SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Anarşizmin bir asalak olarak portresi           (gösterim sayısı: 5.214)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
şibusa
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: şibusa
Konu Tarihi: 18.10.2013- 01:45


Anarşizmin bir asalak olarak portresi - Metin Çulhaoğlu



-Bu işler örgütlü olmalı…

-Örgüt mü? Ben bir bireyim, neden kendimi birtakım kuralların cenderesine sokayım ki?

-Siyasal mücadele…

-Bir kere “siyaset” sözü seyislikten gelir, ben at terbiyecisi miyim?

-Siyasal iktidar fethedildiğinde…

-Her iktidar bir tahakkümdür; bense her tür tahakküme karşıyım.

-İlerde sosyalizmi kurarken…

-Devletle kuracaksınız değil mi? Oysa devlet demek otorite demektir ve ben her tür otoriteye de karşıyım.

Yukarıdaki diyalogun bir tarafındaki kişiye genellikle “anarşist” denir. Ancak anarşizm, terimin gerçek karşılığıyla bir ideoloji değildir. Çünkü her ideoloji başka ideolojilere karşıtlık içerse bile kendini salt karşıtlıklar üzerinden kurmaz; kendi özgül dünya görüşü, bütünlüğü, kurgusu ve dinamikleri vardır. Anarşizm ise bunlardan yoksun olduğundan söylemlerini ve duruşunu başka ideolojilere ve pratiklere karşıtlıktan, salt buradan türetir.

Dolayısıyla, anarşizm asalaktır.

Konağı da en başta sosyalizmdir.

Anarşizmin örgütü yoktur; geçimini sosyalist örgütleri eleştirerek sağlar. Doğal olarak stratejisi de yoktur; başkalarının stratejilerini orasından burasından eleştirir. Kendi bağımsız eylemi yoktur; başkalarının eylemlerinde bir köşede boy göstermekten öteye geçemez. Ya “vizyonu”? Eğer buna vizyon denebilirse “devletsiz toplum”dur; ama örgütü, siyaseti, kendi eylemi ve stratejisi olmadığından, en çoğu “devlet” diye bir derdi olanlara nasihat geçebilir.

Evet, anarşizm çoğunlukla sosyalizm üzerinde yaşayan bir asalaktır; ama bu yaşamı sırasında birinci beslenme kaynağı bir başka konaktır: Liberalizm ya da daha kesin söylersek Marksizm’e yönelik liberal eleştiri…

Anlayacağınız, hayli ilginç bir asalak türüdür.

Ama daha bitmedi…



* * *



Şimdi, bayram değil seyran değil, bu anarşizm eleştirisi de nereden çıktı diyeceksiniz.

Bir kere, bayram; bugün Kurban Bayramı’nın üçüncü günündeyiz…

Sonra, Slavoj Zizek ve Alain Badiou İstanbul’a uğrayıp Gezi’yi değerlendirmişler ve soL portalin aktardığı kadarıyla biraz “anarşizan” laflar etmişler.

Aman yanlış anlaşılmasın, bu iki düşünce insanına “anarşist” damgası vuracak değiliz; sadece bir tür asalak olarak anarşizmin içinde yer aldığı beslenme zincirinin bir başka yönüne daha bu vesileyle dikkat çekmek istiyoruz.

Konağı sosyalizm olduğu halde liberalizmden beslenen bir asalak olarak anarşizmin kendisi de “yeni sol”u besler.

“Yeni sol” dendiğinde, elbette örgütü, siyaseti, iktidarı ve kuruluşu külliyen reddetmeyen bir akımdan söz ediyoruz. Örgüt reddedilmez, ama fazla “otoriter” ya da “katı” olmamalıdır; siyaset olacaktır elbette ama mutlaka “aşağıdan” yapılmalıdır; iktidar alınsa fena olmaz, ama bu işi “iktidar fetişizmine” götürmemek gerekir; gün gelecek, sosyalizm kurulacaktır; ama öyle “devletlû” cinsten olmamalı, birtakım kültler yaratılmamalıdır…

Anlaşılan, ilk baştakiler sonuncusunun güvencesi olarak düşünülmüştür: Gevşek bir örgütle salt aşağıdan ve iktidarı da fazla önemsemeden yapılacak bir siyaset zaten sosyalizmi getirmeyeceğinden “devletlûluk” ve “kült” gibi sorunları kafaya takmaya gerek yoktur!

Sonuçta, “yeni sol” da anarşizmden böyle beslenmektedir.

Günümüzdeki entelektüellerin bir kesiminin mensup oldukları dinin teslisi (kutsal üçlüsü) de budur:

Anarşizm, liberalizm ve yeni sol…

Hangisinin baba, hangisinin oğul, hangisinin kutsal ruh olduğuna siz karar verin.



soL




Bu ileti en son melnur tarafından 19.02.2018- 22:16 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.02.2018- 22:11


Anarşizm – Proudhon (I)
Burak Gürbüz


Günümüz basınında eski solcu yeni AKP'liler yazılarında bolca anarşizme atıf vermekteler. Bu durum bir siyasi geleneğinin de su yüzüne çıkmasına vesile olmaktadır. O da Amerikan siyasetinin kendisidir. “Egalité dans la diversité” (Farklılık içinde eşitlik ) şiarı bu siyasi akımın ortak dilidir. Ortak dilidir diye çoğul kullanmamızın sebebi, anarşizm değişik siyasi yelpazelere dağılmış bir siyasi akımdır aslında. Örneğin anarşizmin siyasi yapısı federalizm üzerine kuruludur. Onun için Proudhon anarşist olmasına rağmen daha çok federalist diye anılır. Anarşistlerin federalizme meyletmelerinin sebebi merkezi siyasal yapılara uzak durmalarındandır, onun için adem-i merkeziyetçidirler. Lajugie'nin derlediği Proudhon'un, Seçme yazılarının “Özgürlük” kısmında Proudhon, kendisine “hem merkezi otoriteye karşı geliyorsun hem de Cumhuriyetçisin bu nasıl oluyor?” şeklinde soru soranlara anarşist olduğunu ifade edip, Cumhuriyetçi olmakla anarşist olmak arasında bir tezatlık olmadığını söyler. Ama bunun için Cumhuriyet ilkelerine bağlı kalmamak lazım gelir. Neden Cumhuriyetçidir o zaman? Kamucudur onun için.

Anarşizmin siyasetteki izdüşümü federalizmdir. Farklılık içinde eşitliktir. Louis Blanc'ın Cumhuriyetinde siyasi erk toplumun üstündedir. Oysa toplum tersine siyasi erk'in üzerinde olması lazım gelir. Fakat biz biliyoruz ki, federalizm'in şiarı yani “Farklılık içinde eşitlik” sadece Proudhon'a ait değildir. ABD'nin kurucularından Hamilton'a da aittir o sözler. İki tür federalizm vardır: ilki Hamiltoncu Federalizm ötekisi de Proudhon'cu federalizmdir. İlki ABD'nin federalizmidir, ikincisi de hali hazırda güçlerinden çok şey kaybetseler de Avrupa'lı federalistlerin ileride kurmayı düşündükleri Birleşik Avrupa'nın modeli olacak olan federalizmdir.

Proudhon “La liberté” adlı eserinde özgürlüğün siyasetteki izdüşümünün merkezi otoriteye baş kaldırmak olarak tanımlamaktadır. Nasıl bir siyasi yapı olup olmadığı onu ilgilendirmemektedir, eğer o siyasi yapıda bir şef varsa, o zaman onun körü körüne takip eden müritleri de olacaktır. Şef'liğin kendisine, siyasi erkin tek bir kişinin elinde toplanmasının kendisine bir eleştiri vardır. Onun için sosyalizm ile liberalizm arasında siyasal erkin yönetilme biçimi bağlamında bir fark yoktur. Her ikisi de siyasal güç peşinde koşacaktır. Bu gücün siyasi yapılanması bir devlet etrafında oluşacaktır. Oysa Devlet Proudhon'a göre bir sömürü aracıdır. Çünkü otoriterdir, kendi düzenini sağlamak için kanunlar yapar. Otoriter olan sadece devlet değildir aynı zamanda din'de öyledir. Belki cumhuriyet din'in toplumlar üzerindeki otoritesini sarsmıştır ama buna mukabil kendi otoritesini de kurmuştur. Demokrasiyi de bir çeşit piyango'ya benzetir. Çünkü yarıdan fazla bir oy tüm siyasi yetkileri ele geçirmeye yetmektedir. Doğrudan demokrasinin olmadığı toplumlarda, yani temsili demokrasilerde, seçimle gelen kişilerin halkın vekili olmasını eleştirir. Halkın kendisi varken vekilinin olmasını “çoğulculuğun tiranlığı” şeklinde yorumlar. Çünkü toplum adına davranan vekiller, temsil ettikleri kişilerin tek tek çıkarlarına hizmet etmeleri mümkün değildir. Toplum adına davrandıklarını söyleseler de aslında kendi siyasi çıkarları hep ön planda olacaktır. Yarıdan bir fazla oyla seçimi kazanan siyasi parti her türlü güce sahip olacaktır. O zaman bu durum hem bir piyangodur, hem de çoğulcu tiranlıktır. Demokrasi aynı zamanda sosyal problemleri çözmede de başarısız kalacaktır. Bunun nedenlerini Proudhon'un yine Lajugie'nin derlediği Seçme Yazıların “Mutuelisme et federalisme” adlı kısmında anlatmaktadır. Burada Rousseau'nun sosyal uzlaşıyı sağlamaya dayalı Toplumsal sözleşmesini eleştirmekte ve bu mutabakatın vatandaşları sadece devlet'e karşı görevleri olan topluluklar olarak tanımladığını ve fakat iktisadi ilişkileri kapsamadığını söylemektedir. Sosyal uzlaşıyı sağlayan mekanizmalar ödevler ve cezalardır. Onun içindir ki, toplumsal sorunlar Devlet'in çıkarlarına en uygun yaklaşımlarla çözülmeye çalışılmaktadır. Onun için emekçilerin düzene karşı tehdidinin düşük olduğu zamanlarda işçinin sefaletine, yaşam koşullarının iyileştirilmesine cevaz veren Devlet, tersi durumlarda emekçilere göreceli desteğini çekebilmektedir. Bu bağlamda sosyal mutabakat Cumhuriyet değerlerine bağlı iyi vatandaşlara yönelik bir sözleşme olmaktan ileri gidememektedir. Sözleşme genel olarak vatandaşlar arasında eşitlik ilkesine sadık kalınacağını, herkese iş hakkı sağlanacağını çalışılacağını söylemesine karşın bunların uygulanabilirliğinin mümkün olmamaktadır. Proudhon'a göre bu uzlaşı metni sınıflar arası çatışmalara, ki yazara göre bu durum salt iktisadi ilişkilere indirgenilmektedir, ilgi duymamaktadır. Özel mülkiyeti koruyan bir sosyal sözleşme toplumun çeşitli sınıflarını ortak bir uzlaşı etrafında toparlaması zor olacaktır. Proudhon'un alternatif toplumsal sözleşmesi kendi özgürlükçü sosyalist fikirlerinin geliştirdiği bir metin durumundadır. Ona göre toplumsal çıkarlar tek, tek her bireyin çıkarlarını da kapsamalıdır. Öyle değilse eğer toplumsal mutabakat sağlanamaz. Birey'in kendisinin toplumsal ödevlerin üstünde olduğunu belirten Proudhon, tam da Rousseau'yu bu konuda eleştirir ve vatan aşkı, devlet aşkı gibi genellemelerle insanların kendi çıkarları unutturulmak istenilmektedir der. Demokratik seçimler ise bu durumun gelişip daha da genelleşmesine neden olmaktadır, çünkü halkı temsil eden vekiller seçilmektedir. Halk adına konuşma yetkisi olanlar, halkın çıkarlarını seçildikleri parlamentolarda savunmak yerine, devletin vatandaşlara yüklediği ödevleri halka anlatmaya çalışmaktadırlar. Tabii Proudhon'un bir çeşit korporatist sistem ile emekçilerin çıkarlarının korunacağını ileri sürer. Aslında tüketim için üretim anlayışı üzerine kurulan sistem Quesnay'in İktisadi tablosuna çok benzer. Yani kısaca kâr güdüsü ve sermaye birikimi üzerine kurulmayan bir politik iktisattan bahseder. Şimdilik burada kesmek gerekirse bu yazıda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:

İlk olarak günümüzde sık sık anarşizme yapılan vurgular aslında özgürlükçü solun dayanmak istediği siyasi yapıyı perçinlemek içindir. Marksizmden ve sınıf temelli yorumlardan uzak kalanlar için Proudhon önemli bir alternatif olacaktır.

İki Proudhon'un Cumhuriyet karşıtı sözleri ve bireylerin çıkarlarının sözleşme ile belirlenmiş olan toplumsal çıkarlardan daha önemli olduğunu söyleyen sözleri bugün için çok cazip sözler olabilmektedir. Ama tabii yine aynı Proudhon'un demokrasi için söylediklerini nasıl değerlendirmek gerekir? Onun cevabını özgürlükçü solla ilgilenen arkadaşlara bırakalım.

Üçüncü Proudhon'un siyasal federalizm modeli Türkiye'nin bütünlüğünü kendine mesele yapmayanlara yol gösterici olabilmektedir.
Son olarak da anarşizm veya Proudhonculuk her ne kadar özel mülkiyet ve demokrasi düşmanlığı yapsa da, kamucu olsa da, bireysel çıkarları koruma bağlamında özgürlükçü oluşu sermayenin solunu temsil edebilme özelliğini kendi içinde barındırabilmektedir. Bir de tabii federalist oluşu Hamilton'cu Federalizme de kapı açabilmektedir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.02.2018- 22:13


Proudhon üzerine (II)
Burak Gürbüz



Daha önce yazmıştık. Neden Proudhon? Türkiye'de son zamanlarda anarşizm daha çok tartışılır oldu. Aslında yeni solun Türkiye üzerine siyasal önermelerinde anarşistlerin, özellikle Proudhon'un gölgesi çok fazla. Bu yazı hem bu savı kanıtlamaya hem de Proudhon'un makalelerinden yeniden bir okumayı amaçlıyor. Aslında Proudhon'un bir çok alanda çok ilerici fikirler ürettiğinin de belirtilmesi gerekiyor.

Jacques Muglioni'nin Proudhon'un yazılarından derlemesinde yer alan “La justice sociale” (sosyal adalet) adlı bölüm, geçen hafta bahsedilen Proudhon'un siyasal fikirlerini daha iyi anlamamıza neden olacak. Proudhon bu makalesinde Rousseau'nun toplumsal sözleşmesini eleştiriyor ve kendi toplumsal sözleşmesini anlatıyor. Rousseau'da toplum adına konulan kuralların bireysel hak ve özgürlüklerin önüne çıktığından yakınan Proudhon, kendi alternatif toplumsal mutabakatının ise kişilerin özgür iradelerine önem veren ve doğrudan onların isteklerine yönelik bir yapı olduğunu söylüyor. Proudhon'a göre insanların birbirleriyle çıkar ilişkisine girdikleri vasıta ticaret. Bu bakımdan klasik iktisatçılardan farklı düşünmüyor. Smith'de ticaretin sosyal dengeyi sağlamada önemli bir rol olduğunun hakkını teslim eder. Proudhon'un ticaretinde insanın insan ile karşılaştığı ve karşılıklı eşit bir mübadele sürecini ifade ediyor. Rousseau'nun tepeden inmeci, insanları genel toplumsal kurallara uymaya iten bunun içinde temsili bir vekalet sistemi içine hapseden hukuki toplumsal sözleşmesinin yerine, insanların hür iradeleriyle gerçekleştirdiği ticaret'i önemsiyor. Ama tabii Smith'in tersine ticari sürecin bir toplumun zenginleşmesine yetmeyeceğini de farkına varıyor. O zaman öyle bir sistem olmalı ki alım satım esnasında hem alıcıyı hem satıcıyı korusun. Kısacası alanın ve satanın karşılığını alabilme kaygılarını ortadan kaldıran ve iki tarafı da memnun eden korumacı bir ticari sistemden bahsediyor. Klasiklerde veya merkantilistlerde olduğu gibi korumacılığa ulusal bir anlam yüklemiyor. Onun kastettiği şey, emekçileri ticaretin dezavantajlarından korumak oluyor. Onun içindir ki, Proudhon'un sosyal sözleşmesi emekçinin haklarını ve özgürlüklerini garanti eden bir sözleşmeden ileri gitmiyor. Bu açıdan Tocqueville'in ABD için yapmış olduğu demokrasi ve özgürlük tarifine uyuyor. Yani kısacası Tocqueville'e göre ABD'deki emekçiyi 19 yüzyıldaki Avrupa emekçisinden daha fazla özgür kılan şeyin çalışma kontratının olmuş olmasıdır. Böylece işveren ile emekçi arasında özgür bir akit imzalanmıştır. İki tarafta istediği vakit bu anlaşmadan hür iradeleriyle çıkabileceklerdir. Proudhon'un da emek özgürlüğünden anladığı ve Rousseau'nun toplumsal sözleşmesine karşı çıkmasındaki temel argümanlarını liberal görüşler besliyor. Ama öte yandan emekçileri koruyan bir çeşit sendikacılığı da, korporatist bir yapılanmayı da beraberinde savunuyor. Proudhon'un bireycilikle, piyasa ile, ticaret ile, rekabetçilikle pek bir sorunu olmadığını görüyoruz. Onun asıl meselesinin Kapitalist sürece karşı emekçilerin daha fazla korunmasını sağlamak üzerine olduğunu görüyoruz. Bu yaklaşımın altında merkezi otoritenin insanlar üzerinde kurduğunu iddia ettiği tahakküm'e karşı durması yatmaktadır. Proudhon'un demokrasi tanımımda da aynı şeyi görürüz. Demokrasi ona göre bir vekalet rejimidir ve seçilen ile seçmenler arasında hiçbir organik bağ bulunmamaktadır. O zaman bu durum belli bir süre sonunda vekillerin toplumdan soyutlanıp, onu tahakküm altına almasına vesile olacaktır. Tüm bu gelişmelerin birincil nedeni merkezi siyasi yapılanma ile Rouusseau'cu toplum yapısıdır. Bu baskıcı yapının karşılığını bulacağı siyasi bir gücün var olması gerekmektedir, bu da yardımlaşma kurumlarıdır. Amaç tek taraflı tahakküm'ün gücünü kırmaktır. Rousseau'cu baskıcı toplum yapısı meşruiyetini hiyerarşik aile yapısından almaktadır. Ataerkil baskıcı aileler, Rousseau'cu cumhuriyet modeline hem ilham vermektedir, hem de kolayca kabul etmektedir. Oysa aile kurumu dahil olmak üzere, her yerde karşılıklık ilkesi olabilmesi gerekir. Rousseau'cu cumhuriyette ve burjuva demokrasilerinde merkezi siyasi otoritenin ve seçilen vekillerin sınırsız yetkileri bulunmaktadır. Demokratik de olsa yapılan seçimler sonrası oluşan bu kontrolsüz siyasi gücün mutlaka karşı kontrol mekanizmalarının kurulması gerekir. Yoksa Cumhuriyet sadece ona hizmet edenlerin rejimi olacaktır. Ona karşı olanlar ise en şiddetli bir şekilde cezalandırılacaktır. Rousseu'cu cumhuriyet hem meşruiyetini çoğulcu parlementer sisteminden almakta hem de genel kamuoyunun meylettiği fikirlere karşı gelenleri de, gene buradan aldığı güçle, şiddetli bir şekilde cezalandırma yoluna gitmektedir. O zaman parlamentarizm hem baskının, hem de cezaların önünü açmaktadır. Bu sürece karşılık Proudhon yardım derneklerinden mütevellit korporatist yapıyı benimser. Faşist Musolini'nin korporatizme ne kadar önem verdiğini bilmekteyiz. Aslında her iki yapının birbirine yakın olduğunu söylemek ve Proudhon'u Musolini ile özdeşleştirmek Proudhon'a ve anarşistlere haksızlık olur ama Faşizm'in hoşuna gidecek fikir bağlarının anarşizm'de olduğunu da kısmen de olsa söyleyebiliriz. Bunlardan ilki her ikisinin de liberalizmin felsefesi olan doğa kanunlarına bağlı olduklarıdır. Zaten Proudhon'cu özgürlüğün arkasında bu bireyci, egoist, rekabetçi yapı yatar. Tek farkı insanın doğasında olduğu iddia edilen bu özelliklerin merkezi siyasi güce karşı kullanabilmesinin önünü açmaktır. Yani insanın kendisinin değişimi ile ilgilenmek yerine, insanın, özellikle emekçilerin haklarını siyasi iradeye karşı koruyan bir mekanizmanın oluşturulması gerekir. Bu sorunu korporatizm yani bir çeşit lonca tipi örgütlülük halledecektir. Bu yapılanma o sektörde çalışan emekçilerin üretikleri ile tükettikleri arasında bir denge gözetecek ve emekçinin sömürülmesine olanak tanımayacaktır. Herkesin yönetime iştirak ettiği bir yapıda, kimse kimsenin üzerinde bir tahakküm kurmayacaktır. Dolayısıyla herkes kendi bireysel çıkarları doğrultusunda üretim ve tüketimlerini planlayabileceklerdir. O zaman bu yardımlaşma kurumları Rousseau'cu devlet gibi tepeden inmeci değil, tersine herkesin iştirak ettiği ve herkesin aynı zamanda eşit olduğu bir yapıya sahiptir. Aslında Proudhon'un bahsettiği lonca sistemi Quesnay'in İktisadi Tablosuna benzemektedir. Her ikisinde de ister üretimde olsun ister tüketimde önemli olan alınan karşılıktır. Her üretimin ve her tüketimin bir karşılığı olması gerekir. Bu bağlamda sermaye birikimine dayalı olmayan fonksiyonel bir üretim sisteminden bahseder. Yalnız Quesnay tarzı korumacı iktisadi modellerde de, Proudhon'un söylediğinin aksine bir kazanan olacaktır her zaman. Kısacası mütekabiliyetlik ilkesinin ekonomide tam olarak işleyebilmesi içinde buna müsaade edecek olan bir sermaye birikiminin ya da rantın var olması gerekir. Kapitalizmde emek sömürüsüne dayalı sermaye birikimi olduğu için Proudhoncu anlamda işçi ile sermayedar arasında tam eşitlik ilkesi yoktur. İşçi sermaye biriktiremez örneğin. Ama fizyokratlarda toprağın kendisinin değer üretmesidir ve bu değer toplumda üretici ve tüketiciler arasında eşit paylaşılmaktadır. Yalnız bütün bu eşitlikçi sürecin devamını sağlayan bir kesim vardır: o da toprak aristokrasisi. Onun toprağını kiralaması sayesinde topraktan değer (Marksist anlamda artı-değer değil) elde edilmektedir. Fakat buna karşılıkta, toprak sahibi de kira almaktadır. Dolayısıyla çalışmadan bir gelir elde eder, yani rant elde eder. İşte bu gelirdir, ekonomiyi her seferinde döndüren. Yani kısacası Quesnay'de sermaye birikimi yoktur ama rant vardır. Aynı rantçı yapı Proudhon'cu korumacı korporatist yapıda da mevcut olabilir.

Proudhon rekabetçidir, ve bu bağlamda iş güvenliğinden yana değildir. İnsanı özgürleştiren rekabetçiliktir. Bunun da insanlar üzerinde bir bedeli bir faydası olması gerekir. Tersine iş güvencesi veya rekabetçilikte sınır koyma, hür insanların faaliyetlerini kısıtlama olarak adlandırır. Rekabet en iyinin kazanmasına yol açacaktır. Güvenceler ise kötü'yü koruyacaktır. Bu açıdan kapitalist iş bölümünü desteklemektedir. Hatta ona göre rekabetçiliği kısıtlamak özgürlüğü kısıtlamaktır.

Son olarak federalizm yanlısı olması ancak ademi merkeziyetçi bir sistem ile merkezi siyasi otoriteye karşı bir güç oluşturulabileceğine olan inancından kaynaklanır.

Proudhon'un yukarıda atıfta bulunduğumuz eserlerinde yapılan okumalar aslında bize Türkiye'deki bugünkü sol liberal çevrelerin söyledikleriyle neredeyse bire bir örtüştüğünü göstermektedir. Piyasacılığın sorgulanmaması, devletçiliğin, kamuculuğun yerilmesi aslında Proudhon'un 19'uncu yüzyılda Cumhuriyetçi Rousseau'ya karşı yürüttüğü argümanlara benzer. Günümüzde özelleştirmeleri sol adına savunanlar eminiz ki Proudhon'dan çok fikir çalabilirler. Ya da eğitimde iş güvenliğini kendine dert edinmeyenlerin yine imdadına Proudhon gelebilir. Fakat aslında gözden kaçırmamak gereken önemli bir husus vardır: Proudhon hem özel mülkiyet karşıtıdır, hem de kamucudur.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Demirel’in bir halk düşmanı olarak portresi denizcan 10 13109 20.06.2015- 22:58
Konu Klasör Simón Bolívar: Bir ihtilalcinin portresi melnur 1 3310 27.12.2017- 05:05
Konu Klasör Bir “yetmez ama evet”çi portresi: Sezai Temelli melnur 1 4078 19.02.2018- 14:20
Konu Klasör Bir laboratuvar olarak Fransa melnur 2 3688 08.05.2017- 09:32
Konu Klasör Bir mücadele cephesi olarak HDK-HDP umut 0 3177 07.06.2014- 18:43
Etiketler   Anarşizmin,   bir,   asalak,   olarak,   portresi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS