SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Seçimler ve Müzakereci Solculuk*           (gösterim sayısı: 3.135)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: dayanışma
Konu Tarihi: 05.04.2015- 16:51


Seçimler ve Müzakereci Solculuk*


Haziran ayında yapılacak seçimler konusunda dağınık bir şekilde süren tartışmaları bazıları seçim taktiği olarak sunularken, ardındaki politika gizleniyor. Oysa bu seçimler özellikle de solun büyük bir kısmının hiç olmadığı kadar sandık ve parlomentoya yöneldiği bir seçim olarak gerçekleşiyor. Mesele basitçe AKP’nin geriletilmesini temel alan bir matematikle oy kullanma tutumunun ötesinde, politik yönleriyle tartışılmaya muhtaç.

Buradaki tercihler asıl olarak solu düzen içi sınırlar içerisine hapsetmeye, Haziran direnişinin devrimci potansiyelini buraya yönlendireye yönelen bir politika olması nedeniyle üzerinde durulmalı. Çünkü esas mesele de tartışma da kime oy verileceğinin ötesinde.

I
Seçim-Sandık ve Parlamento

Bugün soldan da destekle öyle bir atmosfer oluşturuldu ki seçimlerin özündeki anti-demokratik yönler tartışılma dışı bırakıldı. HDP’yle özdeş biçimde yüzde 10 barajı seçimlere ilişkin tek anti-demokratik yön olarak öne çıkarılıyor. Bu şekilde 12 Eylül yasalarıyla belirlenmiş ve AKP’nin hile ve hırsızlıklara dayanarak gerçekleştirdiği seçimler, adeta tümüyle meşru ve demokratik görülüyor. Seçim sistemindeki adaletsizlikler ve eşitsizliklerden kimse söz etmiyor. Yine, AKP ile birlikte parlamentonun ne denli anlamsızlaştığı, Erdoğan’ın tek adamlığının kontrolü altında işlev gördüğü de tartışma dışı bırakıldı. Sanki, seçimlerde bugünkü durumu birazcık olsun bozan bir sonuç alındığında tüm sorunlar çözülecekmişçesini, abartılı yaklaşımlar içerisinde seçim-sandık ve parlamento bizzat sol tarafından meşrulaştırılıyor. Kuşkusuz boykotun örgütlenme koşullarının olmadığı ve kitlelerin seçime ilişkin beklentilerinin bu denli yüksek olduğu bir ortamda, seçimlerin tümüyle önemsiz görünmesi anlamlı değil. Ancak, solda sandığa olduğundan fazla anlam yükleyen yaklaşımlar, sonuçta tüm toplumu 7 Haziran’a odaklayarak aynı zamanda bir hayal kırıklığı ve umutsuzluğun da tohumlarını şimdiden ekiyor. Ülkemizin içinde sürüklendiği İslami faşizm karşısında ancak görece etkisi olabilecek bir uğrağı, bir dönüm noktası ve son çıkış olarak geren yaklaşımlar eşliğinde toplumsal muhalefeti düzen içine büken bir yaklaşım,   sonuçta bir Partiye oy vermekten ibaret tutumunu siyaset ve devrimci taktik (!) olarak sunmaya çalışıyor. Bazı kesimler, Haziran 2013’de bir araya geldik şimdi de Haziran 2015’te bir araya geliyoruz türünden söylemlerle Gezi direnişinin devrimci potansiyelini sandığa sıkıştırmaya yönelen bir politikayla burjuva siyasetinin tüm çirkinliğini sol zemine taşıyor. Bu alabildiğine düzen içi siyaseti sokağı sandığa taşımak, sokakla sandığı birleştirmek türünden laflarla üzerine örtebilmek de mümkün değil.

II
Seçim Son Seçenek Mi?

Seçimlere ilişkin, anketlerin de yönlendirdiği, pek çok seçenek gündeme geliyor. HDP’nin baraja geçmesiyle AKP’nin görece gerileyebileceği seçenek de bunlardan birisi. AKP’nin Gezi direnişinin ardından kaybettiği meşruiyetle birlikte giderek yönetme krizinin derinleştiği, bunun parçası olarak da kısmi bir gerileme içinde olduğu söylenebilir. Bu seçim sonuçlara da bu belli bir oranda yansımaya devam edecek. Sonuçta başta da söylediğimiz gibi AKP’nin görece gerilediği bir sonuç, olabilecek sonuçlar içerisinde iyi olarak görülebilir. Ancak, bunun etrafında kopartılan fırtınanın pek bir anlamı yok. 7 Haziran seçimlerinin başka seçimlere benzemediği, çok özel bir süreçten geçtiğimiz, oyunu bozmak için mutlaka bir Partiye destek vermek dışındaki tüm seçeneklerin siyasetsizlik olduğu yüksek perdeden söyleniyor.   Mesele buraya sıkıştırıldığında 7 Haziran’da AKP gerilemiş olsa da hatta iktidarı kaybetmiş olsa dahi, köklü bir heseplaşma için halkın uzun sürecek bir mücadelesinin gerektiğidir. 7 Haziran’da seçim sonucu ile kurulacak ya da yıkılabilecek bir rejimden söz etmiyoruz. Bugün–pek çok öğesi ile yerleşik hale gelmiş-   İslami faşizm doğrultusunda geliştirilen bir rejimle hesaplaşmak ya da ondan kurtulmak seçimle olmayacak.

III
Başkanlık Sistemi ve Seçimler

Erdoğan’ın 400 milletvekili verin çağrıları ile birlikte, seçimin temel gündemi Başkanlık Sistemi tartışmaları oldu. Soldan da Erdoğan’ın başkanlığı durdurmak için oy kullanmak temel argümanlardan birisi oldu. Oysa bu argüman hem mevcut durumu görmezden gelen hem de muhalefeti yanlış yere kurulmasına neden olacak –kulağa hoş gelen- ama özünde yanlış bir politikadır. Bugünkü durum zaten fiilen öyledir. Başkanlık sisteminin anayasal bir sistem haline getirilmesine karşı çıkmak kuşkusuz ki önemli ancak görülüyor ki Erdoğan’ın tek başına tüm iktidarı elinde toplamasına karşı AKP içinde de önemli bir tepki var. Asıl önemlisi Başkanlık sistemine odaklanmak, AKP’nin belirlediği ve içinde Başkanlık Sisteminin olmadığı –ya da en azından Erdoğan’ın istediği tipte olmadığı- bir anaya karşısında hayırhah bir tutumun gelişmesine de neden olabilir. O yüzden seçimi Başkanlık oylamasından ibaret görmek doğru değildir.

IV
Müzakereci Solculuk

Kürt hareketi bir süredir Kürt sorunun demokratik çözümü için AKP ile müzakere süreci içerisinde. Savaşın sona erdirilmesi ve Kürt halkının kimlik haklarının güvence altına alınması noktasında bir müzakere süreci yürütmesi doğaldır. Doğal olmayan ise solun ufkunun giderek müzakere başlıkları ile sınırlanmasıdır. Solun bir kesimi rejimle müzakere edilecek konular etrafında bir muhalefet yürütmekle kendisini sınırlamaktadır. Bunun son örneklerinden birisi de HDP’ye oy çağrısı olarak ortaya çıkanların politik eğilimlerinde görülebilir. HDP’den bağımsız bir seçim çalışmasından söz eden bu kesimlerin, altına imza topladıkları metne bakıldığında HDP programı altına imza atarak yalnızca kulaklarını tersten gösterdiklerini görüyoruz. Bu tutum AKP’nin sandıkta gerilemesi için HDP’ye oy atalım türünden bir basitlikte olsa üzerinde durmaz, yalnızca son dönemde moda haline gelen kendi oy tutumunu fazla önemseyen bir yaklaşım deyip geçerdik. Ancak –bir kısmını aşağıda tartışacağımız- politik çerçeveye baktığımızda müzakereci solculuğun, başka bir deyimle rejim sorunları etrafında şekillenmiş bir politikanın yeni bir versiyonundan ibarettir.

V
Tüm Yollar Meclise Mi?

Seçimi fena halde önemseyenler, tüm sorunların çözümünü de Meclis düzlemindeki aritmatiğin değişiminde arıyor. Bu tür düşünenlere, Haziran direnişini ve halk Meclislerini fikrini hatırlatmanın gereksiz olduğunun farkındayız. Ancak, HDP’yi desteklemek için ortaya koydukları başlıklara ve çözüm yoluna yakından bakarak bazı hatırlatmalar yapmak mümkün.

Anayasal Çözümler


HDP’yi destekleme imzasındaki pek çok madde, anayasal bir çözüme vurgu yapıyor. Bu anlamda, seçim sonucu ne olursa olsun AKP’nin belirleyeceği bir anayasaya karşı bir tutum almak bir yana yeni anayasayı bir çözüm yolu göstermek bırakın 7 Haziran tutumunu, asıl olarak sonrasına yönelik pek çok sorunlu yanı içinde barındırıyor.

Yeni rejim kurucu olarak AKP’nin yeni anayasa istemi malum. Öcalan ve HDP’nin vatandaşlığın yeniden tanımlandığı bir anayasa istediği ve İmralı görüşmelerinde bu sorunun görüşüldüğü de kimse için sır değildir.   Türkiye’nin gericilik tarafından çepe çevre sarıldığı ve iç güvenlik yasası ile bütün ülkenin teslim alınmaya çalışıldığı bir dönemde AKP’nin yeni bir anyasa ve rejim isteğini anlamak mümkün. Ancak bu süreçe emekçilerin, ezilenlerin haklarının ve özgürlükleririnin meclisteki milletvekili sayısı artırılarak genişleyeceğini düşünmek en basit deyimi ile sadece saflıktır. Çünkü AKP kendi suretinde bir Türkiye yaratmak istiyor.

Denilebilir ki işte bu nedenle yani bunu engellemek için müdahil olunmalıdır. Ama bu yaklaşım bir yanılsama ve AKP’nin torba yasaları kullandığı tuzağa benzeyen bir tuzaktır! Bu konuda HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaşın bu söylediklerine bir göz atalım; “Bizim arzumuz, dört partinin uzlaşma komisyonunda, anayasanın en geniş konsensusla yapılmasını gerçekleştirmek. Sonuna kadar bunu takip edeceğiz. Fakat, dört parti başaramıyorsa farklı alternatifler düşünülebilir. Buna da kapalı değiliz. (...)Sonuçta, 2 parti de anayasa yaptığında, partilerin değil Türkiye’nin anayasasını yapacaklar. Bu perspektifle yaklaşılması halinde tabi ki bütün seçenekleri tartışırız, kapalı değiliz. (...)Bizim de fikirlerimiz var, AKP’nin de doğru önerileri var. Bu doğruları birleştirebilirsek daha iyi bir anayasa yapabiliriz. Ama dediğim gibi, en geniş konsensusu yakalamak her zaman önceliğimiz..   Aslında biz ‘her halükarda referandum’ olmalı diyoruz. 550 oyla çıksa bile biz yeni anayasanın referanduma gitmesi gerektiğini düşünüyoruz. (...)Yakın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir.’( )

Selahattin Demirtaş böyle söylüyor. Bu konular hakkında ne söylediğine özellikle bakmamız gereken ikinci kişi ise Abdullah Öcalan’dır Öcalan; ’Muhafazakâr demokratlığa destek verdim. Ama hegemonik bir yapı kurmalarına da karşıyım. Türkiye’de liberal demokratlar da var, tarihin her döneminde olmuşlar. Bir de radikal demokratlar var. Asıl değişimi, dönüşümü gerçekleştirebilecek güç radikal demokratlardır. Radikal demokratlar bu gücünü iyi kavramalıdır. Demokratikleşmeye öncülük yapmalıdır. Bu üç grup demokrasi prensipleri çerçevesinde bir araya gelebilirler.

…Türkiye’de İslâmî demokratlar var, liberal demokratlar var, ancak gerçekten çözüm için mücadele edip sonuç alacak olan radikal demokratlardır. Onların bu iradeyi ve örgütlülüğü açığa çıkarması gerekiyor. Onlara “Demokratik Anayasa Bloğu”, “Demokratik Anayasa Kurucular Bloğu” diyorum.( )

Yeni rejim, yeni anayasa; Öcalan ve HDP’nin sürece bakışı bu. Devrimcilerin, sosyalistlerin, demokratların, ilericilerin AKP’nin merkezinde olduğu yeni bir anayasanın, özgürlükçü, ilerici, emekten ezilenden yana bir anayasa olup olamayacağı sorusuna yanıt vermeden bir seçim tartışması yapması mümkün değildir. Bunun yanıtı aslında açıktır; 12 Eylül’cülerin topluma giydirdiği deli gömleğini başka bir gömlekle değiştirmenin ilerici hiç bir yönü olamaz. Bazı görece ’iyileştirmeler’ yapılsa bile bunun sadece acı ilacı yutturmak için gerekli olan tatlandırmalardan ibaret olacağından kimse şüphe duymamalıdır.  

Bu nedenle (HDP’nin eşit yurttaşlık için de haklı olarak dillendirdiği) yeni anayasa ne yazık ki zamandan ve mekandan bağımsız olarak tartışılamaz. Ve bu koşullarda yapılacak Anayasa konusunda partilerin alacağı tavır büyük öneme sahiptir. Bu nedenle ajitatif söylemlerin büyüsüne kapılmak yerine somut durumun analizi üzerine bir siyaset inşaa edilmelidir. Bu dönemde yapılacak bir anayasa Kürt sorunu ve müzakare süreci hakkında ne yaparsa yapsın gerici/faşist özelliğinden hiç birşey kaybetmeyecektir. Evet bu ülkede Kürt sorunu çözülmeden bir demokratikleşme olmayacağı kesindir, ama Kürt sorunun öyle ya da böyle çözümü bir demokratikleşme anlamına gelmesini koşullamaz.

Faşist Yasaları İlga ve Hak ve Hukuku Tesis Etmek
Sözü edilen hak ve hukuk yolları AKP tarafından yasalarla ve kararnamelerde tahrip edilmiştir. Bu konuyu bir meclis işi olarak gören ve oraya havala edenler (Öyle ya HDP’nin desteklenmesinin nedenlerinden biri de bu) bunları değiştirebilmek için meclis çoğunluğu gerektirdiğini unutmuş olamazlar. HDP’nin bu seçimlerde böyle bir çoğunluğu elde edemeyeceğini, bunu yapması içim kendi dışındaki güçlerle hareket etmek zorunda olduğunu gözönünde bulundurursak AKP’nin kendi çıkarttığı baskıcı yasalar yerine daha özgürlükçü yasalar çıkarmayı kabul etmesi gerekir.   Bunun da gercekçi bir beklenti olmadığını söylemeye gerek yoktur!

Varsayımsal olarak çoğunluk olabilmek için   AKP+HDP/   AKP+MHP/ AKP+CHP+MHP ya daHDP+CHP HDP+CHP+MHP koalisyonları mümkündür ama varolan somut siyasal saflaşmalar nedeni ile bu olasılıklardan hiç biri gerçekçi değildir. Bugünkü koşullarda mecliste oluşacak herhangi bir hükümetin demokrasi ve özgürlükler anlamında ülkenin önünü açacak bir bütünlüklü inandırıcı ve ikna edici bir programa sahip olmaması nedeni ile meclis üzerine inşaa edilen beklentiler sahici değildir.

Bu nedenle; TBMM’de karar altına alınan faşizm yasalarını ilga etmek ya da yasalarla tahrip edilen hak ve hukuk yollarını yeniden tesis etmek için HDP’ye oy isteyenlerin bu söylemlerinin sadece ajitatif bir ifade olduğunu söylemek mümkündür.

Laiklik Mücadelesini Yükseltmek !

HDP ye aktif destek çagrısı yapanların maddelerinden birtanesinin bu olması HDP’nin, Demirtaş ve Öcalan’ın meseleyi bu yazıyı kaleme alanlar gibi baktığı anlamına gelmiyor. Demirtaş bu konuda şöyle düşündüğünü söylüyor; Ben yıllardır şunu söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim: AKP’yi İslami bir parti olarak tanımlamak yanlıştır. Bildiğimiz kapitalist, sağ, neoliberal bir partidir o. İslam bunun maskesi olarak kullanılıyor sadece. Türkiye’de İslami hareketler var, yok değil. Ama hiçbir zaman iktidara gelmediler. “AKP İslamı”, dini özünden saptırmış, hırsızlık ve rant yolunda bir örtü olarak kullanmıştır. Yoksa bunlarda gerçekten İslam ahlakı olsaydı, tek bir kuruş hırsızlık yapandan hesabı öyle bir sormalıydılar ki, toplumun vicdanı öyle bir rahatlamalıydı ki, insanlar “gerçekten de İslam’ın adaleti rahatlatıcıymış” demelilerdi...

...Evet, tam tersi oldu. Çünkü ortada bir “İslamileştirme” hareketi falan yok. Bizde bildiğimiz klasik kapitalist soygun ve talan düzeni, buna bağlı postmodern bir kültür dayatması gündeme geldi. Burada da, Suudi Arabistan’da ve başka ülkelerde de yaşanan bu: Kapitalizmin en bayağı, en ucuz, en vahşi hali. Ve özellikle Kemalist laiklerin AKP’ye bu kadar İslamcı bir kimlik vehmetleri bir hatadır. Buradan bir muhalefet yapılması da bir hatadır. Soldan muhalefet yapılması lazım, emek teorisi üzerinden, antikapitalist teori üzerinden muhalefet yapılması lazım. Antiislamcı tez üzerinden değil. Çünkü bunlar İslamcı değil. Olsalardı en azından “dinde zorlama yoktur” ilkesi uygulanırdı ...’ ( )

Peki Abdullah Öcalan bu meseleye nasıl bakıyor, onda bir göz atalım; Fakat orijinal kültür olarak, tarih olarak İslam hem farklı hem önemlidir. Bu gerçeklikteki İslam’ı çözümlemeden Ortadoğu kültürünü çözümlemek, ayrıştırmak ve bazı çözümlere konu teşkil edici kılmak mümkün değildir. Görev olarak çözümlemeyi bekleyen muazzam bir kültür deryasıdır. Özellikle başta Hz. Muhammed olmak üzere, doğuşundan günümüze demokratik öğe olarak İslam’la iktidarcı öğe olarak İslam’ı ayrıştıran bir tarih, bu temelde halkların, yerel ve bölgesel varlıkların tarihi yeniden yazılmayı bekliyor. Toplumsal tarihin bu paradigmayla geliştirilmesinin günümüzü aydınlatıcı değeri yüksek ve kesindir. ( )

… Son 200 yıllık tarih bir nevi İslamın mekanlarında ve halklarında İslamın bütün değerlerini neredeyse onulmaz bir biçimde tahrip etmiştir. … İslam gerçekten din adına söylenebilecek en son evrenselliği temsil etmektedi   …   Daha somut olarak genelde tüm canlılara özelde insana özgü topluluklara islam evrenselliğinin özünde yatan adil ve özgürce yaklaşımları uygulamalıyız. .. İslami diyarların genellinde olduğu gibi, Kürdistan’da sürekli yeni bir İslami kurumlaşmaya şiddetle ihtiyaç vardır. Küresel kapitalizmin türevleri olmaktan öteye gidemeyen, sulta kökenli Şia, Selefi ve İhvan’i kökenli cemaatleri aşmak, yeni kurumsallaşma için gereklidir. Çare elbette resmi Diyanet İslam’ı değildir ( )

… Adil, özgür ve demokratik İslam bu gerçeğin alternatifi olarak, kendini anlamlandırmak ve sürekli bir kurumsallaşmaya tabi kılmak durumundadır. ( )

… Bir halkı tanımamak, inkâr etmek, yok etmeye çalışmak nerede vardır, bu durum kardeşliğe de sığmaz, İslâm dininde de yoktur. İslâm’da halkların birbirine üstünlüğü yoktur. Hz. Muhammed de, “Arabın Acemden üstünlüğü yoktur” demiştir.( ) … Türkiye’de İslâmî demokratlar var, liberal demokratlar var, ancak gerçekten çözüm için mücadele edip sonuç alacak olan radikal demokratlardır. Onların bu iradeyi ve örgütlülüğü açığa çıkarması gerekiyor. Onlara “Demokratik Anayasa Bloğu”, “Demokratik Anayasa Kurucular Bloğu” diyorum.

( ) … İslam kirletildi, bugün Türkiye’de hat safhadadır, İslam’ın özü adalet, hukuk ve tasavvuftur (Altan Tan’a dönerek) kirlenmeyi önleyin. Sizi nasıl markaja aldılar biliyorsun. Kürtler dindardır. İlk dönemlerde namaz kılıyordum, 33 sure ezberlemiştim. Köyün imamı Müslüm hoca ‘Sen böyle gidersen uçarsın’ diyordu. Kimse kusura bakmasın, ben İslam’a sol jargonla bakmam. Kürt halkının da dini inancı kuvvetlidir. 1969’da Kısakürek’in gizli bir toplantısına gittim. … Kürtlerin yaşadığı gizli bir İslam var. ( )

HDP’nin post modern kimlikçi anlayışının bir sonucu olarak ’islam’ ya da islami hareketlere bakış açısı böyle iken birilerin laiklik mücadelesini HDP’nin önüne koyması hele hele bunu HDP’nin oylarını arttırmak için islamcı/sağcı çevrelere açılma stratejisi izlediği günümüzde yapıyor olması sadece siyasetten bir haber olduklarının göstermektedir.

OY Ver Kurtul
HDP çağrıcılarının gerçeklerinden birisi de kentsel yıkımı, HES’lerle doğanın tahribini önlemek. Kentsel yıkım adı altında şehirlerin, mahallelerin tarihini ve sosyal dokusunu parçalayarak talana açan AKP, HES projeleri ile de bütün ülkeyi bir doğal afet merkezi haline getirmiştir. AKP’nin bu saldırılarına mahelle sokak/köylede ortaya çıkan direnişlerden başka ciddi yanıt üreten olmamıştır. Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran AKP bu saldırılarını rahatça karar altına almış, belediyeler üzerinden de rant ve talanın bütünlüklü bir siyaset olarak örülmesini sağlamıştır. Bir çok yerde gelişen direnişler yerel halkın kendi sorununa sokakta sahip çıkmasına yol açmış bu da AKP’nin siyaset sokakta değil mecliste yapılır, bu demokrasinin gereğidir demesine neden olmuştur. HDP için aktif dayanışma örgütlemek için yola çıkanlar bu birikimin de ’parlementer zemine’ taşınmasını istiyor olmalılar ki bunun için adresin HDP aracın ise oy olduğu propagandasını yapıyorlar.   Ancak yapılması gereken şey bu dinamikleri meclise ya da oy’a havale etmek değil yerel direniş odaklarını çoğaltılırken bu mücadelenin merkezi bütünlüklü bir mücadelenin parçası haline getirilmesi ve halkın kendi karaını aldığı, uyguladığı bir sürece dönüşmesi için çaba harcamak olmalıdır.

Benzer bir çağrı işsizlik, güvencesizlik, taşeronluk gibi emeğin tüm saldırı gündemlerinin çözüm yolu olarak öne sürülüyor. Neoliberal politikaların bir sonucu olarak saldırı altında olan işçiler/emekçiler 12 Eylül artığı yasalarında bir sonucu olarak örgütsüz, dağınık ve güvencesizdir.

AKP sendikal alanı yeniden tahkim etmiş ve ortalığı hükümetin bir yan kuruluşu olarak görev yapan sendikalarla doldurmuştur. Emek hareketinin çıkarlarını savunan ve kendisini ’sol’da konumlandıran sendikal yapılar ise yasal zorlukların ve kendi yapısal sorumlarından dolayı ciddi bir güç haline gelememiştir. Sınıf hareketinin tümü ile dibe vurduğu günümüzde işçi ölümleri, güvencesizlik yaşamın bir parçası olmuş ve AKP tarafından bu durum ’bir fitrat’ olarak değerlendirilmiştir. Bunlar herkesin bildiği ve genel kabul gören olgular. Yeni olan ise seçim süreci nedeni ile buradaki mücadelenin geliştirilmesi için HDP’ye oy istenmesidir. Tam bir burjuva partisi edası ile bütün sorunların anahtarlarından -ama en önemlilerinden -biri olarak seçimler ve HDP’ye oy verilmesi öne çıkartılmaktadır.

Bakın herşey aslında ne kadar basitmiş: oy verip kurtulabiliriz!


*Redaksiyon Tartışma Kolektifi tarafından hazırlanan yazı, RedHaber'in 2.sayısında yayınlanmıştır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 05.04.2015- 16:57


Denilebilir ki işte bu nedenle yani bunu engellemek için müdahil olunmalıdır. Ama bu yaklaşım bir yanılsama ve AKP’nin torba yasaları kullandığı tuzağa benzeyen bir tuzaktır! Bu konuda HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaşın bu söylediklerine bir göz atalım; “Bizim arzumuz, dört partinin uzlaşma komisyonunda, anayasanın en geniş konsensusla yapılmasını gerçekleştirmek. Sonuna kadar bunu takip edeceğiz. Fakat, dört parti başaramıyorsa farklı alternatifler düşünülebilir. Buna da kapalı değiliz. (...)Sonuçta, 2 parti de anayasa yaptığında, partilerin değil Türkiye’nin anayasasını yapacaklar. Bu perspektifle yaklaşılması halinde tabi ki bütün seçenekleri tartışırız, kapalı değiliz. (...)Bizim de fikirlerimiz var, AKP’nin de doğru önerileri var. Bu doğruları birleştirebilirsek daha iyi bir anayasa yapabiliriz. Ama dediğim gibi, en geniş konsensusu yakalamak her zaman önceliğimiz..   Aslında biz ‘her halükarda referandum’ olmalı diyoruz. 550 oyla çıksa bile biz yeni anayasanın referanduma gitmesi gerektiğini düşünüyoruz. (...)Yakın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir.’( )

''Bize oy verin AKP'yi geriletecek tek parti biziz'' diyen Demirtaş'ın bu konudaki görüşleri.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör TKH ve seçimler üzerine... melnur 4 3800 20.04.2019- 02:22
Konu Klasör 2023, Seçimler geliyor, ne yapmalı? melnur 0 444 01.01.2023- 10:21
Konu Klasör Bir kez daha seçimler ve solumuz üzerine... melnur 12 10369 22.06.2019- 10:34
Konu Klasör Yerel seçimler ve solu yeniden hatırlayan CHP melnur 0 140 27.11.2023- 17:05
Konu Klasör Solculuk, CHP ve HDP umut 11 10719 19.02.2015- 19:36
Etiketler   Seçimler,   Müzakereci,   Solculuk*
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS