SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Eşme ruhuna selam, devrimci ruha el Fatiha           (gösterim sayısı: 3.602)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
ayhan
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 05.12.2013
İleti Sayısı: 1.076
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: ayhan
Konu Tarihi: 04.04.2015- 16:48


Eşme ruhuna selam, devrimci ruha el Fatiha


Süleyman Altunoğlu



“Kürdistan Kürt halkınındır” diyen devrimcilerin varlığı ve eleştirisi, bütün ufku “Hevsel Bahçeleri’ne binayı TOKİ dikmesin, biz dikelim” cümlesinden öteye geçmeyen Kürt müteahhit kafasının planlarını engelleyen en büyük faktördür. Dahası bir vesile dağdan indirilecek ama korktuğu başına gelecek Kürt gerillasının da en büyük dostu, bugün bunları söyleyebilen, kendi bedeni üzerinde kendi kafasını taşıyan istisnasız tüm sosyalistlerdir.

Öcalan’ın yeni bir Newroz mektubunu dinledik. 2013’teki mektuptan bugüne süreçte Kürt halkı açısından yaşanan tek olumlu ilerleme sanırım Pervin Buldan‘ın Kürtçesi.

Kobanê ve Rojava‘daki kayıplar 1000’i aşmış, AKP, Türkiye’den çekilmeye gönülsüz de olsa ikna ettiği Kürt gerillasını desteklediği IŞİD çetelerine öldürtmüş. Cihadçılara giden her şeyin ve herkesin geçtiği sınırdan günlerce, aylarca bir tek canlı Kürt geçememiş. Atılan ses bombası ile kafası kopan İbrahim Aras bu tarafta öldürülen onlarca çocuktan sadece biri…

Şimdi yeni bir mektupla karşı karşıyayız. Bir yanda ölümler bir yanda birbirini tekrar eden mektuplar. Belki ölümlerden bahsetmek bazen yetmiyor. Bugün Amed/Diyarbakır Newroz‘unda taşınan bir döviz savaş yorgunluğundan bahsediyordu.

Savaş yorgunluğuRoboski yüzünden tutuklanan sevgili Özgür Amed (Ethem Çağır), Lice’de katledilen Ramazan Baran ve Hacı Baki Akdemir‘in cenazesi kaldırılırken şahit olduğu bu ruh halini, önlerinden cenaze geçerken kahvede okey oynayanlardan örnekle anlatmaya çalışmıştı.

İki yıl önce Öcalan, mektubunda devrimcilere, sosyalistlere şu cümleyle seslenmişti: “Zamanın ruhunu okuyamayanlar, tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler, uçuruma sürüklenirler.” Öyle ya zamanın akışı ağırdı, halk yorgundu. Şiddetin devri geçmişti.

Kürt halkı yorgun, Türk halkı suskun değil

Bu sözler öyle kimilerince “zamanlaması pek manidar” bulunacak devrimci silahlı eylemlere gerek kalmadan alanlarda milyonlar tarafından tekzip edildi. Hem de üzerinden iki ay geçmeden.

Gezi‘de milyonlar sokağa döküldü. AKP, kitlesel halk şiddetini iliklerine kadar hissetti. Kürt halkı Gezi’nin içindeydi ama BDP ikircikliydi. Gezi’de darbeyi görmekle, Gezi’nin partisi olma iddiası arasında gidip geldi.

Zamanın ruhunu asıl okuyamayan bir adada 14 yıldır tutulan kişiydi. Bir halkın kaderini onun eline bırakmak ise bizzat o tutsağa yapılan en büyük kötülüktü. Bu tercih onun üzerine bir kilit daha vurulmasına sebep olmuştu.

40 yıldır Kürt halkı ayaktayken ayaklanmadığı için defalarca aşağılanan Türk halkı 40 yılda sonra nihayet uyanmıştı. Öyle diyorlardı. Türk halkının yeni yeni girdiği yoldan Kürt halkı dönmüş geliyordu. Kürt halkı artık barış istiyordu, her şeye ‘he’ demiyordu belki ama bu işler de bir sonuca bağlansın istiyordu.

“Anlaştılar, Erdoğan’ı başkan yapacaklar, özerklik karşılığında her şeye onay verecekler” eleştirilerine karşı geliştirilen “yaw he he” sözüne göre ciddiye alınacak bir savunma. Öyle ya, halk istemezse kim ne diyebilir?

Gezi, barış süreci ve Kürt halkının yorgunluğu üzerine kurulan onca cümle bir beyaz Kürt avuntusu ve abartısı olarak kaldı. Üç Newroz mektubu arasında geçen iki yılın özeti budur.

“Demokratik özerklik” dediler, daha fazla Kürt müteahhiti yaratmaktan başka bir şeye yaramayacak, belediyeleri ihale komisyoncusu, ruhsat dağıtıcısı yapacak AYYÖŞ (Avrupa Yerel Yönetimler ve Özerklik Şartı) sözleşmesinden başka bir şey çıkmadı. O da mecliste tozlanıyor.

“Hava güzeldi, çocuklar dışarı çıktı” basitliğiyle bakılan Gezi’den sonra her olay büyük ya da küçük bir sarsıntı yaratmayı sürdürdü. ODTܑye yol yapımı, Hasan Ferit Gedik cinayeti, Cami-Cemevi projesi, İnternet sansürü yasası, Berkin, Soma, Özgecan, İç Güvenlik Paketi. Her olay AKP’nin kâbusu oldu. İstanbul’da trafik dursa, sular kesilse AKP gazeteleri Geziciler diye manşet attı.

Kürt halkı yorgun olmadığını 6-7 Ekim günlerinde gösterdi. Beklediği çağrı geldiğinde ayağa kalktı ve onun geri oturtan da iki günde verdiği 40 şehidin acısı değildi.

Reyhanlı’da El Kaide 53 kişinin canını aldığında Selahattin Demirtaş “Sivil yurttaşlarımızı hedef alan saldırılar karşısında hükümeti sorumlu tutmak ve eleştirmek yerine birlik içerisinde hareket etmek zorundayız” demişti. Kobanê için ayaklanma çağrısını ise bizzat kendi yaptı. Reyhanlı’da görmek istemedikleri AKP destekli cihadçılar Kobanê’deydi çünkü.

ABD kime niye silah verir?

Kobanê, düşmesine ramak kalmışken gelen ABD-Peşmerge silahları ve ÖSO birliklerinin kabulü sonrasında kurtuldu. “ABD silahının bir maliyeti vardır” diyenler karşılarında yine aynı beyaz Kürt küstahlığını buldu. Stalingrad-Kobanê benzetmesi demek ki bunlara göre hoştu ama boştu. ABD’den almak bir zorunluluktu. Başka alacak kimse yoktu. Öyle dediler.

Öyle olmadığını mesela geçtiğimiz günlerde Esad açıkladı. Kobanê‘ye kadar Suriye ordusundan silah almayı sürdürmüşlerdi, sonra ABD’den kabul görebilmek için reddetmişlerdi. Peki o arada silah yokluğundan şehit düşen gerillalar?

Sorsan Esad’a faşist derler, silah almayı kabul ettiklerine göre Obama sütten çıkmış ak kaşık olmalı.

PKK’nin istemesi bir yana ABD’nin vermeyi niye ve nasıl kabul ettiği ise pek tartışılmadı. Herhalde twitter’da hashtag olduğu için, ABD’nin Ortadoğu’daki askeri karargahı CENTCOM‘a sosyal medyadan yapılan çağrılarla değil.

Devrimden korkan sadece ABD değil

ABD silahının sebebi Gezi.

Beyaz Kürt kibrinin nefret ettiği Gezi ve ABD’nin devrimcilerden duyduğu kaygı.

Hürriyet‘in Washinton temsilcisi Tolga Tanış, ABD’li kaynaklarına dayanarak aynen şu cümleyi kuruyor. “Kobani krizi Gezi’den önce yaşansaydı, ABD Kürtlere silah vermezdi.” Tanış bunu AKP’nin krizleri giderek daha kötü yönetmesine bağlıyor. Tıpkı geçtiğimiz haftalarda Amerikan sağının fikirbabalarından Wall Street Journal’da çıkan eski CIA yöneticilerinin değerlendirmesinde olduğu gibi.

ABD Türkiye’de keskinleşen çelişkilerin farkında. Barış sürecinden bıkmış Kürt halkının Gezi’de öne çıkan devrimci ihtimalle buluşmasını istemiyor. Kobanê düşseydi, bu sadece Suriye’de ittifakları değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda meşruluğu tartışılan barış sürecinde de sonun başlangıcı olabilirdi.

Rojava’daki Kürt özerkliği, Türkiye’de Kürt halkına bir şey getirmeyen ve vaadetmeyen Barış Süreci’ne uzun zamandır perde görevi görüyor ve tam da bu yüzden abartılıyor, devrim olarak adlandırılıyor.

Bu korku sadece ABD’nin korkusu değil. Halkların ortak kaderinden korkup, aynı çizgide buluşan çok. Bu yüzden de devrimciler, sosyalistler, ilericiler sürekli Kürt düşmanı ilanı ediliyor, itibarsızlaştırlıyor.

Neymiş Grup Yorum, Rojava’ya devrim dememiş. Peki Marksizm, Çankaya Noterliği falan mı, öyle önüne gelene ‘he’ diyecek?


HDP dışındaki sola karşı artık gelenekselleşen kampanyalardan biri daha başlamış durumda. Artık en azından seçime kadar azalarak, artarak bu böyle gider. Son olarak Grup Yorum’un “Kürdistan Kürt halkınındır” sözü kesilerek bir video servis edildi ve linç başlatıldı.

Neymiş Grup Yorum, Rojava’ya devrim dememiş. Peki Marksizm, Çankaya Noterliği falan mı? Öyle mi sanıyorsunuz? Öyle önüne gelene ‘he’ diyecek.

Üretim araçlarının mülkiyeti değişti de biz mi duymadık? Böyle deyince Rojava ağır sanayisinden, rafinerilerinden felan bahsediyoruz sanıyorlar, “Orada işçi sınıfı mı var?” diyorlar. Hatta hızını alamayıp orayı kaynaşmış, klasik sınıfların olmadığı bir yer olarak tarif edenler de var. İkinci tarif, Kürt gerillasının kanı üzerinden ceylan derisi koltuk hayali kuran muteber Kürt dostu solculardan geliyor.

Marksizm ulusal devrimi dışlamaz ve bu da ortada yok. Rojava’da bağımsızlık mı ilan edildi? Rojava’da toprağa el konulup, halka mı dağıtıldı? Rojava’da tarım ve küçük esnaf var. Asıl önemli olan üretim aracı da toprak. 2012’den bu yana bu konuda pek çok şey yapılabilirdi. Ama böyle bir hedef hiç olmadı. Neyin devrimi? Yerel bir yönetim kurmak ve uzun vadede bir ulus inşası için çalışıyorlar. Olan bu.

El konulan tek bir toprak parçası var, Rojava‘da. On dönüm bir toprak. Bozan Osman’ın. Kendisinin haberi bile yokken, Kobanê kanton yönetimi tarafından, on dönüm tarlası Süleyman Şah türbesi için Türkiye’ye verildi.

Şimdi Eşme Ruhu diye Amed Newroz meydanında iki milyon insanın önünde selamlanan olay, Süleyman Şah Türbesinin bir gece yarısı TSK-YPG ortak operasyonu ile Suriye Eşmesi‘ne taşınmasıydı. Bir talan seferinde ölen Süleyman Şah’ın kemiklerinin son adresi el konulan bir toprak. Gerçekten tam da Şah’ın torunlarına uygun bir hareket.

Eşme ruhuna selam, İslam kardeşliğine devam

2015 Newroz mektubu bol bol sol kelimelerle süslü. Çünkü devrimcilerin, sosyalistlerin emperyalizmle işbirliği üzerine PKK’ye ve müttefiklerine getirdiği eleştiriler sanıldığından daha etkili. ‘Kapitalist emperyalizm’den bahsetmek kulağa hoş geliyor ama, aslolan Suriye, Irak ve gelecekte İran’da devam edecek Eşme ruhu.

Arafat’a soruyorlar, “FK֒nün gücü belli, bu güçle nasıl İsrail’i yeneceksin?” diye. Arafat’ın militan zamanları, güzel bir cevap veriyor: “İsrail masadaki sürahi, FKÖ ve bileşenleri o sürahinin altındaki bilyedir,” diyor. “Biz olduğumuz müddetçe, İsrail hiç huzur bulamayacak.”

Kürt gerillasının en büyük dostu, kendi bedeni üzerinde kendi kafasını taşıyan tüm sosyalistlerdir.

“Kürdistan Kürt halkınındır” diyen devrimcilerin varlığı ve eleştirisi, bütün ufku “Hevsel Bahçeleri’ne binayı TOKİ dikmesin, biz dikelim” cümlesinden öteye geçmeyen Kürt müteahhit kafasının planlarını engelleyen en büyük faktördür. Dahası, bir vesile dağdan indirilecek ama korktuğu başına gelecek Kürt gerillasının da en büyük dostu, bugün bunları söyleyebilen, kendi bedeni üzerinde kendi kafasını taşıyan istisnasız tüm sosyalistlerdir.

Devrimin ruhu Gezi’de, 6-7 Ekim Serhıldanı’nda yaşıyor

“Zamanın ruhunun gerisinde kalmaktan, tarihin çöp sepetine gitmekten” korkanlar vardı. Ulusalcı damgası yemekten, Esadçı olarak anılmaktan korkanlar vardı. 2.5 milyonluk bir partinin karşısında ezilenler vardı. Bugün Eşme ruhunda buldular kendilerini.

Kürtleri ve her ulustan devrimcileri birleştirebilen tek ruh sandıklarda bitirilmeye çalışılan Gezi-Lice-Gülsuyu‘nun ruhu. Peşine düşeceğimiz kemikler, kayıplarımızın kemikleri. İkisi de bizi bekliyor.

Zamanın ruhu devrimcileri doğruladı belki ama devrimciler, sosyalistler de zamanın ruhunun hakkını vermekte eksik kaldı.

Kabaca baktığımızda şunu rahatça söyleyebiliriz: Muhalif kitleler bir yanda, örgütlü kitle bir yandadır. Basit bir soru soralım. Gezi’ye ve sonrasına katılan 2 milyon insanı konuşalım. Bu insanlar muhalif bir siyaset seçip örgütlenseler, bir yıl sonra o siyaset 2 milyon insandan kaçını hala saflarında tutabiliyor olurdu. Bunu istisnasız her bir siyaset için düşünelim.

Mesele basitçe aynıların aynı ayrıların ayrı yerde toplanması meselesi değil. Mesele bu ayrışmayı teorik zenginlik ve tarihe sahip olanların bile hakkıyla yapmaktan uzak olması.

Tarih, devrimcileri ve sosyalistleri, Eşme ruhuna karşı haklı çıkıp çıkmadıkları ile değil, bu sorunu çözüp çözmedikleri ile hatırlayacak.




Bu ileti en son ayhan tarafından 04.04.2015- 16:51 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ayhan
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 05.12.2013
İleti Sayısı: 1.076
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ayhan
Cevap Tarihi: 18.04.2015- 21:08


Tekellerin mahremi ve saraydan anayasa kaçırma
Deniz Hakan


Odatv davasında tutuklu yargılanan Barış Terkoğlu, tutukluluğu birinci yılına yaklaşırken mahkeme heyeti karşısında şu sözleri söylüyordu: “Bugün buradan çıksam adliyenin merdivenlerine oturup aynısını yazacağım. 100 yıl hapiste kalsam, çıktığım gün aynı fikirlerde ısrar edeceğim. Sağ kolum olmasa sol kolumla düşündüklerimi anlatacağım… Hapishane korkusuyla, polis sopasıyla, savcılık terbiyesiyle başka birisi olamam. Bedenimin hürriyetini, ruhumun esaretiyle değişemem. Bu yargılamaların beklentisi buysa ki bence böyle, ben bu beklentiyi geri çeviriyorum.” Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, yeni kitapları Mahrem ile sözlerini tutmaya devam ediyorlar. ABD kriptolarında AKP-Cemaat savaşının izini sürdükleri kitapta, 80 sonrası Kemalist generallerin ve yöneticilerin ülkeyi nasıl tarikatlara teslim ettiğini, Amerika’nın AKP’yi nasıl kendinden koruduğunu, tarikatlar ve Kürtler üzerine nasıl bilgi topladığını, gazetecilerin Amerikan istihbaratına nasıl gönüllü bilgi kaynağı olduğunu, iki eşli AKP’lileri, kendi üzerine kendi eliyle kuma alan ılımlı islam dönemi kadınlarını, makyajı her gün dökülen bir düzenin nasıl insanı insanlıktan çıkararak ayakta kalabildiğini ve koca bir ülkenin nasıl küçük bir azınlığın “mahrem”i haline getirilmeye çalışıldığını okuyoruz.

Kuvvetler ayrılığı engeli

Mahrem ismi, kitabın gizli belgelerde Türkiye’nin sırlarını işlemesinden geliyor; ancak yukarıda kullandığım anlama varmakta hiç de gecikmiyoruz. Gül-Erdoğan çatışmasını konu alan bölümde Erdoğan’ın 2012’de sarf ettiği şu sözler geçiyor: “Kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor, sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor. Diyor ki, senin de bir oynama sahan var”. Herhalde, Erdoğan Türkiye’yi kendi “mahremi” olarak görmek istiyor. İstediğini yapma hakkı olacak ve kimseye hesap vermeyecek; Amerikası’ndan sermayesine, CHP’sinden MHP’sine pekçoklarının Erdoğan’a her seferinde istediğinden fazlasını vermesiyle şişirdiği bir tür kendini bilmez güven ile 21. yüzyılda bunu açık açık söylemekten de çekinmiyor. Bu hesapsız güvende, bu açıklamadan iki yıl önceki referandumda yürütmenin hesap vereceği merci olarak yargının çökertilmesine “yetmez ama evet” ya da “boykot” tavrı ile katkıda bulunanların da etkisi olduğunu not düşmek gerekiyor, tarihimizdir, unutmuyoruz, ancak geleceğe bakıyoruz.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi bugün yürürlükte mi, ya da Erdoğan’ın koca ülkeyi kendi sınırsız oyun sahası ya da mahremi yapmak istediğini açıkladığı tarihte, hatta 12 Eylül anayasasına karşı çıkmak adına yargının bütünüyle AKP ve tarikatlara teslim edilmesinin oylandığı 2010 referandumunda yürürlükte miydi? Kuvvetler ayrılığı ilkesinin kaldırılması, başkanlık sistemine geçiş sürecinde bir adım, ve tekelli düzene en uygun bir yönetim biçimi oluyor; yeni olmadığını söylemek durumundayız; ilk adımlar 80’den de atılmış bulunuyor.

Uyuklayan noter

Parlamento, temelinde, halk adına söz söyleme yeridir; ancak, 80 darbesiyle birlikte, alınan kararların ve geçirilmek istenen yasaların tartışılmasına zaman ve fırsat tanıyan çift meclisin de kaldırılmasıyla, bugün bütünüyle, halkın ilgisinden ve bilgisinden yasa kaçırmaya yaramaktadır. Yasama organının etkisini ise, kamu gelirlerinin kullanılmasında ve yasa yapmada söz sahibi olmakla ölçüyoruz; öyleyse, artık yoktur, diyebiliyoruz. 80’den dahi önce devreye giren kanun hükmünde kararname sistemi ile parlamenter sistem, en iyi ihtimalle, bir yüksek denetleme kurulu haline gelmiş bulunuyor. Bu sistemde, parlamento, yürütmenin çerçevesini çizmiyor; ancak ve ancak, yürütmenin yürürlüğe koyduğu ve yasa sayılan düzenlemeleri onama işlevi görüyor. Bir tür noterlik diyebiliriz ve şimdi artık karikatür halindedir; torba yasalar kız kaçırırcasına geceyarıları kaçırıldığından o saatte mecliste bulunma inceliği gösteren vekillerden yorgunluklarına teslim olanlar için “uyuma”, bu göstermelik oyun için uyanık kalabilenler içinse “el kaldırıp indirme yeri” diyebiliyoruz. Ancak bu da yetmiyor ve Erdoğan, adıyla sanıyla “bir imam hatip mezununun her söylediğini yapan bir meclis”, bir “harem” istediğini söylüyor; dünyanın başka yerlerindeki başkanlık sistemlerinden de farklı olarak Erdoğan’ın başkanlık sistemi tartışması budur ve ancak bu kez en azından Amerika ile sermaye, en azından Erdoğan’a, bir isteyince iki vermeye hazır görünmüyor, çünkü Erdoğan’a güvenmiyor.

Yalnızlaşan Erdoğan

Amerika’nın değişen Ortadoğu politikasında hâl⠓Esad” diye sayıklayan, hızını alamayıp başka ülkelerin liderlerine dahi yönetim dersleri vermeye çalışan, Ortadoğu’da Sünni imparatorluğu, kendi ülkesinde “kindar” bir şeri düzen kurma hayalleri kuran, freni patlamış Erdoğan’a nasıl güvenecekler; güvenemiyorlar ve artık parlayan, parlatılan yıldız, barajı geçmesiyle Erdoğan’ın başkanlık hayallerini kursağında bırakabilecek HDP’dir. Güzel ve önemlidir, ancak HDP’nin değeri yalnızca buradan kaynaklanmıyor.

‘Eşme ruhu’

Amerika’nın yeni dönem Ortadoğu politikası ve bu çerçevede Kürtler’e biçtiği rol üzerine çok yazdık, burada tekrarlamayacağım; yeni olan Amerika’nın tüm toplantılarında ve yavaş yavaş önemli gazetelerinde Ortadoğu bağlamında ulus-devlet tartışmasına dönmesi ve bu kez ulus-devleti sahiplenmesi oluyor. Emperyalist dünya utanç duygusunu unutalı elbette çok oldu, ve Amerika’da en azından bir kanat, şimdi İran’ın ulus-devletlerin güvenliğini tehlikeye attığını söyleyebiliyor. İki açıdan önemlidir: Bir, Amerika bunu söylerken IŞİD’e karşı savaşta Şii milislerin başarılarından ve İran’ın bölgedeki etkisinin artmasından korktuğunu göstermektedir, ki bir yandan İran ile “détente” çabaları sürdürürken diğer yanda Yemen savaşı budur; ve iki, Ortadoğu’da tutturmaya çalıştığı dengeler içinde henüz, özellikle Türkiye ya da Irak ayağında resmi bir Kürdistan’a yer yoktur ve Amerika için yeni Ortadoğu politikasında, de facto Kürt yapılanmaları Türkiye’nin korumasına verilmek istenmektedir; Türkiye egemenleri ile hem Türkiye ve hem de Irak Kürtleri’nin “dost” kılınması, bir başka deyişle “barış içinde bir arada yaşaması” bu açıdan önemlidir. Kısaca ve Öcalan’ın adlandırması ile “Eşme ruhu” diyebiliyoruz; tabii, kuşkusuz hem kolay değildir, hem de ancak Kürtler’in bir süre her türlü toprak talebinden vazgeçerek bir “Türkiye partisi” olması ile, hem de Türkiye’nin bölgedeki gücünün azalması pahasına gerçekleşebilecek bir projedir.

De-islamizasyon

Daha önceki yazılarımızda Amerika’nın yeni Ortadoğu politikasının Türkiye için de-islamizasyon ve de-Türkifikasyon anlamına geleceğini yazıyorduk. İşte bu yeni “dostlukta” ya da Pax Americana’da, bu haliyle Erdoğan islamına yer olmadığını hem Amerikan yayınlarından, hem de Demirtaş’ın yüksek perdeli çıkışlarından anlayabiliyoruz; Erdoğan da karşılığında sertleştikçe sertleşiyor. Demek, bir savaş var. Ancak bu sertleşme ya da savaş arasında çok önemli bir ayak gözden kaçıyor ve bu, yeni anayasa tartışmasıdır.

De-türkifikasyon

Başkanlık sistemini tartışanlar, bir rejim değişikliği tartıştıklarının farkındalar; ancak “yeni anayasa” tartışmaları yalnızca başkanlık sistemi tartışmalarına endekslenmiş görünüyor ve içinde başkanlık sistemi olmasa da “yeni anayasa”nın bir rejim değişikliği anlamına geldiği gözlerden kaç(ırıl)ıyor. De-islamizasyon, Tayyip’in karşısındaki pek gerçek tehlikedir ve de-türkifikasyonu Davutoğlu’nun hafta içinde sunduğu anayasa önerisinde buluyoruz. Demirtaş’tan henüz bir yanıt gelmemiş olsa da, önerinin başkanlık kısmına hayır ve Türk sözünün anayasa’dan çıkarılmasına evet dediğini tahmin edebiliyoruz. Amerika ile sermaye de başkanlıkta Erdoğan’a destek vermiyorlar; ancak anayasanın ilk dört maddesinde değişiklik yıllardır peşinde koştukları gelişmedir ve başkanlık sistemi tartışması içinde sessiz sedasız kapıya dayanmış olmasına pek sevindiklerini düşünmek durumundayız.

Barış Terkoğlu ile Barış Pehlivan’ın Mahrem kitabında, Amerika’nın “çokkültürlü, ademi merkeziyetçi model” arayışı içinde olduğunu okuyoruz, Amerika’dır, Balkanlar’dan Irak’a hep bu yolla kendi “mahremlerini” aradığını biliyoruz; bizlerin önünde ise iki soru duruyor: 1) Sınıflı toplumlarda her barışın aynı zamanda bir savaş olduğunu bilerek Kürt siyasi hareketi kiminle barış ve kiminle savaş içinde yaşayacak? Ve 2) Amerika ile sermayenin anayasa ile, değiştirilemez dört madde ile derdi nedir? Birincisinde, sosyalistler olarak “ilericilikte buluşma” çağrımız vardır, ancak cevap, eninde sonunda Kürt siyasi hareketinden gelecektir ve ikincisine ise sosyalistlerin hızla teorik ve pratik yanıt üretmesi gerekmektedir.




Bu ileti en son ayhan tarafından 18.04.2015- 21:15 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 17.05.2015- 19:49


Seçimlere Giderken 1 Şah’la 2 Mat

Özkan Öztaş



Süleyman Şah ya da operasyonun adıyla Şah Fırat Operasyonunun üzerine inşa edilen kurgunun hala devam ettiğini söyleyebilir miyiz?

İster “niyetlenmemiş sonuçlar” deyin ister devam eden sürecin bir çıktısı. Sözüm ona AKP karşıtı öznelerin kimi noktalarda AKP’den arta kalan boşluklara yerleşme çabasının adıdır bugün AKP’yi geriletmek.

Bugün AKP’nin yapamadığını ben yaparım demek ile AKP’yi tarihin çöplüğüne gömeceğiz demek arasındaki ince ayrımı görmek gerek. Ayrım ince fakat hayati durumdadır.

Hafızalarımızı yoklamakta fayda var. Süleyman Şah Türbesini Suriye topraklarındaki mevcut yerinden YPG kontolündeki bir bölgeye naklini anımsayın. Tartışmalar YPG’den destek alındı mı alınmadı mı, ordu bu operasyon ile “Ergeneokon’dan” çıktı mı çıkmadı diye devam ederken 2015 Newroz’unda Eşme Ruhu çağrısı ile karşılaştık.

Kürt Siyasal Hareketi, Türbenin taşındığı köyün adı olan Eşme’den hareketle YPG-TSK işbirliğini ilerleyen süreçte kardeşleşmenin de önemli eşiklerinden biri olarak görmekte ve Eşme Ruhu çağrısı yapmaktaydı.

Eşme ruhu çağrısının akabinde Ağrı’daki bir şenlikte üzerine kurşun yağdırılan Kürtler geçti tarihe. Ama bu da değil mesele. Ağrı’da Kürtlerin üzerine kurşun açılmasaydı da gerçek yüzünü fark edemeyecek değildik AKP’nin. İş cinayetleri devam edecek, Kürt halkı seçim tartışmaları devam ederken pamuğa, fındığa ve inşaatlara göç edecek biz ise AKP’nin barış vaatlerini dinleyecektik öyle mi?

Geldiğimiz nokta “Van halkı bizi anlamıyor” çaresizliğindeki AKP ile devam eden bir süreçtir. Van yalnız bugün değil açılımın şatafatlı günlerinde “Vanlıyam Şanlıyam Ne Dediğini Anlıyam” pankartları ile anlaşılmaz bir sürecin parçasıydı zaten AKP için.

Bugün iş adamları ile buluşmalara, iktidara yürüdüğü hali yetersiz kalınca iktidardaki faaliyetleri ile de örnek alınan Syriza’ya, Marksizm’in zaten aydınlanmacı bir fikriyat olmadığını anlatanlara kadar geldi iş.

Eşme ruhu nerden nereye…

Sanırsınız ki 30 yıllık kanlı bir savaşı Şah hazretleri nihayete erdirdi. AKP’nin KCK ile terbiye etmeye çalıştığı Kürt halkının bugün layık görüldüğü tablo sanırım bu.

Tablonun diğer parçasında ise Ergenekon operasyonları ile hedef tahtasına alınanlar var. Paralelle hesaplaşma günlerinde serbest bırakılanların bir kısmı, Süleyman Şah operasyonunun ancak bu tahliyelerin sayesinde gerçekleşebildiğini ifade ederken bir kısmı da TSK’nın yeniden ayağa kalktığını dile getiriyordu. Anlaşılan o ki Ergenekon’dan çıkmıştı birileri.

Toprak kaybedildi mi kaybedilmedi mi tartışmaları süredursun bu yaklaşımla Şah Süleyman bu ulusalcı cenahta da etki yaratmışa benziyordu.

Yıllardır Türkiye solunun, sosyalistlerinin, iki ulusalcı cenahın basıncından kurtulması ve bağımsız hareket etmesini salıh verdik. Bugün bu bağımsız hat AKP ‘yi geriletme telkinlerinin basıncına göğüs germektedir.

Komünistler dışında herkes üç şeyde birbirlerinden bağımsız olarak aynı yere işaret ediyor.

İlki Süleyman Şah… Kimisi 30 yıllık savaşın bitmesi için kimisi de TSK’nin yeniden ayağa kalkması için heyecan duyuyor.

İkincisi Syriza… Herkes gerçek Syriza’nın Türkiye versiyonu için adımlar atmakta. Kimisi eski “devlet büyüklerini” bünyesine katarak Syriza’laşmakta kimisi de Egeli iş adamları ile buluşup Çipras’ı İzmir’e davet ederek bunu yapmakta. Kim bilir, AKP’yi geriletmek için 1. Cumhuriyetin iş adamları ile de iş yapılabilir belki.

Sonuncusu ile gerçek İslam. Selahattin Demirtaş IŞİD’e karşı mücadelede İslam kazandı derken Perinçek medeniyet devrimci Hz. Muhammet’ten bahsediyor. Herkes kendi payına AKP’yi geriletiyor.

Tüm bunları aynı torbada olmasını aklınız alıyor mu sizin?

Bir “Şah” ile birçok taş yere düşüyor. Mesele bugün “yıkılan putların” altında kalmamak. Kimileri iş adamıyla, dinci gericisiyle, düzen içi arayışlarla, Haziran ayaklanmasında meclisteki varlıkları ile AKP’yi ayakta tutanlarla AKP’yi gerilettiğini sanabilir. Biz işimize bakacağız! Çünkü AKP karanlığını Marksizm’in aydınlanmacılığı boğabilir yalnızca.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör AKP ruhuna uysa da faşistleşemiyor denizcan 4 3700 04.03.2015- 21:15
Konu Klasör Eşme ruhuna gerçekçilik testi umut 1 3914 23.03.2015- 14:27
Konu Klasör Devrimci ahlak devrimci ideoloji umut 3 4971 01.02.2016- 13:24
Konu Klasör Selam dostlar erkan 5 3502 07.10.2015- 16:52
Konu Klasör Ernesto'ya bin selam yura 3 6194 09.10.2015- 17:07
Etiketler   Eşme,   ruhuna,   selam,   devrimci,   ruha,   Fatiha
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS