SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2]   3   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Kaçak
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: Kaçak
Cevap Tarihi: 30.04.2015- 11:10


Alıntı Çizelgesi: solcu yazmış

Sana liberal, AKP'ci deyişimizin nedeni savunduklarının sol ile ilgisi olmadığıdır. Esad bölgede emperyalizme karşı direnen lider. Emperyalizm bölgeyi kan gölüne çevirdi. Sadece bölgeyi değil, dünyayı kan gölüne çeviriyor. Libya'ya demokrasi falan gelmedi. Irak'ta Saddam gitti, ölümler durmadı, çok daha fazlası yaşanıyor. Bütün bunları otur tahlil et. Neden olduklarını, ne olduğunu anla. Hala Esad diyorsan, sen artık iflah olmaz bir noktaya gelmişsin demektir. Televizyonda liberallerin sözlerini buraya aktarıyorsun sonra da Esad diye tutturup, solcu olduğunu söylüyorsun. Bize de seni ciddiye almamak kalıyor.




işte ben de diyorum ki, esad'ın emperyalizme karşı direnen bir lider olduğunu esad rejimi söylüyor. kendi diktatöryel rejimini savunmak ve destek almak için öyle diyor. yoksa kalkıp "ben kendi saltanatımı korumak için halkımın bir kısmını katlediyorum, göçe zorluyorum" der mi?

sana soruyorum; 3. dünya ülkeleri içinde zalim rejimler yok mu? mesela suudî arabistan da zalim ve diktatörce bir rejim. mesela afrika ülkeleri içinde de zalim rejimler var. bunlar da kendi halklarına zulmediyor. suudî arabistan kendi arap baharını kanla bastırdı.

şimdi bu zalim ve diktatör rejimlerden birinde ciddi bir iç savaş çıksa, o rejim de bu iç savaşı bastırmak için halkının başına bombalar yağdırmaya başlasa, bu sırada da kalkıp dese ki "emperyalizm beni yutmak istiyor, o nedenle bu karışıklıkları çıkardı, ben de vatanımı savunuyorum", ne yaparsın? sırf "emperyalizm" dedi diye akan sular durur mu? savunur musun bu zalim ve despot rejimi?

emperyalizmi savunan yok karşında. emperyalizmin suçları dağlar kadar kabarık. ama biz başka bir şeyi söylüyoruz burada. ışid'i emperyalizm besleyip büyütmedi, saddam'ın subayları yaptı bunu. ezbere konuşmamak gerek.






Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
munzur
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 19.12.2013
İleti Sayısı: 1.075
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: munzur
Cevap Tarihi: 17.05.2015- 21:17


Esad'ın ABD emperyalizmine direndiğini görmemek için kör olmak lazım. Görünen köy kılavuz ister mi?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: dayanışma
Cevap Tarihi: 18.05.2015- 20:42


Alıntı Çizelgesi: munzur yazmış

Esad'ın ABD emperyalizmine direndiğini görmemek için kör olmak lazım. Görünen köy kılavuz ister mi?



Emperyalizmin Libya, Irak ve Suriye'de milyonlarca insanın ölümüne yol açtığını unutup, Esad'ın diktatörlüğüne takılmak emperyalizmden yana olmak değil midir? Emperyalist saldırganlığa karşı çıkılmayacaksa solcu olmanın anlamı ne? Emperyalizmin günahlarını görme, Esad diktatör de. Liberaller de tam böyle yapıyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 19.05.2015- 05:53


''işte ben de diyorum ki, esad'ın emperyalizme karşı direnen bir lider olduğunu esad rejimi söylüyor. kendi diktatöryel rejimini savunmak ve destek almak için öyle diyor. yoksa kalkıp "ben kendi saltanatımı korumak için halkımın bir kısmını katlediyorum, göçe zorluyorum" der mi?''

E Esad'ın zalim bir diktatör olduğunu, saltanat kurduğunu, halkını katlettiğini, Nusayrici olduğunu falanda emperyalizmin medyası, organik aydınları vesaire söylüyor. Onları ne yapacağız?

''sana soruyorum; 3. dünya ülkeleri içinde zalim rejimler yok mu? mesela suudî arabistan da zalim ve diktatörce bir rejim. mesela afrika ülkeleri içinde de zalim rejimler var. bunlar da kendi halklarına zulmediyor. suudî arabistan kendi arap baharını kanla bastırdı.

şimdi bu zalim ve diktatör rejimlerden birinde ciddi bir iç savaş çıksa, o rejim de bu iç savaşı bastırmak için halkının başına bombalar yağdırmaya başlasa, bu sırada da kalkıp dese ki "emperyalizm beni yutmak istiyor, o nedenle bu karışıklıkları çıkardı, ben de vatanımı savunuyorum", ne yaparsın? sırf "emperyalizm" dedi diye akan sular durur mu? savunur musun bu zalim ve despot rejimi?''


Bunları yazmak için Ortadoğu'nun politik tarihini hiç bilmemek gerek. Suudi Arabistan gibi örnek verdiğiniz ülkeler emperyalizmin desteğiyle kurulmuş ve emperyalizmin desteğiyle varlığını devam ettiren devletlerdir. Orada bir iç savaş çıktığında ''emperyalizm bize saldırıyor, destek verin'' diyemezler , ''İran bizi karıştırmak istiyor'' denir. Suudi Arabistan da ki isyanda da öyle olmuştu zaten. İşte şimdi Yemen'de olanlarda ortada. Yemen halkının antiemperyalist mücadelesi Amerikancı Körfez iktidarları tarafından bastırılmaya çalışılıyor ve denen şu ''İran buraları karıştırıyor''.

Diğer taraftan Suriye ise bırakın emperyalizmin desteğiyle kurulmayı ve yaşamayı tam tersine antiemperyalist bir savaşımla kuruldu ve on yıllardır da Amerikan emperyalizmine teslim olmuyor. Amerika ise buna karşılık uzun bir süre Müslüman Kardeşler aracılığıyla Suriye'yi karıştırmaya çalıştı ve son olarak ''Arap baharı'' patlak verdiğinde İslamcıları silahlandırarak Suriye'de iç savaşın oluşmasına sebep oldu. Suriye'de ki rejimi Suudi Arabistan vesaire gibi İslamcı, Amerikancı rejimlerle bir tutup, içi boşaltılmış bir diktatörlük lafazanlığı ancak sizin gibi bir liberalin işi olabilir.

''emperyalizmi savunan yok karşında. emperyalizmin suçları dağlar kadar kabarık. ama biz başka bir şeyi söylüyoruz burada. ışid'i emperyalizm besleyip büyütmedi, saddam'ın subayları yaptı bunu. ezbere konuşmamak gerek.''

İyi ki savunan yok. Savunsanız kim bilir daha neler söyleyeceksiniz? İŞİD'i emperyalizm besletip büyütmedi demek için uzayda yaşamak lazım. Suriye'de İslamcı çetelere kim silah yolladı? E İŞİD bu İslamcı çetelerin içinden çıkma değil mi?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.05.2015- 17:10


Anayurt savunmasının özü anti-emperyalist olmaktır. Türkiye'de sol-liberaller ve bilumum dönekler solun bu en temel ilkesinden vazgeçtikleri ve ulusal ölçek içinde siyasal devrim perspektifini yitirdikleri için bu konuda sorun yaşıyorlar. Aralarında emperyalizmin aslında ''iyi bir sıçrama'' olduğuna inananları da vardır. Ama emperyalizm karşıtlığından vazgeçenler ve ''solcu anayurdu savunmaz'' şeklindeki bir fikri savunanlar çoğunlukla hem yanlış bilinçleri ve hem de kuyrukçulukları nedeniyle bu çıkmaz sokağa dalmışlardır. ''Bu kuyrukçuluk nereden çıktı?'' demeyin, sınıf mücadelesini bir kenara koyup, ulusalcı bir hareketin gözlüğünü takmışsanız, artık konulara o ulusalcılığın bulunduğu yerden olayları değerlendirip yorumlamaya başlarsınız! Basit bir örnek vereyim, Emperyalizm Suriye halkını değil de, güney Amerika'nın herhangi bir ülkesine saldırıp, yüz binlerce insanın ölümüne yol açsaydı, bizim kuyrukçu tiplerimiz saldırıyı   '' ABD ile Rusya arasında emperyalist savaş'' var diyerek yorumlar mıydı? Mümkün değil! Önlerine yaratmaya çalıştıkları keskin sosyalist tavrını daha da güçlendirecek bir konu gelmişken böyle bir aymazlık içine girmezlerdi. Ama Suriye söz konusu olduğunda böyle bir tavır göstermiyorlar çünkü konuya sınıfsal perspektiften değil, kürt ulusalcılığının Kobane ve Rojava aklıyla bakmak zorunda kalıyorlar. Öyle olunca en fazla söyleyebildikleri ''anavatanı savunmazlar, silahlarını kendi burjuvalarına çevirirler'' sözü oluyor. Lenin'in Rusya koşullarında söylediklerini hiç anlamadan kendi gericiliklerne malzeme yapmaya çalışmaktan başka bir şey değil bu söyledikleri. ''Burjuvaziye silah çevirmek'' öyle uluorta savunulacak bir konu değil ki. Ayaklanma türü bir eylem pek çok koşulu içinde barındırır. O koşullar ortada yoksa böyle bir söz söylemenin tek amacı, gericiliklerine Lenin'i kalkan yapmak istemeleridir, başka bir şey değil.

Amerikan emperyalizmi bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırmak istiyor.Önce Saddam, sonra Esad bu konuda çıkıntılık yapıyorlardı. Saddam'ı ortadan kaldırarak Irak'ta kendi çıkarlarına uygun bir yapı kurmaya çalışıyorlar. Suriye'de de   benzer senaryo sahneye konulmak istendi. Ama Rusya, Çin ve İran'ın da karşı çıkması, Esad'ın çetin ceviz çıkması bu konuda daha karmaşık senaryoların gündeme getirilmesine yol açıyor. Sonuç daha ilerde nasıl gerçekleşir göreceğiz. Bir solcunun ABD'nin bu planlarına karşı çıkması varlığının temel koşuludur. Bu kadar net! Aklını satmamış veya kürt ulusalcılığına kiraya vermemiş her solcu için bu konunun tartışılabilir bir yanı da yok. Suriye komünistlerinin de bu emperyalist plan ve saldırılara karşı çıkması kadar doğal bir tavır olamaz. Ama ortada bir tartışma ve bir sorun varsa, anlaşılması gereken karşınızdaki kişinin ya kuyrukçu ya da kendini solcu sanan bir liberal olduğudur..

Gerisi laf-ü güzaf!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 21.05.2015- 00:19


Burjuvaziye silah çevirmeyi o kadar önemli görüyorlarsa kuyrukçular bugün neden aynı şeyi savunmuyorlar? Bir çelişki yok mu?




Bu ileti en son spartakus tarafından 21.05.2015- 00:19 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 24.09.2020- 09:43


İnessa Armand hâlâ umut ve heyecan saçmaya devam ediyor

Bolşevik Devrimi’nin önemli kadın öncülerinden İnessa Armand, 24 Eylül 1920’de henüz 46 yaşındayken aramızdan ayrıldı. Ölümünün yüzüncü yılında İnessa Armand’ı anarken, yaşamını, devrim mücadelesine kattıklarını ama en çok da kadınların mücadeleye dahil edilmesinde kapladığı özel yeri hatırlayacağız.

Resim Ekleme

SEMA KARADAL

İnessa Armand (ilk soyadı ile Stephane), opera sanatçısı Fransız bir baba ve müzik öğretmeni İngiliz bir annenin kızı olarak 1875 yılında Paris’te dünyaya gelir. Babasının erken ölümünün aileyi maddi güçlükler içinde bırakması nedeniyle küçük yaştayken teyzesi ile yaşamaya başlar. Moskova’da müzik ve Fransızca dersleri veren teyze ve İngilizce dersleri veren anneannenin yanında farklı dilleri öğrenerek büyür. Küçük yaştan itibaren müziğe yetenekli, eşitsizlik ve adaletsizliklere karşı duyarlı bir çocuktur. İleride en sevdiği bestecilerden Beethoven’ın eserlerini büyük ustalıkla çalacak ve yakın dostu Lenin de, sadık bir dinleyicisi olacaktır.

İnessa’nın teyzesinin evlerinde özel öğretmenlik yaptığı Armand ailesi ile en başından itibaren yakın ilişkileri olur. 18 yaşına geldiğinde aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan Armand’ların oğlu Aleksandr ile evlenir. Henüz 19 yaşındayken anne olan İnessa, toplumsal dayatmalarla ilk büyük çatışmasını anneliği vesilesiyle yaşar. Doğum yaptığı için günahkâr sayılması ve 40 gün boyunca kiliseye gitmesinin yasak olması karşısında, din ile arasına bir daha hiç kapanmayacak olan bir mesafe girecektir. Eşi, eşinin kardeşi ve yakın arkadaşları ile aydın etkinliklerini takip ederek, çokça okuyarak ilk gençlik dönemlerini geçirir. Bu arada üç çocuğu daha olur.

Sosyalizme giden yol
Aydın bir çevrede ve konfor içinde bir yaşam süren İnessa Armand için, fabrika çıkışlarında karşılaştığı işçilerin yoksulluğu ve sokaklarda tanık olduğu fahişelerin yaşamı dikkatini sürekli çeken bir bilinmezliktir. Bir süre sonra bu insanların karşısında hissettiği utanma duygusu, kendisini harekete zorlar. Öncelikli hedefi kadınların kurtuluşu olur. Fahişeliğin başlıca nedenini ücretlerin yetersizliği, işsizlik ve toplumsal baskı olarak gören İnessa, bu kadınlara yardım etmek için bir derneğe üye olur. Ancak hayırsever dernekçilerle yaptığı iş onu tatmin etmez, kadınlara tek tek uzattığı elin bir anlamı olmadığını düşünmeye başlar. Toplumun süregiden yapısının, kadınları tekrar ve tekrar aynı karanlığa sürüklemekte olduğunu fark eden İnessa Armand, kadının aşağılanmasının bir kader olmasını kabul etmez. Bir yandan insanlara ahlak dersi veren öte yandan kadınların para karşılığında bedenlerini satmalarına göz yuman kiliselerin ikiyüzlülüğü, içinde büyük bir öfke birikmesine neden olur. İnessa Armand’ın aydınlanan fikirleri ve içindeki öfke, sonunda onu sosyalizm ile buluşturacaktır. Sadece kendisi değil eşi dahil Armand ailesinin diğer gençleri de aynı yöne doğru ilerler.

Artık bir sosyalist olan İnessa Armand, 1903’te Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki anlaşmazlığı kavramaya çalışır, kongreleri ve yazılanları takip eder. Sonunda hem aklı hem de karakteri Bolşeviklerden yana tutum almasını sağlar. 1905 yılında Armand ailesinin Sosyalist Devrimci olan bir üyesi nedeniyle evleri polis tarafından basılır ve evde bulunan kitaplar nedeniyle İnessa tutuklanır. Bu, yaşamı boyunca ardı arkası kesilmeyecek tutuklanmaların başlangıcı olur. İnessa Armand, 1905 devrimini cezaevinden izleyecektir, bu sırada oradaki kadınlarla temas eder, onlara sosyalizmi anlatır. Salıverilmesinin ardından kendini tamamen mücadeleye adar. İşçilerle toplantılara katılır, bildirilerin basılması ve dağıtılmasında görev alır. Heyecanlı, ikna edici ve sabırlı bir konuşmacı olarak öne çıkması uzun sürmez. O dönem bir kadın yoldaşı İnessa’nın aynı zamanda 4 çocuklu bir anne olduğunu öğrendiğinde yaşadığı şaşkınlığı şu sözlerle aktarır: “Onun kendine ait bir şeyleri olabileceği inanılmaz görünüyordu”. Öyleydi, kendine ait pek az şey talebi vardı ve bu yaşamının sonuna dek böyle kalacaktı.

Sürgün ve Avrupa’ya kaçış
Tutuklanmalar ve salıverildiğinde parti çalışmaları arasında geçen yaşamı, 1907 yılında Rusya’nın en kuzey bölgesine iki yıl sürgün edilmesiyle farklı bir yöne ilerler. Kışların 6 ay sürdüğü ve -50 derecelere ulaştığı bu yerde yaşayan insanlar, Rusya’nın öbür yakasında olan bitenlerden habersizdir. İnessa Armand için belki de yaşamının en zorlandığı zamanları, burada sessizlik ve yalnızlık içinde geçirdiği aylardır. Kasım 1908’de şiddetli kış koşullarına rağmen kaçmayı başarır ve Moskova’da kalmanın imkansızlığı nedeniyle Belçika’ya gider. En küçük üç çocuğunu yanına aldırır ve Brüksel’e yerleşir. Göçmen Bolşevikler Grubu’na üye olur. Göçmen Rus sosyal demokratlarının çoğu gibi İnessa da bir süre sonra yaşamak için Paris’i seçer.

İnessa Armand’ın, 1909 yılında Paris’te Lenin ile tanışması yaşamının sonuna kadar sürecek olan yakın bir dostluğun da başlangıcı olur. Bu arada Bolşevik grubunda etkili bir isim olmaya başlayan İnessa, özellikle yabancı dillere hakimiyeti nedeniyle Lenin’in pek çok uluslararası yazışmalarında en yakın destekçisi haline gelir.

Yeniden Rusya
1912 yılında Rusya’daki hareketlenmeler sonucunda İnessa Armand, gizli örgütlenmeyi yeniden yapılandırmakla görevli olarak Rusya’ya geri döner. Burada yürüttüğü çalışmalar sırasında sahte pasaport kullanmak suçundan yeniden tutuklanır. Bu kez sağlığını oldukça kötü etkileyecek olan şartlarda tutuklu kalır. Eşi Aleksandr, İnessa’nın bozulan sağlığından endişe duyarak yüksek bir kefalet ödeyerek hapisten çıkmasını sağlar. İnessa Armand, tekrar Paris'e döner. Lenin’e, Rusya’da kadınların örgütlenmesini kolaylaştıracak bir araç olarak kadınlara yönelik bir gazete çıkarmayı teklif eder. Lenin bu teklifi heyecanla karşılar ve Krupskaya ile İnessa’nın öncülüğünde bir ekip, Rabotnitsa (Kadın İşçi) gazetesi için çalışmaya başlar. İlk sayısı 8 Mart’ta çıkarılması planlanmış ve izni alınmış olsa da 8 Mart’tan bir gün önce hareketin önderleri tutuklanır. Yine de dışarda kalanlar tarafından ilk sayı tamamlanır ve basılır. İlk sayıda İnessa Armand’ın “Kadınların oy kullanma hakkı” ve “Kadın işçi ve sekiz saatlik işgünü” başlıklı iki makalesi yer alır. Rabotnitsa’nın toplam 7 sayısı yayımlanır ve ikisi toplatılır.

İnessa Armand bozulan sağlığına rağmen 1914 yılında Viyana’da toplanacak olan Uluslararası Kadın Konferansı’na hazırlanmaktadır. Bu arada Uluslararası Sosyalist Büro, Bolşevikler ve Menşevikler arasında uzlaşmayı hedeflediği bir konferans çağrısı yapar. Lenin’in II. Enternasyonel’in en yetkili kuruluna karşı koyması için Bolşevik Merkez Komitesi’ni temsilen görevlendirdiği üç kişiden biri İnessa Armand’dır. Lenin, konferans öncesinde İnessa Armand’a yazdığı mektupta kendisini bu zorlu görev için cesaretlendirir. Lenin’in yolladığı raporu İnessa çevirir, konferansta okur, eleştirilere soğukkanlılıkla karşılık verir ve görevini başarıyla tamamlar.

Savaş çığırtkanlığı karşısında savaş karşıtı tutumlarıyla Bolşeviklerin iyice yalnızlaştıkları dönemde İnessa, Lenin’in makalelerini Almanca, İngilizce ve Fransızca’ya çevirmeye devam eder, haberleşmesine yardım eder ve onun adına toplantılara katılır. Avrupa’nın çeşitli bölgelerindeki öncü kadınlarla düzenli haberleşmeye çalışır. Lenin’in İnessa Armand’a 1916 sonlarından 1917 başlarına kadarki dönemde yazdığı mektuplar, Birinci Dünya Savaşı boyunca uluslararası işçi hareketinin ve sosyal demokrasinin sorunlarının ele alındığı, Bolşeviklerin ulusal savunma ve savaş karşısındaki tutumları üzerine en önemli Marksist tezleri savunduğu tezleri içerir.

Ve devrim
1917 Şubat’ında ise Avrupa’daki Bolşevikler’e Rusya’dan çok güzel haberler gelir. Zaten bir devrim beklentisinde olan ve işçilerin ayağa kalkışı karşısında büyük bir heyecan duyan Lenin ve bir avuç Bolşevik, Rusya’ya geçmeye karar verir. Yıllar sonra Lenin’i Rusya’ya taşıyan trendeki 19 Bolşevikten biri de İnessa Armand’dır. İnessa da büyüdüğü topraklara ve ailesine, bu kez devrimci bir coşkuyla kavuşur. İnessa Armand’ın bundan sonraki yaşamında sadece devrim mücadelesi vardır dersek, yanlış söylemiş olmayız. Sadece kendi yaşamını devrime adamakla kalmaz çocuklarını da birer devrimci olarak yetiştirir.

Moskova’da kadın işçileri örgütleme çalışmalarına başlar. Kendisinin de içinde yer aldığı bir ekip, Rabotnisky (Kadın İşçinin Yaşamı) dergisini çıkarır. İnessa Armand’ın önerisiyle Moskova Parti Komitesi’ne bağlı kadın faaliyeti yürütecek özel bir komisyon kurulur.

İşçi sınıfının iktidarı almasının ardından, Moskova Ekonomi Konseyi başkanı görevine getirilir. Moskova Sovyeti Başkanlık Kurulu ve partinin Merkez Komite üyeliğine seçilir. Devrimden sonra kadın erkek eşitliği yasalarla garanti altına alınmış olsa da pratikte değişim zaman almaktadır. İnessa Armand, bu sorunları aşmak için mücadeleyi önüne koyar ve özellikle kadınlara yönelik propaganda faaliyetleri alanında sorumluluklar üstlenir. 1918 yılında Tüm Rusya İşçi ve Köylü Kadınları Kongresi toplanır. Bu kongrede partinin her komitesinin “Kadın İşçilere Yönelik Propaganda ve Ajitasyon Komisyonu” kurması kararlaştırılır.   Merkez Komitesi’ne bağlı Kadın Komisyonları’nın (Jenotyel), ilk yöneticisi İnessa Armand olur.

Sosyalizm ve kadın mücadelesi
İnessa Armand, partiyi kadın işçilerin en geri kalmış unsurlarıyla birleştirmek için “Kadın Delegeler Meclisi” oluşturulmasını ve partisiz kadın işçilerle düzenli toplantılar yapılmasını önerir. Kadınlara sadece propaganda ile ulaşılamayacağını, kadınların eylem içinde öğreneceğini ve dönüşeceğini düşünmektedir. Kadın İşçilere Yönelik Propaganda ve Ajitasyon Komisyonları’nın adı “Kadınlara Yönelik Faaliyet Örgütleri” olarak değiştirilir. Bu örgütlerin delegelerinin katılımıyla 15-17 Ekim 1919’da yapılan kongrede İnessa Armand’ın sunduğu rapordan bir kesit şöyledir: “Görevimiz kadına sahip olduğu gücü nasıl kullanacağını öğretmek, bu gücü artırmak ve kadının kendine güvenini kalıcılaştırmaktır. İşte bu nedenle ajitasyon çalışmalarımız sadece çağrı yapmakla sınırlı kalamaz. Yönümüzü hayatın dayattığı koşullara göre saptayarak, kadın işçilerin devrimci enerjisine uygun alanları sürekli genişletip, onları belirgin bir devrimci mücadele biçimine yöneltmek ve biçimlendirmek zorundayız. Böylece sadece öncü kadın işçileri değil, kadın yığınlarını da etkileyerek harekete geçireceğiz.”

Kadınlara Yönelik Faaliyet Örgütleri’nin 28 Mart 1920’de gerçekleşen II. Kongresi’nde kadınları daha fazla bilinçlendirmek için Kommounistka (Komünist Kadın) isimli bir derginin çıkarılmasına karar verilir. İnessa Armand tüm bu çalışmaları hiç soluklanmadan, gücünün sınırlarını zorlayarak sürdürmektedir. Herhangi bir işçiden farklı olanaklara sahip olmayı reddeden İnessa Armand, yoldaşlarının anılarında aktardıklarından anlaşıldığı üzere çok kötü koşullarda yaşamaktadır.

En sonunda, bozulan sağlığını toparlaması için yoldaşlarının özellikle de Lenin’in zorlamasıyla Kafkasya’ya gitmeye ikna olur. Tedavi sürecinde bulunduğu bölgede karşı devrimci çetelerin saldırısı karşısında parti tarafından bölgeden çıkarılma talebini; ağır hastalar, kadınlar ve çocuklardan önce bölgeden ayrılmayacağını söyleyerek reddeder. Tahliye öncesi toplandıkları salonda bekleyenlerin ısrarına karşı koyamaz ve onlar için piyano çalar. Bu İnessa’nın parmaklarının piyanonun tuşlarına son dokunuşu olacaktır… Dönüş yolculuğunda verdikleri bir molada yoldaşlarıyla yerel bir toplantıya katılır. Yolculuk devam ederken hastalanır, koleraya yakalandığı anlaşılır. Kendisine yardım etmek isteyen doktor yoldaşının hastalığı kapmasından endişe duyduğu için kendisinden uzak durması konusunda ısrar eder. Yoldaşları onu dinlemese ve yaşatmak için çabalamaya devam etseler de İnessa Armand 24 Eylül 1920’de yaşamını yitirir.

İnessa’nın ardından

Ölümü, yoldaşları ama özellikle de yakın dostları Lenin ve Krupskaya için beklenmedik ve yıpratıcı olur. Cenazesinde kadın çalışmalarını birlikte yürüttükleri Kollontay, yoldaşını şu sözlerle uğurlar: “Rusya’da onun adının ve düşüncelerinin bilinmediği bir yer yok… Binlerce kadın işçi onun kahramanca yürüttüğü mücadeleyi sürdürecek ve onun gibi komünizme yürüyecek.”

İnessa Armand’ın kısaca özetlediğimiz yaşamı, sosyalizme olan inancını ve devrim mücadelesi ile yaşamı arasındaki bağın gücünü ispatlıyor.   Kadının kurtuluşu yolunda verdiği azim ve umut dolu mücadele, erken ölümünün ardından meyvelerini verdi. Jenotyel, Rusya’nın en geri kalmış topraklarındaki kadınlara bile tek tek ulaşmayı başardı. Kendisinden bayrağı devralan yoldaşları, sosyalizmin inşası sürecinde kadının varlığının öneminin farkında olarak mücadelelerini sürdürdüler. Ve Sovyetler Birliği’nde kadınlar, tarihin en büyük kazanımlarını elde ettiler.

İnsanlara olan sevgisi, sabrı ve bitmek bilmeyen çalışma azmi ile yoldaşlarının gönlünde ayrıcalıklı bir yer tutmuş olan İnessa Armand, hayal etmekten ve mücadeleden hiç vazgeçmedi. Partinin merkezi kurullarında almış olduğu önemli sorumluklara rağmen kendisine en ufak bir ayrıcalık tanınmasına yaşamının son anına kadar göz yummayan bir eşitlik ve adalet bekçisiydi. İnessa Armand’ın yaşamına bugünden bakıldığında saygı ve hayranlık duymamak elde değil. İnessa   Armand, ölümünden yüz yıl sonra bile etrafına umut ve heyecan saçmaya devam ediyor.

Bu yazıda Lenin tarafından İnessa Armand’a yazılmış mektuplara ve Fransız komünist Jean Freville’in “Bolşevik Devrimi’nin büyük kadını- İnessa Armand” isimli   kitabına sıkça başvuruldu. Freville, İnessa Armand’ın biyografisini yazarken; Devrim Müzesi, Moskova Tarih Arşivleri Enstitüsü ve Marksizm -Leninizm Enstitüsü’nün kaynaklarından, İnessa Armand’ın yaşamına tanıklık edenlerin ve Marksizm -Leninizm Enstitüsü’nde çalışan kızı İna Armand’ın verdiği yayımlanmamış bilgilerden yararlanmış.

https://sol.org.tr/haber/inessa-armand-hala-umut-ve-heyecan-sacmaya-devam-ediyor-15306



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.09.2020- 04:17


Koşullar uygun hale geldiğinde yani ''anayurt savunması'' söz konusu olduğunda solcuların bu sürecin dışında kalması düşünülemez. Sürecin uygun hale gelmesinden kasıt da emperyalizmin o ülkeye yönelik hamleleri, teorikte ve pratikteki saldırılarıdır. Sol anayurdu savunmaz, anayurt bir burjuva kavramdır ve ulusun başında burjuvazi var gibi akıl dışı gerekçelerle sınıfın enternasyonalist çıkarlarından yana çıkıyormuş algısı yaratmaya yönelik bir tavrın en hafif deyimiyle anlamı cahil cesaretidir ve başka da bir şey değildir. Ne yazık ki sanallık bu tür bir cehaletin sol ve enternasyonalist   görünümlü bir örneğini karşımıza çıkartabiliyor. Ezberci, kolaycı belli bir (sol) bilgi ve mantıktan uzak bu örneklerin solcu-sosyalist örneklermiş gibi ileri sürülmesinin toplumda bir karşılığı olduğunu da düşünmüyorum. Arızı bir durum olarak değerlendirilebilir ve ciddiye alınmayabilir...

Özellikle reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte liberalizmin solun üzerindeki baskısını arttırdığı dönemde sosyalizm, jakobenizm ( ve ülkemizde laik) cumhuriyet düşmanlığı temelinde geliştirilmeye çalışılan bir sol(!) ortaya çıkmıştır ki, bu söylem içeride doğrudan veya dolaylı AKP, dışarıda ise yine doğrudan veya dolaylı olarak emperyalizm yanlısı bir tutum almıştır. Görünürde askeri vesayet ve Kemalizm karşıtlığının AKP'ye, Saddam, Kaddafi ve Esad diktatörlüğü kavramıyla da emperyalizme alan açıldığının bir türlü ayırdına varılamamıştır. Yetmez ama evetçilik ve boykotçuluk da bu sürecin doğru okunamamasının bir sonucu ortaya çıkmıştır. Tıpkı emperyalizm bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırır ve buralarda her türlü acıyı ve zulmü bölge halklarına yaşatırken ''ama Rusya da emperyalist'' gevezelikleriyle enternasyonalistlik yaptığını sanan şarlatanlar gibi...

Hepsi yaşandı   bu ülkede...

Bugünlerde çekilen sıkıntıların ve içine yuvarlandığımız karanlık rejimin sorumlusu sadece AKP değil, diyorsak nedenlerini biraz da buralarda aramak gerek. Hata elbette yapılabilir, karşılığı çok büyük acılara mal olsa bile bu tür yanlışlıklar insan denilen varlığın belki doğasına da uygun. Ama sanki hiç hata yapılmamış gibi, sanki yanlış tarafta sürekli bir yanlışlıklar trajedisinin tarafı olmamış gibi yola devam eden bir cahil cesareti var ki, insanı gerçekten hem şaşırtıyor ve hem de üzüyor. Demek ki bu tipoloji -üç beş kişi de kalsa- her zaman var olacak...Ne yaptıklarını, neyi savunduklarını, söylemeye çalıştıklarının ne anlama geldiği ve karşılığının ne olduğunu o zaman da bilmiyorlardı ve şimdi de farkında değiller.

Tekrar olacak; ciddiye almamakta yarar var.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 3 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2]   3   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Benzer konu yok
Etiketler   Leninden,   İnesa,   Armanda
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS