakıp, partisinin başında devam etmeyi kendine yedirememiş, bizzat politik yaşamını kendisi bitirmeye başlamıştır.

Blok politikasından vazgeçen, sınıflar arası mücadeleyle karşı karşıya kalır!

Sınıflar arası mücadeleyi sınıf içi mücadeleye, korkuyla, zorla dönüştürmek, her şeyden önce, yönetici sınıf içi yönetim ve hakimiyet sorunu, bunalımı yaratır. Her bunalım sınıflar arası mücadeleyi tekrar politikanın, ekonominin, ideolojinin merkezine koyar.

Bakalım bu blok nasıl çözülecek ve yerine yeni bir blok kurabilecekler mi? Ama bu “başkanlıkla” olmaz!

Ama, fazla da akıl vermeyelim!

“Başkanın Adamları”nın işidir bu....



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör AKP’nin sınırları var mı? melnur 2 2777 03.11.2019- 04:33
Konu Klasör Türkiye AKP’den de TÜSİAD’dan da kurtulmalıdır! proletkült 7 1520 25.10.2021- 15:13
Konu Klasör Bir Metin Akpınar bir daha gelmez. melnur 1 1052 27.11.2021- 08:19
Konu Klasör Metin Akpınar: Devrim lazım... melnur 1 2847 25.03.2019- 08:20
Konu Klasör Erdoğan'ın 'müjde'si AKP’nin yeni bir hamasetidir melnur 1 2223 23.08.2020- 06:36
Etiketler   Bildiğimiz,   AKP’nin,   Sonu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS