SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.01.2018- 14:34


Birlik üzerine - X - Ercan Gündoğan


Zor olanı düşünmeliyiz. Çünkü kolay yollar bize kapalıdır. “Birlik üzerine” yazılarımızın sonuna doğru, ortak seçim partisinden, partilerin federal merkezinden bahsederek, bir somutluğa ulaşmaya çalıştık. Haziran direnişinin ardından bu türden bir işlevi yerine getirecek bir yürütme kurulu kurulmuştur. Burada, daha fazlasını öneriyoruz. Türkiye sosyalist hareketinin liberalleşmiş kesimleri ve Perinçek tarikatı hariç tüm kesimlerinin, Türkiye ve Kürt ögeleri kapsanmak üzere, birlikte hareket edebilmelerinin bir kurumsallığa gereksinimi vardır. İsteyenler gevşek bir federasyon da önerebilirler. Bazı kişiler önerimize “sosyalist platform” da diyebilirler. Ancak kastettiğimiz, en somut ve basit haliyle, ortak seçim partisidir.

Bu türden ortaklıklarda, birliklerde, merkezin nasıl oluşacağı, oy dağılımları ve alınan kararların uygulama araç ve mekanizmaları gündeme gelecektir. Örneğin ortak merkezde HDP ve diğer Kürt sorununa yönelik oluşumların temsili ve zorunlu ağırlığı bir tartışma konusu olacaktır. TKP'nin oyu, ÖDP'nin oyu, EMEP'in oyu..., ve bu kesimler arası denge konusu...

Ancak, oy oranlarını dikkate alınmasından daha önemli olan sorun, kimlerin hangi alanda üstün ya da iyi olduğunun saptanması, kimlerin hangi kesimleri harekete geçirebileceğidir. Elbette, esas konu, ortak parti merkezinin benimseyip uygulayacağı, tüm parti birimlerini bağlayacak kararlardır.

Ortaklık ve birlik kapsamında, şu soruları soralım ve yanıtlamaya çalışalım:

Türkiye'de tüm sosyalist partilerin kabul edeceği genellikte, ne tür ilke ve amaçlar vardır? Öyle ki, bu ilke ve amaçlar tanımlandıktan sonra, farklılıklar birlikte hareket etmenin önünde engel olmasın. Hatta, ortak ilke ve amaçların uygulanmasında, farklılıklar zenginliğe, üretkenliğe dönüşebilsin.

Ancak, ortak olduğumuz genel ilkeler ve amaçların ötesine de geçilmemelidir. Farklılıklarımızın fazla olduğu alanlarda, ortak olmaya ille de çalışılmamalıdır. Farklılıların giderilemez olduğu konu ve alanlar, tartışma dışı bırakılmalıdır. BU durum, birlik olmak isteyen Müslümanların mezhep farklılıklarını geri ve özel plana aktarmalarını gerektirmesi türünden, bir demokrasidir.

Türkiye sosyalist solunun içinde farklı devrim stratejileri bulunmaktadır. Dikkat edelim bunlar “devrim” stratejileridir. Bu stratejilerin ayrım yerleri, bir tarafta demokrasi ve sosyalizm, öte tarafta, sınıfsal düzeyde, ne kadar “halk” ne kadar “sınıf” temelli mücadele edileceğiyle ilgilidir. Yoksa, artık ne Stalin sonrası SSCB, ne Mao sonrası Çin, ne de Hocacılık, pratik politik değeri olan sorunlardır. 1980 sonrası yayılan liberal virüs ise, sosyalizmi etkilemekten, bölmekten çıkmıştır. Ayrılan ayrılmış, sapan sapmıştır.

Demokrasi ve sosyalizm ilişkisi üzerine, daha önce şu tespitte bulunarak, iki strateji arasında bulunan uzaklığı gidermeye çalıştık: Türkiye burjuva devrimini tamamlamış, ama demokratik devrimini ileriye götürememiştir. İleriye götürememiş olması, hala burjuva hukuk devletinin oldukça eksik ve kusurlu olması ile, tüm Türkiye ve bölgesinin elini kolunu bağlayan, malum Kürt Sorunu'nun tüm yaşamsallığıyla hala karşımızda duruyor olmasıdır. Burada, özellikle laiklik” sorunundan bahsedilmediği dikkatleri çekmelidir. Çünkü, laiklik hem ideolojik hem de politik olarak, kitleselleşmek isteyenler için “bölücü” bir tartışmadır ve “eşitlik” tartışması kapsamında ele alınmalıdır. Bu konuda daha önce yazmış bulunuyoruz ve yeri geldikçe daha da yazacağız.

Diğer stratejik ayrım ve farklılık konusuysa, ne kadar halk, ne kadar sınıf temelli politika yapılacağıdır? Kabul edilmelidir ki, sınıflar sadece devrimci dönemlerde billurlaşmış halde bulunurlar. Bu tür dönemler öncesinde, halk ve yığın içinde ekonomik kategorilerdir. Açıkça yazalım, sınıflar ekonomik düzeyde “saf” biçimde vardır ve zaten bu düzeye göre tanımlanırlar. Politik alanda, ideolojik alanda, sınıfları diğer toplumsal kesimlere karışmış biçimde görürüz. Hatta daha fazlasını. Farklı kesimler, gruplar, kimlikler, sınıfları “yatay” olarak keser. Daha önce yazdık daha da yazacağız. Şu kadarı yeterlidir ve birleştiricidir: İşçi sınıfı, politik alanda, genel olarak “yönetilen sınıf” ya da “yönetilenler” arasında bulunur ve “yaşar”.

Lenin'in “halk” kavramı, kendi zamanı ve ülkesi için, “işçilerle köylüler”di. Leninizm'de sınıf ve halk kavramı ilişkili düşünülmüştür. Sorun, Maocu “halk” kavramının büyük ölçüde “köylülüğe” dayanmak zorunda olması ve bu nedenle halk devrimin “köylü devrimi” anlamına da gelmesiydi. Bu gün dünyanın büyük kısmında ve Türkiye'de, “köylülük” büyük ölçüde çözülmüş, dönüşmüş, tarihsel bir kategori olmaktan çıkmaya başlamıştır. Son olarak, Türkiye sosyalizmi için halk kavramını sorunlu hale getiren diğer nedense, malum Kemalist “halkçılık” kavramıdır. Bu kavram hem eski Rusya'nın Narodnizmininden, hem de, 1930'ların otoriterliğinden etkilenmiştir. Elbette yerel olarak, Türkiye'nin köylü bir toplum olmasından da.  

Demek istediğimiz şudur, ister halk ister sınıf ağırlıklı düşünüp yazalım, biz “yönetilenlerin” temsilcisiyiz, sözcüsüyüz, ya da, öyle olmalıyız. Yönetilenler de, ezici çoğunlukla, işçi sınıfı ve bu sınıfın uzantısı ücretli çalışanlardır. Elbette, yüksek ücretle çalışan ve “yönetici sınıf” içinde olanları kastetmiyoruz.

Bizi “stratejik” düzeyde demek oluyor, ayıran, bölen, temel sorunlar “kuramsal düzeyde” bulunmuyor. Öyleyse, ideolojik ayrımlar, kişisel, kısmi ve büyük ölçüde, anılarla düşünmekten kaynaklanıyor. Bu türden ideolojik ve psikolojik engeller, özellikle ve başta, sosyalist liderler, aydınlar tarafından, aşılmalıdır.

Ortak, federal sosyalist partinin merkezi, katılımcı partilerin üye sayısı, seçim performansı gibi ölçütlere göre oluşmamalıdır. Bu tür nicel farklılıkların politika üretme ve uygulama aşamasında kullanılacak enerjinin dağılımında önemli olması gerektiğini düşünüyoruz. Somut olarak, örneğin, Kürt sorununa harcanacak enerji zaten fazla olacağı için, HDP ve benzeri partilerin merkezde daha fazla oy gücüne sahip olması gereksizleşir. Sorun oy değil, enerjidir.

Dışlayıcı ve otoriter Türkiye demokrasisinin sorunları, ne yazık, demokrat, liberaller, sosyal demokratlar önderlikle, çözülemez. Bu konuda zaten tartışma bile yoktur. Kemalizm ise zaten bir tarih konusudur. O da bizi ayıran bir konu değildir. Sınıf mı, halk mı? Bu soruysa, hem işçi sınıfının bugünkü durumu hem de köylülüğün zaten büyük ölçüde çözülmüş olması nedeniyle, “skolastik” bir tartışmadır. Halk derken zaten içi sınıfını, uzantılarını, öz olarak, yönetilen toplum kesimini anlıyoruz.

Ayrım noktalarımız mı, sosyalist kuramcılar kuramsal düzeyde tartışsın. Ama, biz politika da yapmak istiyoruz değil mi? Tarz farklılığı mı? Daha mı militan, daha mı diplomatik, daha mı gürültülü, daha mı sakin olacağız? Söylem, simgeler, sloganlar nasıl kullanılacak? Bizi bölmemeleri kaydıyla, her söylem, simge, slogan! Ama, bu alan, ayrı bir ustalık alanıdır ve önerdiğimiz merkezle altında yer alan parti ve oluşumların karşılıklı kararına ve müdahalesine bağlıdır. Elbette elimizde ne olduğuna da ve nerede ne zaman politika yaptığımıza da.

Önerilerimiz, ilk başta, sadece ortak seçim partisi düzeyinde olsun, zamanla ilerler, büyürüz. Bu ortaklıksa, 2019 seçimleri öncesi için olduğu kadar, sonrası için de geçerlidir. Hatta daha da. Erdoğan-AKP'si bir eşiktir, sonrasıysa, dönüşüm için mücadele!

Devam edeceğiz ve Marks'a yakışır biçimde, gelecek yazıda, bu konuya bir ara vereceğiz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 03.02.2018- 10:42


Birlik üzerine – XI - Ercan Gündoğan


Geçmişte bolca bölünme yaşadığımızdan, birlik tartışmalarının da uzun bir geçmişi var. Tartışmaların sadece bir kısmını anımsıyor ve şunları görüyoruz:

1)     Parti ve kesimler, “birlik” için değil, “birlik neden olmaz, olamaz?” üzerine tartışıyorlar.
2)     Birlik gerçekten istendiğinde bile, fikir tartışmasından, önerilerden somut, pratik, politik mekanizmalara geçilemiyor.
3)     Birlik ve birleşme, ittifak, işbirliği, cephe, platform, sıkça birbirine karıştırılıyor.
4)     Tartışmalarda oldukça açık biçimde, “ideolojik mücadele” ile “politik mücadele” arasında ayrım yapılmıyor. Daha da kötüsü, strateji ve taktik, genel ve özel, küresel ve yerel, uzun vade-kısa vade türünden ayrımlar da dikkate alınmıyor.

Tekrar soralım:
En genel, makro, kuramsal ve stratejik konularda ortaklık kurmayacak nelerimiz var? Birlik üzerine yazılarımızda, bu türden ayrım yerlerinin kalmadığını, ya da tarihsel anlamını yitirdiğini söyledik. Bir Leninist-Stalinist, Troçkist, Maocu, Hocacı arasında bu gün için önemli ayrımlar var mıdır? Bizce ayrım artık bulunmuyor. “İyi de mevcut ayrımların nedeni ne” diye soranlara şunu söyleyebiliriz: Her bir çizgi ve geleneğin kendi iç dinamikleriyle ve dışarıya karşı kendini devam ettirmeleri, kimliklerini korumaya çalışmaları. Şimdiden ve gelecekten çok, geçmişe olan aşırı ilgi. Bazan da, geçmişte yaşamanın rahatlığı.

Oysa, ortak yönümüz, Marks ve Lenin’dir, bu da yeterli bir ortaklıktır. Sonrası, deneyim farklılığı, iç tartışmalar ve zenginliktir. Daha fazlasını aramak, skolastik tartışmadır. SD-MDD tartışması mı? SD'ciler bir adım geri attı ve Türkiye'nin geri sorunlar yığınıyla karşı karşıya olduğunu gördü. Ayrıca, “reel sosyalizmin” çözülüşü, “sosyalist devrim” hedefinde kaçınılmaz bir ertelemeye yol açmıştır. Sosyalizm hem henüz toparlanamamış, hem de küresel düzeyde gösterilecek başarılı örneklerden mahrum kalmıştır.

MDD'ciler ise, hem köylülük temeli kalmadığı,   bu anlamda “köylü temelli” bir “halk devrimi” olamayacağını, hem de mili burjuvaya artık bir “öncülük” ya da müttefik muamelesi yapılamayacağını anladılar. Kaldı ki, “milli” olan bir burjuva, o da sınırlı, sadece “taşrada” bulunuyor ve milli olmaktan çıkmak için, özel çaba sarf ediyor. Askeri bürokrasiye öncü ve devrimci anlamlar ve görevler yüklemekse, sapma bile değil, açıkça sosyalizmin dışında bir arayıştır.

Daha önce yazdık: Birinci TİP bazı uluslararası konularda tarafsız kalsaydı, daha Leninist bir çizgiyi benimseyebilseydi, bir de gençleri elinde tutmaya azami gayret gösterseydi, ne olurdu acaba diye!

Tahminimiz şöyle: İkinci TİP daha önce kurulurdu ve ama o da hemen kapatılırdı. Ama, tüm sosyalistleri birleştiren bir parti düşüncesi bir gerçeklik olarak hep dururdu. Hem Maoculuk hem Kastroculuk etksi daha cılız kalır, sadece birer renk, çizgi, belki de parti içi birer kanat haline gelirdi. Kapatılan TİP yerine gelen İkinci TİP kapatılsa bile kalacak, kitleselleşecek, “parlamentarizm”, “pasifist” suçlamalarına bahane de kalmayacaktı. Burada seçimler dışında politika yapan, örgütlenen, ama kitlesel bir sosyalist partinin oluşma olanaklarından bahsediyoruz.

Birlik yazılarımızda dile getirdiğimiz tez ve saptamalara katılmayanlar elbette çok olacaktır. Ama sorunumuz, amacımız da burada yatıyor. Birleşmeden, cepheden değil, farklı partileri içinde koruyan ama merkezi karar alma mekanizması olan, aslında ortak federal bir partiden söz ediyoruz. Kastettiğimiz cephe değildir, cephe, sizden olmayan ama demokrat ve sol olan her kesimi kapsar. Platformdan da bahsetmiyoruz. Burada partiler ve çevreler seçim ittifakı yaparlar. Onu da kastetmiyoruz, elbette bu da düşünülebilir. Kastettiğimiz, tüm sosyalist örgütlerin sosyalist mücadele için eş güdüme ve planlamaya gereksinimi olduğudur. Eğer federal ortak partimiz yaşama geçerse, bir cephenin ya da platformun içinde elbette yer alabilir. Bu konu, genel olarak “sol cephe” ile ilgili bir tartışmadır. Eğer Kürt parti ve örgütleri önerdiğimiz sosyalist ortak federal partinin dışında kalırsa, “sol cephenin” içine girebilecektir.

Bazılarına “hayalci” ve “gayri pratik” geleceğini bildiğimiz önerimiz, hem sosyalizm hedefimize hem de Türkiye politik yaşamının ve özel olarak sosyalist mücadele geleneğimizin gerçeklerine uygundur diye düşünüyoruz. Hem eleştirel, hem kendini koruyan, hem devrimci idealist, hem de reelpolitiker’dir. Açılıma, ve açıklığa uygundur, ama, sapmaya da izin vermez.

Her şeyden önce, bu kadar farklı ve bol sayıda parti, örgüt ve çevrenin nasıl ortak politika ve mücadeleyi yapacağı, federal merkezde kararların nasıl alınabileceği sorusu birinci sıradadır. Politika ne kadar yüksek, ne kadar aşağı seviyede yapılacak, sınıfın hangi kesimlerine ağırlık verilecek? Kürt sorunu konusunda nasıl kararlar üretilecek? Burada sosyalist yön ve sosyalist içerik önemlidir. Bir de ortak eş güdümlü politik mücadele. İsteyen parti sendikalara ağırlık versin, isteyen fabrika konseyleri kurmaya çalışsın. İsteyen Kürt örgütleriyle yakınlaşma, birlikte hareket etme sorunuyla uğraşsın. İsteyen örgüt, çevre sorunlarına ağırlık versin. İsteyen kadın sorununa, isteyen dinselleştirmeye karşı mücadeleye. Zaten ilgi ve yoğunlaşma alanlarımızda bu türden bir yelpaze bulunmaktadır. Bu farklılaşma, aynı zamanda, üstünlüklerimizle ilgili bir uzmanlaşma anlamına da geliyor. Merkezin yapacağı, sosyalist mücadelenin içeriği ve biçimi üzerinde, ortak kararlar almak, sosyalist enerjiyi en stratejik biçimde dağıtmak, olacaktır.

Tüm burjuva parti ve örgütlerinin eş güdüm ve planlama merkezleri, kurumları, ortamları bulunuyor. Bu görevi büyük ölçüde “burjuva devlet” üstlenmiştir. Ekonomiden, seçimlere, “ulusal” savunmadan dış politikaya, eğitimden imar düzenine kadar. Ne kapitalistler, ne devlet, ne piyasa, sanıldığı gibi, “anarşik” bir ortamda hareket etmez. Anarşik halde bulunan ne yazık, sadece biziz.

Lenin'in “ikili iktidar” kavramı oldukça stratejik, hala verimli ve pratik değeri yüksek bir kavramdır. Bu kavram, mevcut iktidarın yanında sosyalist işçi iktidarının kurulmasını, hazırlanmasını, devlet dışında yeni devlet kurulmasını anlatır. Mevcut siyasal iktidarın “alınması”, ele geçirilmesi, eş zamanlı olarak yerine yeni iktidarın konulması anlamına da gelmektedir.

Biz partilerin ortak federal partisini önerirken, bu türden partiler birliğini aynı zamanda “şuraların”, “sovyetlerin”, almaşık devlet iktidarının, hem kendisi hem de kurucusu olarak da görüyoruz. Kurulacak federal partinin sadece eş güdümlü ve planlı mücadele değil, böyle bir almaşık iktidarı örgütleme görevi de bulunuyor. Yoksa, sovyet türü örgütlenmeler oluşsun sonra bu örgütleri partinin ve sonra devletin içine ya da yanına alırız demekle yetinemeyiz.

Almaşık devlet iktidarının kurulmasıyla ilgili olarak ortak federal partiye yüklediğimiz işlevin Türkiye’yle ilgili bir geleneğe dayandığını da düşünüyoruz: Türkiye, “yukarıdan aşağıya” müdahalelerin sıkça yaşandığı bir ülkedir ve atılım ve yeniliklerin “örgütsel” düzeyde alttan yukarı oluşup gelişmesini beklemek, gerçekçi değildir.

***
Yazının sonuna doğru, “psikolojik” engellerin ne kadar güçlü olduğunu bildiğimizi bir kez daha söyleyelim. Belki de çoğu zaman, ideolojiden bile bahsetmiyor, sadece kendi geçmiş bilincimizle, deneyimizle düşünüyoruz. Sosyalistlerin birbirlerinin “sicilleri” hakkında söyleyip yazdıkları, bırakalım kişiler ve örgütler tarihinin konusu olsun. Farklılıklarımızı koruyalım, ama birlik içinde. Aynı düşünceye sahip olmak partilerin içinde bile olanaklı değildir. Önemli olan, tartışma yapmak, karar almak ve bu karara uymaktır.

Lenin'in “demokratik merkeziyet” kavramının hem farklılık-bütünlük, hem de yerel-merkez ilişkisini düzenleyen bir ilke anlamına geldiğini unutmamak gerekir.

Biz bu ilkenin aynı zamanda tüm sosyalistlerin federal merkezini kuran ve çalıştıran ilke olduğunu söylüyoruz.

Bu ilkenin yanında, büyük bir tarihsel deneyimimiz de bize yardımcı olacaktır Bu deneyim, birlik, Birinci TİP'tir.   Farklılaşmadan önce, hepimizi içine alan, bir modeldir!

Şimdi, diyalektik olarak, “şimdinin bilinciyle” geçmişe gidelim ve Leninist ve federal bir tür TİP düşünelim.

Artık ne Aybar, ne Boran, ne Belli, ne Çayan, ne Gezmiş, ne Kaypakkaya vardır. Ama yığınla takipçi parti ve örgütleri, aydınları bulunuyor. İlişkili yeni sentezleri, yorumcularıyla birlikte. TKP mi, o da, bugün de, ama yeni haliyle vardır.

***

Birlik üzerine yazılarımıza burada ara veriyoruz, Konunun “yaşamsal” olduğunu anımsatmış olsak bile, yararlı olmuş sayılırız.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 2 kişi görüntülüyor:  2 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Laiklik Üzerine... melnur 16 9373 02.06.2021- 11:41
Konu Klasör Komünist Manifesto Üzerine umut 1 5969 21.02.2020- 18:14
Konu Klasör Hegel’in Diyalektiği Üzerine Bir Derleme... melnur 0 1267 12.05.2020- 00:07
Konu Klasör Solda birlik mi? toplumcu 2 6206 24.02.2014- 15:22
Konu Klasör Solda birlik... umut 10 11352 25.09.2014- 18:23
Etiketler   Birlik,   Üzerine
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS