SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Sait Faik, yazmasam deli olacaktım           (gösterim sayısı: 4.673)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 02.05.2015- 17:01


Yazmasam deli olacaktım- B. Sadık Albayrak


“Yazmasam deli olacaktım”; Sait Faik’in bu sözünü hepimiz biliriz de, hangi öyküsünde, neyi anlatmak için yazdığını çoğumuz bilmeyiz. Bağlamından kopartılmış bu söz pek hoşumuza gider. Bir yazarın işi yazmak olduğuna göre, yazmasa deli olması, işini tutkuyla yapan bir yazar için en olağan söz olsa gerektir deyip geçeriz. Bana öyle geliyor ki “yazmasam deli olacaktım” sözü bir yazarlık tavrının açıklayıcısıdır. Öyle herhangi bir yazıcının değil, insanı iyi ve kötü yanlarıyla bilen, iyiye doğru yol almasından sevinç duyan, kötüye saplandıkça derin bir üzüntüye kapılan, iyiliğin ve güzelliğin toplumsal ilişkiler içinde doğduğunu ve geliştiğini bildiği için, her yazdığında bu ilişkilerin iyiliği ve güzelliği geliştirecek yönde değişmesi gerektiğini vurgulayan bir yazarın yazarlık tutumunun anlatımıdır.

Yazı yazmak hırsı

Sait Faik’in bu tümcesi, “Haritada Bir Nokta” öyküsünün son tümcesidir. Öykünün son bölümcesi, şöyledir: “Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” (Sait Faik, Son Kuşlar, s. 51, Varlık Yayınları, 1956, İstanbul)

Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” arıyordu; herkesin birbirine sevgi ve saygı duyduğu, kardeşçe, arkadaşça, dostça ilişkiler içinde yaşadığı, yardımlaşma ve dayanışmanın yaşamın olağan niteliği olduğu bir ada düşü kuruyordu. Bu adada yazar, namuslu insanlar arasında yaşamanın dinginliğiyle yazı yazmaya bile gerek duymayacaktı. “Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi?” Demek ki, Sait Faik’in yaşadığı toplumda, yazı yazmak, öteki insanlardan ayrıcalık ve üstünlük kazanmak için girişilen hırs dolu bir etkinlikti. Öykünün ortalarında bunun açıklamasını buluruz: “Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusunu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvafakiyetler, şöhretler düşünmeden, ‘Düşünürsem Allah canımı alsın!’ düşüncesile yeniden bulabilirsem kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım.” (s. 49) Yazar için insanların kardeşçe yaşamayı becerdikleri bu ütopya adasında artık yazı yazmak gereksizdir. Hiçbir ayrıcalık düşünmeden, en insani itkilerle bile olsa, yazarak, yaşamın sıradan ve olağan akışının dışına çıkmak ona doğru bir iş olarak görünmez. Öykünün sonunda, yazara, “yazmasam deli olacaktım” dedirten gerçek, bu kararın yıkılışıyla daha da sarsıcı olmaktadır. Ne olmuştur da, yazı yazma isteğine “kötü huy” diyecek ölçüde, ondan uzaklaşmaya karar veren yazar, “yazmasam deli olacaktım” demiştir?

Yazarın düşledikleriyle gerçek arasındaki uçurumu ortaya koymak için yazıdan başka aracı yoktur. Düşlediklerini gerçeğe dönüştürmek için de yazı bir gereklilik olarak karşımıza çıkar. İnsanı iyi ve doğruya yöneltmek için eğitim işe yarıyorsa, yazısız bir eğitim olamayacağına göre, yazarın ve yazının insanın toplumsal niteliğinin temel geliştiricileri olduğu söylenebilir.

Sait Faik’in dostluk ve dayanışma adası

Sait Faik’in benöyküsel anlatımla yazdığı öyküdeki yazarın ondan başkası olduğunu hiç düşünmeyiz. Öyküyü onun yaşama ve yazarlığa ilişkin görüşlerinin bir açıklaması olarak okuruz. Yaşamının olgunluk çağında bu adaya inmişti, biran ütopyasını bulduğunu düşünmüştü. Adalılardan biri gibi yaşayamasa da onların arasına karışmıştı. Arkasından dedikodular eksik olmuyordu. Yoksul ve namuslu insanların adasında, düşünü kurduğu kardeşçe ilişkilerin yaşanmadığının belirtilerine bir süre görmezden gelerek direndi. Yazmayı bırakıp onların arasında sıradan bir yaşam sürdürmeyi denedi.

Öykünün başında haritadaki adada bulmayı düşlediklerini şöyle betimler: “Haritada ada görmiyeyim. İçimde dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir. Hemen gözlerimin içine bakan bir köpek, hemen az konuşan, hareketleri ağır, elleri çabuk, abalar giyinmiş bir balıkçı, yırtık bir muşamba kokusule beraber küpeşte tahtaları kararmış, boyası atmış, ağır ve kaba bir sandal, sandalın peşini bırkmayan bir kuş, ağ, balık, pul, sahilde harikulade güzel çocuklar, namuslu kulübeler, kırlangıç ve dülger balığı haşlaması, kereviz kokusu, buğusu tüten kara bir tencere, ufukları dar sisli bir deniz…” (s. 46) Bu düşsel ada, tam bir ütopya adasıdır. Haritadaki noktadan yazarın imgeleminde yaşamın bütün zenginliğiyle yaşandığı bir yere doğru büyür, gelişir, yazarın yaşam felsefesinin ışıklarıyla canlanır.

Sait Faik şöyle devam eder: “Orada, dört tarafı su ile çevrili yerde insanların büyük, sağlam dostluklar, sağlam adaleler, namuslu günler ve gecelerle birbirlerine sokulmalarını, yardımlaşmalarını buyuran rüzgârlar, fırtınalar, deniz canavarları, kayaları günlerce, haftalarca döğen dalgalarla ancak tabiatın buyurduğu şekilde yaşanabileceğini, sıkı ve sağlam adalelerin çelimsizlere yardım için, keskin aklın daha kör, daha mülayim, daha gürültüsüz ve yavaş akla, hatta akılsıza arkadaşlık için verildiğini, çorbanın çorbasızlarla taksim edilmek için mis gibi koktuğunu öğreten, belki de öğretmeden öyle iyi, öyle mübarek anadan doğulduğunu hayal ettiren bir düşünce ile haritalardaki maviliğin ortasında, kocaman kıtaların kenarındaki büyük denizlerin bir tarafına kondurulmuş adalara bakar kurar dururdum” (s. 46-47) Sonunda, düşlediklerini yaşayabileceğini umduğu bir adaya çıkmıştır.

Pay meselesi

Yazarın düşledikleriyle gerçek arasındaki uçurumu ortaya koymak için yazıdan başka aracı yoktur. Düşlediklerini gerçeğe dönüştürmek için de yazı bir gereklilik olarak karşımıza çıkar. İnsanı iyi ve doğruya yöneltmek için eğitim işe yarıyorsa, yazısız bir eğitim olamayacağına göre, yazarın ve yazının insanın toplumsal niteliğinin temel geliştiricileri olduğu söylenebilir. Sait Faik, düşlerini insanların analarından iyi ve doğru doğabilecekleri günlere doğru geliştirse de gerçekte, bunların öğretilebileceğini, eğitimle geliştirileceğini düşünür.

Haritadaki noktadan çıkarak yazarın imgeleminde canlanan ada ile, büyükşehrin insanı alçaltan birçok ilişkisi ve yaşam sahnelerine katlandıktan sonra orta yaşında çıktığı gerçek ada arasında çok az benzerlik vardır. Yazar başlangıçta bunları eksiklikler, küçük kötülükler, katlanılabilir çirkinlikler olarak görmeye çalışır. “Onların arasına seyirci sıfatile sessizce karışarak oldukça mes’ut yaşadım. Şehre bile inmiyordum.” diye yazar. Ama nereye kadar sürdürebilir bunu. “Yalnız pay meselesinde çirkin hâdiseler geçtiğini işitiyor, onu da duymamazlığa geliyordum.”

“Pay meselesi”, insanlığın ezeli ve belki de ebedi tek sorunu olabilecek paylaşım sorunu, yazarın dayanma sınırlarını yıkacaktır. Bir sabah balıktan dönen teknedeki kaptan ve tayfalar arasında geçen balıkların paylaşım sahnesine tanık olan yazar, gördüğü haksızlık karşısında, kalem kâğıda sarılacaktır. Adaya balık mevsimi olunca gelen ve teknelerde hiçbir ücret almadan, yalnızca dönüşte birkaç balık almak için çalışan adamlardan birine yapılan gaddarlık karşısında yazarın yazmaktan başka çıkış yolu yoktur. Balıklar tayfalar arasında paylaşılmaktadır. “Üçer tane alanlar oldu. Dışardan gelen bir tane versinler diye bekledi. Yüzünde tatlı bir gülümseme ve çalışmaktan doğabilmiş hafif bir kırmızılık vardı. Bu kırmızılık pay dağıtan adamın elinde tek balık kalıncaya kadar adamın yanağında durdu. Sonra birdenbire uçtu. Yüzündeki gülümseme önce tehlikeli bir halde dondu. Sandım ki böyle, bütün ömrünce böyle donuk bir tebessümle kalıverecek adam.” (s. 50) Yalnızca balık vermemekle kalmazlar, adama bir de hakaret ederler. Balıkçı kahvesinden duruma karşı tepki gösteren birini de azarlarlar. Bu sahneyi izleyen yazar, iyi yürekli olduğunu umduğu tayfaların tepki göstermesini, durumu düzeltmesini bekler. Tam tersine, onlar da dışardan gelen adama bir balığı çok görmüşlerdir.

Okumasam deli olacaktım

Bu sahne yazarın düşlerini yerle bir eder. Yardımlaşma, paylaşma, kardeşlik hiçbirinden eser kalmadığını görmüştür. Adam, gözüken vapura doğru, “küçük adımlarla bir şarlo gibi seğirterek” uzaklaşırken yazar kâğıt kalem almaya koşar.

“Yazmasam deli olacaktım” tümcesi bu sahneden doğmuştur. Yazarın toplumsal bir haksızlık karşısında, bunu açıklama, tepkisini gösterme gücünün yoğunluğunu, derinliğini anlatır. Edebiyatımızın Sait Faik türünden büyük yaratıcıları, insanın haksızlıklar, çirkinlikler, kötülükler karşısında ezilmesinin kader olmadığını, bunun değişebileceğini göstermek için yazmışlardır. Belki de en büyük korkuları bunu yazamamak, insanlara gösterememekti.

Bugünlerde, Sait Faik’in adasına giderken, yanınızda “Haritada Bir Nokta” öyküsünü de götürün. “Pay meselesi”nin hiç olmadığı kadar toplumu ve insanı çürüttüğü bu koşullarda, “yazmasam deli olacaktım” diyen yazarlara o kadar çok ihtiyacımız var ki. “Okumasam deli olacaktım” diyen insanlara onlardan da çok ihtiyacımız var. İnsani bir toplumu kuracak bilinç ve kararlılığa her şeyden önce okur yazarlık kapısından girilir çünkü.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 07.11.2017- 18:04


Sait Faik'i severim. Bana göre Sabahattin Ali ile birlikte Türk hikayeciliğinin en önemli iki ustasından biridir. Canım öyle ister, tekrar tekrar okuduğum olur. Özellikle altını çizdiğim paragraflar...Nerede, ne zaman altı çizilmiş satırlar bunlar? '' Yalnızlık dünyayı doldurmuş'' diye başlıyor biri. Bir başkası ''Panço ne zaman dönmüş Alemdağ'ından...' diyor veya ''Omonya meyhanelerinde akşam oluyor...'' Ama nedense ve ille ''seni düşünüyorum'' demesi. ''Pançho'' diye seslenmesi. Öyle. Özellikle son hikayelerinde bir gerçeküstücülük vardır ve Pançho hiç umulmadık anlarda birdenbire çıkıverir karşımıza. Sait Faik yalnızdır ama dert de etmez ( yoksa eder mi?);   ona göre bütün insanlar yalnızdır; ''yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek''tir.

Severim Sait Faik'i; O'nda, anlattıklarında, kendimden çok şey bulduğumdan belki de...

Belki de...

Uzatmayayım, pek çok hikayesi bir başkadır benim için ama, Sarnıç da bir başkadır. Hatta ve nedense SARNIÇ'ın son paragrafı:

'' Şimdi uzun boylu, ipince bir İstanbul kızını boş bir odadan, yağan kara bakarak, hatırlıyor; kimseye anlatmayacağım, gizli, egoist bir hayatı yeniden yaşayarak saç sobaya bir-iki odun daha atıyor, kurumuş hatıralar sarnıcına gizli, bilinmez bir membadan akan şarıl şarıl su sesleri duyuyorum. Bu son hatıralarla sonuna kadar idareye çalışıyorum.''





Bu ileti en son melnur tarafından 12.11.2017- 21:12 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 18.11.2018- 03:37


112’nci yaşında Sait Faik’in dünyasına bakış

İyi bir Sait Faik okuyucusu olup da insana, hayvana, doğaya zarar vermek; yaşanılan anın ne kadar özel olduğunu hissetmemek mümkün olmaktan çıkar.

Rojda Bakan


Türk Edebiyatı’nda çağdaş hikâyeciliğin kilometre taşlarından Sait Faik Abasıyanık’ı, 112. yaş günü vesilesiyle, onu daha yakından tanıyacağımız bir yazıyla analım istedik. Kuşkusuz bu yazının Sait Faik’i anlatmak için kısıtlı olacağı aşikâr. Nitekim Sait Faik, derya deniz. Bu nedenle, bu anma yazısında yalnızca hikâye değil, şiir ve roman yazarı da olan Sait Faik’in kişiliğini, şairliğini, hikâyeciliğini ve hikâyelerinde öne çıkan unsurları yakından incelemeye çalışacağız.

(...)

SAİT FAİK’İN ŞAİRLİĞİ, HİK YECİLİĞİ VE ROMANCILIĞI

Pek çok yazarın yazma süreci okurları için merak konusudur. Nasıl gözlem yaptıklarını ve olaylara-olgulara nasıl yaklaştıklarını öğrenmek, belki de onlar gibi yazabilmek isteriz. Bu başlıkta da yazarın temel motivasyonlarının ne olduğunu anlamaya çalışıp çoğunlukla hikâyeciliği ile tanınsa da şair ve romancı yönüne de değineceğiz. Çağdaş hikâyeciliğe büyük katkısı olan Sait Faik’in eserlerinde yaşadığı dönemden çokça izler var. Her yazarda vardır kuşkusuz ama ondaki gözlem gücü, dönemin sosyal hayatına da ayna olmuş. Evet iyi bir gözlemci Sait Faik; öyle ki hikayelerini okurken şaşıp kalmamak, nasıl olmuş da okuruna böylesine dokunarak yazmış diye düşünmemek mümkün değil bana kalırsa.

Eserlerinde anlattığı Burgazada yaşamının, İstanbul’un, esnafın, balıkçının adeta fotoğrafını çeker bizlere. Fotoğraf derken yalnızca görüntüden bahsetmiyorum, insanların iç dünyasını görebilmiş, bizlere de göstermiştir. Onun hikâyelerinde Ali, Ahmet, Hikmet isimlerine de rastlayabiliriz, Konstantin, Hrant isimlerine de. Yoksul insanları sevmiş, eserlerinde onların yaşamına yer vermiştir. Bazı eserlerinde toplumsal sorunlara değinmiş olsa da çoğunlukla bireyin toplum içerisindeki sorunlarını; üzüntülerini, sevinçlerini, korkularını ele almıştır. “Yazarın anlık heyecanlarını yansıtan izlenimci ve fovist** ressamların üslubunu anımsatan bir tarzı olduğu söylenir.” (Karahan, 2016: 277)
Öte yandan kendi özgün dilini oluştururken Andre Gide, Comte de Lautreamont, Jean Genet gibi isimlerden etkilendiği, kendisinden sonra gelen Ferit Edgü, Adalet Ağaoğlu, Demir Özlü gibi pek çok yazara da öncülük ettiği düşünülür. Faruk Duman, edebiyat dergisi Notos’ta yer alan “Sait Faik’in Düşünceleri Arasında” adlı yazısında, yazarın hikâye yazma sürecini, “Hikâye yazmak için oturduğum hiç vaki değildir. Hikâye yazmak içimden gelmeli ve sonra oturup yazmalıyım. Hikâyelerimi ekseri herkesin arasında, bir balıkçı kahvesinde ve evimde gece yarısından sonra annem uyurken yazarım” sözleriyle anlattığını aktarıyor. (Notos, Nisan-Mayıs 2014, 40)

Sait Faik’in hikâyeleri dili bakımından şiirsellik taşırken, şiirleri incelendiğinde onların da birer hikâye olma özelliği taşıdığını görüyoruz. Abidin Dino, 7 Haziran 1939 tarihinde çıkan S.E.S. Dergisi’nin ilk sayısında yazar hakkında, “Sait Faik Adalı Abasıyanık’ı tanımakla yeni bir ada keşfetmiş kadar sevinebilirsiniz, Adalı’nın adası dünyadan büyüktür, içinde her şey vardır. Gorki’nin Rus edebiyatına yaptığı hizmeti, Adalı, Türk edebiyatına yapacak. Fakir fukaralar anafordan futbol maçına girer gibi Sait Faik’le beraber kitaplarımıza girdiler, yuria!... Sait Faik için hikâyeci demek onu hapsetmek demektir. Sait Faik romancıdır, piyes muharriridir, her şeydir. Sırasıyla usta bir hokkabaz gibi piyesi ve romanı en ummadığınız yerinden çıkaracaktır. Sait Faik Adalı’ya abayı yaktık vesselam” demiştir. (Notos, Nisan-Mayıs 2014, 43)

Haldun Taner’in, ‘Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil’ eserinde Sait Faik hakkında söyledikleri, yazarı daha iyi tanımamıza ve anlamamıza yardımcı oluyor. “Sait Faik’i Sait Faik yapan, bütün o yüksündüğü özellikleriydi. Aylaklığıydı. Okul kaçkını başıboşluğuydu. Hiçbir ciddi işi ucundan tutamayan gelgeçliğiydi. Sonunda kendini olduğu gibi kabul etti. Dünya’daki, toplumdaki hikâyeci yerini, bilinçle aldı. Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu yaşama batırdı ve yazmaya koyuldu. Disiplinli yazarlar gibi, muntazam çalışmıyordu, yazma işine asılmıyordu. Eserekli yaradılışına uyarak, durup dinlenip, bazen sadece yaşayıp, yazmayı unutarak, yazmaktan ekmek parası beklemeyerek yazıyordu” demiştir. (Abasıyanık, 2013: 138)

(...)

SAİT FAİK ESERLERİNDE ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ

‘Semaver’ öyküsünde, “Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Onda yalnız koku, buhar ve sabah saadeti istihsal edilirdi” pasajıyla, fabrika çalışanı Ali üzerinden patronlara ve sömürüye eleştiri görülmektedir.

‘Semaver’ kitabındaki ‘Birtakım İnsanlar’ öyküsünde, Taksim’de karşılaştığı hamalın, “Ağabey, biz Tophane’deki sabahçı kahvelerinde yatarız. Hepimiz hamal, uşak gibi herifleriz. Ama namusumuzla yaşıyoruz. Ne yapalım? Beş on para kazanırız. Geceleri de kahveciye beş kuruş verir, köşede uyuruz. Ne yapalım? Otellere para mı dayanır? En aşağısı otuz kuruş. Otuz kuruşla iki gün geçimimiz var” demesi, zor çalışma koşulları ve alınan ücret ile ihtiyaç karşılamanın mümkün olmadığı durumlara dair düşünmeye sevk ediyor.

‘Son Kuşlar’ eserindeki ‘Dondurmacının Çırağı’ öyküsü çocuk işçileri merkezine alıyor. Bu öyküde, o çocukların on yedi saat çalışıp beş saat uyumasından hayretle bahseder. Dondurma dükkânı sahibinin yaz sezonunda yoğun çalışıp mükâfatını aldığını, geri kalan zamanlarda “yedi ay sırtüstü yattığını” ifade ediyor. Ancak çırakların durumunu, “Ama İmrozlu çırakların sabahın saat beş buçuğundan gecenin saat birine kadar çalışmalarının onlara ne mükâfat sağladığını size rakamla değil de başka bir şekilde anlatayım:

Çocukların aldığı mükâfat, her hafta papaz efendinin dükkânı tütsüleyip okuduğu dua karşılığının tam yarısıydı” cümleleriyle aktarıyor.

Sait Faik’in genellikle emekçi kesimle bir duygudaşlık içerisinde olduğu, kalburüstü memur kesiminden, tüccarlardan ve işverenlerden hoşlanmadığı, onların emekçi ve yoksullara yönelik tavırlarını eleştirdiği görülür.

https://ilerihaber.org/icerik/112nci-yasinda-sait-faikin-dunyasina-bakis-91657.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.11.2018- 02:52


Uzatmayayım, pek çok hikayesi bir başkadır benim için ama, Sarnıç da bir başkadır. Hatta ve nedense SARNIÇ'ın son paragrafı:

'' Şimdi uzun boylu, ipince bir İstanbul kızını boş bir odadan, yağan kara bakarak, hatırlıyor; kimseye anlatmayacağım, gizli, egoist bir hayatı yeniden yaşayarak saç sobaya bir-iki odun daha atıyor, kurumuş hatıralar sarnıcına gizli, bilinmez bir membadan akan şarıl şarıl su sesleri duyuyorum. Bu son hatıralarla sonuna kadar idareye çalışıyorum.''
diye yazmışım.

Bak şimdi!

Gecenin bu saatinde üstelik!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.05.2020- 02:40


Benden hikâyesi...- Nurduran Duman

Sait Faik 66 yIl Önce aramızdan ayrılmıştı. Hikâyeci-lerimizin en özlü, en büyüğü kabul edilen Sait Faik Abasıyanık, güncelliğini hâlâ koruyan yazınıyla okurlarının ilgisini çekmeyi ve çağdaş olmayı sürdürüyor.

Resim Ekleme

“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.” Böyle der Sait Faik Abasıyanık “Son Kuşlar (Varlık -378- 1 Ocak 1952)” adlı öyküsünde. Büyük yazarlık geleceğin nasıl geldiğini de görebilmektir, değil mi?.. Zaten hep görmüştür Sait Faik, en ince olanı, en kaba olanı, günlük hayattan bakmaya değer bulunmaz insanı, doğadaki yabani, zarif onsuz akışkanlığı...   Israrla göstermiştir insanın, yerin yüzündeki hayatın her katmanındaki olagelenin olanın olagideceğin görülmeye değerliğini. Çünkü “sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey” ve “burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor”...

Atatürk ile buluşan yazar
Dil devrimimize özen gösteren yazarlarımızdan biri olmanın yanı sıra kendisinden önce sadece Mustafa Kemal Atatürk’e verilmiş “Mark Twain Derneği onur üyeliği (1953)” ödülüyle de Atatürk’le buluşan yazarımızdır. Reşat Nuri Güntekin, “Sait Türkçeyi en iyi yazanlardan biri idi. Fakat bu kâfi değildir; onun içine konacak şeyleri de bulmak lazımdır” derken okur da tanık olur ve ayrıca hâkim olmadığımız alanlardan ne çok sözcük ekler dimağımıza. Poyraz, yıldız poyraz, maestro, dıramudana, gündoğusu, batı karayel, karayel... ya da bir dolu balık adı mesela.   Deneyimlemenize ömrünüzün yetmeyeceği ne çok duygu, yaşantı parçası kotarır da dünya yolculuğumuzla karar. Bir tanedir Sait Faik, “kökü kendisinde yazar”.

Satır aralarında eşsiz yalnızlığını, entelektüel birikimini de yansıtır, kahramanlarının ağzından türküsünü de çığırır ya da “türkü tutturur, türkü düzer, türkü çağırır, şarkı söyler, şarkı mırıldanır, urumeli havası tutturur, memleket havası söyler, Anadolu havası söyler, külhanbeyi havası tutturur” ya da “ ‘Cigaramın dumanı, yoktur yârin imanı. Altından köşk yaptırdım, gümüşten merdivanı’ türküsünü bağıra bağıra söyleyerek uzaklaşır.”

En özlüsü, en ustası...
Ardından ise ne çok şey söylenir, söylenmektedir, söylerler. “Bugünkü Türk hikâyesinin, Türk romanının gerçekçi olduğunu söyleyip öğünüyorlar. Hayatı, çevreyi olduğu gibi anlatmak gerekmiş. Nesnel (objektif) bir anlatı... Bir de Sait Faik’i düşünsünler. Hepsi de söylüyorlar: Sait Faik bugünkü hikâyecilerimizin en özlüsü, en ustası, en büyüğü. Onda var mı istedikleri gerçekçilik? Bu adam Burgazadası’nda oturmuş, düşleri, anıları karışıyor birbirine; çocukluk, gençlik, yaşlılık yılları karışıyor birbirine, öyle yerler oluyor, anlatılan kişilerle anlatan kişileri seçemiyorsunuz birbirinden. Sait Faik bütün kişileri, her şeyi içten, kendi içinden anlatıyor da onun için. Gerçekçilik arkasından koştuğu yok. Az bulunur onun kadar öznelci yazar. Bir doğru var onda: Kendi doğrusu, kendi içindeki doğrusu” diyen Nurullah Ataç gibi.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/benden-hikayesi-1738467



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.05.2020- 09:51


‘Yazmasam deli olacaktım’ ya da Sait Faik’i anarken...- Zeynep Oral

Resim Ekleme

“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. (...) Yazmasam deli olacaktım.”

Yukarıdaki satırlar, 66 yıl önce 11 Mayıs’ta yitirdiğimiz öykü ustası, ustaların ustası Sait Faik Abasıyanık’ın çok sevdiğim “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünden... Çağdaşımız Sait Faik bugün yazıyor olsaydı diyorum...

Bugün yazsaydı

Eğer Sait Faik bugün yazıyor olsaydı, evlere kapatılan 65 yaş üstündekilerin, 20 yaş altındakilerin yalnızlığını yazardı belki de...

“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” (Alemdağ’da Var Bir Yılan)

En çok ayrımcılığı, kışkırtmacaları, asarım keserim, yok ederim tehditlerini ve bunun temelindeki sevgisizliği yazardı yine de... İnsana karşı sevgisizliği... Doğaya karşı sevgisizliği...

“Birbirine yabancı insanlarla dolu koca şehirlerden” söz ederdi... “Sevişmeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbiri içine giren şehirler yapmışlar” diye sorardı...

İnsanları havlayan, köpekleri konuşan kentlerden dem vurur, evleri güneşe sırtını çevirmiş, sokakları dar, esnafı gaddar, zengini lakayt, yaldızlı karyolalarda çift yatanların bile yalnız olduğu o şehirleri anlatırdı bize...

Bir ‘hişt’ sesi

Oysa bir “hişt” sesi, insanı da, doğayı da kucaklamaya yeterdi...

“Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları. Hişt hişt! Hişt hişt! Hişt hişt!”

Eğer Sait Faik bugün yazıyor olsaydı, içinde yaşadığımız hukuksuzluğu, adaletsizliği yazardı hiç kuşkusuz... Bir de vicdansızlığı...

Baştaki o alıntıdaki gibi: O öykünün hem anlatıcısı hem de kahramanlarından biridir Sait Faik. Öyküde, daha önce yazmama kararı almıştır.

“Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; (...) kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.”

Balıkçılar arasında tanık olduğu bir “kötülük” (öyküde, birine yapılan haksızlık) onu bu karardan geri döndürecektir... Kötülük her yerde olabilir (haritanın her noktasında). Yazmak belki kötülüğü önlemez ama yine de... Yine de...

İşte, kötülük, ahlaksızlık ve vicdansızlık, “yazmasam deli olacaktım” dedirtir yazara!

‘Kriz’

Ahlak sorunlarıyla, vicdan sorularıyla ne zaman karşılaşsam Sait Faik’in çok sevdiğim “Kriz” öyküsü gelir, yerleşir içime.

Öykü özetle şöyle:

Paris’te, Louvre Müzesi yanmaktadır. Bir adam kendini alevlerin arasına atar, La Jakond tablosunun bulunduğu odaya koşar. Tam tabloyu kurtaracak, karşısında küçük bir zenci çocuk görür. Ya tabloyu kurtaracaktır ya da çocuğu...

Meyhane sofrasında Necmi sorar: “Sizce hangisini kurtarmalı?”

Masadakilerin çoğu “La Jacond’u” der. Ve akla gelecek her nedeni sıralarlar...

İçlerinden biri, “Çocuğu” der... Çünkü o gelecektir, belki nice La Jacond’lar yaratacaktır...

Bir başkası, “Çocuğu” der ve ekler “Sadece insan olduğu için...”

Kamu vicdanını, sadece ve sadece insan olduğumuz için kollamamız gerekir. Çocuklarımızı da, gençlerimizi de...

Onlar geleceğimiz olduğu için...

Bari onların adalet duygusunu yok etmeyelim.

Bir insanı sevmekle yazmaya başlayan Sait Faik’in yüreği, toplumu kucaklamaktan, toplumuyla soluk alıp vermekten hiç yorulmadı. Ne dün ne de bugün...

Şimdi yeniden ve yeniden Sait Faik öykülerini okuma zamanıdır...

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zeynep-oral/yazmasam-deli-olacaktim-ya-da-sait-faiki-anarken-1738711




Bu ileti en son melnur tarafından 17.05.2020- 09:53 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 22.03.2022- 02:30


‘Hişt Hişt’: Sait Faik Kime Sesleniyor? - Zeynep Dağı

Resim Ekleme
Ortaokulda ismi de garip gelen bir öyküsünü okumuştuk sınıfta, ‘Hişt Hişt’. Çok sade bir öyküydü; bize ne yapacağımızı, neye inanacağımızı, kimle kavga edeceğimizi söylemiyordu. O dönem politize kitaplara merak sarmama rağmen, tuhaf bir şekilde sevmiştim öyküyü. İnsana dokunan, içine işleyen bir hoşluğu vardı. Daha sonraları da girdi yaşamıma bu öykü. Yıllanmış bir şaraba döndü zaman içinde tadı ve anlamı. Okuduğum o politize romanlar, öyküler konu ve kurgularıyla adeta tarihin dışında kalırken Faik’in doğaya ses verdiği ‘hişt hişt’ öyküsü giderek daha da güncel bir değer kazandı. Küresel ısınma, iklim değişikliği, ardından pandemi hepimize bir kez daha ‘doğayı’ hatırlattı, sadeliği öğretti.

İçinde nefes aldığımız, yaşadığımız doğa bizim anamızdı, onun kucağına doğmuştuk. Doğa, ana sütü kadar helaldi; bizimdi, bize aitti. O bizim anamızsa, kahrımızı da çekerdi elbet. Geçmişten günümüze bize tahammül etti. Biz ona umarsızca zarar verirken, o kendi yaralarını sarmaya çalıştı. Biz onu acımasız bir şekilde kirlettikçe, o kendini temizlemeye çalıştı. Ama artık işin rengi değişti, artık ne yaralarını sarabiliyor ne de kendini temizleyebiliyor. Doğa kaç kez çilesini haykırsa da görmezden, duymazdan gelindi. Sait Faik ta o yıllarda ‘hişt hişt’le bize doğayı dinlememizi salık verdi o ince zarafetiyle. Evden dışarı çıktığımızda karşılaştığımız sokağı, ağacı, kediyi, köpeği, çimleri, karıncaları, gökyüzünü kuşları, denizi, balıkları anlattı en basit haliyle. Çimlere uzan, kapat gözlerini doğanın sesine kulak ver, toprağa karış, toprak olmadan.

Edebiyat: İç ihtilalin Dışa Vurumu

Sait Faik1906’da Adapazarı’nda varlıklı bir aileye doğar. İlköğrenimi Adapazarı’nda yabancı dilde eğitim yapan bir kolejde tamamlar. O yıllarını ‘haşarı bir burjuva çocuğu’ olarak niteler sonraları. Faik’in, anne babasının o küçükken boşanması, 1920’de Yunan işgali sonrası taşınmaları eğitim hayatını aksatır. Bursa’da liseyi bitirdikten sonra İstanbul’da Edebiyat Fakültesi’ne devam eder, bitiremez. Tüccar babası oğlunun da kendisi gibi iş adamı olmasını ister. Onu Fransa’ya iktisat okumaya gönderir, yine olmaz. Orada da Edebiyat Fakültesi’ne devam eder. Tüm bu tamamlanmamışlıkla İstanbul’a döner tekrar.

İş adamı olması yönündeki baskılar, annesinin yoğun ilgisine karşı babasının ilgisizliği, ayrıca öykülerinin o dönem edebiyat çevrelerince anlaşılamaması yazarın duygusal yaşamını derinden etkiler. Varlıklı olmasına rağmen ‘sıradan’ yaşama inadı tuhaf bir iç çatışma ve yalnızlığa iter onu. Özel yaşamı, eğitim ve yazın hayatındaki aksamalar uyum sorunlarını derinleştirir. Doğa ve yazı tutkusu onu hayata bağlar ve yalnızlığına yoldaş olur. Faik için edebiyat tutkusu bir hevesten çok kendi iç ihtilâlinin patlamasıdır, yazarak kendini iyileştirir.

Lüzumsuz Adam

Yazın hayatı da eğitim hayatı gibi aksamalarla doludur. İlk öykülerini Bursa’da lisede kaleme alır, sonrasında öyküleri pek çok dergide yayınlanır. Ancak onları kitaplaştırmakta zorlanır başlarda. İlk öykü kitabı ‘Semaver’i, Medarı Maişet Motoru adlı romanını kendi maddi imkanları ile yayınlatabilir örneğin. ‘Çelme’ öyküsü ‘halkı askerlikten soğutmakla’ suçlanır, Medarı Maişet Motoru ise Bakanlar Kurulu kararı ile toplatılır. Yazma hevesinin kırıldığı bu süreçlerde çoğu kez balığa çıkar, aylak gezer, Beyoğlu’nda kalır, sıkıldığında ise adaya annesinin yanına döner. Bu kırgınlık döneminin izleri 1948’de yayınlanan Lüzumsuz Adam kitabında görülür.

‘Lüzumsuz Adam’ kitabının ismi de kışkırtıcıdır, şişkin egolara acımasızca tutulan bir ayna gibidir. İshak Alaton da ‘Lüzumlu Adam’ ve ‘Lüzumsuz Adam’ ismiyle iki ciltten oluşan otobiyografini yayınlamıştı. Alaton’a bu isimlerin nedenini sorduğumda, ‘mezarlar kendini lüzumlu adam olarak görenlerle dolu’ demişti müstehzi bir şekilde.

Küçük Şeyler

Sait Faik 1940 ve 1950 lerde güçlenen toplumcu edebiyatın gölgesinde kalır. Doğayı, canlıları, bireyi ve bireyin iç dünyasını ele alması o dönem için radikal bir ayrışmadır. Toprak ağası ile marabalar, burjuvazi ile proletarya arasındaki sömürü ilişkisini ele almak, okuyucuyu bilinçlendirmek daha önceliklidir romanlarda, öykülerde şiirlerde. İnsanın insana kul olmadığı bir söylem elbet hala önemli, hem de çok. Yok edin diyordu şair insanın insana kulluğunu, ‘bu cennet ve cehennem bizim’. Ama kimse insanın doğayı acımasızca sömürüsünden söz etmiyordu. Bu konuya dikkat çekenlerin sesi duyulmadığı gibi farklı söylemleri nedeniyle de aşağılanıyorlardı üstelik.

Sait Faik’in işi zordu; büyük büyük davalar yerine ‘küçük şeyleri,’ karıncaları, denizi, balıkları anlatıyordu. Boyacılar, manavlar, sandalcılar, Rumlar, Ermeniler, hamallar, helvacılar, çingeneler, kahveciler, meyhaneciler yani yediden yetmişe yetmiş iki buçuk millet sahne alıyordu yazılarında. Faik’in öykülerinde şehirler de dile gelir, insanların istekleri, tasaları, korkuları ve sevinçleri de. İddiasız, kendi yaşamı gibi abartıdan, şatafattan uzak basit ve yalın anlatım öne çıkar.

Oysa Doğu toplumlarında sadelik, yalınlık pek anlaşılmaz, hatta hoşlanılmaz. Giyimde, kuşamda, kullanılan araçlarda, yazılarda, konuşmalarda basit ve yalın olmak sınıfsal bir düşüş gibi görülür. Şatafat bizim toplumların dışa vuran geleneksel tarzıdır. Faik’in yaşamından ve yazılarından dışa yansıyan ise sadece sadeliktir. O nedenle de edebiyat dünyasında önemi geç anlaşılır.

Resim Ekleme

Faik’i en iyi anlatan fotoğraf karelerinden biridir bu. Fotoğraftan kesin hatları ile hatırlayacağınız bir yüz kalmaz kafanızda; geriye kalan imgelem teknede denizle bütünleşmiş sade bir gülümseyiş, basit şapka, pantolon ve köpeği. Annesi, ‘şatafattan nefret ederdi, ailevi durumu iyi olmasına rağmen, ekseriya başına bir kasket ayağına bir pantolon geçirerek balıkçı arkadaşlarıyla gününü geçirirdi’ der.

Oysa öykülerinde anlattığı sıradan insanlardan değildir. Varlıklı bir aileden gelse de onu inkâr edercesine sıradan hayatın içinde var olmaya çalışır. Aslında Burgazada’sında köşkte yaşayan Faik için sıradanlık bir tür başkaldırı gibidir kendine, kendi çelişkilerine ve ailesine.

Sadece günlük hayatta değil, yazın hayatında da zordur basit ve yalın olmak. Osmanlı’nın ardından Cumhuriyet edebiyatının da ilk dönemlerindeki aruz, hece ölçülü ağdalı şiirlerden sonra, yalınlığa alışmak kolay olmamıştır edebiyat çevreleri ve sıradan okuyucular için.

Orhan Veli şiire Sait Faik de hikâyeye sadeliği getirir. Orhan Veli’nin ‘Garip’ akımı başlatması gibi, Faik de öyküde şiirde gariptir, garip karşılanır. ‘Küçük adamları’ ‘doğa’yı edebiyatımıza ilk getiren o olmadıysa bile, güçlü bir akım haline getiren Faik olur.

‘Sen İstanbul’dasın diye memnun ağaçlar
Sen varsın diye insanlar iyi
Böcekler yeşil yeşil
Karıncalar sevimli
Çiçekler burcu burcu
Kime söyleyebilirim senden başka
Denizin mavisini’

Burgazada: Ayaklar Dümende Eller Kalemde


Özdemir Asaf’ın deyimiyle Tanrı’nın keten astarlı haritasında dünyanın iki önemli başkenti vardır; İstanbul ve Paris. Faik, bu keten astarlı haritanın başkentinden biri olan İstanbul’da üstelik de Burgaz Adası’nda yaşar. Adalar ve adalı yaşam bir başka akar. Daha uzak, daha yalnız, daha soylu ve daha kendine has. Faik de bir adalı olarak barındırır kendinde tüm bu vasıfları.

Adalara ilk gittiğimde cennete ışınlandığımı hissetmiştim, böyle bir güzelliğin karşısında nefesimin kesildiğini hatırlarım. Adada yaşayıp da şair olamamak bir sorun olsa gerek. Doğa bu güzellikleri bahşedince insana da yazmak düşer galiba bir kâtip gibi.

Ömrünün çoğunu Burgazadası’nda geçiren Faik için denizle, balıkla, kuşla, toprakla bütünleşmek kadar doğal bir şey yoktur. ‘Hişt, Hişt’ öyküsünde olduğu gibi Faik denilince insanın aklına ilk gelen şeylerden birinin doğa, doğanın sesi, canlılar olması normaldir.

O, La Fontaine’nden farklı olarak sadece hayvanları değil, tüm doğayı konuşturur:

‘Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin!.. Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları…

-Hişt hişt!
-Hişt hişt!’


Faik yalnızlığını her an toprağa, denize karışarak, onlarla harmanlanarak bertaraf eder. Değişik lakaplarla anılsa da ‘anadan doğma çevreci’ lakabı ona en çok uyandır. Faik bir gün Ada’dan bir balıkçıyla denize açılır ve bir karagöz balığı yakalar. Balığı oltadan çıkarır, bakar çok küçük, öpüp denize bırakır. Balıkçı neden böyle yaptığını sorunca ‘Bak, artık denizde benim öptüğüm bir balık dolaşıyor’ der.

Faik doğaya kulak veren biri olarak, değişimi görür ve sancısını da hisseder. Çevre konularının gündemde olmadığı o günlerde gelecek nesiller adına duyduğu kaygılar onun sadece bir yazın adamı olmayıp, vizyoner bir insan olduğunu da gösterir:

‘Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikayesi’.

Faik, ‘hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin’ der. Gerçekten de hikayeleri şiir, şiirleri hikayedir aşağıdaki gibi:

‘Yıldızlar asılmıştı ağaçlara. Soğuk kandil kandil sarkıyordu. Yanımda dostların en koyusu, kadehimde sakız rakısı, dilim kekeme, elimde olta, oltanın elinde zoka, sandalda Barba Stanco, küpeştede Sivriada, yıldızlar bağrımda; dümendeyim. Köpek sesleri geliyor dostçasına. Ağaçlar yıldızları, ağaçlar tepeleri, köpek sesleri sabahları getiriyor. Bir balık kokusu içiyorum. Bir Rum evinden midye tavası, bıyıklarımın içinden anason kokusu geliyor.’

Gogol’un Paltosu


Özgün hikayeciyi henüz bizim edebiyat çevresi anlamamışken ‘Mark Twain Derneği’nin 1953’te çağdaş hikayeciliğe katkılarından ötürü Faik’e şeref üyeliği vermesi şaşkınlık yaratır. Faik ‘şimdiden sonra dünya çapında bir hikâyeciyi anmak için kurulmuş bir cemiyete dünyanın dört bucağından kendi halinde hikâyeciler de seçilecek’ diye ‘kendi halinde olabilmenin’ anlaşılmasından, takdir edilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirir.

Hikâye, roman ve şiirlerinin yanı sıra André Gide, Comte de Lautréamont, Jean Genet gibi Fransız yazarların eserlerini de çevirir. Başlangıçta görmezden gelinen Faik’in özgün tarzı ‘biz Gogol’un paltosundan çıktık’ anekdotu gibi zamanla Türk edebiyatında etkili olur. Adalet Ağaoğlu ‘gençlikte beni sırtımdan yazmaya doğru güçlü bir rüzgarla iten, Sait Faik hikâyeleri olmuştu’ der. Geleneksel dili yıkıp yeniden yaratan Faik’in şiirsel dili Ferit Edgü, Demir Özlü, Oktay Akbal gibi yazarların yanı sıra İkinci Yeni şairlerini, Cemal Süreyya’yı da etkiler.

Karıncalar Yoldaşın Olsun

Sevgide dil, din ve millet farkı gözetmeksizin evrenselliği yakalayan Faik için ‘sevmekle başlayacaktır her şey’. Ancak, siroz hastalığı sonrası gelecek umudunun yok olması onu derin bir karamsarlığa iter.   Son dönemlerinde umutsuzluk, boşvermişlik, insan korkusu, kent nefreti öne çıkar. Toplumdan, toplumun baskısından ve ahlâk anlayışından sıkılmış olan Faik değişimin nedenini şöyle açıklar:

‘Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor’.

‘Balıkların Dili’ öyküsünde sürreal bir şekilde, bir balıkla yaptığı sohbeti aktarır. Balık Faik’i aramaktadır, bulamaz onu, tedirgin bir şeklide onu tasvir eder: ‘bakmayın öyle insan suretinde yaratıldığına, sizin suyunuza alışmış bir balıktı o. Bir deniz kızından doğmuştu. Gözlerinden de mi anlamadınız kim olduğunu?… Biraz göz, biraz denizdi gözleri…Elleri liken, saçları yosundu…Bir yüzgeçleri eksikti yanlarında; kalabalıkları hiç sevmez, hep kaçar kaçar adalara gelirdi…’ Balık ağlamaklı bir şekilde ‘ama artık hiç sularımıza uğramıyor nedense’ der. Faik de balığa ‘Ne yazık ki bizim semtimize de uğramıyor artık, küsmüş olmalı’.

Sait Faik Abasıyanık… Sevgiyi yaşamın merkezine koyan bu naif insanın 1954 yılında küs ayrılması aramızdan ne acı.   Bu topraklar sevenini de küstürür maalesef. Doğa ananın koynunda en güzel uykuları hak eden soylu adalı rahat uyu, insanlar incitemez artık seni, karıncalar yoldaşın olsun.

Sait Faik’e


‘Boğazım düğüm düğüm
Çok yordu, kanadım kırıldı
Takatim kalmadı
Taammüden öldürdüler içimdeki Polyanna’yı

Gözüm açık mı gidecek bilmiyorum
Bazen kendi mezarımı kendim kazıyorum….
Kim toprak atacak üstüme
Kim örtecek üstümü
Öylesine sonsuzlukta kıvrılmak istiyorum
Doğanın sesini dinle demişti ablam
Uzaklarda bir köpek uğultusu
                  Kulağımda bir küpe ………

Martin Eden kendini denize bırakmıştı
Balıklar geliyordu sürü sürü
                    Balıklara yem oluyordu bedeni

Benim yorgun bedenim, Sait Faik’e misafir olsun
Uzansın birileri iki seksen çimlere….
Kurtlar kuşlar hoş gelsin sefa gelsin
Beni de katsınlar kendilerine
Helal olsun…..’ (Z.D)

https://www.politikyol.com/hist-hist-sait-faik-kime-sesleniyor/



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sait Faik'in ölüm yıldönümü... melnur 2 3650 12.05.2017- 00:36
Konu Klasör Mahir Çayan: Yaşasaydı 75 yaşında olacaktı. melnur 0 865 15.03.2021- 20:01
Konu Klasör Bu Deli Gerçeği Söylüyor Asın! vurguni 0 2691 03.01.2015- 11:17
Konu Klasör Putin: Kimyasal iddiası deli saçması melnur 0 4400 31.08.2013- 16:39
Konu Klasör Deli Gaffar'dan Kemal Kılıçdaroğlu yazısı munzur 2 4747 12.06.2016- 11:42
Etiketler   Sait,   Faik,   yazmasam,   deli,   olacaktım
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS