SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Şeyh Sait Tartışması: Tarihsel gerçek ve sol...           (gösterim sayısı: 305)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 18.12.2023- 00:03


Şeyh Sait Tartışması-I: Tarihsel gerçek ve sol - Merdan Yanardağ

Siyasal gündemde, solun çeşitli kesimlerini de içine alan yeni bir tartışmamız var; Şeyh Sait isyanı… Bu tartışma bir yanıyla hem çok eski hem de fazlasıyla güncel. Şeyh Sait İsyanı, Doğu İslam dünyasının en büyük ilerici atılımı olarak değerlendirilebilecek –ki sosyalist literatürde, örneğin III. Enternasyonel kararları ve metinlerinde böyle ifade edilir- Cumhuriyet Devriminin henüz ilk yıllarında, Hilafetin kaldırılmasının hemen ardından patlak veren, Diyarbakır merkezli şeriatçı bir kalkışmadır.  

Ancak, bu isyanın Kürt bölgelerinde gerçekleşmesi ve bu nedenle kaçınılmaz olarak etnik bir boyutunun da bulunması nedeniyle, dar da olsa solun bir kesimi ve esas olarak Kürt siyasal hareketi tarafından “ulusal bir özgürlük mücadelesi” şeklinde de değerlendirilir. Bu yaklaşım, hem tarihsel hem sosyalist açıdan hem de toplumbilimsel bakımdan son derece yanlış bir tutumu/ yaklaşımı ifade eder.  

Diğer taraftan, İslamcı çevreler, Şeyh Sait İsyanına yaklaşım konusunda çok daha tutarlıdır. İslamcı hareketin tamamı ve dar da olsa Türkiye sağının bir kesimi Şeyh Sait’e tereddütsüz sahip çıkıyor. Çünkü, etnik /ulusal bir boyutu da olsa, Şeyh Sait İsyanı tartışılmaz şekilde şeriatçı ve hilafetçi bir ayaklanmadır. İngiliz emperyalizmi tarafından kışkırtılan ve desteklenen dinci bir isyandır. İsyancıların temel talepleri şeriat rejiminin ve Hilafetin geri getirilmesidir. İsyana ilişkin eldeki bütün temel belgeler bu durumu net şekilde ortaya koymaktadır. Öyle ki, isyan sırasında yurtdışında olan Osmanlı’nın son Padişahı Vahdettin’in de –ki işbirliği yaptığı İngilizlerle birlikte ülkeden kaçmıştı- Şeyh Sait isyanını desteklemesi tesüdüf değildir.

İsyanın niteliğini anlamak için, taleplerinden kısa bazı başlıkları almak bile yeterlidir. Nakşibendi Şeyhi Sait, isyana katılan dava arkadaşı Seyit Abdülkadir’in İngilizlerle yaptığı görüşmelerden ve hazırlıklardan sonra, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır’ın Eğil bucağı Piran (Dicle) köyünde Hilafeti kaldıran ve şeriat düzenini yıkan genç Cumhuriyet’e karşı silahlı bir ayaklanma başlatıyor.

Şeyh Sait, halkı din adına isyana çağırıyor. Bu amaçla bölge halkına dağıtılan bildirilerde; “Halife sizi bekliyor!”, “Halifesiz Müslüman olmaz!”, “Halife memleketten çıkarılamaz!”, “Şiarımız dindir!”, “Hükümet dinsizdir!”, “Şeriat isteriz!”, “Kadınlar çıplaktır!”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor!” şeklinde ifadeler yer alıyor. Bölgede yeterli askeri güç bulunmamasının etkisiyle isyan kısa sürede büyüyor. İsyancılar başlangıçta Elazığ dahil bölgenin bir bölümüne hakim oluyor. Bu konuda daha geniş bilgi için tarihçi Sinan Meydan’ın konuya ilişkin yazıları ile Ümit Doğan’ın “Şeyh Sait Gerçeği” adlı son kitabına bakılabilir. (Bkz. Ümit Doğan, Şeyh Sait Gerçeği, Kripto Yayınları, 2023 İstanbul).  

Ancak, bölgedeki Kürt aşiretlerinin önemli bir bölümü (yarıya yakını) isyana katılmıyor. Ardından bölgeye sevkedilen askeri birlikler isyanı bastırıyor.   Yargılamalar ve idamlar geliyor. Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılıyor. Muhafazakar Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılıyor ve ülke baskıcı bir döneme giriyor. Takrir-i Sükun Kanunu 1929 yılına kadar yürürlükte kalıyor. Olayı tarihsel materyalist bir persfektiften ele aldığımızda; kaba çizgileriyle özetlediğimiz bu tablo bile bir devrim ve karşı devrim çatışmasından başka şeye işaret etmiyor. Tarihsel ve sosyolojik gerçeklik net şekilde böyledir.

Son olarak DEM Parti adını alan demokratik Kürt siyasal hareketinin, –ki solda yer alan seküler bir hareket olduğunu söyleyebileceğimiz bir çizgiyi temsil ediyor- Şeyh Sait İsyanının etnik niteliği nedeniyle ona sahip çıkması, dahası bu nedenle laik, cumhuriyetçi ve sosyalist çevreleri suçlamaya kalkışması anlaşılır gibi değildir. Bu tutum, bir tarih bilinci yoksunluğundan ve bilgisizlikten (ya da yanlış bilinçten) kaynaklanmıyorsa, tipik bir milliyetçi tutumdan ibarettir. Soru şudur; Kürt siyasal hareketi Hilafeti ve şeriatı mı savunuyor? Yoksa insan aklı ve vicdanının özgürleşmesi demek olan akıl ve bilim merkezli bir kamusal hayatı, yani laik bir düzeni mi esas alıyor. Eğer ikincisinden yanaysa Şeyh Sait’e sahip çıkması düşünülemez. Bu yanıyla Şeyh Sait ancak, bir Kürt-İslam hereketi olan Hizbullah’ın ya da Hüda Par’ın temsil ettiği gelenek içinde bir anlam ifade edebilir.  

Bu yazıda, Şeyh Sait İsyanı üzerinde daha fazla durmak yerine, solun bir kesiminin bakışında büyük bir çarpılmaya yol açan yanlış tarih metodolojisi üzerinde bir tartışma yapmanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Ancak, konuya geçmeden önce belirtmeliyim ki; bu sorun klasik deyimle sadece tarihçilere bırakılacak bir tartışma değildir. Yazının başında da ifade ettiğim gibi, bu tartışma bir yanıyla eski olmasına karşın, şeriat ve hilafet istemli bir karşı devrim saldırısı günceldir. Bu nedenle, Şeyh Sait İsyanı, sadece tarihçilere bırakılacak bir konu değildir, güncel bir siyasal ve ideolojik mücadele alanıdır.  

Bu önemli ve güncel ideolojik ve kültürel tartışma (ve dolayısıyla mücadele) alanına ilişkin yazımın yarın yayımlanacak ikinci bölümünde, solun tarih bilincinde derin bir çarpılmaya yol açan liberal ve etnik/ milliyetçi tarih anlayışını ele alacağım.

https://www.birgun.net/makale/seyh-sait-tartismasi-i-tarihsel-gercek-ve-sol-491364




Bu ileti en son melnur tarafından 22.12.2023- 07:23 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 18.12.2023- 08:40


Şeyh Sait Tartışması-II: Tarihi doğru okumak - Merdan Yanardağ

Resim Ekleme
Siyasal gündemimize yeniden giren ve başta demokratik Kürt siyasal hareketi olmak üzere, solun çeşitli kesimlerini de içine alan Şeyh Sait İsyanı’na ilişkin tartışmayı ele aldığım yazımın ikinci ve son bölümünü tarih metedolojisi üzerinden sürdüreceğim. Tarihsel olduğu kadar güncel buyutunu çok daha önemli bulduğum tartışmaya tarihsel materyalist bir perspektif kazandırmanın önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü sol siyaset ve kültürel havzasında da sürdürülen bu tartışmanın hangi yöntem ve referanslarla yürütüleceği, hem doğru sonuçlara ulaşılması bakımından hem de günümüzde izlenecek siyasal tutum açısından yaşamsal değer taşıyor.  

Bu konuda daha önce yayımlanan bazı çalışmalarımdaki tezleri, konunun önemi nedeniyle güncelleyerek inceleyeceğim.  

Michel Foucault, “Bağlamı olmayan gerçeklik yoktur” der. Basit, ama, yöntemsel bakımından önemli bir tarihsel sosyolojik yöntem uyarısısıdır. Çünkü sosyal bilimlerde doğru sonuca ulaşmak, ancak doğru bir metodoloji (yöntem) izlenmesine bağlıdır.  

Sosyalistler, mücadele ettikleri toprakların devrimci mirasını sahiplenerek ilerler. Diğer bir anlatımla sosyalistler, insanlığın ilerici birikimini red ve inkâr ederek değil, onu içererek aşar. Gelgelelim bu basit gerçeği, liberalizm, dinci gericilik ve etnik milliyetçilik tarafından “terörize” edilen entelektüel ve siyasal ortam nedeniyle Türkiye’de anlatmak ne yazık ki uzun bir süredir mümkün olmuyor.  

Siyasal İslamcılığın, Kürt hareketinin ve liberalizmin yükselişinin de etkisiyle soğukkanlı ve dürüst bir tarih tartışması bile yapılamadı. Örneğin; Cumhuriyet devrimi, laiklik ve kemalizm değerlendirmesinde, bilimsel bir yaklaşımı esas almak yerine, liberalizm ve etnik milleyitçiliğin ağır ve bastırıcı etkisi sonucu derin bir ideolojik önyargı oluştu.

Bu nedenle Cumhuriyet’in kazanımları denilince, akıllara hemen Dersim Katliamı ve Şeyh Sait İsyanı’nın bastırılması, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin zulmü gelmeye başladı. Cumhuriyet’i, tarihte olduğu gibi değil de güncel değerler ve kavramların perspektifinden, dolayısıyla yukarıda ifade edilen karalma noktalarının prizmasından geçirerek tartıştık.  

Kuşkusuz, adı geçen bütün bu tarihsel kırılma dönemeçlerinde büyük kötülükler ve acılar yaşandı. Ama Cumhuriyet’in daha sonra yaşattığı kötülüklerden hareketle, devrimin kendisini mahkum etmeye kalkma ve kazanımlarını inkar etmek bilimsel ve siyasal bakımdan kabul edilemez bir tutumdur.  

Oysa 1960 ve 1970’ler solu ve devrimci hareketi için böyle bir sorun yoktu. Söz konusu her iki dönemde de sosyalist hareketin tarihsel- toplumsal meşruiyetinin temelinde ve ulaştığı büyük kitleselliğin altında bu olgu yatıyordu. Söz konusu dönemde sol, kendi kökleri, mücadele ettiği toprakların kültürü ve devrimci tarihiyle barışıktı.

Bir tarih tartışması ve değerlendirmesi salt humanist bir perspektiften ya da güncel siyasal ihtiyaçlardan hareketle yapılamaz. Tarih, özellikle Marksist tarih anlayışı, -Althusser’in felsefi bağlamda kullandığı kavramla ifade edersek eğer- “teorik bir anti-hümanizme” dayalı olmak zorundadır. Çünkü bilim, aktüel ahlaki değerlerin sınırlayıcılığı üzerinden yapılamaz. Ama ne yazık ki Türkiye’de sol siyaset ve o siyaseti büyük ölçüde belirleyen tarih tartışması uzunca bir süredir böyle yürütüldü. Toplumsal tarihe bakışta çok büyük bir metodoloji (yöntem) sorunu yaşanyordu. Örneğin, sol ve sosyalist hareket, bu nedenle hem toplumun geniş kesimleriyle anlamlı bir bağ kuramadı hem de kendi topraklarında bir meşruiyet krizi yaşamaya başladı.  

***

Konuyu biraz daha açalım; Fransız solu için 1789 Devrimi tartışma dışıdır. Bir sosyalist, Fransız Devrimi’ni, ülkenin yeni egemen sınıfları (Cumhuriyetçi burjuvazi) Fransa’yı daha sonra sömürgeci bir güce dönüştürdü, örneğin Cezayir dahil Afrika’nın önemli bir bölümünü sömürgeleştirdi, hatta bazı Afrika ülkelerinde soykırım yaptı diye mahkûm etmez. Daha sonraki kötülüklere bakarak devrimin ilerici ve devrimci kazanımlarını reddetmez. Fransız Cumhuriyetçi burjuvazisi, 1830, 1848 ve 1871 gibi tarihsel uğraklarda Paris sokaklarında oluk oluk emekçi kanı döktü diye, hiçbir toplumbilimci Fransız Devrimi’ne düşmanca ve inkarcı bir tutumla yaklaşmaz.  

Marx’ın ünlü üçlemesinde (Fransa’da İç Savaş, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri ve Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i adlı kitaplarında) bu konuda olumsuz tek satır bulamazsınız. Marksistler 1789’u zaten burjuva devrimiydi diye akıldışı bir yaklaşımla aşağılamaz. Tam tersine, Fransız Devrimi’ni insanlığın tarihsel bakımdan en büyük ilerici atılımlarından biri, hatta en önemlisi olarak değerlendirirler.  

***

Bir başka örnek ise Amerikan Devrimi’dir. ABD daha sonra kapitalizmin “kâbesi” ve emperyalist bir ülke oldu diye Amerikan Devrimi ve tarihsel ilerici atılımları değerinden bir şey kaybeder mi? Örneğin; ABD dünyanın birçok ülkesinde katliamlar yaptı ve faşist darbeler düzenledi diye, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi öneminden hiçbir şey yitir mi?

Bolşeviklerin, çar yanlılarıyla 4 yıl süren ve bir ölüm kalım kavgası şeklinde geçen iç savaş sırasında Kronştad ayaklanması –ki devrimde büyük bir rol oynan bahriyeliler de içindeydi- Kızıl Ordu tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı diye, Sovyet Devrimi tarihsel değerinden bir şey yitirir mi?  

Bilimsel bir değerlendirmeyle ele alındığı takdirde; 1908 Hürriyet Devrimi ve 1923 Cumhuriyet Devrimi ile bu devrimlerin öncüleri Jön Türkler ve Kuvayi Milliyeciler / Kemalistler, sırıf daha sonra Şeyh Sait isyanı ya da 1938 Dersim Ayaklanması’nı katliam düzenlenerek bastırdı diye -ki bunlar her devrimin kaçınılmaz kötülükleri kategorisinde ele alınabilecek olaylardır- tarihsel önemlerinden bir şey yetirirler mi? Tam tersine bütün kusurlarına karşın, gerek 1908 gerekse 1923, sadece bu topraklarda değil, bütün Doğu-İslam dünyasında Fransız Devrimi’nin gecikmiş birer yorumudur.

Dolayısıyla, İttihat ve Terakki Fırkası yönetimi Ermenilere karş 1915’te ağır suç işledi ya da Cumhuriyet zamanla gericileşerek Kürt kimliğini reddetti, dahası asimilasyon, inkâr ve imha politikaları uyguladı diye, bu toprakların kaderinde oynadıkları ilerici rol ve devrimci niteliklerinden hiçbir şey kaybetmez.  

Türkiye’de Cumhuriyet Devrimi; Ortaçağ kalıntısı bir din-tarım devletini, şeriat ve hilafet rejimini   yıkmış, onun yerine laik ve kamucu bir rejim kurmuştur. Tarikat kurumlarını (dergah ve tekkeleri) kapatmıştır. İkinci Mahmut tarafından 1826’dan sonra Nakşibendi şeyhlerine verilen Alevi dergah ve tekkeleri üzerindeki şeriatçı kontrol da böylece kaldırılmıştır. Sadece bu özellikleri ile Cumhuriyet, Doğu-İslam dünyası tarihinde Alevileri özgürleştiren tek ve büyük bir devrim olma özelliğini taşır.  

Şeyh Sait tartışmasına da 1938 Dersim İsyanı’na da bu açıdan yaklaşılmalıdır.

https://www.birgun.net/makale/seyh-sait-tartismasi-ii-tarihi-dogru-okumak-491629



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 22.12.2023- 07:22


Şeyh Sait'in Diyarbakırda bir caddeye verilmesiyle başlayan tartışmalar sanal medyada da bir zaman sürdü. Etnik kimliği nedeniyle özellikle Kürt dostlarımızın bir kısmı tarafından savunulan Şeyh Said konusunda kimi solcu-sosyalist arkadaşlarımızın da sahiplenme yönünde yorumlarda bulunması gerçekten şaşırtıcı. Bu yüzden Şeyh Sait'in gerçekte kim olduğunu ve ilgili isyanın neyi amaçladığını içeren yazı ve yorumlara buradan devam etmekte yarar olduğunu düşünüyorum.   Merdan yanardağ'ın iki yazısından sonra Sinan Meydan'ın Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını buraya aktarma nedenim de budur.

İSYAN HAZIRLIĞI- SİNAN MEYDAN
Cumhuriyetin ilanından bir süre önce dağılmış olan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin önde gelenlerinden Seyit Abdülkadir, Ceyranlı Hüsnan, Cibranlı Halit, Hacı Musa ve eski milletvekillerinden Yusuf Ziya ve ailelerinin katıldığı gizli bir komite kurarak “bağımsız Kürdistan” için çalışmalara başlamıştı. Hınıs’ta oturan Şeyh Sait ve ailesi de Yusuf Ziya’nın aracılığıyla bu örgüte katılmıştı. (Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955, s. 13)

Resim Ekleme
Bağımsız Kürdistan mücadelesi için Cibranlı Halit Bey tarafından “Kürt Azadi Örgütü” kurulmuştu. Örgüt, İngiltere’nin Bağdat’taki yüksek komiserliği ile bağlantı içindeydi. Yüksek Komiser Henri Dobbs’un 1924 yılında Londra’ya gönderdiği raporlarda, Doğu Anadolu’da geniş kapsamlı bir Kürt ayaklanmasının çıkabileceği olasılığından söz ediliyordu. Ayrıca örgütün, Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanı olan Seyit Abdülkadir aracılığıyla İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği dragomanı Andrew Ryan ile de ilişkileri vardı. Bu örgütün üyelerinden Yusuf Ziya, Hacı Musa ve Cibranlı Halit beyler ve bazı arkadaşları, 1924’teki Nasturi İsyanı nedeniyle tutuklanıp mahkûm olmuşlardı. Bu sırada Şeyh Sait, tanıklığına gerek duyularak Bitlis Harp Divanı’na çağrılmıştı. Fakat yaşlı ve hasta olduğunu ileri sürerek mahkemeye gitmeyen Şeyh Sait’in ifadesi Hınıs’ta alınmıştı. Bunun üzerine Şeyh Sait, bir taraftan oğlunu İstanbul’a gönderirken diğer taraftan Diyarbakır, Çapakçur, Ergani ve Genç dolaylarında bir ay kadar dolaştıktan sonra 13 Şubat 1925’te isyanı başlatacağı Piran köyüne gelerek kardeşinin evine yerleşmişti.  

Plana göre doğuda isyan başlayınca Batı Anadolu’da ve İstanbul’da da hilafetçi ayaklanmalar çıkarılacaktı. Böylece Ankara iki ateş arasında kalacaktı. Bu sırada kaçak halife Vahdettin İstanbul’a getirilecekti. Vahdettin taraftarları karşıdevrim hazırlıklarına çoktan başlamıştı; “Hilafet Komitesi” adlı bir komite, Cumhuriyet’e karşı halkı kışkırtıyordu. Bu komite, Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir ile anlaşmıştı. (Cemal. s. 16)

Milletler Cemiyeti Konseyi’nin yerinde incelemeler yapmakla görevlendirdiği üç kişilik İnceleme Komisyonu’nun Musul’da göreve başladığı 11 Şubat 1925 tarihinden iki gün sonra (13 Şubat 1925’te) Doğu Anadolu’da Şeyh Sait İsyanı çıkacaktır. İsyan, Türkiye’nin Musul konusunda elini zayıflatacaktır.  

İSYANIN GELİŞİMİ
Şeyh Sait İsyanı, 13 Şubat 1925’te Diyarbakır’ın Eğil bucağına bağlı Piran (Dicle) köyünde saklanan mahkûmları almaya gelen jandarmalara ateş açılmasıyla başladı. Şeyh Sait’in emriyle telefon ve telgraf hatlarını kesen isyancılar, 16 Şubat’ta Dara­hini’yi (Genç) ele geçirerek vali, jandarma komutanı ve diğer görevlileri esir aldılar. Çapakçur (Bingöl), Muş ve Diyarbakır olmak üzere üç cepheden saldıran isyancıların Diyarbakır cephesi komutanlığını Şeyh Sait üstlendi. 21 Şubat’ta Lice, 23 Şubat’ta Çapakçur (Bingöl) ve Palu, 24 Şubat’ta Elazığ isyancıların eline geçti. İsyancılar ele geçirdikleri kentleri yağmaladılar, jandarmayı ve devlet görevlilerini esir aldılar. 7 Mart’ta Şeyh Sait’in emrindeki beş bin silahlı aşiret mensubu üç koldan Diyarbakır’a saldırdı. Ordu Müfettişi Kâzım (Orbay) Paşa, Vali Cemal (Bardakçı) Bey ve Kolordu Komutanı Mürsel (Bakü) Paşa tarafından yapılan savunmaya Diyarbakır halkı da katıldı. İsyancılar bir ara kente girmeyi başarsa da geri püskürtüldüler, 8 Mart’ta Diyarbakır kurtarıldı. Ancak Varto, Bulanık ve Malazgirt’in de isyancıların eline geçmesiyle 12 Mart’ta isyan en geniş sınırlarına ulaştı. 24 Mart 1925’te Türk ordusu tenkil harekâtına başladı. 26 Mart’ta Varto, 27 Mart’ta Piran (Dicle) ve Maden, 1 Nisan’da Lice ve Silvan, 2 Nisan’da Hani, 4 Nisan’da Palu, Bulanık ve Malazgirt, 8 Nisan’da Kulp ve Çapakçur (Bingöl), 12 Nisan’da ise Darahini (Genç) isyancılardan temizlendi. (İhsan Şerif Kaymaz, “Şeyh Sait Ayaklanması”, ataturkansiklopedisi.gov.tr)  

Resim Ekleme
1925’te Şeyh Sait İsyanı güçlükle bastırıldı. Ama 1926’da Musul kaybedildi. Sonuçta isyan İngilizlere yaradı.

İsyanın elebaşlarından Şeyh Sait ve Seyit Abdülkadir yakalandı. İsyan Bölgesi İstiklal Mahkemesi, 23 Mayıs 1925’te Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşını, 28 Haziran 1925’te de Şeyh Sait ve 46 arkadaşını idamla cezalandırdı. (Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, 2009, s. 241, 253-254)

ŞEYH SAİT İSYANI’NDA “DİN” KULLANILDI
Şeyh Sait, görünüşte halkı “din adına” Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı isyana çağırdı. 1924 yılından itibaren Cumhuriyeti “din düşmanı” olarak suçlayan propagandalar başlamıştı. Buna göre “Cumhuriyet yasalarıyla İslamiyetin, dinin, namaz, oruç, Kuran, nikâh, ırz ve namusun kalkacağı; bütün aşiret ağalarının ve hocaların Ankara’ya sürülecekleri ve bunlardan yasalara uymayanların denize atılacağı” söyleniyordu. Daha sonra dini ayaklanma fetvası hazırlandı. Cumhuriyetin ve Mustafa Kemal’in dinsizliği, din kurallarına aykırı davrandıkları ileri sürüldükten sonra mal ve canlarının helal olduğu belirtildi. (Aybars, s. 209-210)

Şeyh Sait İsyanı’ndan sadece iki hafta önce Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, Meclis kürsüsüne çıkarak “yeniliğin”, işret, dans ve plaj sefasından başka bir şey olmadığını söylemişti. Ona göre “fuhuş” artmıştı! Müslüman kadınlar edepsizleşmişti! Sarhoşluk teşvik olunuyordu! “Dini hisler” rencide oluyordu! Yeni rejim sadece “ahlaksızlık” getirmişti! Bunlar “terakki” kılıfı altında, “Batılılaşma” diye “medeniyetçilik” adına yapılıyordu! “Rezil bir idare” memleketi çamurlar içine sürüklemişti! Şeyh Sait, sorgusunda, Ziya Hoca’nın Meclis’teki bu açıklamalarından çok etkilendiğini itiraf edecekti. (Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1994, s. 26-27)

Ocak 1925’te Şeyh Sait imzalı bildiriler Doğu Anadolu’da elden ele dolaşmaya başlamıştı. Bu bildirilerde “Halife sizi bekliyor!”, “Halifesiz Müslüman olmaz!”, “Halife memleketten çıkarılamaz!”, “Şiarımız dindir!”, “Hükümet dinsizdir!”, “Şeriat isteriz!”, “Kadınlar çıplaktır!”, “Mekteplerde dinsizlik ilerliyor!” deniliyor, Cumhuriyet “dinsizlikle” suçlanıyordu. Bildiriler ileri bir teknikle basılmıştı. İsyancıların elinde yabancı silahlar da vardı. (Aybars, s.213)  

Piran’a giden Nakşibendi Şeyh Sait, verdiği vaazda şunları söylemişti: “Medreseler kapandı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı. Din okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bizzat dövüşmeye başlar; dinin yükselmesine gayret ederim.” (Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul, 1994, s. 68)

Şeyh Sait sorgusunda da amacının “Hükümete şeriat hükümlerini uygulatmak” olduğunu söylemişti.

ŞEYH SAİT’İN SORGUSUNDAN
Mahkeme başkanı ile Şeyh Sait arasında geçen konuşmaların birbölümü şöyle: (Soru: Mahkeme Başkanı, cevap: Şeyh Sait)

Soru: “Niye isyan ettin?”

Cevap: “Medreselerde fıkıh okudum... Şeriat hükümleri uygulanmazsa kıyam vaciptir. Kaza ve kader beni buraya sevk etti... Binaenaleyh şeriatımız yolunda ölürsek dinsiz gitmeyiz!”

Soru: “Yunan ordusu İslamiyetin merkezini ayaklar altına almışken cihadın farzlarını niye yerine getirmediniz?”



Cevap: “O zaman muhacirdik ve perişan haldeydik! Vaktimiz yoktu!”

Soru: “Din hükümlerinin zedelendiğini söylerken neyi kasettiniz?”

Cevap: “İçki yasağı kaldırıldı.”

Soru: “‘İslama kılıç çeken İslam değildir’ hadisinden haberiniz yok mu?”

Cevap: “Müslümanlara din hükümleri bıraktırılmıştı.” Başkan, “Hamdolsun! Hepimiz Müslümanız. Kuran okuyoruz, zekât veriyoruz” deyince Şeyh Sait, “Din hükümlerinden hangisi var?” diye sordu.

Soru: “Şeyh yalan söyler mi?”

Cevap: “Eh! Söyler ya! Allah bilir!”

Soru: “Hükümetin dine karşı olduğunu nereden çıkardınız?”

Cevap: “Gazetelerden, dergilerden, gelen tüccardan ve milletvekillerinden.”

Soru: “Hangi gazetelerden?”

Cevap: “Sebilürreşad, Tevhid-i Efkâr.”

Soru: “Sana dinin kalmadığını söyleyen tüccarlar ve milletvekilleri kimlerdi?”

Cevap: “Erzurum Mebusu Raif Hoca.”

Soru: “Ziya Hoca’nın beyanatını duydun mu?

Cevap: “Ziya Hoca’nın beyanatını Sebilürreşat’ta, daha başka yerlerde okurduk. Bir kere okudum ki Kılıçzade Hakkı Bey, peygamberimizin aleyhinde bulunmuş... Okurduk ki kız mekteplerinde İslamiyete aykırı şeyler oluyormuş! Kızlar piyano çalıyorlar, erkekler keman çalıyorlar, sabaha kadar sohbet ediyorlarmış... Sebilürreşat’ın her nüshası beni müteessir ediyordu. Farmasonluk, laiklik de bizi çok müteessir ediyordu.”

Soru: “Sait Efendi! Geçen celsede ‘Beni isyana sevk eden üç neden var’ demiştin. Birincisi, din hükümlerinin uygulanmaması; ikincisi, basının etkisi; üçüncüsü, Meclis’teki muhalefet... Bunları açıklar mısın?”

Cevap: “Sebilürreşat’ta şeriata aykırı olan şeyler hep yazılıyordu. Derdik ki, ‘Yalan ise nasıl yazar?’, ‘Nasıl söyler?’, ‘O halde doğrudur ki yazmaya cesaret diyor!’ Zaten Sebilürreşat yazdığını hep bir gazeteye dayandırırdı. Başka bir neden de Tevhid-i Efkar’dı... Sonra Cibranlı Halit bir gazete gönderdi. Gazetede ‘Allah’ü Teâlâ yoktur. Her kulun dayanağı ne ise Allah odur!’ diyordu. Buna da kızdık... Velhasıl! Din, ırz, namus, farmasonluk, laiklik hakkındaki yazılardan kin ve nefret duyuyorduk.”

Soru: “Neden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın programını beğendin?

Cevap: “Çünkü ‘İçkiyi, fuhuşu yasaklayacağız!’ demesi hoşumuza gitti. Bir de ‘dine hürmetkâr olduklarını’ söylüyorlardı.”

Soru: “Asker-i Rum nedir?”

Cevap: “Biz Kürtler, Türk askerlerine ‘Asker-i Rum’ deriz. Tabirdir, öyle deriz!”  

(Savcının iddianamesi, savunmalar ve karar konusunda bkz. TBMM Arşivi, Dosya 69, Karar no 69 ve IV-12, b-1; Şark İstiklal Mahkemesi Karar Defteri, S.15, D. 4/32; Hâkimiyet-i Milliye, 28 Haziran 1925, Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955, s. 112 vd. Toker, age, s. 150-170, Aybars, s. 242-256, Mumcu, s.123-140. İddianame, savunmalar ve kararın günümüz Türkçesine çevrilmiş tam metni için bkz. Ümit Doğan, Şeyh Sait İsyanı ve Gerçekler, Ankara, 2023, s.137 vd.)

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/sinan-meydan/seyh-sait-isyaninin-anatomisi-1-2153561




Bu ileti en son melnur tarafından 27.12.2023- 10:36 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.12.2023- 04:33


Kıyam ve cihat, Şeyh Sait ve IŞİD

Bundan yüz yıl önce emperyalizme karşı ortak bir kurtuluş mücadelesi veren Türkler ve Kürtler, bugün dinsel bir birlikle sınanmaya çalışılıyor. İşte bunun adı gericiliktir!

Kamil Tekerek
 
Şeyh Sait gündeminin son bir haftadır parlaması ve sıcaklığını koruması tesadüf değil. Sermaye sınıfının ve iktidarının yönelimleri açısından da şaşırtıcı olarak görülmemeli ve nereden çıktı bu denilmemeli.

Meseleye dair farklı cenahlardan farklı değerlendirmeler gelse de, Türkiye sosyalist hareketi bu meselede bütünlüklü ve sağlam bir duruş sergileyebilmiş durumda değil. Oysaki, laikliğin bu kadar büyük bir saldırı altında olduğu bir dönemde solun daha güçlü bir çıkış yapması gerekirdi.

Meselenin özüne dönersek Diyarbakır’daki kayyım yönetiminin inisiyatifiyle bir bulvara Şeyh Sait adının verilmesi ve bunun bu şekliyle lanse edilmesi sermaye devleti açısından bir tercihtir. Bu tercihin bir dizi boyutu bulunuyor.

Bunlardan birincisi, Cumhur İttifakı’nda cisimleşen gerici-faşist iktidarın İkinci Cumhuriyet’i konsolide etme arayışıdır. Özü Türk-İslâm sentezine dayanmaktadır.

İkincisi, Cumhuriyet’in 100. yılında bu adımın bu şekilde atılması tam anlamıyla Türkiye için nasıl bir gelecek tahayyül edildiğinin göstergesidir. Üzerinden bir yüz yıl daha geçse aynı mantıkla Cumhuriyet’le hesaplaşacaklarını tahmin edebiliriz.

Üçüncüsü, AKP’nin HÜDA-PAR’a diyet ödemesidir ki, bunun kendisi ülkemizdeki ilerici güçlere açılmış en büyük savaşın göstergesidir. Çünkü HÜDA-PAR şeriatçıdır ve aynı zamanda kontrgerilla örgütlenmesidir, gladyonun bir parçası olduğunu düşünmemek için bir neden bulunmuyor.

Dördüncüsü, sermaye devletinin Kürt siyasi hareketini kıskaca alma ya da farklı bir pencereden bakarak söylersek Kürt siyasi hareketi ile rezonansa girme arayışıdır. Nedeni ise bellidir. Kürt siyasi hareketi İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme açısından oldukça büyük bir mesafe kaydetmiş durumdadır. Bu açıdan, tabir-i caizse “kan davalı” olduğu kayyım yönetiminin attığı bu adıma destek olması büyük bir şaşkınlıkla karşılanmamaktadır. Bunun adı aynı zamanda Kürt-İslâm sentezidir.

Beşinci başlık ise belki de en önemlisi, Türk-İslâm sentezi ile Kürt-İslâm sentezinin daha yüksek bir seviyede yan yana gelişidir ki en fazla dikkat çekilmesi gereken nokta burasıdır.

AKP iktidarını Kürt sorunu bağlamında dikkate aldığı, pürüzler yaşadığı iki ana nokta bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, dış faktör yani Ortadoğu’da ABD ile Kürt siyasi hareketinin kurduğu işbirliğidir. BOP Eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin ne olursa olsun bunu bir “Amerikan barışı” ile çözmeyi isteyecek olmaları ihtimal dahilindedir. İkinci nokta ise Türkiye’de Kürt siyasi hareketinin AKP açısından gelecekte olası bir müttefik olarak görülme olasılığıdır. Bu iki başlığın dinamikleri için konuşmak erken sayılabilir ancak yeni Anayasa gündemi bunun arka planını oluşturma potansiyeli taşımaktadır.

Gelinen noktada sermaye devletinin de işin içinde olduğu Şeyh Sait açılımı Türkiye’nin bir din devletine dönüştürülmesi arayışındaki önemli belirteçlerden biri olarak bir köşeye yazılmalı. Bundan yüz yıl önce emperyalizme karşı ortak bir kurtuluş mücadelesi veren Türkler ve Kürtler, bugün dinsel bir birlikle sınanmaya çalışılıyor. İşte bunun adı gericiliktir!

Bu anlamıyla Kürt siyasi hareketi ise siyasal İslâm’a boyun eğmiş bir görüntü vermektedir. Şeyh Sait gündemi ile birlikte DEM Parti’nin de hemen pozisyon alması bunu göstermiştir.

O zaman bazı başlıkların altını çizmek önem taşımaktadır.

Kürt siyasi hareketinin Şeyh Sait’e Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi bağlamında sahip çıkması tam da İkinci Cumhuriyet’e eklemlenmenin temel göstergesidir. Yoksa, Kuzey Suriye’de IŞİD’e karşı mücadele konusunda mangalda kül bırakmayanların bugün şeriatçı, halifelik isteyen bir feodal derebeyine sahip çıkmalarının başka bir açıklaması bulunmuyor. Tarihsel ve objektif anlamda Şeyh Sait ile bugünkü Kürt ulusal/siyasal hareketi arasında doğrusal bir bağ kurmak ne kadar mümkün değilse, Şeyh Sait’i IŞİD’in ataları arasında görmek de bir o kadar mümkündür.

Geçmişte feodalizmle mücadeleyi, kadınların özgürleşmesini, demokrasiyi, seküler kimliği, sosyalizm mücadelesini bayrağına yazmış olan Kürt siyasi hareketinin bugün bu duruma düşmüş olmasını gerçekten dikkate almak gerekiyor. Ki bu tablonun yeni olmadığını ve Kürt siyasi hareketinin Şeyh Sait ve onun dışında bir dizi başlık üzerinden dinsel açılımlar yapmaya başlayalı on beş yıla yakın süre geçtiğini hatırlamak önem taşıyor. Bugünkü tavır bir günde ortaya çıkmadı, liberalizmle iç içe geçtikçe bugünlere gelindi. Hatta son seçimler sonrasında HÜDA-PAR’ın HDP’nin elini tutması gerektiği bile söylendi.

Gözden kaçırılmaması gereken nokta ise şudur: Bundan yüz yıl önce Şeyh Sait’in “kıyam”ı varsa, bugün de IŞİD’in ve El Kaide’nin “cihad”ı var.

İşte bu yüzden Türk ve Kürt emekçilerinin gericiliğe karşı net duruşu ve laiklik mücadelesinden taviz verilmemesi önem taşıyor.

https://yurtsever.org.tr/2023/kamil-tekerek-yazdi-kiyam-ve-cihat-seyh-sait-ve-isid-521841/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.006
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.12.2023- 10:40


Şeyh Sait İsyanı’nın anatomisi (2)- Sinan Meydan

“Güya dini ve şeri ve fakat her halde bağımız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak amacıyla Cumhuriyet hükümetine karşı fiilen ve silahlı olarak ayaklandıklarından idamlarına…” karar verilmiştir. (Şark İstiklal Mahkemesi’nin, 28 Haziran 1925 tarihli, 69 Numaralı Şeyh Sait Davası kararından)

Sıkça tekrarlandığı gibi Şeyh Sait İsyanı, sadece dinsel amaçlarla gerçekleştirilmiş bir isyan değildir; Şark İstiklal Mahkemesi’nin 28 Haziran 1925 tarihli kararına göre Şeyh Sait İsyanı, din ve şeriat araç yapılarak gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurma amacına yöneliktir.  

VATANA İHANET SUÇU
Şeyh Sait, halkın isyana katılmasını sağlamak için “Ey Müslüman Kürtler, bu isyanımız şeriata göre vacip ve bu hareketimize güzellikle uymayanlar Allah katında günahkârdır. Dinin şartlarının uygulanması için bu cihadımızda ölenimiz şehittir” diyordu.  

Şeyh Sait, isyanın ilerlediği günlerde de şöyle diyordu: “Kürtlerin bulundukları yerleri Türklerin elinden alacağız… Bugünkü Türk hükümeti İslamiyetten ayrılıyor. İstanbul’da Beyoğlu’nda bazı İslam kızları şapka ile geziyorlar...” (Mumcu, s. 71-72)

Gerçek şu ki Şeyh Sait İsyanı’nda “din”, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter bütünlüğüne ve laik yapısına karşı bir silah olarak kullanıldı.

25 Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı TBMM’de görüşüldü. Başbakan Fethi Bey (Okyar), Şeyh Sait İsyanı’nda dinin politik araç olarak kullanılıp bölge halkının istismar edildiğini, isyanın hilafeti geri getirmek ve Abdülhamit’in oğullarından birinin saltanatını sağlamak amacıyla “Kürtçülük” yapmaktan kaynaklandığını söyledi. Daha sonra muhalefet adına söz alan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Başkanı Kazım Karabekir Paşa da şöyle dedi: “Efendiler, dini araç yaparak milli varlığı tehlikeye koyanlar lanetle anılmalıdır. Bu hareket vatana ihanettir.”

25 Şubat 1925’te Doğu Anadolu illerini kapsayacak şekilde kısmi seferberlik ilan edildi. Aynı gün Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeri ile Kiğı ve Hınıs ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edildi. Sonra da Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in “Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na bir madde eklenmesi” için yaptığı kanun teklifi ele alındı. Teklife göre “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”na şu madde eklendi

(1. Madde):

“Dini veya dinin kutsal kavramlarını siyasi amaçlara esas ya da alet etmek için dernekler kurulması yasaktır. Bu tür dernekleri kuranlar ya da bu derneklere girenler vatan haini sayılırlar. Dini ya da dinin kutsal kavramlarını alet ederek devletin şeklini değiştirmek ve başkalaştırmak ya da devletin güvenini bozmak veya dini ya da dinin kutsal kavramlarını alet ederek her ne surette olursa olsun halk arasına bozgunculuk ve ayrımcılık sokmak için gerek tek başına gerek toplu olarak sözle ya da yazı ile ya da fiilen ya da nutuk söyleyerek ya da yayın yaparak harekette bulunanlar da ‘vatan haini’ sayılırlar.” Bu kanun teklifi, 25 Şubat 1925’te TBMM’de oylanıp 556 sayılı kanun olarak kabul edildi. (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, C.14, 25 Şubat 1925, s. 306- 311.)

2 Mart 1925’te Başbakan Fethi Bey (Okyar), görevinden istifa etti. İsmet Paşa’nın kurduğu yeni hükümet 3 Mart’ta güvenoyu aldı. 4 Mart’ta da Meclis, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu kabul etti. Kanunla, basına geniş çaplı bir sansür uygulandı, Ankara ve Diyarbakır’da birer İstiklâl Mahkemesi kuruldu. Şeyh Sait İsyanı, devrimci bir tepkiyle karşılandı. Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyeti koruma kaygısıyla birtakım sert önlemler aldılar.

İTİRAFLAR VE GERÇEKLER
Şeyh Sait, mahkemedeki sorgusunda, ısrarla “dini nedenlerle” isyan ettiğini belirtti. İsyanın önceden planlanmadığını, “Kürtlük” davası gütmediğini söyledi. Ancak mahkemedeki deliller Şeyh Sait’i yalanlıyordu. Örneğin Şeyh Sait, isyan öncesinde, 17 Ocak 1925 tarihli Şeyh Şerif’e yazdığı bir mektupta, ertesi gün oraya geleceğini, o gelinceye kadar hiçbir şey yapılmamasını ve “emanetler” dediği silah ve cephanenin teslim alınmasını istemişti. 16 Şubat 1925’te “Elaziz Kumandanı Şeyh Şerif Efendi’ye” diye başlayan başka bir mektubunda da çeşitli kimselerin görevlerini belirterek hareket planını bildirmişti. Bu ve benzeri mektuplar, Şeyh Sait’in önceden planlanan isyanı bizzat organize ettiğini gösteriyordu. Ayrıca 3. Ordu Komutanlığı’nın eline geçen Şeyh Sait’e ait bir belgenin üzerinde “Kürdistan Harbiye Nezareti”, “Kürdistan i ve Hükümeti” başlıklarının olması da Şeyh Sait’i yalanlıyordu. (TBMM Arşivi, T-12, Dosya 69; T-14, Dosya 6/55 3. Kolordu Komutanlığı’nın savcılığa gönderdiği belge, Aybars, s. 246)

Şeyh Sait İsyanı’na katılan ve Seyit Abdülkadir’le birlikte yargılanıp suçlu bulunarak idam edilen Kör Sadi ve Kemal Fevzi, idama giderlerken “Yaşasın Kürtlük mefkûresi, yaşasın Kürt hükümeti!” diye bağırmış, “Hacı Ahdi” namıyla tanınan Mehmet Tevfik de bu isyanın “Kürtlük ve Kürt hükümeti davası olduğunu” açıkça söylemişti. Kasım Bey de sorgusunda, ayaklanmanın esas amacının “bağımsız Kürdistan kurulması” olduğunu, dinin bu amaç için araç olarak kullanıldığını ileri sürmüştü. Ayrıca Kürt bağımsızlığına çalışanların, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası iktidara geçerse Kürtlere özerklik vereceğine inandıklarını belirtmişti. Bu açıklamayı dinleyen diğer sanıklar Kasım Bey’i yalanlamamıştı. Şeyh Sait’in, “Din için kıyam farz oldu. Bir Türk öldürmek, yetmiş gâvur öldürmekten evladır!” dediğini de Şeyh Sait yalanlamamıştı. (TBMM Arşivi, T-12, Dosya 69; Aybars, s. 246-248) Bu arada Fakih Hasan’ın, isyan günlerinde Şeyh Sait’e yazdığı bir mektupta Müslümanı Müslümana kırdırmanın şeriata uygun olmadığını söylediği, bunun üzerine Şeyh Sait’in, Fakih Hasan’a, “Şaşarım aklına! Biz Kürtlüğü muhafaza edeceğiz!” diye cevap verdiği de ortaya çıkmıştı. (Doğan, s. 129-130) Bu delillere ve itiraflara karşın Şeyh Sait, mahkemede hâlâ “Kürtlük” davası için isyan etmediğini iddia ediyordu.

Oysa Şeyh Sait, Varto Sorgu Hâkimliği’nde 16 Nisan 1925’te alınan ilk ifadesinde, isyanın amacının “dini hükümleri layık olduğu gibi uygulamak fikriyle özerklik talep ve temin etmek ve hükümet buna razı olmadığı takdirde Diyarbakır’ı zapt eder etmez, gerekirse İngiliz hükümetine müracaat ederek Türk hükümetini, maksatlarını temin etmek zorunda bırakmaktan ibaret olduğunu” söylemişti. Görüldüğü gibi Şeyh Sait, bu ilk ifadesinde hem “özerklikten” hem de “İngiliz yardımından” söz ediyor, isyanın gerçek nedenini itiraf ediyordu. Fakat daha sonra İstiklal Mahkemesi’ndeki sorgusunda bunlardan hiç söz etmeyecek, bu konudaki iddiaları reddedecekti. Ancak Şeyh İsmail, Şeyh Abdüllatif ve Liceli Tahir de sorgularında, Şeyh Sait’in Diyarbakır’ı aldıktan sonra İngilizlerden yardım alacağını doğrulamıştır. İtirafçı durumundaki Binbaşı Kasım Bey de Şeyh Sait’in de üye olduğu gizli Kürt Azadi Cemiyeti’nin Bağdat komitesinin İngilizlerle görüştüğünü söylemiş ve “Esas maksatları bağımsızlık elde etmekti” demiştir. Ayrıca Şeyh Said, sorgusunda “Ben bu işin ne önündeyim ne arkasındayım, herkes gibi içindeyim” demişti. (Detaylar için bkz. Doğan, s.71, 121-133)  

MAHKEMENİN KARARI
Savcı Süreyya Bey, davanın açıklamasında Şeyh Sait’ten şöyle söz ediyordu: “Şeyh Sait Efendi, yüzlerce, binlerce askerin, halkın, ibadın (ibadet edenlerin) malını, hayatını yok eden hareketi fiilen idare etmiş hepsine emretmiş, mürted, muannit (inatçı) vatan hainidir.” Dikkat edilirse, bizzat davanın savcısı, Şeyh Sait’in “vatan hanini” olduğunu açıkça ifade etmiştir.  



Mahkeme, 28 Haziran 1925’te kararını açıkladı. Kararda, “Hınıs kasabasında oturan ve dolaylı olarak ticaretle meşgul olan Palulu, 61 yaşındaki Nakşibendi Şeyhi Şeyh Mahmutoğlu Şeyh Sait” ve adamlarının “güya dini ve şeri ve fakat her halde bağımız bir Kürdistan hükümeti oluşturmak amacıyla Cumhuriyet hükümetine karşı fiilen ve silahlı olarak ayaklandıkları…” belirtiliyordu.

Kararda, Şeyh Sait İsyanı’nın çıkış ve yayılma nedenleri ayrıntılı olarak belirtiliyor; din ve şerit araç yapılarak “gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurma” amacına yönelik olan Şeyh Sait İsyanı’nın devam ettiği sürede birçok şehir, kasaba ve köyü, devletin polis ve asker kuvvetleri ile kanlı bir çatışma ve çarpışma yapmak suretiyle işgal ederek ve hatta Diyarbakır’ı kuşatarak birçok suçsuz asker, subay ve vatandaşı öldüren ve yaralayan, yağma, hırsızlık yapan ve yaptıran 81 sanıktan 47’si idama mahkûm edildi deniliyordu.

Kararın gerekçesinde, idam cezası alan Şeyh Sait dahil 47 sanığın, “müstakil (bağımsız) bir Kürdistan kurmak” ve “bu gaye ile isyan etmek”, “ihtilal emelini yerine getirmek için silahı olarak isyana katılmak” nedeniyle “… yüce devletin mülklerinin bir kısmını hükümet idaresinden çıkarmaya çalışanlar idam olunur” diyen İhaneti Vataniye Kanunu’nun 45. maddesine dayanarak “vatana ihanetle” idamlarına karar verildiği belirtiliyordu. (TBMM Arşivi, Dosya No: 130-74-87-83-82-81-72-59-61-54-68-71; İlam No: 69-D.9/1 (1-6. zarflarda)

Ayrıca kararda, Doğu İstiklal Mahkemesi’nin yargı bölgesi içindeki bütün tekke ve zaviyeler ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerinin kapatılmasına karar verdiği belirtiliyordu.

BU VATANA İHANET ETTİK
Şeyh Sait İsyanı’nın elebaşlarından Kör Sadi, kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul ederek şöyle demişti: “Son sözüm şudur: Memleketin selameti namına muhterem hâkimler heyetinin hakkımızda verdiği kararı minnet ve şükranla karşılıyorum, kabul ediyorum. Hepimiz idam cezasına müstahakız. Çünkü bu vatana ihanet ettik. Allah Türk milletinin, Türk memleketinin saadetini sağlasın ve ebedi etsin. Söyleyeceklerim bu kadardır.” (Toker, s.149)

Şeyh Sait’in damadı Şeyh Abdullah’ın son sözleri de çok anlamlıydı: “Biz hainlere uyduk. Başkası uymasın!” (Toker, s.167)

Karar açıklandıktan sonra Ali Saip Bey, Şeyh Sait’e “Bu kadar Türk kanının dökülmesine, ocakların sönmesine sebep oldun, cezanı çekeceksin!” dedi. Şeyh Sait de Ali Saip Bey’e “Seni severim. Ama mahşer günü seninle muhakeme olacağız!” diye karşılık verince, Vali Mithat Bey söze karıştı: “Mahşer gününde adil yargıçlarımızla değil, öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını söndürdüğün biçarelerle muhakeme edileceksin” dedi. General Mürsel Paşa da Şeyh Sait’e, “‘Din kalktı!’ diyorsun. Namazını kılmıyor muydun? Camilerde ezan okunmuyor muydu” diye sordu. Şeyh Sait bu soruya, “Evet, ibadetime kimse karışmıyor, her isteyen namazını kılabiliyor ve camilerde ezan okunuyor... Fena yaptık! Bundan sonra iyi olur inşallah!” diye yanıt verdi. (Aybars, s. 256)

Şeyh Sait İsyanı sonrasında Siirt milletvekili Mahmut Bey, Hâkimiyet-i Milliye’de yazdığı başyazıda Şeyh Sait İsyanı’nın bastırıldığını, ancak Şeyh Sait düşüncesi yok edilmedikçe memlekette huzur ve refah kurulamayacağını belirtmişti. (Hâkimiyet-i Milliye, 30 Haziran 1925)

Şeyh Sait’in, 98 yıl sonra bugün kimilerince “kahraman” ilan edilmesi, maalesef Şeyh Sait “gericiliğinin” ve “bölücülüğün” hâlâ devam ettiğini gösteriyor.

Kaynaklar: Savcının iddianamesi, savunmalar ve karar konusunda bkz. TBMM Arşivi, Dosya 69, Karar no 69 ve IV-12, b-1; Şark İstiklal Mahkemesi Karar Defteri, S.15, D. 4/32; Hâkimiyet-i Milliye, 28 Haziran 1925; Behcet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, İstanbul, 1955; Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Ankara, 1994; Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, 2009; Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, İstanbul, 1994; Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, İstanbul, 2007. İddianame, savunmalar ve kararın günümüz Türkçesine çevrilmiş tam metni için bkz. Ümit Doğan, Şeyh Sait İsyanı ve Gerçekler, Ankara, 2023.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör DEM'de ne ararsan var: Şeyh Sait, Said-i Nursi ve Translar.. melnur 0 2 14.03.2024- 07:14
Konu Klasör Şeyh Sait'i bu yıl kimler andı: Cumhuriyet düşmanı bir gerici... melnur 3 2704 13.12.2023- 19:05
Konu Klasör Erkan Baş: Asrın dayanışmasını örgütledik, şimdi asrın hesaplaşması geliyor! melnur 0 402 20.03.2023- 10:08
Konu Klasör DEM'in mızrağı çuvala sığmadı: Deniz Gezmişle Şeyh Said yan yana gelir mi melnur 0 2 21.03.2024- 19:47
Konu Klasör Sait Faik'in ölüm yıldönümü... melnur 2 3692 12.05.2017- 00:36
Etiketler   Şeyh,   Sait,   Tartışması:,   Tarihsel,   gerçek,   sol.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS