SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Sosyalist devrim tezi: Güncelleme           (gösterim sayısı: 4.753)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 11.04.2015- 10:59


Sosyalist devrim tezi: Güncelleme - Metin Çulhaoğlu

Türkiye’de 1960’lı yılların milli demokratik devrim (MDD)-sosyalist devrim (SD) tartışmaları, salt “strateji tartışması” sayılmamalıdır. Sosyalist hareket Marx’ı, Lenin’i, Mao’yu ve başkalarını büyük ölçüde bu tartışmanın harareti içinde tanımış ve öğrenmiştir.

Kabaca söylenirse MDD’ciler Türkiye için “aşamalı” bir devrim süreci öngörüyorlardı. SD’ciler ise Türkiye’de burjuva devrimin (ki millilik ve demokratiklik böyle bir devrimin karşılığı olabilirdi) “esas olarak” tamamlandığını, dolayısıyla bu aşamaya gerek olmadığını savunuyorlardı. SD’cilere göre, işin “millilik” yanına yeniden dönüldüğünde, anti-emperyalist mücadele aynı zamanda ve mutlaka anti-kapitalist (yani sosyalist) temelde verilmeliydi…  

Kabaca, böyle.

Yazıdaki amacımız, bu tartışmaya yeniden dönmek değil. Hele hele, bugün sosyalist harekette MDD görüşünü savunan pek çıkmadığından “bakın gördünüz mü?” diye durumu eski MDD’cilerin başına kakmak hiç değil.

Tersine, amacımız, sosyalist devrim tezinin geçmişten kalan kimi eksikliklerini kapatmaya çalışmak…

***

SD tezinin giderilmesi gereken eksikliği, az önceki “esas olarak”   tanımında saklıdır.

“Esas olarak” tanımı yanlış değildi. Ancak, tarihsel olarak, burjuva devrimler döneminin yapısal ve üstyapısal alanlardaki tanımlanmış ve evrensel kimi sonuçlarına işaret ediyordu: Kapitalizmin gelişmesinin önündeki engellerin (feodalizmin tasfiyesi dâhil) kaldırılması, sermaye birikiminin ve özel mülkiyetin güvence altına alınması, modern ulus devletin kurulması, devletin bu bağlamda yeniden yapılandırılması, temsili demokrasiye geçilmesi, yurttaşlık temelinde bir eşitliğin sağlanması ve diğerleri…  

İşte bunlar gerçekleştiğinde burjuva devrim “esas olarak” tamamlanmış oluyordu.

Doğruydu, ama önemli bir eksikliği de vardı…

Eksikti; çünkü burjuva devrim “esas olarak” tamamlandığında, burjuva-demokratik özlemler ve talepler de tam karşılanmış olmuyordu. Çünkü sermaye egemenliğinin kendini sürdürmek için başvurduğu yeni birikim modelleri, üstyapı alanındaki yeni düzenlemeler vb. ha bire daha önce gündemde olmayan yeni burjuva-demokratik özlemler (dolayısıyla talepler) üretiyordu.  

Dolayısıyla, yapılacak önemli ek şu oluyor: Burjuva devrimin tarihsel anlamda “esas olarak” tamamlanması, bundan sonra ortaya çıkacak özlemlerin ve taleplerin burjuva değil mutlaka “sosyalist” karakter taşımasını gerektirmez…  

Kastettiğimiz, tam olarak şudur: Kapitalizmin yarattığı, bu üretim tarzının sonucu olan pek çok özlemin ve talebin, gene bu üretim tarzının sınırları içinde kalarak karşılanması, meseleye en üst soyutlama düzeyinde bakıldığında mümkündür. Söz konusu özlem ve talepler bu nedenle burjuva-demokratik karakterdedir.

Örneğin?

Örneğin, en üst soyutlama düzeyinde bakıldığında, kayıt dışı sektörün kapitalist üretim tarzının olmazsa olmaz’ı olduğu söylenebilir mi?

Aynı düzeyde bakıldığında, kapitalizm, örneğin çocuk işçiliği olmadan kendini sürdüremez mi?

Kadının düşük ücretli işlere mahkûm edilmesi, tarımda mevsimlik emek göçü vb. en üst soyutlama düzeyinde (yanlış yorumlanacağından emin olduğumuzdan yeniden altını çizerek yazdık) kapitalizme içkin midir?

Bunların hepsine “hayır” deniyorsa, o zaman bir alt düzeye, daha somuta, yani toplumsal formasyon düzeyine inilmesi gerekiyor.

***

En üst soyutlama düzeyinde alındığında kapitalizmin doğasına aykırı sayılamayacak durumlar, belirli bir toplumsal formasyon düzeyine inildiğinde bu kez kapitalist üretim tarzının kendini sürdürmesi açısından vazgeçilmez hale gelir. Dahası, aslında burjuva-demokratik karakterdeki pek çok talep, bu vazgeçilmezlik nedeniyle, ne burjuva demokrasisi sınırları içinde karşılanabilir ne de “yeni” ve “daha ileri” bir burjuva devrimin harekete geçirici motoru olabilir.

O zaman, burjuva devrimin “esas olarak” tamamlandığını gene söyleyelim; ama bu “dolgularla” birlikte…

***

Tamam, ama bütün bunlar “daha somut” ve “daha güncel” olarak ne anlama geliyor?

Örneğin, eğer Leninizm diyorsak, Leninizm burada nereye oturuyor?

Sadece şu bilinsin yeter: Günümüzde, örneğin Türkiye’de, on yıllardır süren sermaye egemenliğinin ürettiği yeni özlemlerin ve taleplerin “yeni” bir burjuva devrimle karşılanması büsbütün imkânsız olduğuna göre, daha da karmaşıklaşmış, çeşitlenmiş ve yaygınlaşmış burjuva-demokratik özlemlerin sosyalist bir devrime taşınması, özde “farklı” değil ama “yenilenmiş” bir öncülük anlayışını ve pratiğini gerektirmektedir.

“Eskisi bize yeter” deniyorsa, buna söyleyecek sözümüz yoktur…

https://ilerihaber.org/yazar/sosyalist-devrim-tezi-guncelleme-31049.html




Bu ileti en son melnur tarafından 14.03.2020- 08:37 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
tekyoldevrim
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 17.12.2013
İleti Sayısı: 212
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: tekyoldevrim
Cevap Tarihi: 16.04.2015- 14:57


Dünya değişiyor. Kapitalizmin gerçekleştirdiği bilgi yoğun teknoloji dünyayı da kapitalizmi de değiştiriyor. Üretimde teknolojinin kullanılması daha fazla işsizlik yaratarak insanı üretimden koparıyor. Bu süreç insanlığa barbarlığı yaşatırken sosyalizmi de yakınlaştırıyor. Çözüm ülkelerde birbirinden kopuk devrimler yapmak değildir. Bu devrimlerin işe yaramadığı ve yeniden kapitalizme dönüldüğü ders olmalı. Sürecin dünya sosyalizmine evrilmesi bütün dünya mülksüzlerinin birleşmesi ve kapitalizmin dünya egemenliğine son vermesiyle olur. Ulusal sınırlar içinde sosyalizm gerçekleşmedi, gerçekleşmeyecek.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 15.06.2019- 08:35


Olacaksa nasıl olacak? - Metin Çulhaoğlu

Bundan 200 yıl öncesine dönelim mi?

Hadi 200 yıl demeyelim de Komünist Manifesto’nun ilk yayınlandığı 1848 yılını alıp 171 yıl öncesi, 19. yüzyıl ortaları diyelim; gözler Avrupa’daki “burjuva devrimlere” çevrilmiş durumda… Sonra, 20. yüzyılın ilk çeyreğine geçelim; 1917 Devrimi gerçekleşiyor ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluyor. Ardından, sosyalist sistemi ve etkili komünist partileri görebildiğimiz 20. yüzyıl ortalarına ulaşıyoruz.

Gerileme, çöküş, yıkılış derken yolculuğa devam ediyor, günümüze geliyoruz.

Asıl gelmek istediğimiz yer ise “değişim” kavramı ve gerçekliği… Bu 200 yıllık kesitte dünyada, toplumlarda, insan yaşamında, teknolojide, vb. gerçekleşen büyük değişiklikleri anlatmaya gerek yok. Dahası, bundan 50 yıl sonrası için de düş gücümüzü çalıştırıp çeşitli “öngörülerde” bulunabiliriz. “2070 yılında insanlık…” diye başlayan cümlelerin sonunu isteyen istediği gibi getirebilir.

***

Peki, değişmeyen hiçbir şey yok mu?

Örneğin, 19. yüzyıl ortalarından başlarsak, o dönemde kıta Avrupa’sında ve ABD’de yerleşen kapitalizmin doğasına, özelliklerine ve hareket yasalarına ilişkin söylenmiş olanlar da geçen zamanla birlikte eskidi mi? Bu üretim tarzına içkin olan eşitsizlikler, adaletsizlikler; aynı üretim tarzının ürünü olan ve toplumsal yaşama damgasını vuran boş inançlar, önyargılar, düşmanlıklar, yobazlıklar da hep geride mi kaldı?


Teknoloji vb. ne kadar gelişirse gelişsin, 50 yıl sonra bunların hepsinin aşılmış olacağını kim iddia edebilir?


 
Burada, kapitalist devletin yapılanmasında, demokrasi anlayışında, işçi sınıfının bileşiminde, sendikaların durumunda, devrimin ve sosyalizmin “tarifinde” ortaya çıkan, çıkabilecek ya da çıkması gereken değişikliklerden söz etmiyoruz. Sorumuz basittir: 200 yıldır kapitalizmin özünde, doğasında ve kendini sürdürme biçiminde kayda değer bir değişiklik oldu mu? Bu sistemin alternatifi olarak şöyle ya da böyle tanımlanan sosyalizm fikrini de “değişmeye” zorlayacak hangi köklü değişim gerçekleşti?


Bunların 50 yıl sonra olacağını kim ileri sürebilir?

***

Ulaşmak istediğimiz sonuç basittir: Geçirdiği kimi değişim ve dönüşümlere rağmen kapitalizmin özü, doğası ve hareket yasaları gerçekliğini günümüzde de sürdürmektedir. Bu nedenle, karşı tepkileri, “kendi kurdunu” kendi içinden, yeniden ve yeniden üretmesi kaçınılmazdır.

Görülmesi gereken kritik nokta ise bizce şöyledir: Kapitalizmi sorgulayan, kapitalizm karşıtı tepkilerin tarihte bir dönem yönelmiş olduğu mecralara kendiliğinden akması beklenemez. Sosyalistlerin en önemli “sorunu” da buradadır: Kendileri 19. yüzyıl ortalarından başlamak üzere süzülüp gelen sürekliliğe ilişkin bir belleğe, bilgiye ve bilince sahipken kapitalizme yönelik güncel sorgulama ve tepkilerin aynı belleğe, bilgiye ve bilince sahip olması mümkün değildir.

Günümüz bestecilerinin Mozart’ı, Beethoven’i; edebiyatçılarının Balzac’ı, Dostoyevski’yi, Tolstoy’u; ressamlarının Monet, Gaugin ve van Gogh’u bilmeleri mümkündür; ama günümüzde kapitalizme yönelik tepkilerin 19. yüzyıl barikatlarını, Paris Komününü, Petrograd Sovyet’ini vb. bilmesi beklenemez.


Durum, bunun gibidir.
 
***

Olursa, bundan sonra ne olur, nasıl olur?

Bu sorunun yanıtı için 1917’ye dönmek elbette mümkündür. Ama biz daha gerilere gidilmesini önereceğiz:


“Demokratik küçük burjuvazi devrimin sonunu mümkün olduğu kadar kısa sürede, en fazla yukarıda belirtilen hedeflere ulaşılmasıyla getirmek isterken, bizim çıkarımız ve görevimiz ise şu ya da bu ölçüde mülk sahibi durumundaki sınıfları egemen konumlarından alaşağı edinceye kadar (…) devrime süreklilik kazandırmaktır.” 1

Sonuçta, güçlü bir özne, bir yerde yeni bir “Occupy Wall Street”, başka bir yerde ise yeni bir “Gezi” hareketini daha ileriye taşımak için uğraşacak, olacaksa böyle olacaktır.

Çünkü kapitalizm, küçük burjuva, demokrat, “devrimci demokrat” vb. tepkilerin tamamen ortadan kalkıp yerini “sosyalist” tepkilere bırakacağı bir “olgunluk” aşamasına hiçbir zaman gelmeyecektir.
 
1 Marx-Engels, “Merkez Komitesinin Komünist Birliğe Çağrısı”, Londra, Mart 1850,

https://www.marxists.org/archive/marx/works/1847/communist-league/1850-ad1.htm, aynı çağrının proletarya partisi için önerdiği “savaş narasını” da ekleyelim: Sürekli Devrim.  

https://ilerihaber.org/yazar/olacaksa-nasil-olacak-99096.html




Bu ileti en son melnur tarafından 15.06.2019- 08:36 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.03.2020- 08:40


Devrim güncellemesi - Aydemir Güler

Devrimcilik bir kez tanımlandığında koordinatları sabitlenebilen bir pozisyon değil. Devrimciliğin hep, yani zamana ve mekâna göre yeniden ve yeniden güncellenmesi gerekiyor. Güncelleme teoriktir, teorik olduğu kadar -devrimcilerin davranışlarını biçimlendirdiğine göre- pratiktir de.

Komünist Parti Manifestosu 1848 ayaklanmalarının arifesinde bir devrimcilik güncellemesidir. Burjuvazinin yükselişinin diyalektik bir sonucu olarak bayrağın işçi sınıfına geçmesinin kaçınılmaz olduğunu ilan eder, Marx ve Engels.

19 ve 20. yüzyılların kavşak noktasında sosyal-demokrat kitle partilerinin kapitalizmle uyuşma eğilimleri artık iyiden iyiye görünür hale geldiğinde Rosa Luxembourg neden devrimin zorunlu olduğunu anlatmaya uğraşır. Avrupa’nın merkezinde bir güncelleme denemesidir bu.

Lenin’in Ne Yapmalı’sı Avrupa’nın sınır boylarında bir başka güncelleme denemesidir. Ne Yapmalı’nın yanına Emperyalizm broşürünü ekleyin; Lenin tekelci aşamada kapitalizmin insanlığın bütün kazanımlarından yüz çevirdiğini, kokuştuğunu kanıtlamak için uğraşmaktadır. Çözüm, devrimi meslek edinmiş bir partinin iktidara el koymasından başka bir yerde aranamaz.

Uzatmayalım; devrim güncellemesine başka zamanlarda olması gerekenden çok daha fazla, bugün ihtiyaç var. Komünist partiler, devrimci güçler, işçi sınıfı Sovyet sonrası çağda devrimin gerekliliğini ve nasıl gerçekleşeceğini güncellemek göreviyle karşı karşıya. Zaman geçiyor, görev ağırlaşıyor.

* * *

Türkiye bir yandan baktığımızda kâbus gibi bir karanlık. Düşünsenize, tam da Fatih’in (Yaşlı) Twitter’da yazdığı gibi, yani “yolsuzluk eskiden tekil diyebileceğimiz vakalarda ve devlet içerisindeki kimi kliklerle somutlaşıyordu. Şimdi doğrudan rejimin ekonomi-politiğini oluşturuyor, tüm kurumlar bunun bir parçası ve süreç bir sermaye birikimi/zenginleşme süreci olarak işliyor.”

Ekonomi kimseye bir yararı olmayan, sömürürken aynı zamanda bir gereksinimi karşılaması gerekmeyen, hatta çoğunlukla gereksinim bağlamı yok olmuş bir faaliyete dönüşüyor.

Savaş politikalarının milliyetçi hezeyanları okşama kuralı bile ortadan kalkıyor.

Hayır işleri, adaletsizliğin uçlarını törpülemeye yarayan yeniden-bölüşüm araçlarıydı; artık kaba hırsızlıktır!

Enkazdan çıkarttığın insanı soğukta bekletiyorsun. Deprem yıkımı egemenler için bir film seti. İnsan kurtarmaya, acıları hafifletmeye değil, egemenliği perçinlemeye gidiyorlar. Yıkılacağı baştan belli evlerde sıkışıp kalanları oradan ne büyük bir beceriyle çıkarttıklarını anlatıyorlar. Ama aslında amaç bu becerinin filmini çekmekten ibaret!

* * *

Ama gelin bir de diğer tarafına geçin sahnenin. Türkiye devrimin güncellenmesi için ne bulunmaz bir imkandır!

Kapitalizm her yerde insanlığa düşman ve ilericiliğin tüm tarihsel birikimini imha ediyor. Ama bizde kapitalizm bu topraklara, bu toprakların insanlarına geri dönüşsüz bir yabancılaşma halini almış bulunuyor. Kapitalist olmayanların, kapitalizm altında atabilecekleri tek bir adım kalmıyor.

Devlet devletten vergi kaçırıyorsa, devlet topluma karşı sorumluluğunu inkâr ediyor demektir. Söz konusu olan kâr amacıyla hareket eden bir kapitalistin devletten kaçırdığını sermayeye dönüştürmesi de değil. Devleti yönetenler, basitçe yağmalamaktadırlar ve bu davranış kalıbı ekonomik faaliyetin karakteristik özelliği haline gelmektedir. Geçilmeyen köprü, gidilmeyen hastane karşılığında, yani karşılıksız bir el koymadan söz ediyoruz. Karşılıksız el koyma yazılı kural kılınmış bulunuyor.

Oysa devletin temel fonksiyonlarından bir tanesi de bir sınıfın diğer sınıflar üstündeki diktatörlüğünü örtmektir. Devlet toplumun ortak çıkarını temsil ettiği yolunda bir halüsinasyon yaratmak zorundadır. Bunu yaratmak için de, yönetilen ve sömürülenlerin acısını dindiren gerçek bir şeyler yapar. Devlet bugün Türkiye’de ezilenlere “şükredin” demektedir. Başka diyecekleri, yapacakları bir şey yok.

Bu sıradan bir durum değil. Türkiye’de özenle, on yıllar boyunca işleye işleye geliştirilen yobaz kapitalizm görülmemiş bir yabancılaşmadır. Krizin şu veya bu boyutu yönetilebilir, atlatılabilir. AKP bu delirmiş dünyanın belirsiz dengelerinde nefes alacak, belki ileri zıplayacak boşluklar yakalayabilir. Çukur kazıp beton dökerek kapitalistlerin kârının düşmesini erteleyebilir, hatta belki de kâr oranlarının yeniden yükselmesi mümkün olur.

Ama sözünü ettiğimiz yabancılaşma geri dönüşsüzdür. Bu telafi edilemez, ortadan kaldırılamaz. Türkiye kâbus görmeyi değil, devrim güncellemesini hak eden bir ülkedir.

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/devrim-guncellemesi-279593



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.03.2020- 08:43


Bu ülkede 'teori' olur mu? - Metin Çulhaoğlu

“Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz”, Lenin’in en yaygın bilinen ve tekrarlanan sözleri arasındadır.

Dikkat edilirse burada devrimci teori, devrimci “hareketin” önkoşuludur, “eylemin” değil. Dolayısıyla eylemin, devrimci teori olmadan da devrimci olabileceğini kabul etmek gerekiyor. Zaten tarihteki devrimci pek çok eylemin kendisini önceleyen bir “devrimci teori” olmadan gerçekleştiğini biliyoruz.

Peki, hepsi iyi güzel de bu “devrimci teori” nereden nasıl çıkacak ya da gelecek?

İşin “devrimcilik” tarafı mesele değil; elhamdülillah hepimiz devrimciyiz. Öyleyiz de “teori” konusunda ne yapacağız?

Yanıtımız kestirme olacak:

Sözün sahibi Lenin bugün canlanıp Türkiye başta dünya ülkelerine şöyle bir baksa “Devrimci ya da başka türlü, siz şu teori işini bir süre unutun” diyeceği kesin gibidir…

***

Türkiye söz konusu olduğunda akla ilk gelenler, ülkede solun köklü denebilecek bir teorik geleneğinin olmayışı, “teorik” açılımların ancak tıkanma noktalarında ya da sert ayrışmalar sonrasında gündeme gelebilmesi, hep birlikte yaşadığımız cahilleşme süreçleri, vb. olacaktır.

Ama bunların hepsinden daha beteri vardır; şöyle bir düşünelim:

Önce bir darbe girişimini televizyondan izleyeceksin…

Sonra, bilim insanlarının dünyanın kaç yıllık ömrü kaldığına ilişkin açıklamalarını dinleyeceksin… Kaçınılmaz sayılan büyük depremin ülkenin en kalabalık kentini ne zaman vuracağına ve yıkılacak bina sayısına ilişkin tahminler seni kaygılandıracak… Suriye sorununun Türkiye’yi daha büyük bir savaşın içine çekip çekmeyeceğini, Rusya ile kapışılırsa ne olacağını düşüneceksin… Cihatçılar sahipsiz kalırsa ülkede kimleri ve nereleri patlatabilecekleri kafalarda hep soru işareti olarak kalacak… Ardından, koronavirüs salgınına karşı en iyi korunmanın ne olabileceğini düşünüp muhtemel ölüm sayılarına ilişkin tahminleri paylaşacaksın…

Bunların yetmemesi halinde muhtemel çekirge istilasını yedekte tutacaksın…

Böyle bir ülkeden ve ortamdan teori falan çıkmaz…

Yalnızca “devrimcisi” değil; liberali, muhafazakârı, milliyetçisi, necisi olursa olsun hiçbiri çıkmaz…

Çıksa çıksa komplo teorileri çıkar; zaten onlar çıkmaktadır ve teorinin “lümpeni” sayılmaları gerekir.

***

Yukarıda söylediklerimizin gerekçesi, teori sözcüğüyle kaos sözcüğünü birbiriyle bağdaşmaz saymamız değildir. Teori, kaos ortamlarında da filizlenebilir, ama iki koşulla: Bir, aydının belleği kaos ortamına rağmen canlı kalacak, öyle her yeni durumda silinip sıfırlanmayacak; iki, kaos ortamı her şeye rağmen, çok net olmasa da bir öngörülebilirliği, kestirilebilirliği içinde taşıyacak…

1848-50 döneminin Avrupası, ardından 20. yüzyılın ilk çeyreğinin Avrupası ve dünyası da süt liman değildi, o dönemlerde de kaotik ortamlar yaşanıyordu; ama “teori üretim merkezlerinin” bellekleri on yıllar öncesine uzanabiliyor ve o kaos ortamlarının içinden bir hat, bir doğrultu çıkarılabiliyordu.

Bugün iki koşulun da karşılanmadığını görüyoruz.

O zaman ne yapalım, talihimize küsüp köşemize mi çekilelim?

Koronavirüs de gelip çatmışken daha ötesini mi yapalım? Örneğin 7 kadın ve 3 erkekten oluşan onarlı gruplarla inzivaya çekilip geceleri birbirimize “müstehcen” (!) hikâyeler mi anlatalım?

Yapmayalım, biraz daha dişimizi sıkıp bekleyelim diyoruz.

***

İçinde bulunduğumuz dönemde pek mümkün gibi görünmüyor; ama “teorinin”, hani o olmadan devrimci hareketin de olamayacağı şeyin bizden de çıkacağı günler gelecektir.

Az önce değindiğimiz bellek sorununun da, öngörülemezlik sorununun da kaynağında, özne olması gerekenlerin her uğrakta esen rüzgârla birlikte sürüklenmeleri, içinde bulundukları ortama az da olsa kendi damgalarını vuramamaları, bu ortamın şekillenmesinde küçük de olsa pay sahibi olamamaları yatmaktadır.

Gelgelelim, henüz “hareket” olunamadıysa bile ortada eylemliliği de engelleyen bir durum yoktur.

Eylem ve eylemlilik için “teori” şart olmadığına göre bu yolu denemekte yarar vardır.

Biriken eylemlilikler bir noktadan sonra teoriyi mutlaka tahrik edecektir.

Çorbada bizim de tuzumuz olduğunda, herkesin “gidici” saydığı AKP’nin gidiş biçimiyle ilişkilendirilebilecek “radikal” olasılıklar şu teori dediğimiz bölmenin hakkını fazlasıyla verecek zenginliği taşımaktadır.

https://ilerihaber.org/yazar/bu-ulkede-teori-olur-mu-110545.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.10.2020- 10:35


Metin Çulhaoğlu'nun en baştaki ''güncelleme''sini öne çıkarırsak iki konu üzerinde yoğunlaşılabilir ki, bu konuların güncelliğini bugün de devam ettirdiğini söylemek pekala mümkündür. Bunlardan birincisi MDD konusunun bir devrim stratejisi olarak geride kaldığını ve aşıldığını söylemek ve ikincisi anti-emperyalist olabilmenin anti-kapitalist olmaktan geçtiğini ileri sürmek. Bu iki konunun da toplumsal alanda yeterince netlik kazanmadığını   aşamacılığı savunanlar için hem MDD'nin ve hem de anti-kapitalist olmadan anti-emperyalist olmak konusunun güncelliğini sürdürdüğü söylenebilir, sanıyorum. Bu konuların toplumda bir karşılık bulmadığı pek söylenemez.

Vatan Partisi'nin kesin olarak MDD türü bir devrim stratejisini halen sürdürdüğünü ve bu yüzden aşamacı olarak niteleyebileceğimiz bir devrim stratejisinden yana tutum aldığını söyleyebiliriz. Sanıyorum HKP de öyle. Pek emin değilim ama bu konulardaki yayın ve açıklamaları   yetersiz geliyor bana. Belki çok daha fazla parti ve örgütün de aşamacı bir stratejiden yana ve önceliklerinin hem milli ve hem de demokratik bir devrimin gerekli olduğu, en azından kuramsal olarak ileri sürülebilir.

Böyle olduğunda yani aşamacılık bir devrim stratejisi olarak ortaya çıktığında anti-emperyalist olunmadan anti-kapitalist olunmazın siyasetteki karşılığı yok denilemez. Anti-emperyalist olmak için anti kapitalist olmak gerçeğinin sadece bilimsel sosyalizmi savunanlar için geçerli olduğu gerçeğini akılda tutarak aşamacı bir süreçte böyle bir tavrın sürekli dillendirilmesinin bir anlamı olmadığını da kavramak gerek. Bu tavır, doğrudur veya yanlıştır, bu strateji, bu devrim perspektifi özellikle bugünün Türkiye'si için geçerli olup olmadığı konusu ayrı bir tartışma ama aşamacılığı savunan biri için ''anti-emperyalist olunmadan anti-kapitalist olunmaz'' dayatması konuyu anlamamakla eş anlamlıdır.

Türkiye için asıl konuya geldiğimizde, ülkenin kapitalistleştiği ve hem milli ve hem de demokratik bir devrim stratejisinin aşıldığını söylemek mümkündür. Lenin'in emperyalist dönemdeki burjuva devrimler nitelemesinin genel bir doğru olduğu doğrudur ama bu genel doğruyu mutlak hale getirip emperyalist aşamaya geçememiş ülkelerin tamamı için ''ezilen ülke'' nitelemesinde bulunmak ve dolayısıyla burjuva devrim stratejisini öne çıkarmak bana çok da doğru gelmiyor.

Bence tartışılmasında bir hayli yarar var.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sürekli devrim mi, tek ülkede sosyalist devrim mi? spartakus 0 4145 14.07.2015- 00:07
Konu Klasör Sosyalist devrim mi, sosyalist seçenekler mi? melnur 2 4152 16.01.2017- 21:55
Konu Klasör Sosyalist devrim melnur 13 11573 30.01.2019- 08:14
Konu Klasör Enternasyonalizm ve sosyalist devrim bedrettin 5 4132 05.02.2024- 06:59
Konu Klasör Milli ve Sosyalist Devrim spartakus 0 3514 01.02.2016- 01:27
Etiketler   Sosyalist,   devrim,   tezi:,   Güncelleme
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS