SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Metin Çulhaoğlu: AKP’nin cumhuriyetin yerine koymak istediği çerçeveye Türkiye’nin razı olması mümkün değil           (gösterim sayısı: 377)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 12.11.2023- 07:29


Face'te rastladım alttaki yazıya. Önemli. Cumhuriyet ve kurucu kadrolar konusunun Türkiye sol hareketi için sorunlu hale geldiğini, getirildiği bir dönemde bulunuyoruz ve ne kadar üzerinde durulsa azdır denilebilecek bir noktaya savrulduğumuzu da görüyorum. Cumhuriyet ve kazanımları, ve Atatürk başta olmak üzere kurucu kadrolara düşmanlığın fütursuzca dile getirildiği ve cumhuriyet öncesi anlayışların ülkede egemenlik kurmaya çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir süreç yaşanıyorken ve bu fütursuzluk solun ayaklarını bastığa zemini de baskılamaya çalışır ve onu yok etmeye çalışırken bir solcunun bu konuda ''tarafsız'' kalması, sessiz kalması, sesini yükseltmemesi, ve hatta mücadelesinin merkezine oturtmaması gericiliğin değirmenine su taşımakan başka bir işe yaramaz. Bu konularda özenli ve ısrarcı olunmalı ve   soldaymış gibi görünen ve görünme çabası içinde olan liberaller de deşifre edilmelidir, diye düşünüyorum.

Kurucu kadroların sınıfsal nitelikleri kurulan cumhuriyeti önemiz kılmaz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir tavra rastlayabilmek de mümkün değildir. Sizler Büyük Fransız Devrimi'ne düşmanlık duygularıyla yaklaşan bir Fransız'a rastlayabilir misiniz? Mümkün mü böyle bir şey? Ama burası Türkiye ve reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte sola girdi yapmaya başlayan ve Marksizm Leninizm'in devrimci özünü, tarihe bakışını yok sayan liberal bir güruhun varlığı ve çabaları bu konularda önceleri pek de rastlanmayan bir gerici dalganın ortaya çıkmasına yol açtı. Etkisi hala sürüyor bu çabaların. İktidarda olan ve giderek daha da muktedir hale gelen siyasi gericilik yanında çok daha farklı argümanlarla bu koroya katılan arkadaşların varlığı ülkemizin geleceği açısından bir büyük sıkıntı yaratmakta. Aşılacak eminim. Bu böyle sürmez, süremez. Türkiye'de geriye dönüşüme razı omayacak milyonlar var. Neredeyse toplumun yarısı. Ama işte ne zaman çoğunluk haline geliriz ve ne zaman Cumhuriyet olmadan, cumhuriyet savunulmadan sınıf mücadelesinin yapılamayacağı anlaşılır hale gelecek sanırım o zamana kadar halkımız hala acı çekiyor, bedel ödüyor olacak..

Bu konuda SOLpaylaşım'da pek çok yazı ve yorum var. Ne yazık ki, böylesi yalın bir gerçeğin bu ülkede tartışma konusuhaline gelmesi bile başlı başına rahatsız edici. Gericiliğe karşı da değil, kendini çeşitli adlar ve adlandırmalar altında solcu olduğunu ileri süren kimi arkadaşlarımıza karşı...





Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 12.11.2023- 07:32


Metin Çulhaoğlu: AKP’nin cumhuriyetin yerine koymak istediği çerçeveye Türkiye’nin razı olması mümkün değil
Resim Ekleme

‘Türkiye’nin Krizi’ dosyamız kapsamında bugünkü konuğumuz Metin Çulhaoğlu. Çulhaoğlu’na göre Türkiye’de mevcut bulunan krizin en büyük sebebi cumhuriyetin bir dönüşüme tabi tutulmak istenmesi.

-Hocam öncelikle Türkiye’de bir kriz olduğunu düşünüyor musunuz ve bu krizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Türkiye’de bir kriz olduğu kesin. Burada kriz var mı yok mu tartışmasını yapmanın bir anlamı yok. Bu kriz genel olarak nereden kaynaklanıyor diye sorduğumuzda pek çok neden sıralanabilir.



Bana göre bunun en temel nedeni, belirli ilkeler üzerine kurulmuş, belirli bir çerçeveye sahip olan cumhuriyet rejiminin radikal bir değişime, dönüşüme tabi tutulmak istenmesidir.
Daha basit terimlerle ifade edecek olursak; 14 yıllık AKP iktidarı daha önceki sağ iktidarların bir takım aykırı işler yapsalar bile son tahlilde uyum sağlamaya çalıştıkları “cumhuriyet” dediğimiz o çerçeveyi reddedici, onu kökünden değiştirmeye çalışan bir takım hamlelere girişmişlerdir. Bir bakıma bu hamleler kendi başına kriz olmayabilirdi, ama reddettikleri, inkar ettikleri bu mirasın, birikimin yerine ne koyacakları, ne getirecekleri konusunda el yordamıyla gittiklerinden dolayı; zaman zaman kendileri açısından ileri adımlar atan zaman zaman da kendilerini geri çekmeye çalıştıkları bir ikirciklenme durumu oldu.

Son dönemde şu söylenebilir; adamlar artık ikircikli tavır almaktan vazgeçtiler, burunlarının doğrultusuna gidiyorlar. Dolayısıyla bu kararlılıkla, onların açısından söylüyorum, bu kaos dönemi, bu kararsızlıklar, istikrarsızlıklar dönemi biter, Türkiye şöyle ya da böyle dengeye oturur diye düşünülebilir.

Ben böyle düşünmüyorum. Çünkü Türkiye’de AKP iktidarı demiyorum, AKP rejiminin reddettiği, yadsıdığı, parantez saydığı Cumhuriyet’in yerine koymak istediği çerçeveye Türkiye’nin razı olması mümkün değildir. Yani şunu kastediyorum; böyle olur diye söylemiyorum, bundan 6-7 ay sonra Türkiye bir referanduma gitse, söz gelimi başkanlık sistemi %55 oyla kabul edilse ve Tayyip Erdoğan başkan olsa bile bu kesinlikle ve kesinlikle istikrar anlamına gelmez. Bunu şunun için söylüyorum; bugün Türkiye’de Meclis’te temsil edilen partilerin yönetimleri Türkiye’nin bekası, huzuru için bazı şeylere he diyelim deseler bile, artık bu partilerin temsil ettikleri kitlede öyle bir öfke ve birikim oluşmuştur ki; AKP’nin yerleştirmek istediği bu rejimin huzur içerisinde içe sindirilmesi mümkün değildir.

Bakın bu şundan çok farklıdır; 1950 yılında Türkiye’de Demokrat Parti iktidara gelmiştir, evet tepkiler doğmuştur ama o dönemin sıradan bir CHP’lisi “Ne olacak bu memleketin hali” anlamında bir panik, kuşku, korku duymamıştır. Artık bugün siyasetle çok fazla ilgilendiğini söylemek mümkün olmayan insanlarda bile “Bu kadar da olmaz” anlamında bir birikim, öfke vardır. Bu öfkeyi ne kadar bastırırlarsa bastırsınlar, ne kadar sindirme tedbirlerine başvururlarsa başvursunlar ben Türkiye’de AKP rejimine karşı potansiyelin elimine edilebileceğini düşünmüyorum. Bu da bir istikrar, bir stabilite kurulamayacağı anlamına gelmektedir.

-Kafalarından bir rejim inşası mı var yoksa tamamen tek bir kişi üzerinden tasarlanan bir sistem mi var?

Burası önemli bir nokta. AKP karşıtı bazılarına göre bunların kafasında net bir model var, Türkiye’yi adım adım bu modele doğru götürüyorlar. Ben bu kanaatte değilim. Çünkü bu insanların kafasında net olarak köşe taşları oturmuş, “Ben şöyle bir Türkiye istiyorum” diye bir vizyon, bir model olduğunu zannetmiyorum. Bunlar gündelik öfke, kin, bastırma ve şiddetle beslenen, kendi varlıklarını öyle idame ettirmeye çalışan bir siyasi zihniyet.

Mesela şunu düşünebilir miyiz? Türkiye de örneğin Suudi Arabistan gibi şeriatla yönetilen bir ülke olsun. Sorsanız bunu istemiyoruz derler. AKP gibi bir siyasi partinin kafasında “Ben Türkiye’yi şuraya götürmek istiyorum ve son tahlilde oluşacak Türkiye şöyle bir Türkiye olacaktır.” diye netleşmiş bir model olduğunu sanmıyorum. Ortadoğu gibi daha tikel alanlarla sınırlı bir takım vizyonlar, modeller olabilir ama ben burada bir bütün olarak Türkiye’yi kastediyorum.

Sözgelimi, 1923’te Cumhuriyet kurulurken, Cumhuriyet’in kurucularının kafalarında bir Türkiye modeli vardı. Ben bu anlamda AKP rejiminin kafasında net bir model olduğunu düşünmüyorum ama kafalarında net bir model olmaması onların zaafı anlamına gelmiyor. Tam tersine “Benim karşımda şu an kimler var ben onları bir tepeleyeyim, ondan sonrasına bakarız” diyerek daha fütursuz hareket ediyorlar.

-Dünya’da kapitalist sistemin bunalımda olduğunu görüyoruz ve bu krizin Türkiye’ye de içkin olduğu çok açık. Burada bir AKP krizinden mi bahsetmek gerekiyor yoksa sistem krizinden mi?

Şu rahatlıkla söylenebilir; örneğin bugün dünyanın bütünü farklı bir rotada gidiyor olsaydı, bugün dünyanın siyasi, ideolojik, kültürel yapılanması başka türlü olsaydı, nispeten daha olumlanabilir bir durumda olsaydı biz o zaman şunu söyleyebilirdik: “Dünyanın bu konjonktüründe AKP kendine özgü, dünyanın genel normlarına, standartlarına aykırı bir şey yapmaya çalışıyor.” Ben “AKP bugün neyse dünya da aynen odur” gibi bir iddiada bulunmuyorum ama bugünkü dünya konjonktüründeki genel sağa kayma ve belirsizlikler bana göre AKP’yi daha fütürsuz kılıyor ve ona “Ben istediğimi yaparım” dedirtiyor.

Mesela en son Martin Schulz; “Kırmızı çizgi aşıldı” demiş, Binali Yıldırım da “Senin kırmızı çizginin üzerine bir çizgi de ben çekerim” demiş. Örneğin bundan 15 yıl önce falan Türkiye’deki bir siyasi liderin, yönetimdeki bir insanın bu kadar fütursuz davranması, bu kadar meydan okuması mümkün değildi. Adamlar bunu çok cesur oldukları için yapmıyorlar, “tencere dibin kara” diye hareket ediyorlar. AKP’ye bu pervasızlığını, bu fütursuzluğunu kazandıran dünyanın bugünkü durumu.

-Türkiye’de solun ve toplumsal muhalefetin kendini var edememesi söz konusu mu? Burada da bir krizden söz edebilir miyiz?

Ben sol ve muhalefet dendiğinden burada bir krizden çok bir tutukluk, bir kafa karışıklığı olduğunu zannediyorum. Tutukluk, kafa karışıklığıyla krizi ben aynı şey olarak görmüyorum. Mesela eğer sol içerisinde yaygın biçimde “Bu AKP galiba anti-emperyalist bir takım işler yapmaya çalışıyor” gibi fikirler biraz daha yaygın olsaydı, AKP rejiminin kötü ve kötüye götüren bir rejim olduğu konusunda tereddütler olsaydı o zaman sol ve muhalefet bir kriz içerisinde derdik. Bana göre bir tutukluk söz konusu. Bir çekiniklik ve ne yapacağını tam bilememe, kestirememe durumu…

Mesela CHP yönetiminin, CHP’den bahsetme sebebim birinci derdim o olduğu için değil, Meclis’teki ana muhalefet partisi olduğu için, AKP’nin hak hukuk tanımayan tavrına, çizgisine karşı sürekli bir hukuk çizgisi savunması var. Ben hukuk çizgisinin dışına çıkılsın demiyorum ama şunun adını koymak lazım artık; bu iktidar artık hukuk falan tanımamaktadır. Bu yüzden artık onları hukuka davet etmenin bir yerden sonra anlamı kalmamıştır. Bu yüzden CHP’nin en aktif muhalefet nasıl oluyorsa, yasal sınırlar içerisinde bunu yapmamız lazım demesi lazım. Sokağa mı çıkılacak? Sokağa çıkalım demesi lazım.

Yarın bu adamlar örneğin referandum diye dayattıklarında örneğin; “Biz milletten niye korkalım ki? Evet hodri meydan gidelim” mi denmesi lazım? Yoksa Türkiye’nin bugün yaşadığı bu ortamda bir referandumun AKP rejimine karşı olan güçler için riskli olduğunu mu anlatması lazım? Bu ortamda nasıl referandum yapacaksın, sonuçta 12 Eylül sonrasında da bir referandum yapılmıştı. Sen eğer referanduma gidildiğinde insanların başkanlığa hayır oylarını rahatlıkla atabileceği bir ortam yaratmazsan o referandum meşruiyetini yitirir.

-Bütün bu çerçeve içerisinde Kürt sorununun geldiği aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Kürt sorunu deyince en başında bir meseleyi açık olarak ifade etmek istiyorum. Benim Kürt siyasetiyle, adına cumhuriyetçi siyaset diyebileceğimiz; içinde CHP’nin de olduğu, bizim de olduğumuz bu iki kanadın organik anlamda bir araya gelemeyeceğini bilecek kadar siyasi tecrübem var. Ancak ben bu iki kanadın spesifik, somut başlıklar altında örneğin “Referandum olursa ne olur, başkanlık sistemi nasıl engellenebilir?” gibi pratik meselelerde en azından karşılıklı görüş alışverişi yapabilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Açık söylemek gerekirse, sosyalist solun gücü ve etkisi de bugün belli olduğuna göre en azından kısa vadede Türkiye’nin nispeten daha ferah bir yere evrilmesinin ana etkenlerinden bir tanesi olarak bunu görüyorum. Bunun için de iki tane koşul var, buna koşul demeyelim; iki tarafın üzerinden atması gereken kabuklar var.
Mesela Kürt ulusal hareketine geldiğimizde, elinde bayrak olan, Mustafa Kemal’e saygı duyan, sahip çıkan insanlara bu arkadaşlarımız eskiden olduğu gibi faşist yakıştırması yaparlarsa benim dediğim gibi bir ortak yapı içine giremezler. Keza cumhuriyetçi, laik, ilerici, Atatürkçü insanlar da her Kürdü Türkiye’yi bölmek isteyen bir unsur olarak görürse o da bir hatadır. Bana göre Kürt hareketi bu Kemalizm paranoyasından ya da Kemalizm eşittir faşizm meselesinden ne kadar kurtulursa; laik, cumhuriyetçi, önemli bir kısmı CHP tarafından temsil edilen insanlar da Kürt eşittir bölücü paranoyasından ne kadar kurtulursa az önce anlatmaya çalıştığım AKP karşısındaki direnç hattı o kadar güçlenir.

-Hocam solun içindeki tutukluk dediğiniz şey bu iki kanadın bu başlıklarda buluşamamasından kaynaklanıyor olabilir mi?

Dediğiniz doğru. Ben şunu adım gibi biliyorum. 1930’lara nispeten, belirli sınırlar içerisinde eleştirel yaklaşan bir sosyalist bugün, cumhuriyetçi kanattan “Vay sen de mi liberal oldun” eleştirisini göğüslemekte tereddüt ediyor. 1923 cumhuriyetinin bir takım olumlu özelliklerine bir Marksist olarak ben atıfta bulunursam bu sefer de “Vay Kemalist oldu” deniyor. Bu iki taraflı basınç Türkiye sosyalist hareketi içindeki insanları bir tutukluk içerisine sokuyor.

Çok basit bir örnek vereyim: Bana göre laiklik, laikliktir. Onun önüne arkasına başka bir takı koymanın gereği yoktur. Ama Kürtlerin hoşuna gitsin diye özgürlükçü laiklik dendi. Şimdi özgürlükçü laiklik deyince ne demiş oluyoruz? “Bakın biz laiklik diyoruz ama o Kemalistlerinki gibi değil” demek oluyor.
Bu sadece Kürt meselesi laiklik meselesi değil. Eskiden özgürlükçü sosyalizm dendiğinde de ben itiraz ederdim. Çünkü bu şu demektir; “Biz yapacağız ama vallahi Sovyetler Birliği’ndeki gibi olmayacak.”

-Türkiye sosyalist hareketinin son zamanlarda daha farklı bir biçimde cumhuriyete ve Mustafa Kemal’e yaklaşmaya başladığını söyleyebilir miyiz?

Ben 60’lı yıllarda sosyalist harekete katıldım. 1960lı ve 70li yıllarda Türkiye sosyalist hareketinde bilmem kaç tane öbek vardı. Ben TİPliydim. Mahir Çayanların THKP-C’si vardı, THKO vardı, Hikmet Kıvılcımlı vardı, Mihri Belli vardı. Ben bunların arasında Kemalizm’in ne olduğu konusunda, cumhuriyetin ne anlama geldiği konusunda tarihsel olarak ileri bir adım teşkil edip etmediği konusunda en ufak bir tartışma hatırlamıyorum. Şu vardı hatta; biz TİPliler olarak “Mihri Belli de Kemalizmi çok fazla yüceltiyor” derdik. Onlar da bizi “Kemalizm düşüncesinin ilerici yönlerini kabul ediyorsunuz ama sosyalizmden çok uzak sayıyorsunuz, arada Çin Seddi yoktur.” diyorlardı. Bu minvalde tartışmalar vardı. Bir tek istisna 70’li yıllarda cumhuriyeti reddetme anlamında değil ama Kemalizm’in faşizm olduğunu Kürtlerden önce İbrahim Kaypakkaya söylemiştir. Daha sonra Kemalizme ve cumhuriyete yönelik eskisine göre farklı tutum oluşmasında Türkiye’deki liberal dalganın ve Kürt hareketinin tezlerinin etkili olması neden olmuştur.
Bence yavaş yavaş, bizzat yaşanan deneyimler nedeniyle söylüyorum, eskisine göre bu Kemalizm paranoyası artık tavsamaya başladı. Eskiden bu konularda çekinik konuşan sosyalistlerin artık daha rahat olduğunu düşünüyorum. Bu sevindirici bir şey ama biraz da kaybedilen eşeğin tekrar bulunması gibi bir şey.

politikyol.com, 14 Kasım 2016



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 12.11.2023- 10:06


Yine face'te karşıma çıkan ama kaynağını bulamadığım bir Metin Çulhaoğlu alıntısı ki, politikyol'da yayınanan röportajla uygunluk gösteriyor.

''Demokrat Parti, ANAP ve en son AKP dönemlerinin mahiyeti ve tanımı konusunda literatüre bakma, ince eleyip sık dokuma ihtiyacı duyan solcular, Mustafa Kemal’e ve dönemine, ardından İnönü’ye ve nihayet Ecevit’e böyle bir ihtiyaç hiç duymadan ve kestirmeden “faşist” diyebiliyorlarsa şu “liberalizm” o kadar da uzaklarda değil demektir…''

Konuyla ilişkilendirdiğimizde 80 öncesinde pek de rastlanmayan Cumhuriyet düşmanlığının özellikle reel sosyalizmin çözülüşüyle saldırılarını arttıran liberalizmin sol içindeki etkilerinden başka bir şey olduğunu sanmıyorum. Bu coğrafyada gericiliğin tarihi bir hayli eskidir ve Osmanlıların Lale devrine kadar da uzatılabilir. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bu gericilik sürekli bir karşı devrim hareketi olarak kendini göstermiştir. Ancak bu karşı devrimci süreç özellikle reel sosyalizmin çözülüş sürecine kadar genellikle sağ kesimlerde gözükmesine rağmen   ülkemizde ve dünyada solun gerilemesine paralel olarak olarak   kendini solcu tanımlayan kesimlerde de görünür hale gelmiştir. Bu arada, 80 sonrasında yükselişe geçen Kürt ulusalcılığının da bu düşmanlığın görünür hale gelmesinde payı olduğu söylenebilir.


Kısaca kendini çeşitli adlandırmalarla solcu olduğunu söyleyenlerin   Cumhuriyet düşmanlıklarını sadece cumhuriyetle de sınırlandırmadıkları cumhuriyetin her bir kazanımına, Atatürk başta olmak üzere kurucu kadrolara ve hatta ''burjuvaziyi temsil ediyor'' diye ay-yıldızlı bayrağa da yönelttiklere örneklere -ne yazık ki- rastlanmaktadır.

Özetle, solculuk bu ülkede gerçekten zor zanaat.




Bu ileti en son melnur tarafından 15.11.2023- 05:08 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 15.11.2023- 05:42


Sadece (sağ) liberallerin de değil, Marksizmin liberal yorumunu yapan sol liberallerin de cumhuriyet düşmanlığı tezlerini bir kenara bıraktığımızda bu ülkede azımsanmayacak bir antiemperyalist, antifaşist, ve seküler bir cumhuriyetçi gelenek olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ve ekleyebiliriz, 21 yıllık AKP iktidarıyla her türlü çaba, baskı ve irade gösterilmesine ve bunun karşılığında kimi ''mevziler'' ele geçirilmesine rağmen örgütlü gericilik bu ülkede bütünüyle egemen olamamışsa ve bu ülke hala yaşanabilir bir ülkeyse ve hala bu ülkede umudu çoğaltabiliyorsak ve böylesine bir zemin ve iklim de hala varsa bu durum   var olan cumhuriyetçi gelenek sayesindedir. Geleceğin çok daha güzel olacağı konusundaki ısrarımızın dayanağı da bu cumhuriyetçi gelenektir.

Özetle bu ülkede sosyalizmin ayaklarını bastığı bu zemin, bu gerçeklik asla yitirilmemelidir. Sosyalizmin kitleselleşebilmesi ve toplumsal alandaki etkisini arttırabilmesinin yolu da buradan geçmektedir. Cumhuriyetçi kitleyle aradaki mesafeyi olabildiğince azaltabildiğimizde başaracağız. Bu ülkeyi sosyalizmle buluşturabilmenin yolu buradan geçmektedir ve başkaca bir çıkış yolu olduğunu da düşünmüyorum.




Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Bir Metin Akpınar bir daha gelmez. melnur 1 1067 27.11.2021- 08:19
Konu Klasör Metin Akpınar: Devrim lazım... melnur 1 2858 25.03.2019- 08:20
Konu Klasör Metin Akpınar ve Müjdat Gezen hakkında dava açıldı... melnur 1 1872 08.07.2020- 07:35
Konu Klasör Metin Çulhaoğlu ile sohbetler. melnur 5 1745 06.10.2022- 00:39
Konu Klasör Metin Çulhaoğlu hakkında... melnur 7 2570 23.08.2023- 07:29
Etiketler   Metin,   Çulhaoğlu:,   AKP’nin,   cumhuriyetin,   yerine,   koymak,   istediği,   çerçeveye,   Türkiye’nin,   razı,   olması,   mümkün,   değil
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS