SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Sermaye sınıfı, siyaset, devlet: Saptamalar           (gösterim sayısı: 3.572)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 29.08.2015- 10:03


Sermaye sınıfı, siyaset, devlet: Saptamalar
Metin Çulhaoğlu

Kendi cumhuriyetini ne kadar kurabildiği ayrı, ama 13 yıllık AKP iktidarının “birinci cumhuriyet” dönemini kapattığı, solda genel kabul gören bir saptamadır. Bu saptama, ağırlıklı olarak, aydınlanmacılık, laiklik, kamuculuk, modernleşme, dış ilişkilerde belirli bir ölçü ve itidal gibi kimi ilke ya da değerlerden yüz geri edilmiş olmasından hareketle yapılmaktadır.

Ancak, bu yazıdaki konumuz bunlar olmayacak.

Bizce AKP aslında hayli “radikal”, ancak üzerinde pek fazla durulmayan bir başka değişimin daha etmeni olmuştur: Egemen sınıf olarak sermaye ile siyaset ve devlet arasındaki özel dengelerle oynamış, zaman zaman sorunlar çıkarsa bile az çok yerleşik sayılabilecek bir düzeneğin kimyasını bozmuştur.

Bunlarla neyi kastettiğimizi birtakım saptamalarla açıklamaya çalışacağız.

Ancak, bundan önce bir not gerekiyor: Saptamaların çıkış noktası, Korkut Boratav’ın son dönemdeki çeşitli yazı ve söyleşilerinin derlendiği “Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP” adlı kitaptır (İmge Yayınları, Ankara Temmuz 2015). Meraklısı için, bu derlemede yer alan önemli kimi yazıların adresini de verelim: “Burjuvazi, 12 Eylül ve AKP” (s. 44-46) ve “Burjuvazinin İki Tarz-ı Siyaseti” (s. 50-56).

“Çıkış noktası” dedik; dolayısıyla yapabildiğimiz saptamalardan Boratav “sorumlu” tutulamaz. Yapılan, Korkut hocanın açtığı konuların biraz daha “dışına çıkma” (digression) denemesidir.

Şimdi saptamalara geçebiliriz.

***

Birinci saptama: Sermaye sınıfı, bir üretim tarzı olarak kapitalizmin kendini yeniden üretmesi bağlamında her kritik dönemeçte devleti gerekli düzenlemelerle yeniden fethetmek durumundadır. Sermaye sınıfı, bu fetih işlemini doğrudan değil siyasal temsilcileri/aktörleri eliyle gerçekleştirir. Yani “vekil” kullanır. Son 13 yılın AKP örneğinde bu “vekil”, sermayenin isteklerini yerine getirmenin çok ötesine geçmiştir.

İkinci saptama: AKP ne kadar ileri gitmiş olursa olsun, yaptıkları, kendisinin sıfırdan başlayıp kotardığı işler sayılamaz. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde neoliberalizm, çoğu kez iddia edildiğinin tersine, siyasetin elini güçlendirir, hareket alanını genişletir ve sermaye sınıfının çeşitli kesimleri üzerindeki doğrudan etkisini artırır. Aslında süreç 24 Ocak 1980’de başlamış, ardından Özal’la daha ileriye taşınmıştır. Ancak, AKP’nin özelliği, süreci Özal döneminden çok daha ötelere taşımanın yanı sıra, Özal pragmatizmine bir de yoğun ideoloji enjeksiyonunu eklemesidir.

Üçüncü saptama: Sermaye sınıfı, kendisiyle devlet arasında siyasetin, siyasetçilerin ve siyasal partilerin yer almasını “demokrasi” gereği kabul etmek zorundadır. Ancak her zaman, siyasetin ve siyasal partilerin/iktidarların dolayımı dışında, devlete doğrudan uzanma rahatlıkları ve kanalları olmasını da ister. AKP iktidarı ise bu doğrudanlığı neredeyse tamamen yok etmiş, kanalları kapatmış, “ne yapılacaksa benimle yapılacak” demiştir. Bu dayatmasını en pratik yoldan gerçekleştirmek için de bir yanda sermayeyi daha fazla kendisi yaparken diğer yanda kendisi devlet olup çıkmıştır.

Dördüncü saptama: AKP bu süreçte sermaye sınıfına zor (tehdit, yok etme, dışlama, vergilendirme vb.) kullandığı gibi onaya da başvurmuştur. AKP onay için sermaye sınıfına üçayaklı bir vizyon sunmuştur: i) AB üyeliği; ii) Orta Doğu’da büyük güç olma ve iii) sermaye sınıfını rahatsız edebilecek kımıldanmalar karşısında kendi özel ideolojik arsenalini (cephaneliğini) devreye sokma… İlk ikisinin vaat ettiği kâr, finansman ve pazar imkânlarıyla üçüncüsünün işaret ettiği pasifikasyon beklentileri, sermaye sınıfının bir dönem gerçekten başını döndürmüştür.

Beşinci saptama: Buraya kadar söylenenler, özellikle üçüncü saptamada işaret edilen durum, tarihsel örneklerden herhangi birine benzesin benzemesin, doğrudan faşizmi çağrıştırmaktadır.

Altıncı saptama: Gelinen bu noktadan sonra sermaye sınıfı-siyaset-devlet ilişkiler ağının yeniden eski düzenine dönmesi mümkün değildir. “Restorasyon” tezinin en azından bu yanı (eğer varsa) tamamen unutulmalıdır. Türkiye’de “bu kadarı da fazla oldu, yeniden eskisine dönelim” niyetini ve kararlılığını, bu doğrultudaki girişimleri de göze alacak ölçüde taşıyan hiçbir sermaye kesimi yoktur. Bir gün AKP giderse önce “iyi oldu”, sonra da “ama bize yeni bir AKP lazım” diyeceklerinden kimse kuşku duymamalıdır. Nedeni de, kazandıklarının, şikâyetlerine göre çok daha büyük ağırlık taşımasıdır. Dikkat edilsin: İdeologlarından, organik aydınlarından vb. değil sermaye sınıfının bizatihi kendisinden söz ediyoruz…

Saptamalar, şimdilik bunlardır…

Eleştiriye açıktır ve (eğer bir mahsuru yoksa) tartışılmasında yarar görülmektedir.

Çünkü Türkiye sol/sosyalist hareketine önemli ipuçları vermektedir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
hakkı
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: hakkı
Cevap Tarihi: 29.08.2015- 23:14


Her şey rayında gittiğinde bu söylenenlere e hiç itiraz edilmez.

Ama kriz dönemlerini düşünün sermaye sınıfı yönetimi bürokrasinin eline verir işte faşizmler o kriz dönemlerinin çözümü durumundadır.

Bu günde dünya kapitalizmi içinden çıkamadığı çok büyük kriz yaşamaktadır o eski çözüm yöntemlerini de kullanamıyor o zaman elinde tek seçenek krizi yönetmek kalıyor.

2011 seçimlerinde Rahmi Koç bunu açıkça belirterek AKP nin krizi cok güzel yönettiğin söylemiştir.
Bu kriz dünyaya 1980 lerde düştü o dönemler az gelişmiş ülkelerde faşizmler krizi çözdü ama 3-5 yıl sonra yine kriz sistemi sarsmaya başladı 1989 da Sovyetlerin çökmesi yine kapitalist sisteme belli bir rahatlık sağladı
Bu rahatlıkta çok uzun sürmedi 2000 li yılların başında yeni bir kriz dalgası dünyayı etkisi altına aldı ikiz kuleleri hatırlayalım o zaman ABD 80 sente ürettiği 100 doları piyasaya sürdü dünyada para bolluğu yaratıldı faizler düşürüldü buda yeni bir krizin başlangıcı oldu ABD de bankalar krizi 2005-2008 başladı .
Çin keşfedilmişti ama bu keşif dünyanın bir çok alanında üretim kayıplarına yol açtı ülkeler hattinden fazla borçlandı Örneğin İngilterenin borcu 10 tirilyon dolar ABD nin 14 tirilyon dolar oldu.
Kapitalist sistem ne yapsa krizden çıkamıyor Bu sefer arap alemini düzelteceğim diye daha berbat hale düşürdüler
Krizle başa çıkamayan sistem sürekli müdahale ile ayakta zor durur durumda.

Türkiye de 2002 de AKP hükümeti ile tanıştı dünyadaki bol paranın gideceği güvenilir limandı Türkiye dünya faizi % 3-5 lerde tutarken Türkiye de faiz % 25-30 larda seyrediyordu türkiye sıcak para için cennetti bir müddet öyle oldu.
AKP din ve yardımlarla bu işi iyi götürüyordu

Ama bu ekonomik faaliyet Türkiyede ki bir çok üretim alanına balta vurmuştu bütün sermaye gurupları ithalat a   hücum etmiş Türkiye de bir çok üretim alanı yok olmuştu.
Devlet bürokrasisi sürekli ekonomiye müdahale etmek zorunda kaldı
Fakat gezi olayları bir fitili ateşlemişti devlet zor kullandı insanlar öldü ve kotrolu zorda olsa elinde tuttu
Bu günlere sürekli kapitalizmin krizi ile gelindi bundan sonrada bunun devam edeceği görülmektedir.

Artık demokrasilere müdahale edilecek ve sürekli devlet baskısını sırtımızda hissedeceğiz  

yani dünya ve Türkiye içinden çıkılamayan kriz le yürümek zorunda krizlerde ise siyaset devamlı bürokrasinin hakimiyeti ile yürümektedir. Sermaye sınıfı adına bürokrasi düzene el koymuştur. İşte tek adam iktidarı bu krizin ürünüdür.

Buna ya alışacağız ya yeni bir dünya yaratacağız



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 03.09.2015- 12:12


1 Kasım-Doğan Ergün  
 
1. Türkiye sermaye sınıfı büyük bir açmazla karşı karşıyadır. Metin Çulhaoğlu'nun 29 Ağustos tarihli, "Sermaye sınıfı, siyaset, devlet: Saptamalar" başlıklı önemli yazısında yapılan şu saptama açmazın ipuçlarını veriyor: "Gelinen bu noktadan sonra sermaye sınıfı-siyaset-devlet ilişkiler ağının yeniden eski düzenine dönmesi mümkün değildir. “Restorasyon” tezinin en azından bu yanı (eğer varsa) tamamen unutulmalıdır. Türkiye’de “bu kadarı da fazla oldu, yeniden eskisine dönelim” niyetini ve kararlılığını, bu doğrultudaki girişimleri de göze alacak ölçüde taşıyan hiçbir sermaye kesimi yoktur. Bir gün AKP giderse önce “iyi oldu”, sonra da “ama bize yeni bir AKP lazım” diyeceklerinden kimse kuşku duymamalıdır. Nedeni de, kazandıklarının, şikâyetlerine göre çok daha büyük ağırlık taşımasıdır."

Başlangıç bakımından bu nokta çok önemlidir ve ötesi de vardır. An itibariyle, sermaye sınıfı, Türkiye’nin dünya siyasetinde nereye yerleşeceği, nasıl bir misyonla yükleneceği, yapısal sorunlarına hangi mecralarda çözüm arayacağı gibi konularda yaşanan belirsizliği iliklerinde hissetmektedir. Belirsizlik yalnız Türkiye kaynaklı değildir, emperyalizmin genel bunalımıyla da ilişkilidir. AKP’nin yükseliş ve zirve dönemlerine damgasını vurmuş olan “küresel, bölgesel ve yerel” vizyona duyduğu özlem ve bugünün belirsizliği, bu partiye karşı yaşanan aşk-nefret ilişkisinin gerekçelerini oluşturmaktadır. AKP, yükseliş ve zirve dönemlerinde "küresel, bölgesel ve yerel" ölçeklerde ciddi bir vizyona sahip olduğu iddiasındaydı (aşkı davet ediyordu), bugün ise bu vizyon kendi içinde parçalanmıştır (nefret yaratıyor).

2. Sermaye sınıfının karşı karşıya olduğu açmaz, başka politik faktörlerin de devreye girmesiyle bir reijm krizini beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet, laiklik, parlamenter demokrasi, Misak-ı Milli sınırları vb. bir dizi temel kavram sorgulanır haldedir. 24 Ocak 1980’den bu yana sermaye sınıfının içine girdiği yönelim, mantıksal sonuçlarına ulaşmış ve bu yönelim bir Cumhuriyet sorunsalına dönüşmüştür. AKP bu nedenle önemlidir. AKP Türkiye’de sermaye düzeninin hem en büyük gücü, hem de en zayıf karnıdır.

3. Türkiye sosyalist hareketi üzerinde yükselebileceği zemini doğru tarif etmelidir. Bu zemin, düzen içi başka aktörlerin ilgilenmeyeceği, bulaşmayacağı bir zemin değildir ve kural gereği olamaz. Yani, öyle bir zemin bulacağız ki, bu sosyalistler-komünistler dışında kimsenin söz söyleyemeyeceği bir alan olacak” düşüncesi politik olarak yanlıştır, son tahlilde apolitik bir düşünce dünyasının ürünüdür. İddiamız, hem tek tek unsurlarıyla hem de kurulacak bütünlükle bu zeminin düzen aktörleri tarafından doldurulmasının önünde ciddi yapısal sorunlar olduğudur.

Bu zeminin kodlarında;

-       Emekçi sınıfların güncel sorun ve talepleri vardır,

-       Aydınlanmacı, özgürlükçü, cumhuriyetin bu bağlamdaki kazanımlarını ileri taşıyan bir öz vardır,

-       Türkiye’nin barış, kardeşlik ve eşitlik temelinde birliği vardır. (Anti-emperyalist karakteri içselleştirmiş olan Türkiye sosyalist hareketi, yurtseverliğini barış, kardeşlik ve birlik vurgusuyla yeniden üretecektir.)

4. Sosyalist-komünist hareket, kendisini bir “baskı grubu” olarak anlamlandıramaz. Yani, çeşitli güçlü politik aktörlerin hareketlerini yönlendirmek, bu güçlü politik aktörlerin görece sağlıklı pozisyon almasını sağlamak ya da onların pozisyonları sonucu boşa düşmüş kesimler için güvenilir bir düşünce merkezi haline gelmek olarak belirlenmiş bir misyon iktidarcı ve devrimci değildir.

İktidarı isteyen ve sonunda alan tüm özneler, politik müdahaleler, eylemlilikler içinde olmuştur. Minderin kenarında durup, güreşçilere komutlar veren, bir yandan da güreşçinin yaptığı numaralara göre tribünlere ayar vermeye çalışan bir görüntüden bir an önce çıkılmalıdır. Bunu gerekçelendirmek için söylenen, “bu bizim maçımız değil, bir sonraki maçı bekleyelim” türü laflar yalnızca kenardakinin içini rahatlatmak amacı taşımaktadır.  

Önceliğimiz ve bugünkü ihtiyacımız, mindere çıkmaktır.

5. Mindere çıkmanın amacı, sporculardan birine yardım etmek değildir. Amaçlar bellidir; AKP ve sermaye düzeni ile mücadelenin kurallarını, yordamını belirlemek, zayıf karnına çalışmak, seyirciyle ilişkiyi geliştirmek, tribünü tribün olmaktan çıkarmaya çalışmak, onu da mindere davet etmek, gerektiğinde oraya dönmek, kendi güçlü ve zayıf yanlarını görmek, kendini güçlendirmek vb.  

Yoksa, bu müdahale olmadığında, izlediğimiz, tüm sporcuların kendi güçlü yanlarını biraz daha güçlendirerek sonsuza kadar devam edecek bir maçı andırmaktadır.

6. 1 Kasım seçimleri Türkiye tarihinin en önemli seçimleri, dünyanın başı ve sonu değildir. Bu seçimlerin yapılmaması veya yapılamaması ihtimali de vardır. Seçimlerin ardından tüm olasılıklar masadadır. Bu bakımdan mesele, seçimlerin mutlaklaştırılması değildir.

Meselemiz, Türkiye ve “biz”le ilgilidir. Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olma istek ve irademizin olup olmadığı bir tartışma konusudur. Bu tartışma kapatılmalıdır.

Ancak bu tartışma kapatıldıktan sonra, başarı ve başarısızlık tartışmasına geçilebilir. Varlık, iddia ve irade olup olmadığı tartışılırken, başarı ve başarısızlıklar her zaman ikincildir.

7. Türkiye’de giderek artan “sol” politizasyon, AKP’nin devrilmesi arayışıyla, 7 Haziran seçimlerinde iki partiye oy akışına neden olmuştur: HDP ve CHP. Sosyalistlerin, HDP ve CHP’ye oy veren yaklaşık 17,5 milyon kişi hiç yokmuş gibi davranması, toplumsal örgütlenme alanını bu insanların dışında bir yerde araması mümkün değildir. Yine, sosyalistler, bu 17,5 milyon kişinin esas olarak şu ya da bu bölümünü önemsiyoruz şeklinde peşin bir değerlendirme yapması da söz konusu olamaz. Örneğin, klasik değerlendirme olan, “CHP aslında bizim oylarımızı aldı” şeklindeki önermenin tarihsel doğruluğu yanlışlığı bir yana, halihazırda geçerliliği de yoktur. Her iki partiye de, sosyalistlerin-komünistlerin doğal örgütlenme havuzunun içinde olan milyonlarca emekçi oy vermiştir. Dahası, bugünden, Türkiye devrimini Kürt’ün olmayacağı bir devrim olarak tahayyül etmek de yanlıştır.

Öyleyse, sosyalistlerin kendi zeminlerini doğru ve anlaşılır bir şekilde tarif ederek, ayrım noktalarını belirginleştirerek, seçimleri tek siyaset zemini olarak görmediklerini anlatarak ve göstererek, Haziran Direnişi’nin açtığı yolun tek gerçek çare olduğunu sürekli hatırlatarak, CHP ve HDP’ye oy vermiş geniş kesimlere seslenmeleri bir zorunluluktur.

Yapılması gereken iş budur.

Bu işi yapmak bir seçim ittifakını da beraberinde getirebilir.

Seçimler hiç olmayabilir.

Muhataplarınız sizi dinlemeyebilir.

Hepsi mümkündür.

Önce yapılması gereken iş yapılır. Sonra icabına bakılır.








Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sermaye sınıfı, devlet ve siyasal iktidar melnur 1 3503 10.01.2019- 08:18
Konu Klasör Devlet ve siyaset... melnur 11 26 04.02.2021- 19:19
Konu Klasör Kürt hareketi ve sol üzerine saptamalar, tezler… denizcan 3 4186 12.05.2015- 10:10
Konu Klasör Ulus devlet-kapitalist devlet farkı üzerine... melnur 4 3083 14.12.2019- 08:39
Konu Klasör Hırgürlü dönemde sermaye sınıfı denizcan 0 3111 16.05.2015- 17:11
Etiketler   Sermaye,   sınıfı,   siyaset,   devlet:,   Saptamalar
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS