SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
İran olayları ve hatırlattıkları           (gösterim sayısı: 2.832)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 04.01.2018- 10:32


Hayyam’ın torunlarına güvenelim - Ender HELVACIOĞLU


Halk hareketleri birer toplumsal (nesnel) olgudur. Kimse, hiçbir politik odak, ne kadar güçlü olursa olsun, elinde ne kadar etkin araçlar bulunursa bulunsun, var olmayan bir zeminde kitle hareketi yaratamaz. Lavoisier kanunu toplumsal düzlemde de geçerlidir: Hiçbir şey yoktan var edilemez.

İkincisi, geniş kitleler, örgütlü gruplar gibi, ikide bir harekete geçmezler. Genellikle sorunların eyleme dökülmeden, başlarına bela çıkmadan halledilmesine eğilimlidirler. Sokaklara dökülmek ve harekete geçmek son çaredir. 1) Bıçak kemiğe dayanmadan; o da yetmez, 2) bardağı taşıracak son damla gelmeden; o da yetmez, 3) güçlü bir başarı olasılığı sezilmeden geniş kitleler harekete geçmezler.

Üçüncüsü, kitleler, günlük yaşamlarını derinden etkileyen somut sorunlar için harekete geçerler. Hareket, geliştikçe politize olabilir ama başlangıç somut sorunlar dolayısıyla olur. Ayrıca hareketin hedefi de somut ve ufkun içindedir.

Örneğin, ne kadar propaganda yapılırsa yapılsın geniş kitleler emperyalizmi yok etmek talebiyle sokaklara dökülmez. Fakat ülkeye yönelik bir emperyalist saldırı (müdahale, işgal) gerçekleşirse, kitlelerin en apolitik kesimleri bile her türlü mücadeleye katılacaklardır. Emperyalizm soyuttur, ama işgalci emperyalist güçler somut. (Aynı şey sosyalizm için de söylenebilir. Sosyalist devrimler bile sosyalizm sloganıyla olmaz.)

Dördüncüsü, Lavoisier kanununun ikinci kısmı da geçerlidir: Yani hiçbir şey yoktan var edilemediği gibi vardan da yok edilemez. Geniş halk kitleleri bir kez harekete geçti mi, birileri istiyor diye vazgeçmezler. Olan olmuştur, süreç yaşanacaktır.

Bütün bunlar halk hareketinin nesnelliğinin göstergeleridir.

***

Politik odaklar, bu nesnelliği yok sayarak değil, dikkate alarak politikalarını tespit etmelidirler. Bilimsel düşüncenin (daha doğrusu materyalist yöntemin) gereğidir; politikalar “olması gerekene” göre değil “olana” göre belirlenir.

Hareketin taleplerine, hedefine, yöntemine, kitlelerin bileşimine, hareket içinde kimlerin etkin olduğuna vb. bakılır, olası sonuçları kestirilmeye çalışılır ve ona göre tutum alınır; haklı bulunur veya bulunmaz, desteklenir veya karşı çıkılır. Her politik odak hangi sınıfların temsilcisiyse ona göre tutumunu alır.

Öte yandan politik odaklar sadece tutum açıklama mercii değildirler. Aldıkları tutuma göre hareketi etkilemeye, yönlendirmeye, bastırmaya veya genişletmeye, yavaşlatmaya veya hızlandırmaya, istemedikleri politik odakların etkileme ve yön verme çabalarını engellemeye çalışırlar. Politik mücadelenin en sıcak yaşandığı alanlardır geniş kitle hareketleri.

***

Şimdi bu yazdıklarımız ışığında İran’da yaşanan halk hareketine bakalım. İran’da veya İranlı değiliz, ülkemizdeki Haziran Ayaklanmasında olduğu kadar madde ile haşır neşir değiliz, bilgilerimiz kısıtlı; dolayısıyla yazdıklarımızın eksik ve yanlış olma olasılığı fazladır. Ama yine de sonuçları bizi de doğrudan etkileyebilecek bir hareketi mümkün olduğunca (fazlaca genel kalmayı baştan kabul ederek) tahlil etmek durumundayız.

Bir kere yaşanan bir halk hareketidir; milyonların sokağa döküldüğü görülüyor. Birileri tarafından kışkırtılan gruplardan ibaret değil. İçlerinde öyleleri de olabilir, ama hareketin bu boyutu çok aştığı anlaşılıyor. Demek ki nesnel bir toplumsal olgu vardır ortada.

İkincisi, halkın esas olarak ekonomik ve demokratik taleplerle sokağa çıktığı görülüyor. Pahalılığın, işsizliğin, yolsuzlukların, gelecek kaygısının, şeriatçı zorbalığın halkın canına tak ettiği ve bütün bunların müsebbibi olan iktidarın hedef seçildiği anlaşılıyor. Hareketin hedefinin iktidar boyutunu aşıp rejim karşıtlığına yönelip yönelmediği veya giderek yönelip yönelmeyeceği henüz netleşmiş değil.

Bütün bu taleplerin haklı ve meşru olduğunun ve karşılanması için sokağa çıkmaktan başka çare kalmadığının (bırakılmadığının) tespit edilmesi ve halkın yanında yer alınması gerekir; tabii şu veya bu oranda bir halk gücüyseniz…

İran rejiminin bölgede anti-emperyalist (veya anti-ABD diyelim) bir tutum aldığı, bu rejimin yıkılmasının ABD’ye yarayacağı gerekçesiyle halk hareketinin ezilmesinden yana olmak, şeriatçı rejim yandaşlığı ve halk düşmanlığı anlamına geleceği gibi uzun vadede de emperyalizmin ekmeğine yağ sürer. Kaldı ki halktan beklenen bu engin “sağduyu” (anti-emperyalizm adına şeriatçı rejime ve ekonomik sıkıntılara katlanma) en başta rejimden talep edilmelidir. Emperyalizme karşı tutum alan bir iktidar halkını kazanmak durumundadır; en azından emperyalistlere kullanabilecekleri kozları vermemek için… Emperyalizm karşısındaki zayıflıklar halkın suçu değildir (tıpkı Türkiye’de olduğu gibi).

Bu noktada “ABD’ye karşı çıkan şeriatçı da olsa desteklerim” veya “Ortaçağ barbarlığına karşı emperyalizmi de desteklerim” diyen “entelektüellere” rastlanıyor. Ne emperyalizmin ne şeriatın ne de kendinin ne olduğunu bilen apolitik zavallılardır bu lafları edenler.

Buraya kadarkiler tutuma ilişkin tespitler; politika asıl bu noktadan sonra başlar.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.01.2018- 10:34


Başta ABD olmak üzere Batılı emperyalistler ile İsrail ve Suudi Arabistan’ın mevcut İran rejiminin yıkılmasından, en azından köşeye sıkışmasından ve Ortadoğu’da oynadığı rolü kaybetmesinden yana olduğu; bu amaçla direkt kendi elemanları ve kullandıkları silahlı gruplar vasıtasıyla hareket içine sızmaya, hareketi yönlendirmeye ve provoke etmeye çalıştıkları çıplak bir gerçek (bu da halk hareketinin zayıf karnıdır). Dahası, İran’da oluşabilecek ABD yanlısı bir iktidarın, başta İran halkı olmak üzere bütün bölge halkları için bir felaket anlamına geleceği de herkesin malumu ve endişesi.

O halde haklı ve meşru halk hareketi ile bu hareketi kullanmaya çalışan emperyalist işbirlikçileri arasında net bir çizgi çizilmesi gerekiyor. Bu hem mevcut rejimin, hem de hareket içindeki halkçı, devrimci, yurtsever, sosyalist grupların en ciddi sorunu. Rejim ayrım gözetmeden halka şiddet uygularsa, hareket içindeki devrimciler de bu ayrım noktasında duyarlı olmazlarsa, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürülmüş olur.

Hareketin sıcaklığı içinde (hele olgun bir politik öncünün bulunmadığı koşullarda) bu ayrıştırmayı yapmak kolay değil; ama imkânsız da değil. Örneğin Haziran Ayaklanması sırasında Türkiye halkı -hareket öncüsüz, örgütsüz ve kendiliğinden olmasına rağmen- içgüdüsel olarak bu ayrımı yapabildi. İki gün içinde hareket tüm yurt sathına yayıldığında ve meydanlar al yıldızlı bayraklar ve Atatürk posterleriyle gelincik tarlasına dönüştüğünde bu ayrım yapılmış oldu (ve bu noktadan sonra her yer Taksim ve hareketin adı da “Gezi Direnişi” değil “Haziran Ayaklanması” oldu.)

İran halkı da bu ayrıştırmayı yapacaktır. Bunun birçok yolu var. Türkiye’deki gibi ağırlık koyarak da yapılır; ağırlığını çekip dımdızlak ortada bırakarak da… Halklar bunu emir ve talimatla değil, bir tür kitle hissiyatıyla yaparlar.

İran da -tıpkı Türkiye gibi- tarihinde hiç sömürge olmamış bir coğrafyadır ve İran halkı da en az Türkiye halkı gibi görmüş geçirmiş, omurgalar oluşturmuş bilge bir halktır. Güçlü bir mücadele ve yurtseverlik geleneği vardır. Böylesi toplumlar kritik noktalarda onurlu tarihlerinden kaynaklanan tutumlarını kararlılıkla alırlar; deyim yerindeyse yavşaklaşmazlar. Bu kadim coğrafya, halkının nitelikleriyle yoğrulmuş öncü devrimci evlatlara da sahiptir. İran halkına ve bu emekçi halkın yurtsever devrimcilerine kendimize güvendiğimiz gibi güvenmeliyiz. Mazdek’in, Sabbah’ın ve Hayyam’ın torunlarına güvenelim.

Günümüz koşullarında bu hareketten, sosyalizme açılan bir emekçi iktidarının çıkma olasılığı ne yazık ki pek gözükmüyor. Fakat hareketin Amerikan manipülasyonlarına ve işbirlikçi grupların kışkırtmalarına teslim olma olasılığı da zayıf görünüyor. En güçlü ihtimal, halk hareketinin rejimi gerileterek bazı kazanımlar elde etmesi, bugün ellerini ovuşturan emperyalistlerin kısa süre sonra avuçlarını yalaması ve ABD’ye güvenip kışkırtmalara girişen işbirlikçi grupların bir kez daha tecrit olmasıymış gibi gözüküyor.

Yaşayıp göreceğiz. Fazla zaman almayacaktır.

***

Son bir not: 100 yıldır dünya çapında yaşanan büyük halk hareketlerinin niteliklerindeki değişimlerin daha derinlemesine incelenmesinde fayda var.

20. yüzyılın başından 1970’lere kadar yaşanan ve büyük devrimleri de kapsayan hareketler ile 80’lerde ilk kez Polonya’da Walesa adıyla simgeleşen hareket, Berlin Duvarı’nın yıkılması, SB’nin dağılması, ÇHC’deki Tiananmen olayları, Doğu Avrupa sosyalist rejimlerinin yıkılması, Yugoslavya’nın dağılması, ABD ve çeşitli Avrupa ülkelerinde görülen neo-liberalizm karşıtı hareketler, Arap Baharı, bizdeki Cumhuriyet mitingleri ve Haziran Ayaklanması, İran’da 2009’da ve bugün yaşananlar…

Bu iki dönem birbirinden çok farklı olduğu gibi, ikinci dönemde de iki farklı damar seziliyor. Bu dönemlerin halk hareketleri bağlamında incelenmesi emperyalizm ve anti-emperyalizm konularında netleşmemizi de sağlayabilir. Ve bugün sosyalistler açısından belki de en önemli sorun bu noktada netleşmektir. Eğer emekçi halk ile muhabbeti artırmak ve bu hareketlere önderlik edebilecek güçlü ve olgun politik odaklar yaratmak gibi bir niyetimiz varsa…

http://www.abcgazetesi.com/hayyamin-torunlarina-guvenelim-8248yy.htm



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.01.2018- 20:16


İran mollalardan kurtulabilecek mi? - Erhan Nalçacı

İran’da yılbaşından önce başlayan toplumsal ayaklanma büyük ölçüde sönümlendi. Belli ki düzenin emekçi sınıflara yüklediği iktisadi zorluklara karşı kendiliğinden ve iktidar isteminden uzak bir ayaklanmaydı. Öte yandan ABD ve İsrail, tam olarak ölçüsünü bilemeyeceğimiz bir şekilde ayaklanmaya müdahil olmaya ve hatta yönetmeye kalktı. ABD’nin bölgeyi yeniden cephelendirmek için bir operasyon içinde olduğunu biliyoruz.
Suudi Arabistan’daki darbe ve Suudi Arabistan’a yüz milyar dolarlık silah satışı, Kudüs kışkırtması, Ürdün’de darbe girişimi vb.. Ama İran’da etkili olmayı başaramadılar.
Zaten dünyanın en haklı kavgasında bile olsanız ve arkanızdan Trump sizi destekleyen bir tweet atsa, ben ne yaptım diye bir eve gider düşünürsünüz.
Ancak bu köşede yanıtını arayacağımız soru, “Emekçi sınıflar İran’da iktidara gelebilir mi?” olacak.
Bu soruya yanıt bulmak içinse şu soruyu sormak zorundayız:
Neden 1979-1983 aralığında işçi sınıfı değil de, burjuvaziyi ve toprak sahiplerini temsilen dinci gericiler iktidara geldiler?
Ve neden bu iktidarı 40 yıldır koruyabildiler?
1978 yılında gerçekten İran’da devrimci bir durum vardı, Şah büyük bir hızla toplumu yönetme yeteneğini yitiriyordu. Toplumsal çelişkilerin kesiştiği ve düğümlendiği tarihteki nadir devrimci anlardan biriydi.
Bu dönemde birden fazla tarihsel çelişki üst üste binmişti. Toplum hızla kentlileşmiş, modern sınıflar oluşmuş, ancak Şah monarşiyi esnetmeye bile yanaşmayan bir katılıkla tarihsel ilerlemenin önünde bir tıkaç oluşturuyordu. İkinci olarak, İran bir ABD uşağı haline gelmişti ve petrol gelirlerinin yarısını ABD ile paylaşması büyük bir toplumsal yaraydı.
Böylesine önemli bir dönemeçte işçi sınıfı devrimini dinci gericilere kaptırdı.
Muhakkak bu kısa yazının izin vermeyeceği ayrıntılı bir toplumsal analiz sunmak gerekir.
Burada sadece belli başlı siyasi nedenlere değineceğiz.
Şah rejimi devrim öncesinde en çok sola saldırmış ve siyasi öncünün işçi sınıfı içindeki örgütlülüğünü kısıtlamıştı.
O dönemde dünya komünist hareketinin süreci yönetmeyi becerememesi nedeniyle işçi sınıfı siyaseti Sovyet yanlıları ve Mao yanlıları diye bölünmüşlerdi, bu İran’da da sınıfı bölen bir özellik gösteriyordu.
Sovyet yanlısı olan TUDEH Partisi ise, o dönemde Sovyetler Birliği’nin sosyalist devrim değil, bir ülkede Sovyetler Birliği ile dost olabilecek bir rejim tercihinden etkilenmiş ve dinci
gericilerle iktidarı paylaşabileceği hayaline kapılmıştı.
Gericilik ise iktidarını pekiştirdikçe hiç acımadı yapılan hatalara, kanlı bir şekilde bir kâbus gibi toplumun üzerine çöktü.
Peki, neden 40 yıla yakındır iktidarlarını korumayı başardılar?

Öncelikle 80’li, 90’lı yıllarda dünya işçi sınıfı hareketinin bir krize girdiğini ve Sovyetler Birliği’ndeki karşı devrim sonrası yaşanan gericilik döneminden fazlasıyla yararlandıklarını söylemeliyiz. Ayrıca dinci ideolojinin emekçi sınıfların aklına azımsanmayacak bir saldırı olduğunu da unutmamalıyız.
Yalnız bu kadar değil, iki faktörü daha eklemeliyiz.
Dinci iktidar üretim araçlarında bir ulusallaştırmaya gitti ve devlet ağırlıklı bir ekonomi kurdu. Bu durum sosyal devletçi ve kamucu ekonomiye izin verdi ve toplumsal sınıfların arasındaki eşitsizliğin çok fazla açılması söz konusu olmadı.
Ayrıca ABD ve İsrail’e karşı -Irak ile savaş da böyle- meşru bir milliyetçi ideolojiyi toplumsal zamk olarak kullanmayı başardı. Suriye’deki tavrının da İran halkı tarafından desteklenen meşru bir konumu bulunuyor.
Şimdi artık bir işçi sınıfı iktidarı olanağı var mı diye bakabiliriz.
Öncelikle 2009’dan sonra Mollalar hızlı bir özelleştirme furyasına giriştiler. İranlı emekçiler, bizim çok iyi bildiğimiz, yöneticileri çürüten, sermaye sınıfını besleyen bir neo-liberal saldırı altında yoksullaşıyor ve hak kaybına uğruyor. İktidar sermaye sınıfını takip ederek emperyalizmin işbirlikçisi durumuna düşüyor.
Ayrıca şu anda yaslandıkları Çin’in önümüzdeki yıllarda yayılmacı amaçlarının saklanabilir olmaktan çıkması bekleniyor.
Ve en nihayet dünyada genel olarak işçi sınıfı siyasetlerinin yükselmesini ve yeni bir yol haritasının çizilmesini bekliyoruz.
Şimdi artık; Türkiye İran mı olacak, yoksa İran Türkiye mi olacak sorularını geçip her ikisi de ne zaman sosyalist olacaklar sorusunun zamanı geliyor.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 07.01.2018- 09:28


İran’dan dünyaya ve Türkiye’ye… -Metin Çulhaoğlu


Geçtiğimiz günlerde İran’da ortaya çıkan kitlesel hareketlenmeyi izledik; öğrenmeye, anlamaya çalıştık.

Pek kolay olmadı, olmuyor…

Nasıl olsun ki? İran’da sokağa dökülen insanların sınıfsal konumları, sokağa dökülme nedenleri, neyi hedefledikleri gibi konularda pek çok görüş ortaya atılıyor. Ayrıca, ülkenin yönetimine oynayan siyasal çevreler arasındaki hasımlaşmalar durumu daha da karmaşık hale getiriyor.

Ancak, en azından bir konuda netlik var: Komünistlere kadar uzanan bir yelpazede İran solunu oluşturan örgütler ve çevreler, kitlesel tepki ve hareketlenmeyi temelde haklı buldu; “emperyalizmin oyunu”, “turuncu devrim girişimi” gibi yaftalarla peşinen kestirip atan da izleyebildiğimiz kadarıyla hiç çıkmadı.

Daha fazlasını anlama ve anlamlandırma çabalarıyla birlikte İran’daki gelişmeleri izlemeye devam edeceğiz. Bu arada, İran’daki son gelişmeler, Türkiye’deki Gezi ayaklanması, başka ülkelerde zaman zaman kitlesel boyutlara ulaşan hareketlenmelerden kalkarak kimi sonuçlara varmak mümkün görünüyor.

“21. yüzyılda kitlesel hareketlenmeler” diyebileceğimiz genel başlık altında ulaşabildiğimiz sonuçlar şöyle:

I

Görüldüğü kadarıyla yaşadığımız çağın kitlesel hareketlenmeleri hem sınıfsal bileşim hem de harekete geçirici etmenler açısından yalın olmayacak; çeşitlilik içeren, karmaşık yönler taşıyacaktır.

II

Bu “yalın olmama” durumu kuşkusuz solun bugün dünya ölçeğinde etkisiz kalmasıyla bir şekilde ilişkilidir. Ancak, karmaşıklık ve çeşitliliği, belki de “amorfluğu” bütünüyle bu nedene bağlamak doğru olmayacaktır. Güçlenmiş bir sol da önünde kitlesel yönelim ve arayışlar açısından eski dönemlere göre daha karmaşık ortamlar bulacaktır.

III

Bugünkü dünya sistemi veri alındığında, emperyalist odakların hiç bulaşmayacakları, “bize buradan ekmek çıkmaz” yargısıyla yaklaşacakları, bir şekilde manipüle etmeye çalışmayacakları herhangi bir kitlesel hareketlilik beklemek boşunadır.   Dolayısıyla emperyalist odakların sergileyebilecekleri “ilgi” ve “yakınlık”, solu bu tür hareketlerden uzak tutan bir etki yaratmamalıdır.

IV

Dar anlamda işçi sınıfı ile geniş anlamda “halk” arasındaki ilişkilere yeni bir diyalektikle yaklaşmak gerekmektedir. 20. yüzyılda tanık olunan süreçlere göre bugün işçi sınıfı daha amorf durumdaki “halk kesimleri” içine gömülmüş durumdadır. Bu durum, belirli bir siyasal iktidarın alaşağı edilmesi açısından pek sorunlu olmasa bile sosyalizm yoluna girilmesi açısından sorunludur.  

V

İşçi sınıfının kendisi dışında başka hiçbir özne ya da örgüt kendi başına gerçek anlamda sınıf hareketi yaratamaz. Sosyalistler de oturup bir sınıf hareketinin ortaya çıkmasını bekleyemez. Bu durumda ve yukarıdaki (IV) dikkate alınarak sosyalistlerin yapması gereken, sınıfı gömülü olduğu “halkın” içinden çekip çıkarma gibi bir niyet taşımayan, ama orada “daha ayrık” ve “öncü” konuma gelmesine katkıda bulunacak çalışmalardır.

VI

Günümüz dünyasında sosyalistler, yabancıların “grassroots” dedikleri tabandan/alttan halk örgütlenmelerine bunlar nerede varsa özel önem vermeli, bu yöndeki girişimleri özendirici rol oynamalıdır. Bu tür örgütlenmeler, karmaşık yönler taşıması kaçınılmaz hareketlenmelere en azından belirli bir yalınlık getirebileceği gibi “örgüt-sınıf-halk” bağlantısının kurulmasına da yardımcı olacaktır.

VII

İran diye başladık, oradan Türkiye’ye dönerek bitirelim:

Evet, karmaşıklık dedik, çeşitlilik dedik, arkasındayız; ancak İran’daki duruma bakıp Türkiye’deki olası kitlesel hareketlenmelerin de aynen öyle gelişeceğini söyleyemeyiz. Türkiye’de taşlar İran’a göre daha fazla yerine oturmuştur; sınıfsal, ideolojik, kültürel vb. ayrım çizgileri görece daha nettir. Bu da Türkiye solunu daha şanslı kılabilecek bir potansiyele işaret etmektedir.

“Bunu neye borçluyuz?” sorusunun yanıtına kalkışıp durup dururken şimşekleri üzerimize çekmek istemeyiz…

İstemeyiz… Ama gene de bir ipucu verelim: Orta Doğu coğrafyasında Kürt hareketinin en modern, ileri ve soldaki kolu hangi nedenlerden dolayı Türkiyeli ya da Türkiye çıkışlıysa, Türkiye solu da aşağı yukarı aynı nedenlerden dolayı görece daha şanslıdır.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Şu Cengiz Çandar olayı ve hatırlattıkları... melnur 1 422 21.04.2023- 10:35
Konu Klasör İBB'nin ulaşım zamlarına gösterilen tepkiler ve hatırlattıkları... melnur 0 781 09.04.2022- 10:39
Konu Klasör TKP'den yaşanan olaylara dair açıklama melnur 2 3730 10.06.2017- 11:35
Konu Klasör Sanal medyaya -face'e- yazdıklarımdan kısa notlar... melnur 133 3083 Bugün, 00:24
Konu Klasör Hata iletisi NOLAN 2 3827 05.02.2014- 14:55
Etiketler   İran,   olayları,   hatırlattıkları
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS