SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
12 Eylül'ün üzerinden 35 yıl geçti           (gösterim sayısı: 3.464)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 12.09.2015- 21:25


12 Eylül'ün üzerinden 35 yıl geçti

12 Eylül faşist darbesi olarak bilinen askerin yönetime el koyduğu 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 35 yıl geçti.

Resim Ekleme

(İleri Haber) 12 Eylül faşist darbesinin üzerinden 35 yıl geçti. Otuz beş yılda gözaltına alınanların sayısı, faili meçhul cinayetler, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananların sayısı ve bunun gibi diğer veriler darbenin ardından birçok ölüm ve işkence bıraktığını gösteriyor.  

İşte 12 Eylül'ün "resmi" bilançosu:

- Gözaltına alınanlar: 650.000        

- Fişlenenler: 1.683.000    

- Açılan dava sayısı: 210.000        

- Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananlar: 230.000      

- Bunlardan 141-142-163. maddelerden yargılananlar: 71.500

- Sivil mahkemelerde açılan davalar (1980-88): 9,508  

- Yargılanan "örgüt üyesi" : 98.404

- Hüküm giyen "örgüt üyesi": 21.764        

- "Yurda dön" çağrısı yapılanlar: 29.000    

- Vatandaşlıktan çıkarılanlar: 14.000        

- Pasaport verilmeyenler: 388.000

- Faaliyetten men edilen dernek: 23.700

- Hakkında soruşturma açılan dernek :                

- Toplam 644 cezaevindeki hükümlü-tutuklu : 52.000 (1990'da kalanlar)      

- Toplam ölü (eceliyle): 229

- Kuşkulu ölüm: 144

- Açlık grevinde ölenler: 14

- Kaçarken vurulanlar: 16    

- "Çatışma"da öldürülenler: 74      

- Doğal ölüm raporu verilenler: 73

- "İntihar" ettiği bildirilenler: 43      

- "Nedeni belirsiz" ölenler: 2

- İşkence sonucu öldürülenler: 171

- Açılan işkence soruşturma veya davası: 9.962 (1982-1988 arası)    

- İşkence yaptıkları suçlamasıyla yargılanan güvenlik görevlisi : 544    

- 1981 yılı Nisan-Mayıs aylarında ödüllendirilen güvenlik görevlisi: 1.002      

- 1402 Sıkıyönetim yasasına göre yapılan işlem : 18.525

- Hakkında işlem yapılan memur: 7.245  

- Hakkında işlem yapılan öğretmen: 3.854

- Hakkında işlem yapılan güvenlik görevlisi: 988

- Hakkında işlem yapılan din görevlisi: 266

- Hakkında işlem yapılan öğretim görevlisi: 120

- Hakkında işlem yapılan mülki amir: 35

- Hakkında işlem yapılan hakim-savcı: 47

- Bölge dışına sürülenler: 7.233

- Görevlerine son verilenler: 4.891

- Cezaevlerindeki gazetecilerin aldığı ceza toplamı: 3.315 yıl 3 ay

- İstanbul gazetelerinin yayın yapamadığı gün sayısı: 300 gün

- Gazetecilere istenilen hapis cezası: 4.000 yıl

- Cezaevlerindeki gazeteciler: 31

- Polisçe aranan gıyabi tutuklu gazeteciler: 13

- Silahlı saldırıda öldürülen gazeteciler: 3

- Yalnızca 1989'da 16 günlük gazeteye açılan dava: 394

- Tazminat davalarının sayısı:211

- İstenilen tazminat miktarı: 12 milyar 848 milyon

- Yakılarak yok edilen gazete, dergi, kitap: 39 ton

- Yok edilmek üzere depolarda bekleyen yayın: 40 ton

- Basın özgürlüğünü kısıtlayan yasa sayısı: 151

- Yasaklanan yayın sayısı: 927

- Yasaklanan film sayısı: 927

- Kağıt oranlarının artış oranı: 13

- Haklarında idam cezası istenenler: 7.000

- Ölüm cezası verilenler: 517

- Askeri Yargıtay'ın onayladığı idam cezası: 124

- Dosyası Meclis'te bulunan idam hükümlüsü: 259

- İnfaz edilen idam cezası: 50

- İnfaz edilen sol görüşlü idam mahkumu: 18

- İnfaz edilen sağ görüşlü idam mahkumu: 8

- İnfaz edilen yabancı ( Ermeni ): 1

- İnfaz edilen adli suçlu: 23

- 1980 – 1985 yılları arasında...  

- 22.912 kişiye 0-1 yıl ceza verildi

- 10.784 kişiye 1-5 yıl ceza verildi

- 6.186 kişiye 5-10 yıl ceza verildi

- 2.396 kişiye 10-20 yıl ceza verildi

- 939 kişiye 20 yılın üzerinde ceza verildi

- 630 kişiye müebbet hapis cezası verildi

- 420 kişiye ölüm cezası verildi.

*Söz konusu veriler resmi rakamlara dayandırılmıştır. Resmi olmayan rakamlara göre ise 12 Eylül bilançosu bu tablonda çok daha yüksektir.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 13.09.2015- 21:16


İki 12 Eylül, bir Haziran
FATİH YAŞLI


Resim Ekleme

Türkiye’nin düşün ve akademi dünyasındaki liberal-muhafazakâr hegemonik söyleme göre, Türkiye siyasetinin asli öznesi -yeterince gelişkin bir sivil topluma sahip olmadığımız için- batı dünyasından farklı olarak “devlet”tir. Devlete sınıflardan, sınıf mücadelelerinden, emperyalizmden azade bir anlam atfeden bu bakış açısına göre, ortada kendi aklı, kendi çıkarları, kendi ideolojisi olan, zaman ve mekân üzeri, ideolojisi yaklaşık 100 yıldır hiç değişmeyen, tanrısal bir varlık bulunmaktadır ve asker de bu tanrısal varlığın ete kemiğe bürünmüş halidir.

Bu hegemonik söylem, devleti kuran güç ve onun cisimleşmiş hali olarak askerin 1908’den beri kendisinin (devletin) bekası adına düzenli aralıklarla siyasete müdahale ettiğini ve balans ayarı yaptığını söyler. Tam da bu nedenle, 27 Mayıs da, 12 Mart da, 12 Eylül de, 28 Şubat da aynı devletlû zihniyetin, aynı devlet geleneğinin bir ürünüdür. Sanki yüz yıldır Türkiye’de tarih akmamakta, ekonomik, politik, sosyolojik değişimler yaşanmamakta, sınıflar birbiriyle mücadele etmemekte, asker ise zaman zaman bu donmuş tarihte birtakım kıpırdanmalar olduğunda onu yeniden buzluğa kaldırmak için darbe yapmaktadır.

Söz konusu hegemonik söylemin bu tarih okumasının gerisinde elbette ki “sınıf körü” olması yatmaktadır. Liberal-muhafazakâr çerçeveden bakıldığında, Osmanlı’dan bugüne Türkiye’de batılı anlamda sınıflara ve sınıf mücadelesine rastlamak mümkün değildir ve esas mücadele sınıflar arasında değil, devletle toplum, merkezle çevre, batılı elitlerle mütedeyyin kitleler arasındadır.

Tam da bu nedenle bu hegemonik söylemin taşıyıcıları tarihe baktıklarında, örneğin 27 Mayıs’la 12 Eylül arasında herhangi bir fark görmezler. Onlar için, misal 27 Mayıs’ın planlı ekonomi modeliyle 12 Eylül’ün neoliberal ekonomi modeli arasında herhangi bir fark yoktur, ya da 27 Mayıs’ı ortaya çıkaran gençlik hareketlerinin varlığıyla 12 Eylül’ün tam da toplumsal muhalefeti bastırmak için yapılmış olması arasında da herhangi bir fark bulunmamaktadır. Liberaller ve muhafazakârlar, 27 Mayıs Anayasası ile 12 Eylül arasındaki farkın da pek önemsenmemesi gerektiğini söylerler, çünkü nihayetinde her ikisi de “darbe ürünü anayasalar”dır.

Oysa sınıf körü olmayan ve bütünlüklü bir okuma yapıldığında, Türkiye’nin de -batıdaki ile birebir aynı olmasa da- sınıflı bir toplum, Türkiye tarihinin de sınıf mücadelelerinin tarihi olduğu kolaylıkla görülebilir. Tam da bu nedenle, ne sınıflardan ne de sınıf mücadelelerinden azade bir devletten söz etmek mümkündür; Türkiye’de de devlet, dünyanın her yerinde olduğu üzere, sınıf mücadelelerin gerçekleştiği ve sonuca bağlandığı, yani emek-sermaye çelişkisinin somutlaştığı zemini teşkil eder.

Dolayısıyla, “devletin ete kemiğe bürünmüş hali” olarak askerin, elbette ki bütün siyasi özneler gibi özerk bir alanı olmakla birlikte, sınıflardan ve sınıf mücadelelerden bağımsız bir şekilde hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. Askeri darbelerin bir ekonomi-politiği vardır ve darbeler gerçekleştikleri konjonktürün sınıfsal ilişkilerinden, Türkiye kapitalizminin krizlerinden, sınıfların o konjonktürdeki güçlerinden ve birbirlerine karşı konumlanışlarından ayrı bir şekilde değerlendirilemezler.

12 Eylül: Sermaye darbesi

İşte 12 Eylül de ancak sınıfsal bağlamına yerleştirildiğine bir anlam kazanmaktadır. 12 Eylül ne darbecilerin iddia ettikleri üzere “akan kardeş kanını durdurmak” için, ne de liberal ve muhafazakârların iddia ettiği üzere sivil siyaseti yok etmek ve ülkeyi askeri bir mantıkla yönetmek için yapılmış bir darbedir. 12 Eylül adıyla sanıyla bir “sermaye darbesidir” ve Türkiye kapitalizminin/burjuvazisinin kriziyle düzenin bundan kaynaklı meşruiyet krizini önlemek adına yapılmıştır. Darbenin hemen ardından sermayenin önemli temsilcilerinden birinin sarf ettiği “bugüne kadar işçiler güldü, artık gülme sırası bizde” sözü, tam da bunu ortaya koyar niteliktedir.

Resim Ekleme

Sermayenin, burjuvazinin ve dolayısıyla bütün bir düzenin yaşadığı krizin önlenebilmesi için ise yapılacak şey bellidir: Örgütlü işçi sınıfını ve Türkiye solunu siyasi denklemden çıkarmak.

İşte 12 Eylül’ün tarihi, bu denklemden çıkarmanın tarihidir ve bu nedenle 12 Eylül bir gün değil, halen kapanmamış, dahası iktidar partisi eliyle “kapsanarak aşılmış” şekilde devam ettirilen bir sürecin, bitimsiz bir “toplumsal mühendislik projesi”nin adıdır. AKP, 12 Eylül’ün otoriterliğini, neo-liberalizmini ve Türk-İslam sentezci ideolojisini darbecilerin dahi tahayyül edemeyeceği bir şekilde derinleştirmiş, otoriter, piyasacı ve dinselleşmiş bir ülke, yani süreklileşmiş bir 12 Eylül rejimi inşa etmede hayli yol almıştır.

Peki “süreklileşmiş 12 Eylül rejimi”nin inşasındaki en önemli dönemeç noktalarından birinin, yine bir 12 Eylül günü, “12 Eylül’le hesaplaşma” adı altında yapılan referandum olması, “tarihin ironi anlayışı”nın mükemmel bir örneği değilse nedir?

Sahiden de 12 Eylül referandumu, bırakın darbeyle hesaplaşmayı, bilakis hem 12 Eylül mantığının devamı hem de “süreklileşmiş 12 Eylül” diye adlandırdığımız AKP rejiminin yerleşmesi açısından son derece kritik bir önem taşımaktadır. Her şeyden önce, referandum sonrasındaki 12 Eylül davası, bütün suçu bir ayağı çukurdaki generallerin üzerine yıkarak 12 Eylül’ün bir sermaye darbesi olduğu gerçeğinin gizlenmesine yardımcı olmuştur. Yapılan anayasa değişiklikleri açısından baktığımızda, örneğin özelleştirmelere yargı yolunun kapanması, 12 Eylül’ün neo-liberalizminin anayasal bir statüye kavuşmasını sembolize etmesi açısından hayli önemlidir.

Rejim inşası açısından bakıldığında ise, devlet aygıtındaki rakiplerini mahkeme salonlarında ve tertip davalarla tasfiye eden AKP, bu referandumla birlikte tasfiye sürecini hızlandırmıştır. Referandum aracılığıyla AKP ve o zamanki ortağı Cemaat, Cemaatin yargıdaki örgütlü gücü ve kadrolarını yargıyı ele geçirmek için kullanmış, HSYK ele geçirilerek yargıda büyük bir tasfiye operasyonuna girişilmiş, yargı AKP rejiminin yargısına dönüşmüş ve böylelikle, 12 Eylül mantığına uygun bir şekilde “güçlü yürütme” daha da güçlendirilerek “kuvvetler ayrılığı”nın son kırıntıları da ortadan kalkmıştır. Yasamanın parti-devleti rejiminin yani yürütmenin kontrolüne girmesinin ardından, yargı da böylelikle yürütmenin kontrolüne alınmış ve diktatoryaya doğru bir adım daha atılmıştır.

Yetmez ama evetçilik ve AKP’nin fabrika ayarları
“Süreklileşmiş 12 Eylül rejimi”nin 12 Eylül’le hesaplaşma iddialı bir referandum aracılığıyla inşa edilmesi kadar ironik olan başka bir husus ise, AKP’nin elindeki tuzluğa “yetmez ama evet” diyerek iştahla koşanların bugün içerisinde bulunduğu sefil durumdur. Vesayetle, darbelerle, statükoyla hesaplaşıldığına kendilerini ve toplumu insanüstü bir çabayla ikna etmeye çalışan ve çok önemlice bir bölümü bunu kendi kişisel ikballeri için yapanlar, şimdi Hitler, faşizm, diktatörlük, sivil darbe vb. temalı yazılar döşenmekte, “AKP’yi desteklerken de AKP karşıtlığı yaparken de muhalif olma” gibi tuhaf bir beceri sergilemeyi başarmaktadırlar.

“Yetmez ama evet”te cisimleşen zihniyet, her ne kadar geç de olsa olan biteni idrak etmeye başlamışsa da, bu idrak ancak hakikatin küçük bir kısmına dairdir. Çünkü bir “sandık tutumu”ndan daha çok bir “siyasi/ideolojik” pozisyon olan ve yazının başında söz ettiğim tarih okumasından beslenen yetmez ama evetçiliğe göre AKP, devletleştiği/Kemalistleştiği için ortaya böyle bir manzara çıkmıştır ya da yaşanan süreç sadece ve sadece Erdoğan’ın diktatoryal heveslerinden kaynaklanmaktadır, mesele AKP meselesi değildir. Bu bakış açısının vardığı yer ise, Erdoğan’dan umut kesilmişse de, AKP’nin “fabrika ayarları”na dönmesi halinde her şeyin yeniden yola girebileceğine duyulan inançtır. Yani yetmez ama evetçilik bitimsiz bir kandırma/kandırılma arzusu halidir.

Oysa AKP’nin “fabrika ayarları” hiç olmamıştır, AKP en başından beri rejim inşa etmeyi amaçlayan bir parti olarak temayüz etmiş, bu inşa sürecini zamana yaymış, “demokrasi”yi de bu inşa sürecinin bir aracı olarak görmüş ve kullanmıştır. Bugün gelinen nokta ise Türkiye tarihinde ilk kez sivil bir yönetim aracılığıyla bir “ara rejim” tesis edilmesi olmuştur. Erdoğan önce parlamenter rejimin bekleme odasına alındığını, daha sonrasında ise rejimin fiilen değiştiğini, sıranın bu fiili değişikliğin anayasal altyapısını hazırlamaya geldiğini söylemiştir. Bugün AKP’nin ve dolayısıyla Türkiye’nin düzeninin yaşadığı kriz tam da bununla ilgilidir. AKP rejimi kendisini inşa ederken, nihai nokta olan başkanlık aşamasında takılıp kalmıştır ve başkanlığa geçişi sağlayamadığı gibi, parlamenter sisteme de geri dönememektedir. Tam da bu nedenle 7 Haziran seçimlerine doğru gidilirken Erdoğan’ın “400 vekil verin bu iş huzur içinde çözülsün” demesi de geçtiğimiz günlerde “400 vekil verilseydi bunlar olmazdı” demesi de nedensiz değildir. Rejim, yaşadığı krizin farkındadır ve bunu en güvendiği yer olan sandıkta aşmayı denemiş, beceremeyince, gece gündüz övdüğü “milli irade”yi de hiçe sayarak seçim sonuçlarını fiilen geçersiz sayarak bir “tekrar seçim”e gitmeyi kararlaştırmıştır.

Seçimlerin fiilen iptal edildiği, anayasanın fiilen askıda olduğu, parlamentonun fiilen dağıtıldığı, ülkenin fiilen saraydan yönetildiği bu “süreklileşmiş 12 Eylül rejimi”ni inşa eden partinin, 1 Kasım seçimlerine doğru giderken kongresini yine bir 12 Eylül günü toplaması ise üçüncü ironiyi teşkil etmektedir. Kendilerine 12 Eylül’le yol verilenler, 12 Eylül’ün ürünü olanlar, 12 Eylül’ü süreklileştirenler, kongrelerini yine bir 12 Eylül günü toplayacak ve yine ne ironiktir ki, demokrasi, 12 Eylül’le hesaplaşma, yeni anayasa vs. mesajları vereceklerdir.

Bu “ironiler coğrafyası”ndan ve “süreklileşmiş 12 Eylül rejimi”nden çıkış mı? Mümkündür elbette. 2013 yılının Haziran ayında 12 Eylül’e yaklaşık bir aylık bir ara verilmiş, Haziran boyunca bir yeniden halk ve bir yeniden yurttaş olma pratiği sergilenmiştir. O halde görevimiz bellidir, “süreklileşmiş 12 Eylül Türkiye”si yerine “süreklileşmiş Haziran Türkiye’sini” kurmak için mücadele etmek. Gerçek bir barış da, eşitlik de, özgürlük de ancak böyle mümkün olabilecektir çünkü.




Bu ileti en son dayanışma tarafından 13.09.2015- 21:17 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 14.09.2015- 15:21


“Yetmez ama evet”te cisimleşen zihniyet, her ne kadar geç de olsa olan biteni idrak etmeye başlamışsa da, bu idrak ancak hakikatin küçük bir kısmına dairdir. Çünkü bir “sandık tutumu”ndan daha çok bir “siyasi/ideolojik” pozisyon olan ve yazının başında söz ettiğim tarih okumasından beslenen yetmez ama evetçiliğe göre AKP, devletleştiği/Kemalistleştiği için ortaya böyle bir manzara çıkmıştır ya da yaşanan süreç sadece ve sadece Erdoğan’ın diktatoryal heveslerinden kaynaklanmaktadır, mesele AKP meselesi değildir. Bu bakış açısının vardığı yer ise, Erdoğan’dan umut kesilmişse de, AKP’nin “fabrika ayarları”na dönmesi halinde her şeyin yeniden yola girebileceğine duyulan inançtır. Yani yetmez ama evetçilik bitimsiz bir kandırma/kandırılma arzusu halidir.

Türkiye solunun ideolojik mücadelesi sadece düzen güçlerine değil, bugünkü pozisyonlarıyla yetmez ama evetçi kesimlere karşı da olmalıdır. Bu yetmez ama evetçi güruh bugün Erdoğan ve AKP karşısında duruyor görüntüsüne hiç aldanmamalı, Erdoğan'ın etkin olmadığı bir AKP ortaya çıksın bunlar yine AKP'nin demokrasi yalanlarına kanacaklar ve AKP'den yana davranacaklardır. Kürt hareketinin de farklı davranacağını düşünmüyorum. AKP bugün ateşkes ilan etsin hadi masaya desin tıpkı liberaller gibi kürt hareketi de bu çağrıya uyacak ve tekrar barış, çözüm adı altında sürdürülen siyasete uyacaklardır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Alisan
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Alisan
Cevap Tarihi: 15.09.2015- 14:12


Alıntı Çizelgesi: denizcan yazmış

“Yetmez ama evet”te cisimleşen zihniyet, her ne kadar geç de olsa olan biteni idrak etmeye başlamışsa da, bu idrak ancak hakikatin küçük bir kısmına dairdir. Çünkü bir “sandık tutumu”ndan daha çok bir “siyasi/ideolojik” pozisyon olan ve yazının başında söz ettiğim tarih okumasından beslenen yetmez ama evetçiliğe göre AKP, devletleştiği/Kemalistleştiği için ortaya böyle bir manzara çıkmıştır ya da yaşanan süreç sadece ve sadece Erdoğan’ın diktatoryal heveslerinden kaynaklanmaktadır, mesele AKP meselesi değildir. Bu bakış açısının vardığı yer ise, Erdoğan’dan umut kesilmişse de, AKP’nin “fabrika ayarları”na dönmesi halinde her şeyin yeniden yola girebileceğine duyulan inançtır. Yani yetmez ama evetçilik bitimsiz bir kandırma/kandırılma arzusu halidir.

Türkiye solunun ideolojik mücadelesi sadece düzen güçlerine değil, bugünkü pozisyonlarıyla yetmez ama evetçi kesimlere karşı da olmalıdır. Bu yetmez ama evetçi güruh bugün Erdoğan ve AKP karşısında duruyor görüntüsüne hiç aldanmamalı, Erdoğan'ın etkin olmadığı bir AKP ortaya çıksın bunlar yine AKP'nin demokrasi yalanlarına kanacaklar ve AKP'den yana davranacaklardır. Kürt hareketinin de farklı davranacağını düşünmüyorum. AKP bugün ateşkes ilan etsin hadi masaya desin tıpkı liberaller gibi kürt hareketi de bu çağrıya uyacak ve tekrar barış, çözüm adı altında sürdürülen siyasete uyacaklardır.


Sen ne yazdığını anlıyormusun? Nedir çözüm sence mertce söyle. Silaha hayır diyorsun, masaya hayır diyorsun? Nasıl çözülür bu sorun söylesene. İşin gücün sadece eleştirmek. Eleştirmek kolay demi, ya çözüm için uğraşmak? Bayağı zor ? Sen devamlı kolayı seçmeye devam et bakalım.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 15.09.2015- 14:45


Önce AKP faşizminden halklara özgürlük çıkmayacağını anlamalı, sonra ne yapılması lazım geldiği konusu tartışılır. Kılıçdaroğlu AKP'nin Cizre'deki uygulamaları için aç kapa demokrasisi demiş. AKP çıkarına geldiğinde açıyor, çıkarına geldiğinde kapıyor, bu zihniyetle masaya oturmak değil bu zihniyeti sıkıştırmak ve iktidardan uzaklaştırmak gerekiyor. Kandil'in son açıklaması da bu yönde. Ancak Kandil var, Kandil var. Biri öyle söylüyor, diğeri başka türlü. İnsanların ölmemesi isteniyorsa PKK ateşkes ilan eder, bombalamaları durdurur, Erdoğan'ın ekmeğine yağ sürmekten vazgeçer. Al sana barış! Çözüm mü isteniyor, bu çözüm parlamentoda mı olacak. Al sana HDP! Türkiye'lileşmeyi AKP gericiliğine mücadele eksenine de taşırsa kürt hareketi eli yüzü düzgün bir siyaseti izlemeye başlar. Ya şiddet ya AKP ile çözüm arasında pek çok yol var.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
hakkı
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: hakkı
Cevap Tarihi: 20.09.2015- 10:18


Alican yazmış-Sen ne yazdığını anlıyormusun? Nedir çözüm sence mertce söyle. Silaha hayır diyorsun, masaya hayır diyorsun? Nasıl çözülür bu sorun söylesene. İşin gücün sadece eleştirmek. Eleştirmek kolay demi, ya çözüm için uğraşmak? Bayağı zor ? Sen devamlı kolayı seçmeye devam et bakalım.

Sn Alican çözümden önce sorun nedir diye sormak gerekir. Öncelikle sosyal durum sonra ekonomik gelişme daha sonra kapitalizme uyumlanmamış kültürel yapısı ve göç.

Bu sorunlara çözüm medeni insan gibi yaklaşarak olur.İşte bir çok medeni ülke kendi halkları ile sorunları çözmüş.

Ama Türkiye bürokrasisi hiç medeni olmadı hep ceberrut hep diktatör hep egemen idi.
Onun için yıllarca çözüm diye ortaya atılan her şey belli bir noktadan sonra yine çok gerilerden başlayarak devam ediyor.

Dün AKP eli ile çözüm yolları yine AKP eli ile tıkandı işte yeniden 90 lı yıllara dönüş başladı yine korucu yine muhbirlik yine silah

Halbuki çözüm çok kolaydı bir kanun maddesi ile çözülecekti tıpkı 1984 yılında ÖZAL zamanındaki 141-142 nin kaldırılması gibi şu an bu maddeler kalktı işte komünist partiler özgürce siyaset yapıyor.

Bölücülük suç olmaktan kalktığında kürt sorunu da demokratik yollarla çözülecektir.İnsanlar bölünme de dahil her şeyi halkına soracak ve demeorasi içinde sorunlar çözülecekti.
Ama bunu yapacak cesur siyasetçiler ve   SİYASETLER gerekiyor.

Sorun belli çözümde belli işi urgana un serdinmi ne sorun anlaşılır ne çözüm bulunur.dil özerklik demokrasi içinde hiç silah kullanmadan hal edilecek şeydir. İki şey lazım cesur siyaset ve demokratik kafa.

Bu ülkede orta doğu siyasetleri henüz avrupalaşamadı bu sadece egemeneler de değil muhalefet anlayışı da böyle.

Bazı muhalifler sorunları görmemezlik den geliyor bazıları kuyrukçulukta bazıları egemenin (ulsalcılık-milliyetcilik)peşinde.




Bu ileti en son hakkı tarafından 20.09.2015- 10:26 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sivas-Madımak Katliamının üzerinden 27 yıl geçti. melnur 6 2713 02.07.2023- 07:51
Konu Klasör Abdüllatif Şener üzerinden Kılıçdaroğlu CHP'si ve memleket ve sosyalistler... melnur 1 368 22.06.2023- 06:34
Konu Klasör Aram Pehlivanyan üzerinden TKP düşmanlığı, AGOS ve sözde sol-sosyalist forumlar... melnur 1 1989 23.12.2019- 08:26
Konu Klasör ''Bir Başkadır'' dizisi üzerinden Barış ve Türkiye gerçeği... melnur 2 2220 18.11.2020- 14:12
Konu Klasör Şili seçimlerindeki solun başarısı üzerinden sol dalga konusu... melnur 2 1405 27.12.2021- 23:10
Etiketler   Eylülün,   üzerinden,   yıl,   geçti
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS