SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Tanrı inancı karşısındaki tutumumuz           (gösterim sayısı: 2.962)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
Kaçak
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: Kaçak
Konu Tarihi: 26.08.2015- 10:54


bu konuda kabaca 3 farklı tavır var.

1- teizm, deizm vb. yani tanrı vardır, inanıyorum.

2- ateizm. yani tanrı yoktur, inanmıyorum.

3- agnostisizm. yani tanrı var mı, yok mu, bilinemez.

bu tavırlardan en mantıksız olanı ateizmdir. oysa sol kesimde en çok benimseneni ve en radikal tavır olarak bilineni budur.

neden mantıksız? çünki bir şeyin olmadığını iddia etmek bilime en aykırı tavırdır. iddia sahibine sorarlar, "nereden biliyorsun olmadığını?" diye.

agnostisizm, ateizme göre çok daha bilimsel ve çok daha radikal bir tavır. oysa bizim bilim fakiri ülkemizde ateizmin daha çekimser hâli gibi algılanagelmiştir.

bizde ateizmin radikal bir tavır gibi algılanmasının sebebi, bizde dinin bir dogmalar ve hurafeler yığını olarak topluma ve insan hayatına baskıcı bir karakterle sunulmasına karşı oluşan tepkidir. o baskıya ve o "%99 müslüman" olan çoğunluğa karşı başı dik, alnı açık bir cesaretle "ben inanmıyorum"un adı "ben ateistim" olmuştur.

her düşünen ve sorgulayan insan bir süre ateist olmuştur. çünki kendi fikir devrimini eni sonu yaşamıştır.

neden ateizmin teizm ve agnostisizm içinde en mantıksız yaklaşım olduğunu açıklamaya devam edelim. teizm ve deizm, bir yaratıcıya inanmayı seçmeyi ifade eder. bu inancın kaynağı farklı etkenler olabilir. akıl yürütme sonucu ulaşılmış olabileceği gibi, bireysel iç deneyimler sonucu ulaşılmış bir inanç da olabilir.

agnostisizm ise felsefî derinliği olan bir yaklaşım. bu hâliyle tek tanrılı dinlerin tanrısının bilinemeyeceğini söylüyor.

bizde felsefe olmadığı için, tanrı konusuna yaklaşımla din olgusuna yaklaşım da birbirine karıştırılıyor. ikisi farklı. dinler, toplumların o dönemki ve günümüze kadar olan değişimleriyle harmanlanan ve değişip dönüşen kurumları. günümüze kadar gelen hâli ile ilk çıktığı zamanki hâli çok farklı olabilir.

bizde, bizim solda ve bizim materyalist camiada olgulara, benimsenen görüşü destekleme amaçlı yaklaşıldığı için, görüşle ters düşen olgular ya reddedilir, veya en hafifinden, görmezden gelinir.

benimsenen görüşlerle çelişen olgulardan söz edenler bile zayıflıkla itham edilir, edilmese bile o gözle yaklaşılır.

misal, ruh kavramı da bizde ele alınmaz. reenkarnasyon, astral seyahat gibi konular büyücülere, falcılara, modern zaman astrologlarına bırakılmıştır. oysa eski sscb'de parapsikoloji çok ciddiye alınırdı ve bu konuda ciddi araştırmalar yapılırdı. sadece araştırma da değil, parapsikolojiden çeşitli sorunları çözmede yararlanılırdı da.

dikkat ederseniz, tanrı var mı, yok mu, bu konuda bir söz söylemedim. şimdiye kadar dediklerimden bu konuda bir hüküm çıkmaz. ama bizde öyle bir hüküm çıkaracaklar da çok olur. :)



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ozkanates
[ ozkanates ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 20.08.2015
İleti Sayısı: 112
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ozkanates
Cevap Tarihi: 26.08.2015- 11:30


Neden mistisizm?

Çünkü insan doğarken sevgi, adalet ve birlik duygusuyla birlikte doğar.
Ve kendini tam tersi bir dünyada bulur: Sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık dünyasında.

İçimizden bir grup, çoğunluğun haklı olduğuna karar verir, iç dünyasını iç dünyasına gömer, çoğunluğa katılır.
Sevgisiz, adaletsiz, ayrı olduğundan değil... bunlara karşı kendini savunmak, bunlardan zarar görmemek adına.

Bunlardan bir grup, o çoğunluk olduğunu farkeder. Sevgisizliğe, adeletsizliğe, ayrlığa karşın kendini savunurken, onların kendisi haline geldiğini, onlar olduğunu. Hem kendisiyle hem çoğunlukla mücadeleye girer. Kendini arayış, işte bu meydan okumayla başlar. Kendini henüz bulmadığından, meydan okuduğunun kendisi olduğunu bilmez de, başkalarına, çoğunluğa, topluma meydan okuduğunu sanır. Hep kızgındır, hep eleştirir, yargılar, yerden yere vurur. Çünkü neyi iste-me-diğini artık bilmektedir... sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık.

Bunlardan bir grup sorar: Peki istediğim ne? Doğarken birlikte doğduğum, başlangıçtan itibaren benimle olan sevgi, adalet, birlik duygusu ne? Hayata nasıl geçer? Sevgisizlik, adaletsizlik, ayrılık dünyasında, tam tersi bir duruşta nasıl var olabilirim?

50.000 yıl önce atalar, bu soruları sordular.
50.000 yıldır her kuşak soruyor.
50.000 yıl sonra biz de aynı seçenekleri sorguluyoruz:
- Negativiteye teslim olarak negativite olmak
- Negativiteye negativite ile meydan okuyarak negativite olmak
- Veya sadece "olan"ı olmak... sevgi, adalet, birlik.

Üçüncü şıkka yönelenler, bilgi için etrafa bakındıklarında 3 kaynak görürler:

- Çocuk masalları. Çocuklar, negativiteyle henüz yüzleşmediklerinden, halen oldukları haldedirler. O yüzden onlara yazılan kitaplar, "olan"ı "çocuk" maskesi altından betimler.

- Şiir: Şiir içdünyaya, özlemlere hitap eden, gerçeklikten kopuk, hayatı bağlamayan duygusal söz dizileri olarak tasavvur edilir. Böylece şiir, "olan"dan bahsedebildiği kısmi bir saha elde etmiştir.

- Din/mistisizm: "Olan"dan sınırsızca bahsetme özgürlüğüne sahip tek saha. Bilim ve felsefenin tersine, gözlemlenebilir, ölçülebilir ve tekrarlanabilir kanıtlar sunmak zorunda değil. Savın kendisi, Tanrı, cennet, melek gibi kanıtsızlıklar üzerinden başlar. Kanıt mecburiyeti kalkınca, din/mistisizm "olan" hakkında sınırsızca konuşur. 50.000 yıldır sorulan tüm sorular için yapılan tüm gözlemlerden, ölçümlerden, tekrarlardan elde edilen, biriktirilen tüm cevapları verir. Deneyimlemeden gelen bu bilgilere dayanarak, insan algı ve davranışlarını değiştirebilir ve değiştirir, "olan"a uyumlar, "olan"ı serbest bırakır.

Önceki kuşaklarda sevgi, adalet ve birliğe "teslim olmuş" bireylere işaret eder, onları bir seçenek olarak sunar. Onların sesleri kalbimizde yankı bulduğunda, kendi kalbimizi duymaya başlarız. Duydukça kendi sevgi, adalet ve birlik duygumuzu tanımaya, güvenmeye ve rehber edinmeye başlarız. Gönül kapıları açılır, orada bulduğumuz hazineler, tersine dünyada uğrayacağımız kayıpları ödemeye de yeter, daha güzele olan sonsuz yolculuğu finanse etmeye de.

Din/mistisizm işte bu sebeple bir çekim merkezi olarak kalmaya devam ediyor.
Bilim/teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, öyle kalmaya da devam edecek.
Çünkü içdünyasındaki gerçekliği sezmeye başlayanlara rehberlik edebilecek başka birşey icat edilmedi.
İnsanlara "sevgi, adalet ve birliğe inanın, çünkü onlar sizsiniz" diyebilecek başka birşey yok.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Neden Tanrı'ya inanma ihtiyacı duyarız? melnur 0 1740 06.01.2019- 06:51
Konu Klasör CHP'nin masasındaki anket ortaya çıktı... melnur 0 772 30.05.2022- 08:30
Konu Klasör Hiyo Dağı’ndaki asi çiçek: Bâbek umut 1 4411 04.03.2014- 19:45
Konu Klasör Kürt hareketiyle sosyalistler arasındaki ilişkiler üzerine... melnur 0 304 14.05.2023- 05:23
Konu Klasör Cumhuriyet Devrimi ve onun Türkiye soluna olan etkisi hakkındaki düşüncelerim. vito 8 2615 11.11.2019- 20:46
Etiketler   Tanrı,   inancı,   karşısındaki,   tutumumuz
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS