SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Sosyalizmin yenilgisi barbarlığın yükselişi           (gösterim sayısı: 3.010)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 28.10.2017- 20:06


Sosyalizmin yenilgisi barbarlığın yükselişi

Resim Ekleme
Sokak gösterisi yapan işçiler ve onlara ateş açmayı reddeden askerler Brandenburg Kapısı önünde omuz omuza yürüyor.

1917 Ekim Devrimi'nden bir yıl sonra, işçiler bu defa Almanya'da iktidara yürümüştü. Eğer başarıya ulaşsalardı, dünya tarihinde ilk kez tam anlamıyla sanayileşmiş bir ülkede devrim olacaktı. 96 yıl önceki yenilgi, hem Sovyetler Birliği'nin içe kapanmasına hem de 2. Dünya Savaşı'na giden radikal, ırkçı politikalara yol açtı.

RADİKAL - #Tarih dergisinde Masis Kürkçügil imzasıyla yayınlanan yazı şöyle: Almanya, aynı İngiltere ve Fransa gibi kısa sürecek bir çatışma bekliyordu 1914 Temmuz'unda. Bir dünya harbi, hiç hesapta yoktu. 1914 sonlarında durum değişince, her boyutta sıkıntılar başgösterdi. Uzayan yıpratıcı savaş, Alman halkında derin hoşnutsuzluk yarattı. 1917 Ekim'inde Rus Devrimi sayesinde elde edilen kısmi rahatlamaya rağmen, Batı cephesinde işler istenildiği gibi gitmiyordu. Bitmek bilmez siper muharebelerinden usanan Alman askerleri, üstlerine patlama noktasına gelmişti; cephe gerisinde ise işçiler 1916’dan itibaren gıda yetersizliği ve savaşın yarattığı kötü koşullara karşı yaygın protestolara başladılar.

Aslında 1917 yazında Alman meclisi ilhaksız bir barış kararı almış, fakat genelkurmay bu kararı engellemişti. 1918 başında işçi hareketleri yükselişe geçti. Ocak 1918’de Macaristan ve Avusturya’da savaş karşıtı bir genel grev yapıldı. Doğu cephesinde silahların sustuğu ve iki tarafın askerleri arasında kardeşlik rüzgarlarının estiği haberleri Berlin’de de savaş karşıtı büyük gösterilere yol açtı. 28 Ocak’da, yaklaşık 2,5 milyon işçinin bulunduğu Almanya’da, 400 bini Berlin’de olmak üzere çeşitli kentlerde başlayan savaş karşıtı grevlere toplam 1 milyon işçi katıldı. Fabrikalarda işçiler delegelerini seçti, onların oluşturduğu Grev Merkez Komitesi taleplerini oluşturdu; bunlar ilhaksız barış, günlük beslenmenin iyileştirilmesi, kamu hak ve özgürlüklerinin yerleştirilmesi ve siyasal mahkûmlara özgürlüktü. Grev ve gösterilerin arkasında, Berlin’deki Fabrika Devrimci Delegeleri (Revolutionare Obleute) vardı. Sosyal Demokrat Parti ’nin (SPD) siyaseten bağımsız sol kanadını oluşturan bu örgüt, 1916’dan itibaren özellikle demir-çelik sektöründe ve silah sanayiinde Alman devriminin işçi cephesini direnişe hazırlamıştı.

Alman genelkurmayının grevlere verdiği cevap, binlerce işçiyi askere almak oldu (o yıllarda Almanya, İngiltere ve diğer birçok Avrup ülkesinde zorunlu askerlik yoktu; gönüllülük sistemi uygulanıyordu). Grev, ağır baskılar altında 3 Şubat’ta sona erdi. Almanya’nın kaderi artık işçi sınıfının büyük bir kesimini temsil eden SPD’nin elindeydi. Başlangıçta savaşa karşı çıkan I. Enternasyonal’in en etkin partisi SPD, 4 Ağustos 1914’de savaş kredilerine onay vererek barışçı çizgisinden sapmış, gerçek rengini belli etmişti. Muhalif sol kanat azınlık Ocak 1917’de partiden ihraç edilmiş, bunun üzerine USPD’yi (Bağımsız Sosyal Demokrat Parti) kurmuştu. Ancak SPD 240 bin üyeye sahipken USPD’nin 100 bin üyesi vardı. Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht önderliğindeki Spartakistlerin ise sadece 100 üyesi bulunuyordu.

Genelkurmay 1918’in bahar aylarında Batı cephesinde yeniden saldırıya geçtiyse de Eylül 1918’de artık Almanya’nın ayakta duracak gücü kalmadığı ortaya çıktı. 1 Ekim 1918’de Alman Orduları Başkomutanı General Ludendorff, tüm cephelerde savaşın kaybedildiğini kabul etmek zorunda kaldı. Ekim başında Kayzer, Prens Max von Baden’i şansölye olarak atadı. 23 Ekim’de siyasal mahkûmlara af çıkarıldı. 28 Ekim’de yeni anayasa ile imparatorluk rejimi yerini parlamenter monarşiye bıraktı.

Yeni hükümet barış arayışlarına girdi. Fakat meclis ile genelkurmay arasındaki uzlaşmalarla yeni rejim şekillenemeden Kiel’de bahriyeliler silahlarıyla sokakları işgal etti: Kasım Devrimi patlak vermişti! Rus Devrimi’nin etkisiyle işçiler ile askerler binlerce konsey kurdular. Herhangi bir siyasal merkeze bağlı olmayan bu konseyler çok farklı eğilimler taşıyorlardı. Ama en tutucu bölgelerden Bavyera’da bile bir Konsey Cumhuriyeti kurulduğuna göre, artık gerçek bir devrim sürecinden söz edilebilirdi.
Kiel, Münih, Hannover ve Braunschweig’den sonra Berlin de devrime katıldı.

Kitleler sokakları doldurmuş barış isterken, imparatorluk hükümetinin son bakanlarından kaşarlanmış politikacı, SPD çoğunluğundan Scheidemann, meclis balkonundan “Yaşasın Alman Cumhuriyeti!” diye haykırıyordu. Bu oldukça keskin bir açıklama gibi gözükse de, halkın talebi bunun çok daha ötesindeydi.

Hemen 1 kilometre ötede, Hohenzollern’in terk ettiği imparatorluk şatosunun balkonunda bir başka konuşmacı, 1914’de mecliste savaş kredilerine karşı oy kullanan, 1 Mayıs 1916’da Berlin’in merkezinde Potsdamer Platz’da “Kahrolsun savaş!” diye bağırdığı için dört yıla mahkum edilen, tıkıldığı hapishaneden on beş gün önce çıkan, savaş karşıtı cesur mücadelesiyle Almanya dışında da tanınan Karl Liebknecht, kızıl bayraklarla donanmış ateşli kalabalığa sesleniyordu: “Yaşasın Alman Sosyalist Cumhuriyeti!”
Sanki ülkede aynı anda iki farklı cumhuriyet ilan edilmişti. 400 yıllık Hohenzollern hanedanının yönetimine son verilmişti. Savaş ve onun yarattığı insanlık dışı koşullara karşı patlayan grevler bir rejim değişikliğini zorunlu hale getirmişti.
9 Kasım’da Berlin’de ellerinde kızıl bayraklar taşıyan sivil ve askerler büyük bir yürüyüş yaptılar. Halk ayaklanmasını yine siyasal partiler değil, işyeri delegeleri örgütlemişti. SPD çoğunluğundan Ebert şönsölyeliğe atandı ve Kurucu Meclis seçimi yapılacağı ilan edildi. SDP savaşın başından beri aldığı tavra uygun davranarak yine egemen güçlerle işbirliği yapmayı seçmişti. Ama sokak durmadı. Askerler kalabalığa ateş açmayı reddediyor, ya silah bırakıyor ya da silahlarıyla halka katılıyordu.

9 Kasım gününün bir başka önemli olayı da “Devrimin Kartalı” ünvanını alacak olan Rosa Luxemburg’un hapishaneden çıkıp Berlin’e gelmesiydi. Luxemburg, örgütü Spartakistbund’un Berlin’de yalnızca elli dolayında üyesi olmasına rağmen Alman Devrimi’nin simgesi olacaktı.

Berlin polis merkezini bir grup işçi ele geçirdi. Halk Donanma Birliği adıyla dört bin kişiden oluşan yeni bir muhafız gücü oluşturuldu. İşçiler neye karşı çıktıklarını biliyorlardı, ancak çözüm konusunda kafaları karışıktı ve SDP gibi geleneksel partilerden ve sendikalardan hâlâ medet umuyorlardı. Hükümet şeklen Rusya’daki gibi Halk Komiserleri Konseyi adını almıştı. Askerî idareye son verilmiş, kimi temel talepler kabul edilmişti.

Aralık 1918’e gelindiğinde genelkurmay hâlâ ayaklanmaya katılan ve örgütlenen işçilere karşı çıkacak asker bulamıyordu. Ama hükümet, kitleleri bir an önce dizginlemek için zaman kolluyor ve bu arada ordu ile işbirliğini sürdürüyordu. Ordu hiyerarşisi dağılmadığı gibi, yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Aralık sonunda hükümetteki bağımsızlar istifa edince, yerlerine asker ile iyi ilişkileri olan Noske başta olmak üzere üç SPD üyesi katıldı.

1918 sonunda Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’in önderliğinde Almanya Komünist Partisi kuruldu. Halk ayaklanmasını bastırmak için mevcut askerî güçlere güvenilemeyeceğini gören genelkurmay, savaşın yenilgiyle sonuçlanmasından dolayı itibarlarını yitirmiş olan subay ve astsubaylardan yeni bir profesyonel ordu kurdu. Fırtına Birlikleri (Freikorps) olarak anılan bu yeni oluşuma katılanların sayısı Aralık sonunda dört bin kişiye ulaşmıştı. Dizginlenemeyen kitleleri bastırmak için Ebert ve onun sağ kolu Noske’nin elindeki yegane güç, sözde Polonya tehdidine karşı kurulmuş olan bu birliklerdi. Hükümet iki bin işçiden oluşan yeni bir polis gücü kurmak için harekete geçti.

Buna karşılık 300 bin kişi Alexanderplatz’da buluştu. Ertesi gün bu sayı ikiye katlandı. Sonuca gidecek bir karar bekliyorlardı. Fakat böyle bir karar çıkmadı. Çünkü iktidarın devralınması için herhangi bir stratejileri yoktu.

11 Ocak 1918’de Noske 3 bin kişilik Fırtına Birliği’nin başında Berlin’e girdi. Niyeti yalnızca hareketi bastırmak değil, devrimin belini kırmaktı. 15 Ocakta Karl Liebknecht “kaçmaya çalışırken” arkadan vuruldu. Rosa Luxemburg kafasından vurularak öldürüldükten sonra Landwehr kanalına atıldı. Cesedi aylar sonra bulunacaktı.


SONUÇ: KARŞI DEVRİM


1917 Rus ve 1918 Alman Devrimleri arasında bir karşılaştırma yapıldığında ortaya şu yalın gerçek çıkar: Almanya’da burjuvazi Rusya’ya göre çok daha güçlüdür. Üstelik ordu dağılmamış, en azından subaylar düzene bağlı kalmıştır. Ayrıca SPD halk hareketinin başlamasından itibaren işçi konseylerinde yer alarak bütün aygıtlarıyla devrimi bastırmak için çalışmış, ordu ve düzen güçleriyle işbirliği yapmıştır. Buna karşılık savaş boyunca cesur bir propaganda faaliyeti yürüten devrimci güçler, ancak devrim patlak verdiğinde örgütlenmeye girişebilmişlerdir. Son olarak, devrimin ardından kurulan KPD yeterince güç kazanacak zaman bulamamış, iki hafta içinde en önemli iki liderin katledilmesi ise halk hareketini öndersiz ve hedefsiz bırakmıştır.
Bolşeviklerin heyecanla bekledikleri Alman Devrimi’nin yenilgisi, Sovyetler’in de içe kapanmasına yol açacak, “tek ülkede sosyalizm” politikasının oluşmasında önemli bir etmen olacaktır. Gelgitlerle 1923’e kadar gündemde kalan sanayileşmiş dünyanın tek devrimi olan Alman Devrimi’nin yenilgisi, savaşın ve ardından Versailles Antlaşması’nın yarattığı tahribat karşısında acilen çözüm bekleyen kitleleri bir başka radikal siyasal harekete, nasyonal sosyalizme, karşı devrime yöneltecek ve böylece insanlık 1. Dünya Savaşı’ndan sonra tarihin bugüne kadar tanıdığı en büyük barbarlık olan 2. Dünya Savaşı’na sürüklenecekti.


SABIK SADRAZAM TALAT’I ALMAN DEVRİMİ KARŞILADI

Bir Alman denizaltısıyla 3 Kasım 1918 tarihinde Odessa’ya kaçan sabık sadrazam Talat Paşa ve arkadaşları Almanya’ya ulaştığında, devrim tarafından kapıda karşılandılar. Sınırdan girişte zorluk çeken heyete, yeni başbakan Friedrich Ebert’in (Şubat 1919’da Almanya’nın ilk cumhurbaşkanı olacaktır) araya girmesiyle pasaport sağlanmıştı.

Talat Paşa’nın Brest-Litovsk barış görüşmelerinde tanıştığı Sovyet delegasyonunda yer alan Karl Radek o sırada Alman Devrimi’nde yer aldığı için hapisteydi. Talat ve Enver Paşa, Osmanlı genelkurmay başkanı yardımcılığı yapmış olan ve savaştan sonra imparatorluk ordusu yerine yeni orduyu kuracak olan Hans von Seeckt aracılığıyla Karl Radek ile Ağustos 1919’da hücresinde görüştüler. Bu görüşme sırasında Karl Radek, paşaları Moskova’ya davet etti. Enver Paşa’nın Rusya macerası bu görüşmeden sonra başlayacak; Almanya’da kalan Talat Paşa ise 15 Mart 1921’de bir suikaste kurban gidecekti.

http://www.radikal.com.tr/hayat/sosyalizmin-yenilgisi-barbarligin-yukselisi-1274158/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.10.2017- 20:09


1918 Kasım Devrimi: Başka bir dünya mümkündü

Resim Ekleme  

Kasım 1918'de bir kitle hareketi kayzeri devirdi ve Birinci Dünya Savaşı'na son verdi. Ancak Almanya toplumu köklü bir şekilde demokratikleşemedi ve bunun sonuçları korkunç oldu.

Ekim 1918 sonları: Kiel ve Wilhelmshaven'de bulunan açık deniz filosunun tayfaları, subaylarının emirlerine itaat etmeyi reddettiler. Âmirlerinin silahlarını aldılar, rütbelerini söktüler ve sahil şehirlerinde iktidarı ele geçirdiler. Ertesi gün tersane işçileri greve çıktılar ve askerlerin yanında yer aldılar. Alman devrimi artık başlamıştı. Bütün bunlardan önce Birinci Dünya Savaşı yaşanmıştı. Bu, dünyanın o güne kadar yaşamış olduğu en kanlı ve en fazla kayıp verilen savaşıydı. Devrim başladığında, savaş dördüncü yılının içinde bulunuyordu. Bu, bombalar yağdıran savaş uçaklarının, uçak gemilerinin ve devasa miktarlarda zehirli gazların kullanıldığı ilk savaştı. Verdun, Tannenberg ve diğer savaşlarda on milyon kadar her ülkeden asker hayatını kaybetmiş, bunun iki katı kadarı yaralanmıştı. Cephe gerisinde de on milyon sivil açlıktan ya da yokluktan kaynaklanan salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmişti. Devrimden hemen önce bilinen başka bir şey daha vardı: Almanya savaşı kaybedecekti. Buna rağmen Alman donanmasının komutanları, üstün Britanya donanmasına karşı "şerefini" kurtarmak son bir saldırı emrini vermişti. Bu bir intihar saldırısı olacaktı. Bunu tayfalar da biliyordu. Bu nedenle emre uymayı reddettiler.

Devrim, Berlin'e ulaşıyor

Kıyılarda başlayan isyan kısa sürede bütün ülkeye yayıldı ve pek az direnişle karşılaştı. Bir gördü tanığı o günleri şöyle hatırlıyordu: "Bir hafta zarfında devrim Almanya'yı kasıp kavurmuştu. (…) İşçiler toplanıyor, gösteriler yapıyordu, ancak bunlar artık tehdit amaçlı değildi, aksine sevinç gösterileriydi. Her yerde kızıl bayraklar dalgalanıyor, iliklerde kızıl şeritler ışıldıyor, yüzler gülüyordu. O kurşunî, yağmurlu Kasım günleri sanki ilkbaharı getirmişti."

9 Kasım sabahı protestolar başkente ulaşmıştı: Kenar mahallelerden başlayan devasa protesto gösterileri, Berlin'in merkezine akıyordu. Göstericilerin önünden geçtiği kışlaların birçoğundaki askerler de onlara katılıyordu. Sayıları giderek artan göstericiler, öğlen olduğunda şehir merkezine ulaşmıştı. Emniyet Müdürlüğü işgakl edildi ve polisler silahsızlandırıldı. Üniversitede ve şehir kütüphanesinde mevzilenen bazı subayların direnişi, öğleden sonrasının erken saatlerinde kırıldı.

Hareketin basıncı altında Şansölye Prens Max von Baden, hemen aynı günde – gerekli izni ve yetkiyi beklemeden – II. Wilhelm'in imparatorluk ve Prusya tahtlarından çekildiğini ilan etti. Kısa bir süre sonra da makamını SPD başkanı Friedrich Ebert'e devretti. Ebert, SPD'nin başka iki üyesi ve Bağımsız Sosyal Demokrat Parti'nin (USPD) üç üyesiyle birlikte "Halk Temsilcileri Konseyi" adı verilen yeni hükümeti kurdu.

İşçilerin ve askerlerin hareketi, yüzlerce yıllık köhnemiş monarşi sistemini tarihin çöplüğüne atmıştı. Çok kısa bir sürede sadece imparatoru değil, 22 Alman kralını ve prensini iktidardan indirmiş ve demokratik bir yeni başlangıcın temellerini atmıştı. Protestoların başlangıcından birkaç gün sonra imzalanan bir ateşkes anlaşması, Birinci Dünya Savaşı'nın dört yıllık kitle katliamlarına son verdi.

Almanya İmparatorluğu çökmüştü. Artık monarşi yoktu. Meclisin en küçük bir otoritesi kalmamıştı. Kasım başlarında belli düzeyde bir iktidar gücüne sadece işçi ve asker konseyleri sahipti. Bu konseyler, tayfaların ayaklanmasını takip eden günlerde ülkenin her yerinde kurulmuştu. Cephede bile konseyler kurulmuştu.

Konsey üyeleri, yoldaşları tarafından işyerlerinde ve kışlalarda demokratik yöntemlerle seçiliyordu. Seçilenler, kendilerini seçenlere hesap vermekle yükümlüydü ve her an geri çağrılabilirlerdi. Konseyler toplum hayatını, yiyecek dağıtımını ve askerlerin terhis işlemlerini düzenliyordu. Kısacası savaşlardan, sıkıntılardan ve kitlelerin ihtiyaçlarından yeni bir toplumsal örgütlenme modeli ortaya çıkmıştı. Bu, parlamenter demokrasinin aksine, ekonominin, devlet aygıtının ve medyaların kitlelerin kalıcı bir kontrolüne tabi kılındığı bir toplum modeliydi.

Uluslararası bir hareketin parçası

Almanya'da yaşananlar münferit bir vaka değildi. Avrupa'nın neredeyse bütün hükümdarları kitlesel protestolar, grevler ve gösterilerle boğuşmak zorunda kalıyordu. 1917 ile 1920 yılları arasında Moskova ile Berlin'de milyonlarca insan Birinci Dünya Savaşı'nın etkilerine karşı savaşa çıkmıştı. İhtiyaç maddelerinde yaşanan sıkıntıları protesto ediyor, fabrikaları işgal ediyor, işçi konseyleri, köylü konseyleri, asker konseyleri kuruyorlardı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu parçalanmıştı, Macaristan bir konseyler cumhuriyetine dönüşmüştü, İtalya'da da 1919 ve 1920 tarihe "iki kızıl yıl" olarak geçecekti.

Dünyayı bu savaşın içine sürükleyenler, artık kendi iktidarları için endişelenmeye başlamışlardı. Britanya başbakanı Lloyd George, Mart 1919'da endişeyle şunları yazıyordu: “Avrupa'nın her yanı devrim ruhu ile dolu. İşçiler arasında, savaştan önceki koşullara karşı yalnızca derin bir hoşnutsuzluk duygusu değil, aynı zamanda öfke ve isyan da var. Mevcut düzenin siyasal, sosyal ve ekonomik yönleri Avrupa'nın bir ucundan ötekine dek halk kitlelerince sorgulanıyor".

Ağır yenilgi

İşçilerin ve askerlerin başlattığı isyan, eski seçkinlerin - ordu, imparatorluğun devlet bürokrasisi ve şirketler - nihai olarak iktidardan indirilmeleri fırsatını yaratmıştı. SPD liderliği ise bunu yapmak yerine, onlarla ittifak kurma kararını verdi. SPD liderliği ilk olarak hedeflerine daha zor yoldan ulaşmaya, yani konseylerdeki sosyal demokrat çoğunluğu kullanarak, konseyleri ele geçirmeye çalıştı. Ülke genelinde yapılan Konseyler Kongresi'nde SPD delegeleri, konseyler hareketinin sona ermesi gerektiğini anlattılar. Onların etkisiyle konseyler gerçekten de ele geçirdikleri iktidardan vazgeçtiler ve bir ulusal meclisinin seçimine, yani parlamenter demokrasiye onay verdiler.

Ellerindeki gücü devretmek istemeyen - Bremen veya Münih gibi - konseyler, ya da   - Berlin'de olduğu gibi -   devrimin güçlenmesi için mücadele etmeye devam eden devrimciler, SPD ile "eski güçler" ittifakı tarafından kanlı bir saldırıya uğradılar. Sonraki yıllarda devrimci mücadele tekrar tekrar alevlendi. Savaşan işçiler barikatın diğer tarafında her defasında SPD'yi buldular. Ancak Mart 1920'de partinin son yıllarda oynadığı oyunun ne kadar tehlikeli olduğu ortaya çıktı: Ordu birlikleri ve Freikorps çeteleri - kısmen gamalı haçlı bayrakların altında - SPD liderliğindeki hükümete karşı darbe girişiminde bulundular ve hükümet üyeleri Berlin'den kaçmak zorunda kaldı. Sosyal demokrat liderlik, Kapp darbesi adı verilen bu girişim karşısında çaresiz kalmıştı: Sola karşı verdiği savaşta dayandığı ordu aygıtı, sağa karşı vereceği savaşta onun yanında yer almayı reddediyordu: "Reichswehr, Reichswehr'e ateş etmez!" diyordu Kurmay Başkanı Hans von Seeckt.

Cumhuriyeti kurtaranlar, bir kez daha Almanya tarihinin en büyük genel grevini yapan işçiler oldu. Bir kez daha konseyler kuruldu, silahlı işçiler monarşist ordu birliklerine saldırdılar. Grevin gücü altında ezilen darbe, birkaç gün içinde dağıldı. Ancak SPD bir kez daha durumu ordunun ve devlet aygıtının kapsamlı bir şekilde demokratikleştirilmesi için değerlendirmeyi reddetti. Bunun yerine, Ruhr Bölgesi'ndeki konsey hareketini kanlı bir şekilde bastırmak için Reichswehr'i kullandı.

Almanya'da sosyalist devrim bu şekilde başarısızlığa uğramış oldu. Bu da sosyalist Rusya'nın dünyadan yalıtılmış bir şekilde kalmasına ve yeni bir baskı aygıtının hakimiyeti ele almasına neden oldu: Stalin'in korku imparatorluğu.

Kazanımlar

Her şeye rağmen: Weimar Cumhuriyeti'nin bütün kazanımları, kitlelerin kasım 1918'deki devrimci eylemleri olmadan asla elde edilemezdi. Örneğin işveren örgütleri grevlerin baskısı altında, çalışma koşullarının toplu görüşmeler yoluyla düzenlenmesi için sendikalarla merkezi bir anlaşma imzalamak zorunda kaldı. Asgari 50 işçi çalışan işyerlerinde işyeri konseylerinin kurulmasını ve günlük çalışma saatinin tam ücret verilerek sekiz saatle sınırlandırılmasını kabul ettiler. Cumhuriyetin kendisi, kadınların seçme ve seçilme hakkı ve sosyal yasalar da devrimin bir ürünü oldu.

Almanya'yı Birinci Dünya Savaşı'na sokmuş olan kapitalistler, güçlerini muhafaza ettiler. Devlet aygıtı, yargı ve ordu kapsamlı bir şekilde demokratikleştirilemedi. Cumhuriyetin monarşist karşıtları, bulundukları etkili konumlardan uzaklaştırılamadı. Nasyonal sosyalistlerle ittifak kuran bu "seçkinler" 1933 yılında cumhuriyeti bertaraf ettiler, işçi hareketini parçaladılar, daha fazla kazanç sağlama ve büyük devlet olma hayalleri için yeni bir dünya savaşı başlattılar. Tarihin acı bir ironisidir: 1933'den sonra Yahudiler ve komünistlerle birlikte on binlerce sosyal demokratı toplama kamplarına kapatan ve katledenler, SPD'nin devrim günlerindeki eski müttefikleriydi.

Marcel Bois ve Florian Wilde

(Marx21 dergisi, sayı 40i Sosyalist İşçi için çeviren: Atilla Dirim)

http://marksist.org/icerik/Teori/3259/1918-Kasim-Devrimi-Baska-bir-dunya-mumkundu



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör TİP’in yükselişi ve sosyalist strateji... melnur 3 557 14.03.2023- 01:44
Konu Klasör 'Sosyalizm ya da barbarlık' bugünün hakikatidir... melnur 0 2149 28.03.2020- 11:18
Konu Klasör Sosyal demokrasinin iflası-yenilgisi... melnur 3 2534 11.03.2020- 08:13
Konu Klasör Eşitsiz gelişme ve arkaik olanın yükselişi... melnur 1 2635 06.05.2020- 16:50
Konu Klasör Slavoj Zizek: İğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyoruz... melnur 0 1115 04.12.2020- 20:42
Etiketler   Sosyalizmin,   yenilgisi,   barbarlığın,   yükselişi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS