SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Mesele Basın Özgürlüğü değil, sen hala anlamadın mı?           (gösterim sayısı: 3.974)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: solcu
Konu Tarihi: 27.11.2015- 15:02


Mesele 'Basın Özgürlüğü' değil, sen hala anlamadın mı?
Deniz YILDIRIM


Son 3 günün hem dış politikada hem de iç politikada öne çıkan gelişmelerine bakalım.

Önce Suriye sınırında bir Rus savaş uçağı düşürüldü. Türkiye dış politikasını belirleyen “Atlantik” eksenli; Yeni Osmanlı düşlerinin esiri olmuş “Değerli Yalnızlık” stratejisi kaybettikçe; Suriye’de kutuplararası vekalet savaşında Rusya’nın önderlik ettiği bloğa karşı Saray sıcak savaş aşamasına geldi. Rusya neredeyse tüm askeri, ekonomik ve siyasi ilişkileri askıya aldı ve gerilimin artacağı açık.

Ardından, Cumhuriyet Gazetesi’nde “Suriye’ye silah ve mühimmat taşıyan MİT tırları” haberini yayınladıkları için gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül 6 ay sonra apar topar ifadeye çağrıldı ve akşam saatlerinde iki gazeteci de tutuklandı.

Gelişmeler birbirinden kopuk gibi görünse de; böyle olmadığı açık. “Tesadüf” kelimesini rafa kaldıralı çok oldu.

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: ülkenin dış politika yönünü de (savaş), iç politika yönünü de (dikta) Saray’ın Suriye siyaseti belirliyor. Dış politika ile iç politika, belirleyicilik bakımından Suriye merkezli olarak kaynaştı. Rus uçağının düşürülmesi ve Rusya ile cepheleşme de; Can Dündar ve Erdem Gül’ün, yani gazetecilerin tutuklanması da bu kapsamda aynı madalyonun iki yüzü; yaşananlar Suriye’de bu siyasetin duvara toslamasının; daha açık ifadeyle, duvara tosladığı ve sorumlu olduğu ortaya çıktıkça Saray’ın saldırganlaşmasının ve çıkış aramasının ürünü.

Erdoğan’ın geçen yıllarda ifade ettiği şekilde son iki gelişmeyi özetleyelim: “Suriye bizim iç meselemiz”. Netleştirelim: Can Dündar ve Erdem Gül; AKP’nin “iç mesele”si olan Suriye siyaseti nedeniyle tutuklandı; Rusya uçağı AKP’nin “iç mesele”si olan gerici Suriye siyaseti duvara tosladığı ve çeteler eliyle yürüyen stratejisi giderek dar bir alanda sıkıştırılıp püskürtüldüğü için düşürüldü.

Bu nedenle ne Rusya uçağının düşürülmesi AKP cephesinin ifade ettiği gibi bir “sınır egemenliği” vakası; ne de Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması bizim muhalif cenahta hemen dolaşıma sokulduğu ve saldırının kapsamını sınırladığı gibi sadece bir “basın özgürlüğü” meselesi. Saldırıyı ana karakteriyle ve arkasındaki nedenlerle okuyalım. Meseleyi “basın özgürlüğü”ne sıkıştırmak; kuru bir liberal muhalefet tarzı.

“Sınır Egemenliği” Derken?

Saray Rejimi bir Rus savaş uçağını apar topar düşürüyor; sonuçlarını, uluslar arası sistem ve dengeler açısından taşıdığı anlamı iyi bilerek. Öyleyse bu basitçe bir “sınır egemenliği” vakası değil; çünkü mesele sadece “sınır egemenliği hassasiyeti” olsa; Türkiye-Suriye sınırı son 5 yıldır hallaç pamuğu gibi atılmazdı. Reyhanlı olmazdı; sınır kapılarına bombalı saldırılar gerçekleşmezdi. Suriye’den ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye geçtiklerine dair haberler gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanan bombacılar Diyarbakır’ı, Suruç’u, Ankara’yı kana bulamazdı; bulayamazdı.

“Sınır egemenliği hassasiyeti” açıklaması; son 63 yıldır uçağı düşürülmemiş; Ukrayna ve Suriye siyasetinde Atlantik bloğu karşısında mevzi genişletmiş Rusya’ya karşı “NATO üyesi ülke” sıfatıyla açıktan düşmanlık kararı alınmasını açıklamaz; sadece örtüsüdür.

“Türkmen hassasiyeti” meselesine gelince. Bunun iç kamuoyuna dönük kullanıldığı; geçen yazılarda anlattığım şekilde, Saray etrafında gelişen ve şimdi Başkanlık için genişletilmeye çalışılan milliyetçi-muhafazakar ittifakları hedef aldığı açıktır. AKP, “Türkmen” meselesi üzerinden 5 yıllık Suriye siyasetindeki büyük fiyaskoya kılıf aramakta; Suriye’ye, Suriye halklarına düşmanlık, Suriye’nin egemenliğine saldırı ve iç savaş siyasetini “Türkmen” sevgisi üzerinden örtme, gizleme ve hatta fırsata çevirip Başkanlık yolunda yeni ittifaklarını kemikleştirip genişletme amacıyla kullanıyor, kullanacak.

Özetle Türkiye’nin milliyetçilerini Suriye’deki AKP felaketine ortak olmaya çağırmakta; bu çağrısını Türkmen meselesi üzerinden yapmakta. Oysa söylendiği gibi mesele Türkmenler olsaydı; geçen yıl Irak’ta, Telafer, Tuzhurmatu’da onlarca Türkmen IŞİD tarafından katledilirken; Türkmen kadınları tecavüze uğrarken; halk göçe zorlanırken de aynı tepkinin verilmesi beklenirdi. O halde mesele “Türkmen hassasiyeti” de değildir.

O halde sahne önündeki mazeretleri geçersek, açık olan gerçek şu:   Davutoğlu’nun mimarı olduğu, adına “Stratejik Derinlik” denilen ve uygulama sahası olarak Suriye’yi seçen “mezhepçi-emperyal” politik strateji çöktü. Şimdi Suriye’de yeni bir denklem var. AKP’nin sırtını dayadığı Atlantik cephesi Suriye’de kaybeden tarafta.

Denklem değişmiş; Rusya’nın önderlik ettiği cephe Suriye’deki temel sorun öncelikleri listesini (temel sorun Esad değil, IŞİD’dir saptaması) Viyana’da Batı’ya iyi kötü kabul ettirmiştir. Ve Fransa’da yaşanan katliam; Batı’da bu önceliğin kamuoyu desteğinin genişlemesine de yol açmış görünmekte. Nitekim dün Hollande’ın gerçekleştirdiği Rusya ziyareti de bu kapsamda bir yeni döneme işaret ediyor. Dolayısıyla; önce ABD-Fransa-Atlantik eliyle başlatılan, ardından adım adım AKP ve Körfez Monarşileri’ne bağlanan gerici taşeron strateji; Suriye’de mevzi kaybetmekte; AKP çizgisine en yakın duran Atlantik müttefiki Fransa da; Paris saldırıları sonrası yine adım adım Rusya tezlerine yaklaşmakta.

Öyleyse denklem Paris Saldırıları ve Viyana Mutabakatı sonrası değişmektedir; yeni bir “Suriye denklemi” doğmaktadır ve Rusya’nın “yeni mutabakat” kapsamında Suriye’nin bu hale gelmesinin sorumlusu ya da sorumluları meselesini gündeme taşıdığı açık. Putin’in Antalya’da G-20 Zirvesi’nin kapanışında yaptığı “IŞİD’i destekleyen G-20 ülkeleri var, petrol ticareti de yapıyorlar, elimizde belgeleri var” resti; bu kapsamda bir işaretti. Görünen; AKP Rejimi Rusya uçağını düşürerek; Suriye merkezli yeni mutabakata hem kama sokmayı amaçlamış ve meseleyi Türkiye-Rusya çatışması ekseninden çıkarmak için hemen NATO’yu bu nedenle toplantıya çağırmış, hem de Putin’in Antalya’daki çıkışına yanıt vermiştir. “Bana dokunma” uyarısıdır. Dolayısıyla sınırda Rus uçağının düşürülmesi hamlesiyle korunmak istenen Türkiye sınırı ya da egemenliği değil, AKP’nin uluslararası suç dosyasıdır.

Sadece “Basın Özgürlüğü” Meselesi mi?

Gelelim hemen ardından Can Dündar’ın ve Erdem Gül’ün tutuklanmasına. Tesadüf yok; haber yapılalı 6 ay olmuş. Ama savcılık; Rus uçağının düşürülmesinin ertesi günü gazetecileri ifade vermeye çağırıyor ve yargı, “peşini bırakmam” diyen Erdoğan’ın sözlerinin izinde, gazetecileri tutukluyor.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarına yol açan konjonktüre bu bağlantı içinden bakalım. Belirleyici olan AKP’nin “basın özgürlüğü” düşmanlığı değil. AKP zaten basın özgürlüğüne düşman. Bunu 2007 sonrası Silivri kumpas davalarında arka arkaya gazeteciler içeri alınırken anlamayıp şimdi anlayanlar varsa; bu yazı onlar için değil zaten. “Temiz, saf” dünyalarında yaşamayı sürdürsünler.

O halde haberin yapılmasından 6 ay sonra; sınırda Rusya uçağının düşürülmesinin hemen ardından gazetecilerin tutuklanmasında belirleyici olan nedir? Net ifade edelim: AKP’nin Suriye siyasetidir. AKP’nin Suriye’nin bu hale gelmesindeki rolünün artık gizlenemeyecek düzeyde ortaya çıkmasıdır. AKP Rusya uçağını düşürerek de; bu haberleri kamuoyuyla paylaşan gazetecileri tutuklatarak da aynı şeyi hedeflemektedir: Suriye’de kaybeden stratejisinin deşifresine karşı; Suriye’de stratejisinin adım adım geriletilmesine karşı içeride ve dışarıda savaş kararı. Ve bunun için Türkiye sağının geleneksel düşmanı olarak “Moskof” imgesini kullanmak; sağı bu temelde bir “uçak düşürdük” zaferi etrafında kendisinde havuzlamak ve “Türkmenler’e giden yardımları deşifre ettiler” teziyle Türkiye’de AKP’nin Suriye siyasetine karşı barış pozisyonu alanların üzerine bu “milliyetçi” zeminde yeni bir saldırı dalgası başlatmak da hedefleri arasındadır.

Şimdi bu saldırının dikta sürecinin 1 Kasım sonrasındaki yeni “milliyetçi-faşizan” ittifakları temelinde geliştireceği saldırılara dair bir işaret olduğu da kesin. Meselenin anlaşılması için; sorunun basitçe “basın özgürlüğü” olmadığını anlamak için; aynı gerekçelerle önümüzdeki günlerde gazeteci olmayanlara da yönelecek baskıların görülmesi midir beklenen?

Öyleyse mesele “basın özgürlüğü” meselesi değil; mesele diktatörlükle demokrasi arasında; mesele savaşla barış arasında; mesele cihatçı çetelerle laik bir yaşam arasındadır. Bugün laik, demokratik, barışçıl bir Suriye’yi savunmakla Türkiye’de diktatörlüğe karşı gelmek artık birbirinden ayrılamayacak iki görevdir. Suriye’de Arap, Kürt, Türkmen’le laik barış Türkiye’de demokrasiye; Türkiye’de Türk’ü ve Kürdüyle demokrasi ve barış; Suriye’nin de kurtuluşuna hizmet edecek.

O halde söyleyelim: “kınayan”, “saptama yapan”, “basın özgür mü?” sorularıyla geçiştiren bir muhalefet; muhalefet değildir. Emekten, özgürlüklerden, laiklikten, bağımsızlıktan, içeride ve dışarıda barıştan yana geniş bir siyasal-toplumsal ittifak; eksik halka hala bu.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 27.11.2015- 19:03


Milli tehdit: Erdoğan ve ekibi
Ender HELVACIOĞLU


Erdoğan ve ekibi bugün Türkiye için bir “milli tehdit” durumundadır.

Hani zaman zaman devletin kodamanlarından oluşan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplanır, yeni “milli tehdit” analizi yapılır ve kırmızı kitaba eklenir ya. Bu tehdit Yunanistan olur, Sovyetler olur, komünist ve anarşist gruplar olur, irtica olur, bölücülük olur vb. İşte bugün de -sol, sosyalist, emekten yana demiyorum- gerçekten ulusal çıkarları savunan bir MGK olsa ve toplansa, “milli tehdit” olarak Erdoğan ve şürekâsını tespit ederdi.

7 Haziran’da bir seçim oluyor, AKP’nin oyları dramatik biçimde düşüyor, bırakın anayasayı değiştirecek çoğunluğu tek başına iktidar hayal oluyor; iktidara el koymuş bu ekip tamamen keyfi biçimde seçim sonuçlarını kabul etmiyor ve ülkeyi yeniden seçime zorluyor.

1 Kasım seçimini kazanmak için, aradaki 4 ayda, durduk yerde Kandil’e ve Kürt illerine saldırıyor, ülkenin güneydoğusunu savaş alanına çeviriyor, bir iç savaşı bile göze alıyor, Suruç’ta, Ankara’nın göbeğinde tarihimizin en büyük katliamlarına yol veriyor… Deyim yerindeyse halkı rehin alarak seçimi kazanıyor.

Başta IŞİD ve El-Nusra olmak üzere komşu ülke Suriye’yi kan gölüne çeviren şeriatçı terör örgütlerine silah taşıyor, her türlü desteği veriyor, yasadışı mali ilişkilere girerek hem teröristlere kaynak aktarıyor hem de kendi vurgun yapıyor, uluslararası suçlar işliyor. Üstüne üstlük bu karanlık ilişkileri yürüten akrabalar bakan yapılıyor.

Yetmiyor, “baş taşeron” olduğunu kanıtlayabilmek ve başkanlık yolunu açmak için Türkmenlere yardım yalanını atarak uluslararası provokasyonlara kalkışıyor, Rusya’nın uçağını düşürüp ateşle oynuyor, ülkeyi bir savaşın eşiğine getiriyor.

Kısacası, iç savaş, dış savaş, terör, katliam, halka saldırı, komşu ülkelere terör ihracı, içte dışta provokasyon… ne ararsan var. Şimdiye kadar tespit edilmiş hangi “milli tehdit” odağı bu kadar kısa süre içinde ülkeye bu kadar zarar verebilmiş ve bu çapta tehlikelerin kıyısına getirmiştir?

Halk yanmış, ülke yanmış, bölge yanmış, ne gam! Varsa yoksa iktidarın ve çıkar mekanizmasının devamı… Gözü dönmüştür Erdoğan ve ekibinin. Her şeyi yapacak ve her şeyin yaptırılabileceği bir noktaya gelmiştir.

Dolayısıyla AKP eliyle iktidara el koymuş bu ekibi, sadece emekçi düşmanlığıyla, laiklik karşıtlığıyla, yolsuzlukla suçlamak artık hafif kalmaktadır. Ülkedeki ve bölgedeki en büyük terör örgütüdür bunlar. “Milli tehdit”tirler, hem Türkiye için hem de Suriye için…

***

Şimdiye kadar hiçbir iktidar, 12 Eylül faşist cuntası dahil, bu kadar pervasızca at oynatamamıştı.

Fakat bu pervasızlığın nedeni Erdoğan’ın ve AKP’nin gücü değildir, muhalefetin güçsüzlüğüdür. Derece derece hepimizin aymazlığı… Bu noktada geliyoruz madalyonun diğer yüzüne, bizim tarafa…

Ülkede inanılmaz bir muhalefet boşluğu var. Genel anlamda siyaset arenasında, parlamentoda, sol içinde, sosyalist sol içinde akıl almaz bir muhalefet boşluğu… Deyim yerindeyse, öncüler halkı yapayalnız bırakmıştır. Kendi küçük dertlerimize dalmışız, ülkeyi unutmuşuz…  

Hiçbir şey yapamayan bir muhalefet yüzünden her şeyi dayatabilen ve yapabilen bir iktidar var bugün.

İktidar hedefi olmayan, mevcut iktidarı devirme hedefi olmayan muhalefet de edemez.

Bu durum değişecek. İç savaşlar, dış savaşlar yaşandıktan sonra mı değişecek, yoksa değişecek de bu tehlikeler bertaraf mı edilecek, bunu bizim basiretimiz gösterecek. Ama önünde sonunda dur denecek.

Ciddiye alınabilir, güvenilir, dediğini yapan bir muhalefet (yani iktidar) stratejisi geliştirmemiz gerekiyor.

Türkiye’nin son derece deneyimli bir sosyalist solu var. Fakat bir o kadar da prangamız var; çoğu da kendi kendimize taktığımız prangalar. Tartışacağız, eyleyeceğiz ve kıracağız bu prangaları.

Aslına bakarsanız, bu pervasızlar sayesinde kıyamet koşulları olgunlaşıyor. Kıyametimizi, kıyametlerine dönüştürebiliriz.

Yeter ki bu çapta düşünebilelim ve davranabilelim.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Mesele molotof değil sen hâlâ anlamadın mı? dayanışma 1 4355 20.02.2015- 20:19
Konu Klasör Yıldızları anlamada bulutsuların yeri melnur 0 2584 06.04.2014- 02:39
Konu Klasör Eskişehir'de sosyalislerden ortak eylem: Gericiliğe ve faşizme karşı laikliği ve özgürlüğü savunuyoruz... melnur 0 748 25.05.2022- 01:07
Konu Klasör Mesele üç beş Hüda Kaya değil umut 0 2802 25.10.2015- 10:20
Konu Klasör Kürt siyaseti Amerikancı mı ve asıl mesele bu mu? umut 0 3090 20.01.2016- 08:52
Etiketler   Mesele,   Basın,   Özgürlüğü,   değil,   sen,   hala,   anlamadın,  
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS