SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Faşizmin havucu: Züppeler ve mazlumlar           (gösterim sayısı: 1.533)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 17.10.2018- 11:31


Faşizmin havucu: Züppeler ve mazlumlar - Can Soyer


Faşizm kavramı söz konusu olduğunda, akla ilk gelenler baskı, şiddet, hatta kıyım politikaları olur. Modern dünyadaki en acımasız vahşet örneklerinin sorumlusu olduğuna göre, faşizmin öncelikle bu şiddet boyutuyla anılması normal tabi.

Nitekim, günümüzde de faşizm kavramı ile anılan rejimlere baktığımızda benzer bir tabloyla karşılıyoruz. İktidarın muhalefet kesimleri üzerinde uyguladığı baskı, şiddet; demokratik ilkelerin ve yurttaşlık haklarının ya resmen ya da fiilen imhası; devletin ve tüm aygıtlarının tek adamın denetimine geçmesi; toplumsal yaşamın ve ilişkilerin katı bir disiplin altına alınması gibi süreçlerden bahsetmemiz mümkün oluyor.

Ancak, her ne kadar faşizm zor’un olağanüstü seviyede kullanıldığı, daha doğrusu zor kullanımının nitelik değiştirdiği bir rejim olsa da, belirgin ve ayırt edici bir ideolojik söyleme de sahiptir. Bu söylemin tutarlı olması, bir iç bütünlüğe sahip olması, biricik olması gerekmiyor elbette. Yine de bir ideolojiden, ideolojinin yan yana getirdiği nosyonlardan, bu sayede faşist rejime zor’dan ayrı bir rıza boyutu katan bir söylemden bahsetmemiz mümkün.

Yani faşizm, (etimolojisi ve fenomenolojisi öyle olsa da) sadece siyasal şiddetle veya demokratik ilkelerin rafa kaldırılmasıyla tarif edilemez. Bir sopası olduğu kadar, havucu da vardır faşizmin. Onu konuşturan, ona ses veren ideolojinin ayrımına varmak bu nedenle hayli önemlidir.

***

Faşizmin, bütün boyutlarıyla sermaye egemenliğinin rejimi olduğundan şüphe etmenin gereği yok. Bununla birlikte, faşizmin ideolojisi, öncelikle ve yoğunlukla toplumun yoksul sınıflarına hücum eder. Hem yükseliş hem de iktidar döneminde faşist ideolojinin kuşatmaya çalıştığı kesimler, sermaye egemenliğinin sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılmış emekçilerdir.
Üstelik faşist ideoloji, bunu, emekçilere açık baskı ve şiddet uygularken de yapar.

Bunun nasıl mümkün olduğu, yani faşizmin bir yandan grev yasakları, işçi örgütlerinin dağıtılması, ücret ve hakların makaslanması gibi yollarla dolaysız biçimde emekçilere saldırırken, bir yandan da toplumun yoksul kesimlerini kendine çekebilmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur.

Faşizm konjonktürünü tanımlayan parametrelerden biri olan şiddetli kriz ve bunun emekçiler arasında yarattığı öfke, faşizmin ideolojisini ve onun tesirini anlamak için iyi bir başlangıç noktası. Bu anlamda, faşizmin ideolojisinin hücum ettiği, kuşattığı kesimler, aynı zamanda sermaye egemenliğini ve onun krizini sırtlanan, taşıdıkları yükün ağırlığınca öfke ve tepki biriktiren, etkin bir politik önderlikle buluşmadığı için de bunu siyasal alana taşıyamayan emekçilerdir.

İşte faşizmin ideolojisi, şaşırtıcı bir hızla sermaye egemenliğine yönelip onu tehdit edebilecek olan bu öfkenin sömürüsünü/istismarını, onu iktidara eklemlemeyi hedefler. Faşizme bir tür “anti-kapitalist” makyaj çizen bu söylem, verili andaki krizin sorumlusu olarak veya ondan nemalanan kesimler olarak kimi zenginleri işaret etse de asla bir sınıfı, çıkarı emeğin sömürülmesinde olan sermaye sınıfını işaret etmez. Bu anlamda, faşizmin retoriğinde zenginler, servet sahipleri vardır, ama bir sınıf olarak sermaye özenle gizlenir.

***

Bir diğer husus ise, emekçilerde biriken öfke ve tepkinin yönlendirileceği düşmanın yaratılmasıdır. Bu düşmanlar, az önce söylediğimiz gibi kimi zenginleri veya servet sahiplerini içerse de, genellikle daha geniş bir toplumsal kesite tekabül eder. Almanya’da Yahudiler, Nazi iktidarına bu anlamıyla da hedef olmuştur.

Yahudiler, birkaç zenginin imajın kuvvetini artırmak için kullanılmasıyla, mazlum Alman emekçiler yoksulluk içinde yaşarken keyif süren, dünyanın nimetlerinden faydalanan, yan gelip yatan, lüks hayatlar süren, asalaklık eden bir züppe topluluğu olarak çizilmiştir. Faşizmin ideolojisi, böylelikle, yoksulluğunun ve sefaletinin sorumlusunu arayan Alman emekçileri çepeçevre sarabilmiş, sermaye egemenliğini emekçilerin görüş alanından çıkarmıştır.
Kuşku yok ki, bu yolla, devrimci bir önderlikle buluştuğunda kapitalizmi yerle bir edebilecek olan bir sınıf kapasitesi tam tersine, yani sermaye egemenliğinin perçinlenmesine hasredilmiştir. Ayrıca bu, emekçilerin kendi içinde boydan boya ayrışmasına ve sermaye egemenliğine karşı yekvücut bir halde mücadele etmekten alıkonulmasına da yaramıştır.

***

Türkiye’de kurumsallaşma aşamasında olan neo-faşizmi tartışırken, yukarıda vurguladığımız iki noktanın önem taşıdığı herhalde kabul görür.

Saray Rejimi’nin führer’inin zaman zaman kimi zenginleri hedef tahtasına oturtması, halkın adamı olarak anılması, kendisinden sürekli “fakir” diye söz etmesi, başka siyasetçileri “monşer”likle ve yoksulun halinden anlamamakla suçlaması, yoksulluğun kimi sonuçlarını (örneğin, eğitimsizlik) bir meziyet gibi teşvik etmesi, emekçilerin ağır yoksulluk ve sömürüden kaynaklanan öfke ve tepkisini tahliye etmenin bir yolu olarak hayli işlevli görünüyor.

Ancak, daha önemlisi, faşizmin ideolojisinin yarattığı düşmanlaşma konusudur. Türkiye’de iktidarın gündelik siyasette sık sık başvurduğu düşman retoriğini ayrı bir yere koymak gerekiyor: Bir gün ABD veya IMF, bir gün Almanya veya Suriye, hatta Apple, New York Times, ING. Bunlar fazla kalıcı olmadığı gibi, rejimin gündelik zikzaklarının ötesinde fayda getirdiği de söylenemez.

Faşizmin ideolojisi açısından daha ayırt edici, daha kalıcı, rejimin temellerini güçlendirici olan ve aynı zamanda Türkiye’de Saray Rejimi’ne karşı mücadele açısından daha fazla tehlike içeren düşmanlaşma, Türkiye işçi sınıfının iki kolu olan yoksul emekçiler ile kentli emekçiler arasındaki kopuştur.

Führer’in kentli emekçi kesimler hakkında çizdiği tablo ibret vericidir: Zevk ve sefa içinde yaşayan, sürekli içip keyfine bakan, kızlı erkekli eğlenen, lüksüne düşkün, komşusunun halini sormayan, mazlumların ve yoksulların dertlerine duyarsız, yozlaşmış, maneviyatını kaybetmiş, yerli ve milli değerlerimize saldıranların işbirlikçisi olmuş (Tanzimat edebiyatının Bihruz beyi gibi) züppeler.

Hal böyleyken, tüm göstergeler açısından proleterleşmiş ve mülksüzleşmiş milyonlardan oluşan, yeni emek rejimleri ile birlikte sermaye egemenliğinin ve artı-değer sömürüsünün tüm ağırlığını yaşayan kentli emekçiler ile geleneksel mavi yakalı sanayi işçilerini, inşaatlarda veya merdiven altlarındaki atölyelerde çalışan emekçileri, çöküntü mahallelere yığılan yoksul kesimleri birbirinden ayırmanın, üstelik de bunu “işçici” bir tavırla yapmanın izahı kalmıyor.
Faşizm söz konusu olduğunda, ilk akla gelen “faşizme karşı birleşmek” olur genelde.

Oysa ve artık, faşizme karşı kurulacak ilk birlik, Türkiye işçi sınıfının bu iki ana kolunun birliği olmak zorunda.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Benzer konu yok
Etiketler   Faşizmin,   havucu:,   Züppeler,   mazlumlar
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS