SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
İdeolojik mücadele derken...           (gösterim sayısı: 3.306)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 27.04.2015- 15:19


  İdeolojik mücadele derken...-Doğan Ergün  


Hayatın her alanında olduğu gibi siyasette, ideolojide ve teoride tasnif (kategorizasyon, bölümleme) yapıyoruz.

Tasnif, çevremizde karmaşık, iç içe geçmiş görünen olguları anlayabilmek ve anladığımız olgular toplamıyla ilişki biçimimizi belirlemek için gerekli.

Siyaset-ideoloji-teori alanında da çevrendekini anlama ve ilişki biçimini belirleme işi elbette önem taşıyor.

Sosyalist siyasette tasnif daha Komünist Parti Manifestosu'ndan itibaren gündemimizde.

Manifesto, komünist tarafın diğer sosyalist akımlarla farklarını ortaya koyup kendi kimliğini tarif etmek ve bu akımlarla ve işçi sınıfıyla ilişki biçimini geliştirmek üzere tasnif yapmıştır. Gerici sosyalizm, burjuva sosyalizmi, ütopik sosyalizm gibi tanımlara başvurur.

Türkiye'de 60'lardan bugüne gündemimize gelen çeşitli tasnifleri hatırlayalım:

Milli Demokratik Devrim (MDD) tezini savunanlar-Sosyalist Devim (SD) tezini savunanlar..

Yeni Sol (Avrokomünizm)-Geleneksel Sol.

Devrimci Demokrat-Sosyalist Sol.

Ulusal Sol-Liberal Sol-Sosyalist Sol.

Manifesto'dan itibaren, neredeyse tüm tasniflere konu olan sol kategoriler, o ya da bu biçimde varlıklarını sürdürüyor.

Yani Burjuva Sosyalizmini ya da Milli Demokratik Devrim tezini savunan birileri hâlâ mevcut.

Ancak bugün, sol içerisindeki mevzilenme ve buradan yola çıkarak toplumsal alandaki mücadelenin belirlenmesi işleri, bu kategoriler üzerinden yapılmıyor. Yani Milli Demokratik Devrim tezi, her ne kadar birileri tarafından sahiplenilse de bunun ideolojik ve siyasi izdüşümleri, bir mücadele konusu olmayı gerektirecek önemi taşımıyor.

Öyleyse tasnif söz konusu olduğunda işlevsellik ilkesi de devreye giriyor.

Her yeni tasnif, bir öncekinin bilgisini içeriyor, o bilgiyi kapsayıp aşarak yeni bir tanım yapıyor. Güncel ihtiyaçlara karşılık gelen yeni tanımlar oluşuyor.

İddiamız şudur ki, Türkiye'nin içinden geçmekte olduğu dönem bir yeni tasnif ihtiyacını dayatıyor.

Türkiye'de sosyalist sol kendine alan açmak ve içinden geçilen sürece müdahale etmek istiyorsa, birkaç işi bir arada yapmak zorunda. Burada yalnızca iki tanesini dile getirmekle yetineceğim.

Birincisi, Türkiye topraklarıyla, Türkiye tarihiyle, onun ilerici değer ve dinamikleriyle sağlıklı bir ilişki kuracak.

Özellikle 12 Eylül'den sonra solun kendi topraklarıyla kurduğu ilişkide zorunlu olarak yaşanan tahrifat, "bu ülkeye ait olmama" hissiyatı ve bunun getirdiği dışsallık değişmeli. Bu; bayrak, cumhuriyet gibi kavramlar ekseninde yıllarca yürütülen manasız tartışmalar döneminin artık kapanması anlamına geliyor.

İkinci olarak sol, aydınlanma kimliğinin taşıyıcısı, onu yeniden üreten bir ideolojik-politik kavga yürütmek zorunda. Burada bir yandan, hem Türkiye'nin hem de dünyanın aydınlanma birikiminin içselleştirilmesi, öte yandan, yeni bir aydınlanma kavgasının "özgürlük" kavramı ve halkçılık ile ilişkisinin yeniden kurulması gerekiyor.

"Türbana özgürlük" eylemleriyle anılan bir dönemde, örneğin, bu ilişki başka türlü kuruldu. Böyle olması gerekirdi. İşimiz daha zordu ama sağlıklı bir yanıt üretebildik.

Ancak şimdi, kadın sorunu, eğitim sorunu, yaşam tarzına müdahale sorunu gibi ülkenin çok yakıcı meselelerinde özgürlüğün aydınlanmaya, aydınlanmanın da özgürlüğe ne çok ihtiyaç duyduğu geniş kesimlerce anlaşılmış oldu.

Başka bir dizi işimiz de var elbette... Hatta belki bir bölümü daha büyük önem taşıyor. Sınıfın örgütlenmesinde hangi bölmelerin öncelik kazandığı sorusuna yanıt vermek, güncel ihtiyaçlara karşılık verecek şekilde bağımsızlık talebinin altını doldurmak, Türk-Kürt kardeşliği üzerine inşa edilecek bir geleceğin temellerinde söz sahibi olmak gibi...

Öte yandan yukarıda (bir) ve (iki) şekilde belirttiğim sorunlar hiç de yabana atılır cinsten değil.

Özellikle Türkiye'nin son 4-5 yıllık sürecinin, İkinci Cumhuriyet yalpalamasının beraberinde getirdiği bu yeni ihtiyaçlar bizim tasnifimizde de bir değişiklik gerekliliğini ister istemez beraberinde getirecektir, getirmiştir.

Daha önce de yazmıştık. Ulusalcılık, örneğin, ya da ulusal sol kategorisinin varlığını sürdürüp sürdürmediği oldukça tartışmalı bir konudur.

Bir dizi direnişle birlikte, Haziran Direnişi'nin ardından ulusal solculuk diye bir ideolojik kategori, siyasi çözümleme ve müdahale ihtiyacımız açısından işlevliliğini kaybetmiştir. Örneğin Cumhuriyetçi hassasiyet, Haziran Direnişi'nde çok belirleyici bir rol oynamış ancak, bu hassasiyete sahip kitlelerin direnişe katılımı ile hem baştaki Gezi Parkı'nı savunma ölçeği, hem de "ulusal sol" kategoriye ait negatif unsurlar alt üst olmuştur.

Ulusalcı sol kategorisinin taşıyıcısı siyasi özne(ler) bu alt üst oluşa ve altlarından kayan zemine çare üretememişlerdir.  

Liberal sol için de durum çok benzerdir.

"AB'ye evet", "türbana özgürlük", "darbeye dur de", "yetmez ama evet" dönemleri zaten geride kalmıştı. Akademide, yayıncılıkta, basında hegemonik bir güce sahip, özgürlük kavramını iğdiş eden ve bu kavramla ilişkimizi ister istemez farklı kurmamıza neden olan sol liberalizm yenilmişti. Yine uzun direniş dönemi ve nihayet Haziran Direnişi, sol liberallere Türkiye'nin kaç bucak olduğunu bir daha geri dönülmez bir şekilde gösterdi.

Burada bir noktaya dikkat çekmek isterim.

Yukarıda söylediklerim, "liberalizm diye bir şey yok", "ulusalcılık diye bir şey yok" şeklinde okunmamalı.

Esas mesele şudur:

Dönüşen bir cumhuriyetçi bir damarın temsiliyetini üstlenmek istediğiniz, özgürlük ile laiklik arasındaki bağları kuvvetlendirebileceğiniz bir dönemde, birincil ideolojik mücadele konuları olarak liberalizm ve ulusalcılıkla mücadeleyi başa yazmanız yanlış olur.

Sol-sosyalist kimliği cumhuriyet hassasiyetine sahip ya da özgürlüğü/özgürlükleri için mücadele eden kesimlere mesafe üzerinden inşa etmek mümkün değildir.

Daha önce birkaç defa daha yazmıştım, tekrar etmekte bir sakınca görmüyorum. Kendini üçgenin ortasına yerleştirip, köşelerdeki unsurlara atışlar yaparak bir siyasi-ideolojik mücadele dönemi, özellikle de liberal-ulusal sol tanımları bakımından kapanmıştır.

Üçgenin ortasındaki nokta ancak, yukarı doğru bir hareketle yani, yukarıda kimi kodlarını verdiğimiz ideolojik çerçeve içerisinde vereceği siyasi mücadeleyle, köşelerde boşluğa düşmüş cumhuriyetçi ve özgürlükçü unsurları ortak bir mücadeleye taşıyabilir.

Bir bakarsınız üçgen, piramit olmuş.

--------------------------------------------------------------------------------

Not: Devrim tartışmasını önümüzdeki Perşembe günü bu köşede siyasal ve ideolojik mücadelenin söylemi-dili konusuyla sürdüreceğiz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.989
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.04.2015- 17:32


Doğan Ergün çok önemli saptamalarda bulunuyor. Ne yazık ki, bu başlıklarda kendini solcu, sosyalist, komünist, enternasyonalci vb. olarak niteleyebilen pek çok sanalın ''devrimcisi'' hala çok gerilerde. Özellikle kürt sorununu merkeze alan bir siyasi perspektifi solculuk, sosyalistlik veya enternasyonalizm gereği ileri sürenlerin bu konularda gerici bir konumlanış içinde oldukları çok açık. Bu savrulmaların nedeninin siyasal devrim perspektifinden yoksunluk olduğu da açık. Ne yazık ki, sanalda bu konumlanış çok belirgin. Kuyrukçuluk dediğimiz yönelimin nedeni de zaten bu. Siyasal devrim perspektifi olmadığında kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor bu gerici yönelimler.   Doğan Ergün yazısının devamında devrim konusuna gireceğini söylüyor, umarım bir parantez halinde de olsa bu konulara da değinir.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 30.04.2015- 12:17


İdeoloji alanındaki derin boşluk
Doğan Ergün  


Bir sınıfın, kendi çıkarlarını toplumun bütününün çıkarları olarak göstermeye çalışmasına ideolojik mücadele adını veriyoruz.

Sınıflar bu amaçla, toplumsal alanda düşünce dünyasını etkileyecek düşünsel kodları belirlemek üzere faaliyette bulunuyorlar. Basın-yayım alanı, akademi, kültürel alan, din kurumu, insanların “bilgi”ye ulaşmasını hızlandıran ve kolaylaştıran internet vb. kanalların tamamı bu amaçlarla kullanılıyor. Yeni yetişen kuşakların dünyayı ve kendilerini algılama biçimlerini yönlendirmek için eğitim ve eğitim kurumları, aile ortamı ideolojik mücadelenin hedef tahtasında bulunuyor. İnsanların bir arada bulundukları, birbirleriyle iletişim kurdukları alanların tamamı ideolojik girdilerden etkileniyor.

İdeolojik mücadelede dil ve söylem de çok önemli…

Sınıfın temsilcilerinin kapalı bir dille mi konuştukları, yoksa toplumsal alanın bütününe seslenen bir dile mi sahip oldukları, bunu sağlayacak bir söylem mi geliştirdikleri, bizzat ideolojik mücadele tanımına içkin bir sorun. Sınıfınızın çıkarlarını toplumun bütününün çıkarları olarak gösterebilmek bir ikna yeteneğini gerektiriyor.

Geniş kitleler sizi duyacak. Yani duyabilecekleri mesafede olacak, bunu sağlayan kanallar geliştireceksiniz.

Yalnızca bu yetmiyor. O kanalları kullanırken sarf ettiğiniz sözcükler, kullandığınız dil, dinleyici tarafından anlaşılacak.

Bu da yetmiyor. Dinleyiciyi ikna etmeniz gerekiyor.

İşte, ideoloji kavramı bu nedenle, politik mücadelenin dili ve söylemiyle iç içe geçmiş durumda.

SİYASET-İDEOLOJİ İLİŞKİSİ

Bir genel kuralı daha hatırlatarak devam edelim.

Yukarıda ideolojik mücadele bakımından saydığımız bütün unsurların etkili ve verimli kullanımında özellikle devlet aygıtının yarattığı olanaklar büyük önem taşıyor. Devleti yöneten, şiddet kullanma ve para basma tekellerini elinde bulunduran, ülke kaynaklarını idare etme ehliyetine sahip, yasama, yürütme ve yargı organlarının işleyişini belirleyen iktidar ve iktidardaki sınıf ideolojik mücadelede de her zaman bir (birkaç) adım öndedir.

Bu nedenle, toplumda egemen olan ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir, diyoruz.

Şimdi çok kısaca ideolojik mücadele siyasi mücadele ilişkisine girelim.

Yukarıda egemen sınıf açısından, devlet ve iktidar olanakları bakımından siyasi gücün ideolojik mücadele üzerindeki önemini görmüş olduk.

Peki, sömürülen sınıf açısından da siyaset belirlenimli bir durum var mıdır? Bu soruya çok farklı yanıtlar verildi. Ama özellikle tarihin belli bir aşamasında ciddi bir kırılma yaşandığını söyleyebiliriz.

Birinci Dünya Savaşı’nın ve 1929 Ekonomik Krizi’nin ardından Avrupa’da faşizmin yükselişini kırılma noktası olarak tespit edebiliyoruz. O zamana kadar, yaklaşık yüz yıl boyunca genel olarak işçi-emekçi sınıfların sol-sosyalist siyaset tarafından temsil edildiği bir dönem yaşanmıştı. Ancak belki de ilk defa, geniş emekçi yığınlar üzerinde başka bir ideolojik-politik hat egemenlik kurdu. Nasyonal sosyalizmin, faşizmin emekçiler arasındaki etkisi, sosyalistler ve komünistler arasında yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi. İşçi sınıfının ve sınıfın siyasi temsilcisinin politik etkinliğini artırmanın ön koşulunun giderek ideolojik mücadele olduğu tezi yaygınlaşmaya başladı.

Bu konuya burada derinlemesine girecek değilim. Elbette farklı dönemler, farklı öncelikleri beraberinde getiriyor. Her dönem için geçerli olan, ideolojik mücadele ile politik mücadelenin birbirlerini bütünleyen bir ilişki içerisinde olması gerekliliği. İdeolojik mücadelede geri kalan bir politik öznenin geniş kesimleri bir dünya görüşüne ikna kabiliyetinin çok düşük olacağını söylemek mümkün.

Ancak bir konuda net olabiliriz. İdeolojik mücadelenin, politik mücadeleye göre öncelikli olduğu durum tanım gereği asla genel doğru olarak sunulamaz. Politik güç, toplumun ve sınıfın ideolojik belirlenimi bakımından esastır. İstisnai dönemler, anlar, genel kuralı bozamaz.

İÇERİYLE-DIŞARIYLA İDEOLOJİK MÜCADELE

Bir meseleye daha değinip geçelim.

Sosyalist-komünist özneler, işçi sınıfının çıkarlarının toplumun bütününün çıkarları olduğunu anlatmak için çabalarken, bir de “içeriden” sorunlarla karşılaşırlar. Aslında sömürücü sınıfların çıkarına olan tezleri, emekçilerin çıkarınaymış gibi sunan kimi “sahte sol-sosyalist özneler” ortaya çıkar. İdeolojik mücadele derken bu alanda verilen kavga da ihmal edilmez.

Ancak, bu ikincil olması gereken kavganın şiddetlendiği ve birincil hale geldiği dönemler genelde sınıf mücadelesinin zayıfladığı dönemlerdir. Ve tersinden, sol-sosyalist ideolojinin meşruiyet kazandığı ya da güçlendiği her dönem, işçi sınıfının ve politik temsilcilerinin sermaye düzeni, onun politik aktörleri ve somut politikalarıyla mücadele ettiği, sermaye sınıfı tarafından bırakılan boşluklarda sosyalist ideolojiyi toplumsal ölçekte etkili kıldığı dönemlerdir.

Türkiye’de sosyalist ideolojinin Kurtuluş Savaşı döneminde ve 1960’larda güçlenmesinin başka bir açıklaması olamaz. Dünyadan da bir dizi örnek vermek mümkündür.

BUGÜNDEN GELECEĞE

Yukarıdakiler bugünü ve geleceği anlamak, yol haritasını nasıl belirlememiz gerektiğini bulmak üzere yazıldı.

Şimdi bu noktayı biraz daha derinleştirmeye çalışalım.

1. Egemen sınıfın ideolojisi, evet, her dönem toplumdaki egemen ideolojidir. Öte yandan, dünyada ve Türkiye’de belli dönemlerde, egemen sınıfın ideolojik üstünlüğü, işçi sınıfının ideolojik mücadelede çok geri mevzilerde tutunmasına neden olacak denli baskındır. Faşizmin ya da neoliberalizmin yükseldiği dönemler çok belirgin iki örnek olarak gösterilebilir. Bu iki dönemde de sermaye sınıfı temsilcilerinin politik kazanımları, ideolojik baskınlığının önünü açmış; politik başarısızlıkları, yenilgileri veya zafiyetleri de bu baskınlığın seyrelmesine, sermaye sınıfının ideolojik mevzilerinin gerilemesine neden olmuştur. Şu anda egemen sermaye sınıfının; sınıfı baskılayacak, hareketsiz bırakacak ölçüde bir politik başarı ve ideolojik üstünlük içerisinde olmadığını söyleyebiliriz. Sermaye sınıfı küresel ölçekte, bir ideolojik salgı yayamamakta, toplumları ve işçi sınıfını ikna edecek bir bütünsellik ortaya koyamamaktadır.

2. Sermaye sınıfı hem Türkiye’de hem de dünyada, iktisadi krizine ve iktisadi krizinin beraberinde getirdiği toplumsal krizi çare bulamamaktadır. Üretimsizlik, emekçilerin karşı karşıya olduğu ağır borç yükleri, güvencesiz çalışan ya da çalışmaya zorlanan geleceksiz kitlelerin dinamizmini dizginleyecek yollar bulunmaya çalışılmaktadır. Bu öyle bir krizdir ki; yoksulları, niteliksiz emeği zaten etkilemekte, ancak sermaye sınıfı açısından esas rahatsız edici yanı, sınıf atlama, yükselme, iş yaşantısında dikey yönde mobilizasyon beklentisi olan görece eğitimli kesimleri arayışa sürüklemektedir.

3. Özellikle ülkemizde ve bölgemizde, yukarıda sayılan faktörlere, sermaye sınıfının uzun yıllar yatırım yaptığı dinci gericiliğin de eklenmesi gerekir. Dinci gericiliğin palazlandırılması, bugün, bir dizi soruna neden olmaktadır. Kontrol edilemez uçlar vermekte, geleceksiz milyonların bağlanacağı bir damar haline gelmekte, bu yönüyle sermaye sınıfının kimi bölmeleri açısından dahi rahatsızlık yaratmaktadır. Öte yandan yukarıda saydığımız arayış içindeki kesimlerin önemli bir bölümü için de karşısında harekete geçilecek, düzeni sorgulamaya neden olan bir olgu olarak ortada durmaktadır.

4. Türkiye’de gerici, üretmeyen yani gücünü üretmekten almayan, zorbalaşan, zenginleşen, emperyalizmin bölge politikalarında görevlendirilen ve daha sonra oluşan boşluklarda dans ederek güçlenen, bu dansı ve karakteri ile bir bütün olarak Türkiye’nin geleceğine dönük bir vaadi olmayan bir sermaye türü ve bunun politik temsilcileri devrededir. Sermaye sınıfının ve politik temsilcilerinin bu türüne karşı yine aynı sınıfın içinden yükselen itirazlar, ne ilericilik ve özgürlük, ne üretkenlik ve kalkınma, ne geleceksizlik ve güvencesizlik, ne de Türkiye’nin geleceği bahsinde ikna edici bir tez ortaya koyabilmektedir.

5. Türkiye’de Haziran, işte bu sıkışmışlığın yarattığı en ciddi patlamalardandır. Bu patlamanın dinamikleri ve yarattığı siyasal-toplumsal tablo, yani bizzat Haziran’ın kendisi; AKP’nin Meclis’teki muhalefetini, örneğin güvencesiz çalışma, taşeronlaşma, kaynakların kullanımı, laiklik, özgürlük gibi başlıklarda daha fazla söz söylemeye itmiştir. Ancak çok yapısal nedenlerle, CHP ve HDP yukarıdaki talepleri karşılayabilecek ve oluşmuş boşluğu doldurabilecek özneler olamazlar. Seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, HAZİRAN’ın taşıdığı dinamikler, onun rasyonalitesi, temsil ettiği değerler ve talepler karşılanmış olmayacaktır.

6. Yukarıda düzenin yaşadığı ideolojik krize değinmiştik. Bu kriz, kimi sol görünümlü aktörler devreye sokularak da aşılmaya çalışılabilir. Bu bakımdan, elbette dikkatli, tedbirli olmak şarttır. Bu yöndeki uyarıların, çizmeye çalıştığımız genel değerlendirmenin bir unsuru olarak görülmesi doğrudur. Dönemin dinamikleri ve yarattığı alanlar söz konusu olduğunda; tedbirlilik vurgusu, politik etkinliği zayıflatıcı bir aşırılık olarak algılanmamalıdır.

7. İdeolojik alanda ve popüler politik söylemde;

- Halkçı, adalet isteyen, dayanışmacı bir tonun ağırlık kazanması;

- Türkiye’nin kaynaklarının kimin çıkarına kullanıldığını sorgulayan, üretimi ve kalkınmayı arayan bir dilin geliştirilmesi;

- Özgürlük ve laiklik yakınlaşmasından korkmayan, bu alanlarda mücadele eden, mücadele eden kesimlerle etkileşime giren, onları adalet, eşitlik, emek gibi değerlere yakınlaştıran bir zeminin zorlanması;

- Türkiye’nin, Türkiye’yi bugüne taşıyan ilerici değerlerin kavgasının verilmesi, bağımsız ve kardeşçe yaşanan bir Türkiye özleminin temsilciliğinin üstlenilmesi gerekmektedir.

8. Liberal, ulusalcı, devrimci demokrat, şu bu sol, bu bütünlüğün ancak kimi bölmeleri üzerine söz söyleyebilme ehliyetine sahiptir. Bu durum, düzenin bıraktığı boşlukla birlikte düşünüldüğünde, sola dönük en ağır saldırının yaşandığı bir dönemden geçtiğimiz tezinin, objektif olarak solu iktidardan ve ideolojik-politik güçten uzaklaştırmaya hizmet ettiği unutulmamalıdır.  



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Seçimi kazanayım derken… umut 0 2437 21.01.2014- 17:33
Konu Klasör ‘Paraları sıfırla’ derken Türk parasını kastetmiş munzur 0 2596 11.02.2015- 20:54
Konu Klasör Bayık roportajı: Yanlış yaptık derken yanlışa devam melnur 0 3692 02.09.2013- 17:53
Konu Klasör Yılmaz Güney: Sorumluluk, mücadele ve Umut melnur 8 3303 10.09.2023- 20:24
Konu Klasör "Hileli seçim sistemine karşı ortak mücadele!" melnur 1 1155 01.04.2022- 01:13
Etiketler   İdeolojik,   mücadele,   derken.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS