SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Marksizmin bitmeyen revizyonu           (gösterim sayısı: 4.068)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 13.11.2016- 22:32


Marksizmin bitmeyen revizyonu

Ne yeni ne de eski paradigma çağının zorunlu ve kaçınılmaz yansıması. Sadece her biri nesnel koşullar tarafından besleniyor, sol ve Marksizm anlayışı üzerinde izler bırakıyor. Zaten bu hikaye ne bizim başladığımız yerden başlar, ne de burada biter.

Sosyalizmin büyük yenilgisini III. Enternasyonal ürünü komünizmin çöküşüne bağlayanların Marksizmi yenileme iddiasındaki reçeteleriyle, ölü doğmuş II. Enternasyonal’in görüşleri arasında şaşırtıcı benzerlikler vardır. Marksizm-Leninizm’e meydan okuyan neo-Marksistler veya post-Marksistler ne zaman tarih konusunu açsalar, ardından II. Enternasyonal’in bayat argümanları sökün eder. Marksizmi yenileme iddiasıyla ortaya çıkan bu sahte peygamberler için Bernstein’in torunları demek yanlış olmayacaktır.

Bu yakınlığın nereden geldiğini bulmak zor değildir. Her ne kadar tarihsel paralellikler kurmak tarih biliminin doğasına pek uymasa da, yine de aralarında bir asırlık zaman aralığı bulunan bu iki dönem nesnellikleri ve öznellikleriyle birbirlerini andırıyorlar.

II. Enternasyonal, kapitalizmin nispeten barışçıl koşullarda geliştiği, devrim tehdidi ve şiddetli sınıf mücadeleleriyle sık karşılaşmadığı, sakin sayılabilecek bir dönemde varlık göstermiştir. Aynı şekilde geçen yüzyılın son çeyreğinde peydah olan post-Marksizm de yenilginin tesviye ettiği, sınıf mücadelelerinin irtifa kaybettiği, emperyalizmin ve uluslararası burjuvazinin ciddi bir engelle karşılaşmaksızın hegemonyasını sürdürdüğü bir zamana rastlar.
Dünya kapitalizminin amiral gemisi Avrupa sakin ve fırtınasız sularda yol alırken materyalist tarih anlayışının sağından solundan nasıl kemirildiğini görmek için, II. Enternasyonal’li (1889-1916) yıllara dönmek gerekiyor.

Marx-Engels sonrası
Engels’in ölümü arkasında doldurulamaz bir boşluk bırakmıştır. Marksizmin kurucularının çok yakınında bulunmuş kişiler arasında bile Marksizmden ve onun tarih anlayışından uzaklaşma eğilimleri görülür olmuştu. Rusya’da Lenin, Almanya’da Bebel, Zetkin, Liebknecht ve Rosa, Hollanda’da Pannekoek gibi devrimci önderlerin varlığı bile bu oportünist gidişatı durduramamıştı.

Bunu kişilerin kötü niyetleriyle açıklamak mümkün değildi. Marx’ın ölümünden dünya savaşına kadar uzanan barışçıl ve sakin gelişme esnasında, başta Fransa ve Almanya’daki sosyalist partiler seçimlerde ve parlamentoda başarılı sonuçlar aldılar ve o zamana dek görülmedik ölçülerde kitleselleştiler. Bu, sosyalizme evrimci yoldan, yani ayaklanmalar ve zorlu mücadeleler olmadan, parlamentodan yararlanarak da geçilebileceği umudunu doğuran yeni bir olguydu.

Belirli görüş ayrılıklarıyla başlayan oportünizm reformları savunmakla sınırlı kalmadı. Devrimden reformizme, reformizmden burjuva uşaklığına doğru ilerledi. II. Enternasyonal partileri başlarda Marksizmi kapitalizmle barışık bir doktrine çevirmeye çalıştılar, sonraları çürüdükçe de emperyalist siyasetin parçası ve yedeği haline geldiler.

Ancak Ekim Devrimi’nin zaferinin ardından kurulan III. Enternasyonal bu egemenliğe son verebildi. Buna rağmen III. Enternasyonal yıllarında ve ondan sonra da eski zihniyetin kalıntıları devam etti.

Aradan geçen zaman çok şey değiştirmedi: İlk zamanlar Marksizme içeriden müdahale edilirken, son yarım yüzyılda Batı Marksizmi, post-Marksizm bunu parti dışından, daha çok da akademisyenler eliyle ve açık biçimde yapmaya başladı.

Plehanov
1880 sonrasında Rusya’da Marksist bir grup kuran eski Narodnik Plehanov’un yapıtlarının önemli bir kısmı diyalektik ve tarihsel materyalizmin savunusu üzerinedir. Plehanov ilk Marksist kuşağın yetişmesinde olsun, Narodnizme ve öteki burjuva sosyoloji okullarına karşı mücadelede olsun katkıları görmezden gelinemeyecek bir öğretmendir. Gelgelelim bu onu giderek Marksizmden uzaklaşmaktan alıkoymamıştır.

Plehanov’un yüzünü Narodniklerden liberallere ve Menşeviklere çevirmesi, hatta 1914’ten 1917’ye devrim karşıtlığına varması, Marksist felsefe ve tarih yorumuna içkin “nesnelcilik”le sıkı sıkıya bağlıdır. Bu, Marksizme geçmeden önce Tkaçyev, Thomirov gibi Narodnikleri Blanquizmle (daha sonra aynı suçlamayı Bolşeviklere de yapacaktır) suçladığında açığa çıkmıştı.

Narodniklere karşı Rusya’nın kapitalizme geçmekten kaçınamayacağını savunmakta haklıdır. Çarlığa rağmen üretim güçlerinin serbestçe gelişeceği, proletaryanın kurulacak parlamenter bir devlet altında eğitimden geçmesi gerektiği düşüncesi ise II. Enternasyonal’den kalmadır. Demokratik devrim sürecinde Narodniklerin dışlanıp liberallerle birlikte yürünmesi gerektiğini söyleyerek safını belli etmiştir. Plehanov’un proletaryanın temel müttefiki saydığı liberalleri, Lenin Çarlık despotizminin baş destekçisi sayar ve tavrını devrimci-demokrat köylü hareketiyle ittifaktan yana koyar.

Bunun arka planında Plehanov ile Marksist felsefe ve tarih anlayışı arasındaki açıklık vardır. Öznelciliğe karşı çıkarken Narodnizmi tersine çevirip öznel etkenin, bilincin ve eylemin rolünü küçültmüş, nesnel yasaların, zorunluluğun rolünü ise mutlaklaştırmıştır. Tarihsel gelişmenin “insan iradesi ya da bilinci ile bir ilişkisi yoktur”, “Sosyal Demokratlar tarihin akışıyla yürüyorlar” diyecek kadar ileri gittiği görülmüştür. Tarih teorisinin odağına nedenselliği koyması, devrimcilerin görevini olayların doğal gelişimini izlemeye indirgemesine neden olmuştur. Oysa Lenin de nesnel faktörlerin önemini vurgular, ama bunu sınıf mücadelesinin, öznel faktörlerin karşı etkisiyle birlikte ele alır.

Althusser’den çok önce Hegel’i geri plana itip Spinoza’yı ve Feuerbach’ı öne çıkaran Plehanov’dur. Marx ve Engels’in, “gelişmelerinin materyalist döneminde”, “Spinoza’nın bakış açısından hiçbir zaman ayrılmadıkları”nı iddia etmiştir (Aktaran Andrzej Walicki, Rus Düşünce Tarihi, V Yayınları, Ankara-1987, s. 375) Böylece, doğa bilimlerinde benimsenen nedensellik ilkesini olduğu gibi toplum biçimlerini de içine alacak şekilde genişleterek kendisine Marksizmi dayanak yapıyordu.

Plehanov’u bu noktaya Batıcı, Avrupamerkezci “Marksizm” anlayışı getirmiştir. Rusya’nın, “normal” dediği Avrupa’nın izlediği evreleri izlemesini ve ileri kapitalist ülkelerdeki kapitalist demokrasiye ulaşmasını ister. Çünkü sosyalizm ancak o zaman gündeme gelebileceğine inanır.




Bu ileti en son melnur tarafından 13.11.2016- 22:37 tarihinde, toplamda 5 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.11.2016- 22:38


Bernstein
II. Enternasyonal önderleri içinde en açık tutuma sahip olan Sosyalizmin Önkoşulları ve Sosyal Demokratların Ödevleri adlı kitabında Marksist öğretiyi cepheden eleştiren Bernstein’dir. Marksizmin üretimin yoğunlaşması, proletaryanın yoksullaşması, sınıflar arası kutuplaşma, ekonomik krizlerin gitgide ağırlaşması üzerine görüşlerini şiddetle eleştirir ve gelişmenin bunların tersi yönde olduğunu iddia eder. Bunlara istinaden de şiddete dayanan devrimi ve proletarya diktatörlüğünü gereksiz bulur; tedrici reformların ve devletin “demokratikleştirilmesi”nin sosyalizmi kendiliğinden getireceğini söyler.

Bernstein’ın Marksizm eleştirisinin arka planında tarihsel materyalizm yorumu yer alır. Marx-Engels’in tarih konusundaki önceki ve sonraki görüşleri arasında çelişki bulur ve bunu “düzeltme”yi (revizyon) kendine vazife edinir. Çağdaşları gibi Bersntein de tarihin gidişatı üzerinde ekonomi dışı etmenlerin etkisinin daha fazla vurgulanmasından yanadır.

”Bireyler ve bir bütün olarak ulusların yaşamları, iradeleri dışında ya da iradelerine rağmen kendilerini iten bir zorunluluğun etkisinden giderek sıyrılıyor.” (Bernstein, Evrimsel Sosyalizm, Kavram Yayınları, s. 38)

Bernstein, üstyapısal öğelerin, yani ideolojinin, siyasetin, ahlakın altyapı karşısında özerk olduğunu söylerken bunda yüzde yüz haksız değildir. Yanlış olan bunu mutlaklaştırması, tarihin zorunluluk yönünde değil serbestçe ilerlediğini söylemesi ve tarihsel materyalizmin bir ahlak teorisiyle desteklenmesini istemesidir. Ona göre Marksizmin diyalektiğe ihtiyacı yoktur. Hegelci diyalektikten arındırılmış, tarihsel süreci evrimci tarzda açıklayan, Kantçı bilinemezlik ve etiği kucaklayan bir tarih anlayışına geçilmelidir.

Bernsteinizm, ihtilalci olmayan, reformları ve parlamenter mücadeleyi devrimim yerine geçiren, sınıflar ve partiler üstü bir “bilim” olmayı yeterli bulan bir sözde “Marksizm”dir.

Kautski
Engels’in ölümünden sonra Alman Marksistlerinin en önde gelen teorisyeni Kautski, Birinci Dünya Savaşı’na doğru sağa kaymıştır. Bernstein ve Austro-Marksistlerle polemiklerinde ortodoks bir görünümdeyken, tarihsel materyalizmi proletarya devriminin teorisi olarak değil, doğa bilimlerindeki gibi bir ekonomi bilimi olarak yorumlamaya başlayınca aralarındaki sınır kalkmıştır. Sonraki yıllarda Batı Solu, Marx’a, Kautski üzerinden yüklenirken onun bu özelliğini paravan olarak kullanacaktır.

II. Enternasyonal oportünizmine hayat veren ortamla, özü devrimci olmayan ama Marksist görünmeye çalışan Kautski arasında bir uyum vardır. Alman işçi hareketinin sonraki yenilgilerinde hep onun natüralist, kendiliğindenci okumasının izleri görülecek ve devrimci yönde gelişme ancak Kautski’den farklılaştıkça mümkün olabilecektir. Bu bakımdan Kautski ile Plehanov arasında paralellik vardır.

Çünkü o da sosyalizmin kapitalizmin gelişme yasalarının tarihsel olarak zorunlu sonucu olduğunu savunuyordu. Devrimi, ekonomik yasaların otomatiğine bağlayıp, kapitalizmi kendi çelişkilerinin ağırlığı altında çökecek bir sistem olarak göstermesi ile döneminin görece sakin ve rahat ortamı arasında sıkı bir ilişki vardır. Tarih yorumlarken ekonomiyi politika, nesneyi özne karşısında üstün tutmasının sebebi budur. Şu sözleri nasıl bir tutum içinde olduğunu gösteriyor:

“Görevimiz devrimi örgütlemek değil, kendimizi devrim için örgütlemektir; devrim yapmak değil ondan yararlanmaktır.” (Kautski, Kavram Yayınları, s. 9)

Tarih teorisi ekonomik determinizme, evrimciliğe dayanır. Kautski, tarihsel gelişmede ekonomik etkenin rolünü abartarak üretici güçlerin gelişmesine aşırı bir rol tanır. Üstyapısal etkenleri, politikayı ve sınıf mücadelesini etkisizleştirir. Kapitalist gelişme ne kadar hızlı olursa sosyalizme geçiş o kadar kolay olur kafası, II. Enternasyonal partilerini kapitalizmi desteklemeye ve kendi burjuvazisiyle ittifak kurmaya sürüklemiştir. Üretici güçler beklenen seviyeye gelince devrimin kendiliğinden gerçekleşeceği düşünülmüştür. Güya o zamana kadar da işçi sınıfı nicel ve nitel bakımdan güçlenmiş, demokrasi içerisinde olgunlaşmış olacaktır. Devrimi kapitalizmin gelişme derecesine bağlayan bu görüşe “üretici güçler teorisi” denmiştir.

Franz Mehring ve Rosa Lüxemburg
Rosa Lüxemburg ve Karl Liebknecht bazı hatalarına karşın, tarihe büyük devrimciler olarak geçmişlerdir. Teori ve pratikleri her zaman devrimci diriliği temsil eder. Çürüme halindeki II. Enternasyonalin devrimci kutbunun solunda R. Lüxemburg, sağında F. Mehring bulunmaktadır.

Mehring Spartaküstler Birliği’nin Rusya’ya katılmasına karşın tarih anlayışında sağ hatalarıyla dikkati çeker. Engels’in sağlığında yazdığı Lessing Efsanesi adlı kitabı, tarihsel materyalizmin “ekonomik determinizm”e indirgenmesinin bir örneğidir. Marx ve Engels, esasa ağırlık verip, ideolojik, hukuki, siyasal tasarımların (vb.) iktisadi etkenler üzerindeki karşı etkisini vurgularlarken arada bıraktıkları boşluk, Mehring tarafından teorileştirilmiştir. Engels, Sorge’ye yazdığı 14 temmuz 1893 tarihli mektubundaki ünlü uyarısını bunun üzerine yapmıştır.

Hegel’den hoşlanmayan Mehring, diyalektiği, tarihsel materyalizmden temizleyip, kendince mekanik materyalist bir yoruma tabi tutar, çünkü Marx ve Engels’in spekülatif felsefenin sona erdiği sözünü, Marksist felsefe dahil bütün felsefelerin bittiği şeklinde yorumlamaktadır.

Lüxemburg’a gelince devrimci mücadelede militan tutumuna rağmen, tarihi yorumlarken öznel etkenin rolünü olması gerekenin gerisine çeken “sol” kendiliğindenci bir eğilim gösterir. Bu, emperyalizm analizine ve kitle grevlerine yaklaşımına da yansır.

R. Lüxemburg’a göre Marx Kapital’in ikinci cildinde genişletilmiş yeniden üretimin “saf” kapitalizmde de mümkün olduğunu varsayarak, bunun üzerinden bir model geliştirir. Ona göre proletarya ile burjuvazinin var olduğu koşullarda artı değerin realizasyonu imkânsızdır. Bunun için “üçüncü bir dünya”ya, yani prekapitalist üretim alanına (köylülük ve sömürge alanları) ve bu alandaki üretimle kapitalist üretim arasındaki değişime gereksinim vardır. Sermaye birikimi ancak böyle ilerleyip genişleyebilir. Eğer kapitalist üretim kapitalist olmayan biçimleri çözerse, kendini üretemez hale gelir ve çöker.

Kitle grevlerindeyse nesnel yana fazlasıyla güvenir. Parti ve liderliğin rolünü, işçi hareketi içindeki bilinçlendirme ve örgütlenme faaliyetini ise küçümser. İşçi sınıfının nesnel ekonomik birliğinin politik birliğe kendiliğinden dönüşebileceğini düşünür. Bu konudaki ve örgütlenmedeki kaderci anlayışı nedeniyle Lenin’i volantarizme sapmakla suçlar.

R. Lüxemburg’un bu görüşleriyle, kapitalizmin “saf” kapitalizme dönüştüğü noktada dünya çapında çökeceği tezi bir bütündür. Çünkü kapitalizmin son krizi, proletaryanın kendiliğinden eylemiyle devrime çevrilebileceği anlamına gelir. Böylece çözümlemesini üretim alanından değişim alanına kaydıran R. Lüxemburg, kapitalizmin iç çelişkileri alanından uzaklaşmış olmaktadır.

Yine de R. Lüxemburg Lenin gibi önderlerle birlikte geleceği, II. Enternasyonal içindeki III. Enternasyonali temsil ediyordu.




Bu ileti en son melnur tarafından 13.11.2016- 22:39 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.11.2016- 22:41


“Avusturya Marksizmi”
III. Enternasyonal’in “İki buçukuncu” diye de adlandırdığı “Avusturya Marksizmi”, Viyana merkezli Max Adler, Karl Renner, R. Hilferding, F. Adler, O. Bauer gibi tanınmış kişilerden oluşuyor. Parlak dönemini 20. yüzyılın ilk 15 yılında yaşayan bu grup, Bernstein ile Kautski arasında çadır kurmuş gibidirler. Marksizmi felsefi temellerinden başlayarak sistemli bir şekilde gözden geçirerek devrimci özü boşaltılmış akademik bir araştırma yöntemine çevirirler.

“Avusturya Marksizm”i, Almanya’da moda yeni-Kantçılığı Avusturyalı fizikçi filozof E. Mach’ın pozitivizmini Marksizme yamamaya çalışacaktır. O. Bauer kendi felsefi eğilimini şöyle tanımlar:

“Marx ve Engels Hegel’den ve daha sonraki Marksistler de maddecilikten başladığı halde, daha yeni olan “Avusturyalı Marksistler” kendi hareket noktaları olarak Kant ve Mach’ı aldılar.” (O. Bauer, Avusturya Marksizmi içinde, Kavram Yayınları, s. 48)

Diyalektik materyalizmin eskidiğini ilan eden bu “entelektüel topluluk” (Bauer’in kendi ifadesi), ona Kant ve Mach aşısı yapmakla yeni bir buluş yapmış olmuyorlardı. Sadece Alman ve Avusturya üniversitelerinde moda olan ampirizmi Marksizme enjekte etmeye kalkışıyorlardı. Yeni Kantçılığı benimsemiş Bernstein’dan farkları, sosyalizmi ahlak felsefesiyle değil, nedensellik ilkesiyle ve olguculukla birleştirerek daha sofistike kılmalarıydı.
Tarihsel materyalizmi bir sosyoloji, Marx’ı da sosyolojinin kurcusu ilan eden ilk grup, Avusturya Marksizmidir. M. Adler’e göre:

“Marksizm ve sosyoloji bir ve aynı şeydir; yani Marksizm toplumsal yaşamın yasaları ve onun nedensel gelişiminin biliminden başka bir şey olmayı amaçlamaz.” (A. g. e., s. 62)

Yeni toplumsal fenomenleri ampirik olarak araştırmaya girişmeleri bunun sonucudur. Grubun önde gelenlerinden Carl Grünberg şöyle der:

“…maddeci tarih anlayışı ne felsefi bir sistemdir, ne de böyle olmayı amaçlar… onun nesnesi soyutlamalar değil, gelişme ve değişme süreci içindeki verili soyut dünyadır. “ (A. g. e., s. 18)

Bu yolun sonu reformizmdir. Nitekim işçi sınıfının barışçıl yoldan iktidarı ele geçirip kerte kerte reformlarla sosyalizme geçebileceğini savundular, adına da “yavaş devrim” dediler. Hilferding “örgütlü kapitalizm” dediği emperyalist kapitalizmi, sosyalizme doğru olumlu bir adım, barışçıl geçişi kolaylaştıran bir etken olarak görmekteydi. Bu kafa Karl Renner’i cumhurbaşkanı, Hilferding’i de maliye bakanı yaptı.

Buharin
Bolşevizmin önderlerinden Buharin bir bakıma III. Enternasyonal içindeki II. Enternasyonal kalıntısını temsil eder. SBKP(B)’nin ve III. Enternasyonalin yöneticileri arasında yer almasına rağmen, Lenin’den ayrı, özü Bolşevizme ters bir tarih anlayışını savunur. 1921 yılında yazdığı Sosyoloji Ders Kitabı alt başlıklı Tarihsel Materyalizm kitabı, Plehanov, Kautski ve Avusturya Marksizminin izlerini taşır. Tarihsel materyalizmi, toplumun genel teorisi ve onun evriminin yasalarını inceleyen bir bilim, yani sosyoloji olarak tanımlar. II. Enternasyoalci tarih yorumlarının basit bir tekrarı olmamakla birlikte, ekonomik determinizmi ve evrimciliği ile onlara yakın durur. Bunda, 20. yüzyıla girilirken yükseliş halindeki Durkheim, Pareto, Weber gibi sosyologlardan etkilenmesinin payı vardır. Oysa Bolşevik önderler bu akıma şiddetle karşıydılar, onun için Lenin sosyoloji kavramını tırnak içine alarak kullanıyor, arasına mesafe koyuyordu.

Buharin’in Batı sosyolojisinin etkisi altına girmesi, Hegelci diyalektiğe sırt çevirmesinin sonucudur. Toplumu “dev bir çalışan mekanizma”, insanlarıysa “canlı makineler”e benzetmesi bunun dışa vurumudur. Toplumsal sistemi özgün denge, dengenin bozulması ve dengenin yeniden oluşması veya içsel denge-dışsal denge gibi kavramlarla açıklamaya çalışır. Buharin’e göre, içsel denge “şeyler, kişiler ve fikirler”i, dışsal dengeyse toplumun çevreyle, yani doğayla olan dengesini ifade eder. Toplumdaki denge sürekli olarak bozulmakta ve yeniden kurulmaktadır. Bu yeniden oluşma “evrim” ve “devrim”le olmaktadır. Buradaki mekanik denge anlayışı, Buharin’den önce fizik ve biyoloji bilimlerinde, Bogdanov’un Machizminde de görülmüştü. Toplumdaki çelişki ve sınıf mücadelesini denge anlayışı içinde eritiyordu. Bu, burjuva sosyolojisinin “dinamik”, “statik” gibi kavramlarıyla uyumluydu.

Lenin’in övgüyle bahsettiği olağanüstü teorik yeteneğine rağmen yaşamı boyunca yaptığı hataların kaynağında bu vardır. Lenin’in Vasiyet mektubunda, “Buharin’de skolastik bir yan vardır (hiçbir zaman diyalektiği incelememiş ve sanırım hiçbir zaman da diyalektiği yeterince kavramamıştır) sözü, ölümünden sonra da doğrulanmıştır (Son Yazılar, Son Mektuplar, Ekim Yayınları, s. 14)

1930’lara doğru “denge teorisi”nin SB’nin iç ve dış politikalarına yansımaları olacaktır.

Nikolay Buharin tarafından yolu açılan, “tarihsel materyalizmin sosyolojikleştirilmesi” eğilimi, özellikle Gramsci tarafından ( Hapishane Defterleri) sert bir biçimde eleştirilmiştir. Gramsci’ye göre, praksis felsefesinin “diyalektik materyalizm” ve “tarihsel materyalizm” olarak iki bileşene ayrılması, bir yandan diyalektiğin mantığın bir alt dalına indirgenmesi, diğer yandan pozitivist bir sosyolojiye kapı açma riski taşır.

Buharin tek örnek değil, yazımızın başında işaret ettiğimiz III. Enternasyonal içinde eski enternasyonalin kalıntılarının yalnızca birisidir. Kruşçev’le birlikte modern revizyonizm II. Enternasyonalin cephaneliğini tepe tepe kullanacaktır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.11.2016- 22:43


Kıssadan hisse
Gelgelelim, ne yeni ne de eski paradigma çağının zorunlu ve kaçınılmaz yansıması. Sadece her biri nesnel koşullar tarafından besleniyor, sol ve Marksizm anlayışı üzerinde izler bırakıyor. Zaten bu hikaye ne bizim başladığımız yerden başlar, ne de burada biter.
Son verirken şu iki noktaya değinmekle yetineceğiz.

Birincisi tarih düz bir çizgide değil zikzaklarla, öne ve geriye doğru sıçrayışlarla ilerliyor. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı arasıyla, 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başı arası elbette çok farklı ama birbirlerini andıran bir bağlamları da var: Sınıf mücadelelerindeki düşüş, devrimin yerini reformların alması, reformların yarattığı illüzyonlar, Marksizmi yenileme çağrıları, burjuvaziyle barış içinde yaşama isteği, kendiliğindencilik, mevcut koşulların nesnel kabulü, devrimci öğretinin gözden düşmesi…

Böyle bir dönemin karakteristiklerini yansıtan solun ve sahte Marksizmin ebediyen sürmeyeceği, bir gün foyasının ortaya çıkacağı Ekim Devrimi ve onu izleyen III. Enternasyonalle kanıtlanmıştır. Paris Komünü’nün yenilgisini izleyen bu uzun menzilli dönem tersine dönünce paradigma da değişmiştir. Öyle ki bütün bu mızmızlanmaların ardından gelen III. Enternasyonal dünyanın üçte birine sosyalizmin kapısını açmıştır.

Demek ki, düşüş ne kadar gerçekse, yükseliş de o kadar kaçınılmaz ve gerçektir.

İkincisi Marksizmin tarihi ile oportünizmin tarihi aynı madalyonun iki yüzü gibi. İkisi yan yana, aralarında bitmeyen bir mücadele ve kopuş var. Birini anlamak için ötekini de anlamak gerekiyor.

Sosyalist olduğunu söyleyen sol liberaller on yıl boyunca AKP iktidarını, güya hasmı ulusal sol da Kemalist bürokrasiyi desteklemediler mi ? Şimdi biri AKP’nin kendi çizgisinden uzaklaştığını, öteki kendi çizgisine geldiğini söylemiyor mu? Sinekten yağ çıkarırcasına ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’de “demokrasi havariliği”, Mustafa Koç’ta “laik, anti-AKP ilerici burjuvalık” keşfeden solculara, Marksistlere ne diyeceğiz? Burjuvazinin veya gericiliğin has tarihçilerinin, gazetecilerinin, danışmanlarının (vs.) önemli bir kesiminin geçmişinde solculuk olduğunu söylemek bile gereksiz.

Marksizm adına bu yapılanlar karşısında afallayıp kalmamak için arada sırada dünya oportünizm tarihine de bir göz atmak gerekiyor demek ki.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.11.2016- 22:45


Yazıyı SF'den aldım. Che asmış. Neden astığını da anlayamadım:) Alıntının altındaki link de çalışmadığı için SF'nin ilgili linkini veriyorum.

http://www.sosyalistforum2.net/showthread.php?p=372929#post372929



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Şu bitmeyen Kayyum meselesi... melnur 3 2619 04.11.2019- 16:03
Konu Klasör Kabine Revizyonu Yetmez, Yasaksız Barajsız Erken Seçi dayanışma 0 3054 27.12.2013- 08:45
Konu Klasör Marksizmin geleceği melnur 0 513 05.07.2022- 07:29
Konu Klasör Marksizmin üç kaynağı ve üç öğesi melnur 0 3168 18.02.2014- 17:58
Konu Klasör Marksizmin bilgesi (Engels) 193 yaşında melnur 0 3880 28.11.2013- 21:03
Etiketler   Marksizmin,   bitmeyen,   revizyonu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS