SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Kapitalist bölüşüm ilişkileri           (gösterim sayısı: 3.691)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 01.03.2016- 15:31


Kapitalist bölüşüm ilişkileri (1): Artvin örneği-Oğuz Oyan

Basite indirgeyelim: Emek-sermaye arasında birincil bölüşüm ilişkileri çevrimi (bireysel veya toplu sözleşmelere dayalı olarak veya sözleşmesiz/iğreti veyahut tamamen orman yasaları işletilerek) tamamlandıktan sonra, sermayedar ve emekçinin eline geçen diyelim nakdî tutarlar vergiye tâbi olacaktır. (Emekçinin vergisinin kaynakta kesilmediğini varsayalım). Devlet bu ikincil bölüşüm ilişkilerini düzenlerken, henüz vergileri toplama aşamasından başlayarak, birincil bölüşüm ilişkilerinde oluşmuş dengeyi daha da bozabilir. Buna en son 26 Ocak 2016'daki yazımızda değinmiştik: Sermaye, milli gelir payının altında bir vergi (gelir artı kurumlar vergisi) payına sahipken, ücretli emek Türkiye'de milli gelir payının iki katı oranında gelir vergisi payına sahiptir. (Dolaylı vergiler için de benzer döngü yürürlüktedir).

Kapitalist devletin, vergiler dışında, bütçe kapsamı içinde olsun veya olmasın fon sistemiyle ve vergi-benzeri fon kesintileriyle de ikincil bölüşüm ilişkilerine doğrudan müdahaleleri vardır ve bunlar açısından da genelde benzer bir sömürü düzeneği söz konusudur. (Bu noktaya, İşsizlik Fonu örneğiyle haftaya gireceğiz).

Ama olay vergi-fon gelirleriyle sınırlı değildir. Toplumun uzun vadeli birikimlerinin (toplumsal ekonomik artığın) cisimleşmiş hali olan kamu varlıklarının özelleştirmeler yoluyla yağmalanması, bölüşüm ilişkilerini emek aleyhine daha fazla bükmenin önemli araçlarından biridir. Sermayenin (İslamcı olsun olmasın) AKP döneminde nasıl palazlandığına ve gelir ve servet dağılımını kendi lehine nasıl bozduğuna dikkatli bakıldığında, toplumun ortak mallarının sermayeye nasıl peşkeş çekildiği daha iyi anlaşılabilir. AKP döneminde 65 milyar doları bulan özelleştirme hasılatı, fiziki malların özele devrinin ötesinde bir genişliğe sahiptir. Şimdi Artvin'de özel yağmaya açılan maden işletmeciliği de bunun uzantısındadır.

Bir diğer gelir kategorisine bakalım: Asıl yükü kamuya kalan (dolayısıyla emekçilerin sosyal haklarından kısıntılara neden olan) 2001 bankalar krizinden sonra, banka batıranların mamelekinin satışına nezaret eden Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) eline geçen kaynakları Hazineye aktarmıştır. Son 15 yılda 12 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşan bu kaynakların tahsil biçimlerindeki şaibeler bir yana, TMSF elinde toplanan şirket ve malvarlıklarının satışında iktidara yakın sermaye gruplarının kayırılması gibi yollarla da gelir transferlerine yol açılmış ve servet dağılımına kuvvetli bozucu etkiler yapılmıştır.

***

İkincil bölüşüm ilişkileri kamunun gelir toplaması aşamasında tamamlanmaz. Asıl önemlisi madalyonun harcama yüzüdür, çünkü ikincil bölüşüm ilişkileri üzerindeki kalıcı etkiler bu aşamada ortaya çıkar. Üstelik kamu bütçeleri açık veriyorsa -ki genelde verir- harcamalar gelirleri aşar, dolayısıyla harcama bütçesinin etki çapı nicel olarak da daha geniştir.   (Kamu dengesini sağlamak için yapılan kamu borçlanması da bölüşüm ilişkilerini ayrıca etkiler). Kamu harcamalarının sınıflar-arası ve sınıflar-içi dağılımı, doğrudan ve dolaylı olarak, ikincil bölüşüm üzerinde görece daha nihai sonuçlar doğurur. Bütçe hakları üzerinden verilecek bir emek mücadelesi bu bakımdan sonuç doğurucu olabilir. Ama uzun erimde bütçe harcamaları genelde emek kesimleri aleyhine etkiler doğurur.

Merkezi bütçe yanında yerel yönetim bütçeleri de bölüşüme ikincil müdahalelerde bulunur.

***

Benzer şekilde, Sosyal Güvenlik Kurumları da hem gelirleri hem giderleri bakımından bölüşüm ilişkilerini (ve açıklarını karşılayan merkezi bütçe dengelerini) etkiler.

Özelleştirme dışı tutulan KİT'ler de kamunun bölüşüm üzerindeki etkilerinde rol oynamaya devam eder. Özellikle iktidar güdümünden kurtulamamış kamu bankalarının kredi dağıtım sistemi üzerinden sınıflar-arası ve sınıf-içi bölüşüm etkileri ortaya çıkar. (Sabah-ATV Grubuna açılan teminatsız krediler bunun en bilinen örneklerinden).

Gayri-nakdî Rant Aktarımları

Devletin bölüşüme müdahaleleri buraya kadar sayılanlarla bitmiyor, çünkü gayri-nakdî ve aynî rant aktarımlarını kapsamıyor. Öncelikle, gayri-nakdî rantlar gayri-maddî olmak zorunda değil. Öte yandan, ilk başta nakdî olmayan aynî rant aktarımları bazen kolayca nakde çevrilebilir. Merkezi ve yerel iktidarların arsa, arazi, bina gibi kamu taşınmazlarını bağış, uzun süreli tahsis gibi yollarla iktidar sahiplerine yakın vakıflara, özel /tüzel kişilere devretmesi bunun en görünen uygulamalarındandır. Ayrıca, aynî bir aktarımı içermese bile, imtiyazlar, tahsisler, ruhsatlar, izinler, imar değişiklikleri gibi ilk bakışta farkedilmeyen rant aktarma düzenekleri, kapitalist sistemin her zaman kalbindedir. Yasama süreci, Bakanlar Kurulu kararları veya Belediye Meclisleri kararları her an devreye sokulabilir. Üstelik yukarıdaki basitleştirilmiş örnekte olduğu gibi bunlar birincil bölüşüm ilişkilerinin arkasından gelmek yerine onları çoğunlukla önceleyebilir. (Örneğin Cerattepe'de henüz emek-sermaye ilişkileri kurulmadan ortaya çıkabiliyor).

Artvin-Cerattepe Örneği

Sistemin tüm rantlarından ayrıcalıklı bir biçimde yararlandırılan iktidarın tercihli inşaatçısı, sömürü ilişkilerini en açık/en müstehcen biçimiyle ifade etmeyi becerebilmiş Mehmet Cengiz'in, son örneği Cerattepe'de görülen doğa ve kent katliamı şaşırtıcı mı peki? 2008'de yargının iptal ettiği maden arama ruhsatının, 2010'da yasa değişikliğiyle tekrar önünün açılması ve 2012'de adrese teslim bir ihaleyle Cengiz Holding'e teslim edilmesi, tam da devletin bölüşüm ilişkilerine müdahalesinin şirket kayırma boyutuna indirgenmiş halidir. (Hatta Orman ve Su İşleri Bakanı ile Çevre ve Şehircilik Bakanını destek kuvvet olarak sahaya göndererek...). Toprağı, suyu, ormanı, kenti koruyan Artvin halkına uygulanan "vurun geçin" talimatlı şiddet ise vahşi ve ilkel bir kapitalist düzene denk düşen bir faşizm halidir.

Üç Sonuç:

(i) Sistemin kendi iç denetim düzeneklerinin   çalışıyor olup olmamasına ve sermaye sınıfının iktidar üzerinde kendi saflarındaki özel kayırmaları dengeleyici bir sınıfsal tahakküme sahip olup olmamasına göre iktidarların keyfi davranışlarının farklı biçimleri oluşur. Türkiye gibi bu denetimin ve tahakkümün zayıf olduğu ülkelerde, keyfilikler daha belirgindir.

(ii) Sistemin sömürü ilişkilerinin sadece görünür bir bölümüne karşı durarak sistemi değiştiremezsiniz, geçici bir geriletme sağlayabilirsiniz. Ama bu da çok değerlidir, çünkü halkın kendi gücüne güvenmesini sağlar ve daha büyük mücadelelerin zeminini hazırlar. İktidarın çıldırmasının bir nedeni budur.

(iii) AKP'nin azgın bir sermaye iktidarı olduğunu bugüne kadar kavrayamamış olanların, bu arada rant ve çevre yağması tehdidi kent üzerinde Demokles'in kılıcı gibi asılı dururken 2014'te Artvin'i AKP'li belediye başkanına teslim etmek gafletinde bulunan Artvinlilerin, Cerattepe direnişinden çıkaracağı dersler önemlidir.

----------------

Not: Artvin'de şirket-iktidar ortaklığına karşı aslanlar gibi mücadele edenleri, bu arada CHP Mv. Uğur Bayraktutan ile Yeşil Artvin Derneği Başkanı Neşe Karahan'ı, yürekten kutluyorum.




Bu ileti en son denizcan tarafından 01.03.2016- 15:32 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 01.03.2016- 15:33


Kapitalist Bölüşüm İlişkileri (2): Emekçinin Parasını Çalmak-Oğuz Oyan

Başlık "malumun ilanı" gibi gözükebilir. Kapitalist sistem zaten doğası gereği bir emek hırsızlığı değil midir? Emek sömürüsü birincil bölüşüm ilişkileri düzeyinde başlayıp bitiyor olsaydı, "malumun ilanı" yaklaşımı haklı olabilirdi. Ama kapitalist sömürü düzeneği bunun ötesinde, ikincil bölüşüm ilişkileriyle birlikte çevrimini tamamlamakta. Emek üzerine kurulan ikincil artık-sağma düzeneğinin vergiler yanında en doğrudan yöntemlerinden biri de kayıtlı istihdam üzerindeki fon kesintileriyle oluşturulur.

Özal döneminde alabildiğine genişletilen "kamu özel fonları sistemi" çığırından çıkarıldıktan sonra, 1991 yılına gelindiğinde, bütçe dışı fon gelirlerinin bütçe gelirlerine oranı yüzde 53 gibi devasa bir düzeye ulaşmıştı. Bunlardan Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı (ÇTTH:1986) ve Konut Edindirme Yardımı (KEY:1987) gibi istihdam fonları, büyük aldatmacalarla tezgahlanmıştı. ÇTTH, 2000 yılında aynı oranlarda prim tahsili yetkisi yeni kurulan İşsizlik Sigortası Fonu'na (İSF) devredilerek dönüştürüldü. (Bu iki fonun bakiye varlıklarının nihai tasfiyesi ise AKP döneminde gerçekleştirildi ama gene hak sahipleri aleyhine "formüllerle"...)

Haziran 2000'den itibaren işçi-işveren-devletin ödediği primlerle İSF biriktirim yapmaya başladı; işsizlik ödenekleri (İÖ) ise Mart 2002'den itibaren devreye girdi. Zaman içinde sermaye çevrelerinin baskısıyla kesinti oranlarında indirimler yapıldı. Ama değişmeyen tek bir şey vardı: Fonda biriken (ve nema gelirleriyle de büyüyen) kaynakların işsiz ordusuna aktarılmamasının başarılması! Nasıl? Birbirine tamamlayan üç yolla:

Birincisi, Fona girişlerin fevkalade güçleştirilmesiyle. İÖ'ne hak kazanabilmek için dört koşulun yerine getirilmesi şarttı: (i) Kendi istek ve kusuru dışında işini kaybetmek; (ii) Hizmet akdinin sona erdiği tarihten itibaren 30 gün içinde başvurmak; (iii) İşten ayrılmadan önceki son 120 gün sürekli çalışıp prim ödemiş olmak (tabii işverenin de bu primleri yatırmış olmasını umarak!); (iv) Son üç yılda en az 600 gün İşsizlik Sigortası primi (İSP) ödemiş olmak.

İkincisi, Fonda kalışların çok kısa tutulmasıyla. Yukarıdaki giriş koşullarını sağlayanlar, son üç yıldaki İSP ödemelerine göre (600, 900 veya 1080 gün) sırasıyla 180, 240 veya 300 gün İÖ'ne hak kazanmaktaydı!

Üçüncüsü, hak kazananlara ödenen İÖ'nin çok düşük tutulmasıyla. Bu ödeneğin aylık asgari ücretin netinin yarısı ile tamamı arasında kalması öngörülmüştü. Oysa prim toplarken "prime esas aylık brüt kazançlar" (4447/49) dikkate alınıyordu. Prim tavanı ile ödenek tavanı arasındaki orantısızlık göze batacak kadar yüksekti.

Peki işçilerden işsizlik halinin güvencesi olarak toplanan kaynaklara, işsizlerin ulaşmasının bu kadar zor olması işçi sendikalarının sorunu olmadı mı? İSF yönetiminde işçi temsilcilerinin de bulunması kavgası verilebildi mi? Çoğunluğu kendi sınıfları yerine sermayenin iktidarına yakın olan işçi sendikalarından bu kadarı beklenemez miydi? Nitekim, ÇTTH'ı çalışanlar lehine bir çözüme kavuşturarak tasfiye edeceğini programına alan RP'nin 1996'da iktidar olması ve Çalışma Bakanlığı'na Hak-İş Konfederasyonu başkanlığından gelen Necati Çelik'i getirmesi, çalışanlar aleyhine bir tasfiye projesine (ki bu, tepkiler üzerine sonuçlanamamıştı) angaje olmasını engellememişti. Tıpkı AKP'nin 2007-2011 döneminin 60. Hükümet Eylem Programı'ndaki "işsizlik ödeneğinden yararlanmak için gerekli olan şartlar esnetilecek, ayrıca işsizlik ödeneğinin miktarı arttırılacaktır" vaadini izleyen yıllarda hiç anımsamadığı, hatta bizim bu yönde verdiğimiz kanun tekliflerini her yasama döneminde kendi milletvekillerinin oylarıyla reddettiği gibi!

Peki o zaman İSF ne işe yarıyor?

AB başta olmak üzere dış dünyaya, Türkiye'nin taahhüde girdiği sosyal sigortacılığın yeni bir aşamasını daha yerine getirdiğini göstermek işin bir yanıydı. Daha belirleyici olanı, İSF getirilirken, tıpkı önceki istihdam fonları (ÇTTH, KEY) gibi, sosyal işlev yerine mali işlevin öncelikli görülmesiydi. Bu mali işlev başlangıçta iki düzeyde tasarlanmıştı: Bir: İSF'de biriken fonların kamu borçlanması için önemli bir kaynak oluşturması, bu arada kamu iç borçlanma vadelerini uzatırken faiz maliyetlerini de düşürmesi. İki: IMF'ye verilen taahhütler doğrultusunda kamu kesiminin birincil fazla (veya faiz dışı fazla) hesabını iyileştirmesi (bu iyileştirme, MG'e oranla yılda yüzde yarım dolayında gerçekleşmiştir).

Dolayısıyla İSF'nin asıl işlevinin başlangıçtan itibaren işsizliğin sigortasını oluşturmaktan ziyade kamu finansman gereksinimlerini karşılamak olduğu açıktı. Bunu sayıların diliyle de gösterebiliriz: 2015 sonu itibariyle 93 milyar TL olan toplam fon varlığının yüzde 91,4'ü uzun vadeli kuponlu devlet tahvillerinde, yüzde 1,1'i kuponsuz tahvillerde, yüzde 7,6'sının da mevduat hesaplarında tutulmaktadır.

2000-2015 arasındaki birikimli Fon gelirleri (prim kesintileri artı bunların nemaları) 128,7 milyar TL'yi buluyordu. Ancak bunun sadece 10,6 milyar TL'si işsizlik ödeneği olarak ödenmişti; yani Fona toplam girişlerin sadece yüzde 8,2'si kadarı!! (Bu arada sıkça yapılan bir hata, Fon gelirleri ile varlığının karıştırılmasıdır. Nitekim 15 Şubat 2016 tarihli Cumhuriyet'te "93 milyarın 10 milyarı işsize" haber başlığı yanlıştır. 93 milyar Fon varlığıdır yani 15 yılın gelir-gider bakiyesidir. Aslında bu karışıklığı yaratan da Fon gelirlerini sadece son 5 yıl itibariyle veren İşkur'dan başkası değildir).

Fonun toplam harcamaları aslında (128,7-93,1=) 35,6 milyar TL'yi bulmuştur. İşsize ayrılan bunun 10,6 milyarıdır. Aradaki fark nereye gitmiştir? İlkönce, AKP Hükümetleri döneminde Fona mali amaçla el koymanın yeni bir yöntemi daha yürürlüğe konulmuştur: 2008'den itibaren GAP gerekçe gösterilerek İSF'den Bütçeye "Ekonomik Kalkınma ve Sosyal Gelişme Gideri" payları aktarılmaya başlamıştır. 2013'te son bulana kadar bu payların toplamı 13 milyar TL'yi bulmuştur. Yani Fonun işsizlik ödenekleri toplamını aşmıştır! Ayrıca İSF işveren payı muafiyetleri üzerinden sermayeye bol kepçe teşvik yağdırılmaktadır. Bu arada "Aktif işgücü programları" altında gösterilen harcama kalemi de giderek kabarmaktadır: Bu kaleme sadece 2015 yılı için ayrılan kaynak 3.026 milyon TL olurken, işsizlik ödeneği kalemi 2.199 milyon TL'de kalmaktadır!

Resmi işsiz sayısının 3 milyonun üzerinde olduğu bir ülkede 14 yılda sadece 4,3 milyon işsizin Fondan yararlanabilmiş olmasının da gösterdiği gibi, işçiler için biriken parada herkesin gözü vardır. Bu herkes, sermaye ve maliye (siyasi iktidar) birlikteliğinden ibarettir. Bu nedenle de İSF kaynaklarına hakim olma mücadelesi işçi sınıfının gündeminin birinci sırasında yer almak zorundadır.

İSF modeli üzerinden kurgulanmaya çalışılan bir Kıdem Tazminatı Fonu tasarımına da aynı nedenlerle karşı durulmalıdır.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Kapitalist sistem kadını eve hapsediyor proleter 0 3338 19.03.2014- 23:30
Konu Klasör IŞİD ve kapitalist/emperyalist gericilik… proleter 0 2912 19.06.2014- 12:57
Konu Klasör Anti-kapitalist Müslümanın son yolculuğu melnur 0 2195 26.08.2017- 10:33
Konu Klasör Çin sosyalist mi kapitalist mi?-Doğu Perincek melnur 12 5741 05.02.2022- 02:51
Konu Klasör Artk değer, kapitalist sömürü nedir? melnur 11 11283 18.12.2017- 15:53
Etiketler   Kapitalist,   bölüşüm,   ilişkileri
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS