SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Yeni baskı dönemi ve direnişin yolu           (gösterim sayısı: 2.528)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.988
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 01.10.2017- 13:24


Yeni baskı dönemi ve direnişin yolu- Merdan YANARDAĞ


Türkiye siyasal ve toplumsal planda çatışmanın çok sertleşeceği zor bir dönemece giriyor. Siyasal, kültürel ve toplumsal fay hatlarında büyük bir gerilim birikiyor. Bu sürecin hem doruğunu hem de finalini 2019 başkanlık seçimleri oluşturacak gibi görünüyor. Bütün işaretler, önümüzdeki dönemde toplumdaki parçalanmanın daha da derinleşeceğini gösteriyor.

Yüzyılı aşkın süredir iktidarı ve ayrıcalıklarını kaybeden islamcı hareket ve uleme; sinsi ve sabırlı davranarak, emperyalizmle yüz kızartıcı bir işbirliği içinde yeniden ele geçirdiği devlet üzerinden kendi rejimini ve egemenlik aygıtlarını kalıcı bir şekilde kurmak istiyor. Bugün temel siyasal sorun ve çatışma alanı budur.

Cumhuriyet, yarım bırakılan/kalan bütün devrimlerin kaderini yaşıyor. Cumhuriyet devriminin bütün kurumları, iktidarına son verdiği ve fakat bir süre sonra uzlaştığı gerici güçler tarafından imha ediliyor. İslamcılar kendilerini yaralı bırakanların, yani Cumhuriyetin mezarını kazıyor. Kaldı ki, onlarca yıllardır sağ iktidarlar ve NATO'cu bürokrasi tarafından cumhuriyet kurumlarının içi   boşaltılarak birer kabuğa dönüştüğü için onları yıkmak pek zor olmuyor.  

Diğer taraftan, ülke artık yarım kalan bu hesaplaşmayı tamamlamadan yoluna devam edemez görünüyor. Bu nedenle bütün kurumlar ve toplum, devrim ve karşı devrim güçleri, ilericiler ve gericiler, cumhuriyetçiler ve osmanlıcılar arasında kozların yeniden paylaşılıcağı bir kavşağa doğru sürükleniyor. AKP bu çatışmayı zorluyor.

* * *

İktidar, islami bir rejim kurmak için ayağına tarihsel bir fırsatın geldiğini, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin bu anlamda, “Allahın bir lütfu” olduğunu, dolayısıyla bu fırsatı kaçırmaması gerektiğini düşünüyor. Bu amaç için bütün ülkeyi ateyşe atmaya hazır görünüyor.   Bugünkü tehlike ve tehdidin kaynağını da “kutsal amaç” için bu herşeyi yapma saplantısı oluşturuyor.

Çünkü, Erdoğan-AKP iktidarı, artık sandık ve seçim yoluyla daha fazla mesafe alamayacağını da biliyor. Takiye'nin, hile ve “demokratik sahtekarlık” ile gelebileceği yolun sonuna ulaştığının da farkında. Açık ki, hileli yollardan (1,5 milyon mühürsüz /sahte oyla) ve ancak burun farkıyla aldığı 16 Nisan referandumu, Erdoğan yönetimine yeni rejim inşaası için aradığı meşruiyeti sağlamadı. İktidar bunu görüyor. Bugünkü krizin nedenlerinden birini de söz konusu durum oluşturuyor.

Erdoğan-AKP iktidarı, meşruiyet sorununu gidermek için bir dış müdahale fırsatını değerlendirme çılgınlığına yönelebilir. Özellikle Mesut Barzani liderliğindeki Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül 2017’de yapmaya hazırlandığı ‘bağımsızlık referandumu’nu gerekçe göstererek bir savaş macerasına bile girebilir. Böylece milliyetçi toplum kesimlerini yedekleme ve meşruiyet açığını bu yoldan kapatmaya çalışabilir. AKP iktidarına sınır ötesi askeri operasyonlar yapma yetkisi tanıyan hükümet tezkeresinin Meclis'te kabul edilmesi, bu olasılığı da ciddiye almamızı gerektiriyor.


* * *

Türkiye'nin kriz ve çatışma üreten temel sorunlarından birinin hem öznesi hem de muhatabı olan Kürt hareketi ise ülkenin geldiği çatalın, yeni siyasal diziliş ve saflaşmanın ya farkında değil ya da kendisini ilgilendirmediğini sanarak umursamıyor. Daha kötüsü, Türkiye’nin bugünkü baskıcı-faşizan siyasal tablosunun oluşmasındaki payını da unutuyor, anımsatınca da inkar ediyor. Böylece demokrasi mücadelesinde oynayabileceği olumlu rolü de sürekli kaçırıyor. Çünkü Kürt hareketi esas olarak kendi dar milliyetçi programına gömülmüş durumda. Bu nedenle HDP, içine Türk solu ve sosyalist hareketinden çeşitli kişi ve grupları almasına karşın bir türlü “Türkiye partisi” olamıyor. Tam tersine, Türk solunun/sosyalist hareketin tasfiye edilmesine, etkisizleştirilmesine yol açıyor. Sosyalistler, Kürt hareketi içinde eriyor ve zamanla bir aksesuvara dönüşüyor.

Sosyalist hareket ise cumhuriyetçi mücadele ile kendi programı ve hedefleri arasında ortak bir alan oluşturamamanın, etkin ve dominant Kürt hareketin vesayetini aşamamanın sıkıntısı içinde bocalıyor. Öyle ki, yeni eğitim yılının başlamasıyla yükselen laiklik taleplerini bile karşılamaktan aciz kalıyor. Amasız fakatsız bir laik eğitim mücadelesi bile geliştiremiyor. Laiklik mücadelesi ile “ana dilde eğitim” talebi gereksiz tartışmalara yol açacak bir zorlama ile yan yana getiriliyor, Ancak burada feda edilen laiklik oluyor. Oysa, her iki talebin ayrı ayrı ele alınması ve daha etkin bir mücadele yürütülmesi mümkünken, bu yapılamıyor.

* * *

AKP’yi iktidara getiren iç ve dış dinamiklerde büyük bir değişim yaşandı. AKP, dar islamcı programını uygulamaya yöneldikçe egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açtı. Eski iktidar bloku büyük ölçüde dağıldı, buna karşın yeni bir iktidar bileşimi oluşturulamadı.

Uzunca bir süre emperyalizm, küresel sermaye ve Türkiye büyük burjuvazisi için en kullanışlı araç olarak işlev gören AKP’nin artık bu konumdan hızla uzaklaşmaya başladığını, sermaye içi daha dar (dinci) bir çevreye ve bu çevrelerle uzlaşan güçlere dayalı faşizan bir diktatörlük kurmaya yöneldiğini saptamak gerekiyor. Dolayısıyla, başlangıçta AKP iktidarına belli çekincelerle de olsa "evet" diyen ve bu süre içinde bütün kirli işlerini bu hükümete gördüren İstanbul burjuvazisinin ve/veya batıcı büyük sermaye çevrelerinin artık bütünlüklü olarak Erdoğan’ın arkasında durmadığını söyleyebiliriz. Unutulmamalıdır ki, büyük sermaye ve emperyalizm için tek seçenek, değiştirilemez ortak ya da işbirlikçi yoktur.

Başka bir anlatımla, AKP ve Erdoğan artık sermaye sınıfının bütün bileşenlerinin ortak çıkarlarını temsil eden bir siyasal hareket olmaktan çıktı. AKP, egemen güçler içindeki bir klik örgütlenmesine, sermaye içi dar bir fraksiyona dönüştü. AKP, Cumhuriyeti (daha doğrusu cumhuriyetten geriye ne kaldıysa) yıktı yıkmasına ama yerine kendi düzenini, mezhepçi faşizan bir siyasal yapılanmayı tam olarak kuramadı. İşte, günümüzdeki siyasal ve toplumsal gerilimin ana kaynağını, yukarıda da ifade edildiği gibi, dinci faşizan bir rejim kurmak için toplumun ve devletin zorlanması tutumu oluşturuyor.

* * *
AKP’nin elinde kalan en önemli iki iktidar aracından biri kitle tabanı, diğeri ise başta Polis, Adliye ve MİT olmak üzere, devletin şiddet aygıtlarıdır. Artık toplumdan rıza/onay üretemez hale gelen AKP iktidarı, devletin zor aygıtlarnına dayanarak büyük sermaye çevrelerini ve Batıyı yeniden kendine mecbur bırakmaya çalışıyor. Ancak, unutmamak gerekiyor ki, Nazilerin izlediği bu iktidar stratejisi, büyük sermaye çevreleri bakımından diğer bütün seçeneklerin tükendiği durumlarda geçerlidir. AKP açısından sorun da buradadır. Çünkü emperyalizm ve büyük sermaye çevreleri için bütün seçenekler tükenmediği gibi, ABD’nin Soğuk Savaş sonrasındaki en büyük stratejik planlaması olan “Ilımlı İslam” siyaseti ve “Büyük Ortadoğu Projesi” de çökmüş durumda. Suriye’de sadece cihatçılar değil, başta Erdoğan-AKP yönetimi olmak üzere ABD ve Batı da yenildi. AKP artık başarısızlığa uğramış bir projenin temsilcisidir.

Yukarıda genel çizgileriyle verdiğim toplu durum dikkate alındığında, AKP’nin önünde iktidarı sürdürebilmenin tek bir yolunun kaldığı görülecektir; siyasal zor! AKP toplumu bölerek baskıyı artıracak, kötülüğü ve   korkuyu toplumsallaştırma siyasetini derinleştirecektir. Şiddet aygıtlarını harekete geçirerek, yer yer dinci sokak milislerini ve bazı mafia çetelerini kullanarak halkı sindirme yolunu deneyecektir.

AKP iktidarı, bir yandan kendisine oy veren seçmen kitlesini konsolide etmeye ve militanlaştırmaya çalışırken, diğer yandan da toplumsal muhalefeti sindirmek isteyecektir. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik komplo bu siyasetin bir parçasıdır. Nuriye Gülmen ve Semih Akça’ya yönelik hoyrat, Kabul edilemez tutumun altında da bu siyaset vardır.

Ancak, AKP iktidarının izleyeceği bu siyasetin aynı sertlikte bir karşı koyuşu da beraberinde getireceği bilinmelidir. Siyasal sürecin diyalektiğinin zorunlu sonucu budur. Ve yine bilinmelidir ki, bu durumun ülkeye maliyeti çok yüksek olacaktır.

* * *

Erdoğan-AKP iktidarı daha fazla sürdürülemez de görülüyor. Ancak, bu tespiti olaylara ve olgulara nesnel bir yöntemle bakan neredeyse bütün siyasal analistler yapmasına karşın, AKP iktidarı bir şekilde devam ediyor. Bu durumda ‘neden’ sorusunun yanıtını, muhalefet cephesinde aramak gerekiyor.

Örneğin CHP’li belediye başkanlarının profillerine ve uygulamalarına bakıldığında, bunlardan çok azının bir siyasal ve felsefi davasının olduğu görülecektir. CHP’li belidiyeler arasında halkçı-kamucu bir yönetim ve hizmet çizgisi izleyenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Göstermelik bazı etkinlikler dışında solculuk yapana ise rastlamak çok zordur. Kabaca yolsuzluk yapıyorlar demek istimiyoruz ama, bu yerel iktidar sahiplerinin ciddi bir bölümünün daha çok servete ulaşmak için siyaset yaptıklarını biliyoruz.

Buna karşılık AKP’li belidiyelerin büyük bölümünün ise, yolsuzluk bataklığına batsalar bile, islamcı bir yönetim ve hizmet çizgisi zledikleri, bir dava güttükleri ve onun için çalıştıkları açıktır. Yolsuzlukları bile “cihat” için yaptıklarını söylediklerini ve bu yolla kendi seçmenlerinden “rıza” aldıkları bile söylenebilir.

Tablo böyle olunca, yani muhalefetin bir davası, ideolojik bir derdi, radikal hedefleri olmayınca, AKP hükümeti kaybetse bile, devlette gerçekleştirdiği dönüşüm, kadrolaşma ve cumhuriyet kurumlarının imhasının ulaştığı boyut nedeniyle kurduğu rejim devam edecektir. Amaçları da zaten budur. Hükümeti kaybetseler bile kurdukları rejimin devam edeceği bir düzen oluşturmak ve onu tahkim etmek asıl hedeftir. Yüz yıllık rüyadır.

Dolayısıyla radikal ve devrimci bir programa, yeni bir kurucu iradeye sahip olmak gerekiyor. Bunun başka yolu yok. Unutulmasın ki, “devrimcilik” bırakın sosyolist solu, CHP’nin bile altı okundan / ilkesinden biridir. Cumhuriyet devriminin geçen yüzyılın başında sağladığı atılım ve kazanımlarla siyasal islamcılığın programı arasında alınacak bir ortalama ise, Türkiye’nin, halkın, dolayısıyla cumhuriyitin kaybeditmesi demektir.

Odağında solun bulunduğu, halka dayanan, radikal bir programa ve kurucu iradeye sahip geniş bir cumhuriyetçi cephe, dinci faşist diktatörlük girişiminin karşısındaki tek direniş ve kazanma seçeneğidir.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör 'Komünist partiler baskıcı yönelime hazırlık yaparken iyimserlik de çoğalıyor'... melnur 0 589 08.11.2022- 05:31
Konu Klasör Sosyalizm tarihinin en çok tartışılan dönemi... melnur 3 1256 02.04.2022- 01:14
Konu Klasör Başbuğ'a tahliye yolu toplumcu 1 4600 21.01.2014- 19:33
Konu Klasör Demokrasi ve özgürlüğün yolu dayanışma 0 2792 10.11.2015- 16:34
Konu Klasör Yolumuz kimin yolu? umut 0 4039 15.03.2014- 10:24
Etiketler   Yeni,   baskı,   dönemi,   direnişin,   yolu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS