SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Birlik Üzerine           (gösterim sayısı: 9.650)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 25.11.2017- 09:47


Birlik üzerine - I

Ercan Gündoğan



Modern sosyalizmde ilk ayrılık ne zaman yaşandı? Ayrılıklara neler neden oldu? Ayrılıklar ayrılıklara nasıl yol açtı? Sadece Türkiye sosyalist hareketinde değil, uluslararası ve tek tek ulusal sosyalist hareketler arasında da bolca tekrarlanan ayrılıklar vardır.

İlk ayrılık, bilgimiz dahilinde, eski ve yeni sosyalizm arasında oldu. Eski sosyalizm içinde ütopikler ve anarşistler vardır. Marksizm, iki sosyalist akımı da kendine rakip olarak gördü, haklı olarak, ve küçültmeye, yoketmeye çalıştı. Ütopya ve anarşizm, modern sosyalizmin Marksistleşmesiyle birlikte, ya marjinalize edildi, ya küçümsendi, ya da kötülendi.

Sosyalizmin Marksistleşmesi, ilk muhalefeti, evrimci, parlementarist sosyalizmle, Berştaincılıkta görmüştür. Bugün kullanılan anlamıyla, sosyal demokraside.

Marksist sosyalizm, Leninizm ile takviye edilip, uluslararası bir güç haline geldi. Ama, kendini yarattığı, güçlendirdiği dönemde, Troçkizm muhalefetiyle karşılaştı. Sonra Çin devrimiyle birlikte, Maoculuk gelişti. Maocular kendilerine “çağın Marksizmi-Leninizmi” demişlerdir. Bir de, Küba devrimi, Marksist-Leninist denilmekle birlikte, devrimci mücadele yöntemi nedeniyle, Kastrocu, Geberacı olarak, ayrı bir akım olarak da tanımlanmıştır.

Bölünmelerin bir nedeni, aslında sosyalizmin uluslararası gelişiminin bir sonucuydu da. Sosyalizm büyüdükçe, kendi içinde, renklere, tonlara, ayrılıyordu. Bir ayrım da, Marksizm-Leninizm'e almaşık olarak, Avrupa'dan geldi: Avrupa-komünizmi!

Hızla anımsatıp, bazı sonuçlara ulaşmak istiyoruz.

Mevcut çizgiler geliştikçe, kendi içlerinde, yeni akımlara da yol açtılar. Titoculuk ve Yugoslavya'nın anarşizm ve Marksizm-Lenizm'i birleştirmeye çalışması. Maocular içinde, Enver Hocacılar'ın gelişmesi.

Tüm bu çizgiler içinde de renkler ve tonlar vardır ve her biri, ulusal, coğrafi özelliklerin bir ürünüdür. Aslında, sosyalizm uluslararası bir güç haline geliyor ve bizzat bu nedenle, ulusal renklerle çizilmiş, sosyalizmler ortaya çıkıyordu. Zorunlu olarak öyledir, çünkü, uluslar olmadan, uluslararası dediğimiz herhangi bir olgu gelişemez.

Ancak, bu ulusal ve uluslararası olguları içinde, “Uluslararası” olgusunun içinde de bölünmeler olması, yaşamsal bir sorun olarak gelişmiştir. Kastetiğimiz, Sovyetler Birliği'nin önderliğine karşı, Çin'in ABD ile işbirliği içinde, yeni bir uluslararası sosyalist önderlik peşinde koşmaya başlamasıdır. Sanıyoruz Maoculuğun pek çok meziyetine rağmen ideolojik iticiliğe sahip olmasının esas nedeni budur. Uluslararası sosyalist hareketi bölmüş, ABD ile işbirliği yapmış, üstelik bir de, 1970'lerin sonunda, kapitalist restorasyona başlayacak kadar, yıkıcı hale gelmiştir.

Her bölünme, demek oluyor, masum değildir.   Yüzeyde görünen ve bölünmeye yolaçan strateji ya da kuram tartışmalarından önce, başka bir sorunla karşılaşıyoruz: Sınıflar!

Marks, fraksiyonlar düzeyinde şöyle bir tespitte bulunuyordu: Hareket küçük burjuva ögelerden oluşuyorsa, bölünmeler oluyor. Burada biz sadece küçük burjuvaziye ve sadece parti içinden gelişen fraksiyonlaşmaya değil, aslında, tüm sosyalist hareketler için, bu sınıf sorununun geçerli olduğunu düşünüyoruz. İster bir parti, istersek ulusal sosyalist hareket, istersek de, uluslararası sosyalizm için. Sınıflar, sınıf ideolojisi, sınıf çatışması, sosyalistlerin kendi ilişkileri ve örgütleri için de geçerlidir.

Bu tespitimizi, gözlemimizi, kolaylıkla tarihe uygulayabiliriz. Avrupa sosyalizminin önce sosyal demokrasi sonra Avrupa sosyalizmi olarak içinden geliştirdiği akımlar, açıkça, kapitalist Avrupa ülkelerinin işçi sınıfı ve küçük burjuvazisi kapsamında anlaşılabilir. Anlamak için, Lenin'in “işçi aristokrasisi” kavramından başlayıp, bu kıtada gelişen sendikalizm, refah devleti uygulamalarına bakmak yeterlidir. Devletin sınıflar arası ilişkileri düzenlemeye çalışması, hakemlik yapması, liberal demokrasinin nimetlerinin her sınıf için anlamlı ve verimli olduğunun yaygın kabulü.

Aynı sınıfsallık, Maoculuk için de geçerlidir. Çin köylüdür. Batıya yakın, sanayisini kurmuş, işçi sınıfı temelli sosyalizm yapan Sovyetler Birliği ile anlaşması, onun önderliğini kabul etmesi beklenemezdi. Çin için, halk, ulus, yurtseverlik, hatta devlet, sınıfın önündedir. Köylü bir toplumdur ve köylülerin temel gücüyle “sosyalist devrim” yapmıştır.

Enver Hocacılığı uzunca yazmaya gerek yok. Avrupa'nın en geri ve en köylü toplumudur ve ulusal sorununu, Arnavutlar kapsamında, çözememiştir. Sovyetler'den kopan Çin'den kopacak olması, zaten bellidir.

Yugoslavya'ya gelince, hem ileri, hem geri bölgeler, hem de ulusal bölünmeler üzerine inşa ediliyordu. Devlet ve ordunun denetimiyle, ekonomik güç, farklı bölgelerde toplanmıştı. Avrupa ve Sovyetler Birliği arasında sıkışıp kalmış, ama en azından “bağımsız” olmaya çaılşmıştır. Ancak, Marks ve Lenin'den çok, anarşist sosyalistleri kendine kuramsal ve ideolojik önder olarak görmüştü. Avrupa'ya yakın “burjuvazisi” ile Balkanlı “köylülük arasında kalmış, işçi sınıfını iktidara getirmemiştir.

Ülkeleri, uluslararası sistemi bir tarafa bırakıp, aynı düşünme biçimimizi, sosyalist partiler arası ve bu partiler içi bölünmeler için tekrar edelim. Ama, yukarıda kullandığımız iki ölçütü tekrar ederek.

Bölünmeler, hem hareketin büyümesinden, hem de, “sınıf” nedeniyle olmaktadır. Büyüme etkisi, liderlik ve bölüşüm sorunu yanında, karar alma sorunu yaratır. Sınıf ise, burada “küçük burjuva etkisi” diyebiliriz, kesinlikle bölünmeye yol açar. Bu sınıfın ideolojisi, alışkanlıkları güçlüyse, sınıflar değil, kişiler, gruplar ön plana çıkacaktır. Genelin yerine, ayrıntılar, stratejinin yerine taktikler, düşünceler yerine tarzlar, öncelik kazanır. Parti, parti olmaktan çok, klübe, ya da laik bir tarikata benzer.

Sınıf nedeniyle bölünme, parti içinde varolan, işçi sınıfı, küçük burjuvazi ve dışarıda kalan burjuvaziye bakış açılarının farklılaşması nedeniyle de gerçekleşir. Sınıfın üstüne örtülen kimlikler, gelişme seviyeleri, her şeyden önce, dost, düşman, yakın, uzak, ayrımları üzerinden ele alınır ve bölünmelere neden olur. Aynı zamanda, sosyalist hareketin üst kadroları ile taban arasında ciddi ayrımlar söz konusuysa ve bu nedenle öncü partinin öncü kadrosu tartışma konusu ise, bölünme kaçınılmazdır.

Uluslararası, ulusal, ya da tek bir parti için, bu düşüncelerimizin geçerli olduğunu düşünüyoruz. Büyümeyle birlikte sınıflar, kaçınılmaz biçimde bölünmelere, ayrılıklara, yol açar. Öte tarafta ise, sınıflardan çok, bizzat “küçük burjuvazi”, bölünmelerin nedenidir. Nedeni bir taraftan derindir, ve bu sınıf üzerine ne kadar çok yazılsa o kadar iyi olur. Nedeni ama, basittir de: Bu sınıf gerçekten de, pek çok özelliği nedeniyle, “küçük”tür. Büyük düşüncelerin arkasında her türlü küçüklüğü görmek olanaklıdır. Arada kalmıştır, ama, hep yukarıya doğru meyleder. Politik, bürokratik ve entelektüel kesimleriyse, feci derecede kariyeristtir.

Bu yazının başlığı “Birlik üzerine”dir. Bu nedenle, konuya, “bölünmeler” üzerine yazarak başladık.

Devam edeceğiz. “Birlik üzerine-XI”e kadar.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 02.12.2017- 09:54


Birlik üzerine - II

Ercan Gündoğan


Geçen yazımızda, ayrılıklarla ve “makro” düzeyde başladık. Hatta kısmen “yapısal” bazı açıklamlar da getirdik. Makro düzey, Uluslar arası sosyalizm içi bölünmelerdi. Ama, bu makro nedenler, yapısal nedenlerle biraradaydı. Sosyalist harekete, örgütlenmeye “küçük burjuva” unsurlar hakimse, bölünme kaçınılmazdır, dedik. Bunun yanında, sosyalizme, üç sınıftan biri, yani, köylülük, işçi sınıfı ve küçük burjuvazi,   ayrı, “ulusal görünümlü” bir bölünme etkisi daha yaratıyordu. Örneklerimiz, Avrupa komünizmi, Sovyetler’in Marksizm-Lenizmi ve Çin’in Maoculuğu idi. Sosyalizmin dayandığı sınıf çıkarları, diğer sınıflarla ve devletle, farklı ilişkiler yaratıyor, böylece, renkler ve çizgiler ortaya çıkıyordu. Bölünmeler yönelik bir diğer açıklamamız da, bizzat örgütlenme ve hareketin büyümesinden kaynaklanan, aslında örgüt liderliği ve psikolojisiyle ilgili dinamikti. Hareketin öncüleri arasında geçen mücadele ve kavga... Bu da mikro dinamiktir.

Birlik dediğimiz, ittifaktan öte bir durumdur. İttifakta, farklılıklar açık olup, geçici işbirliğine giriyoruz. Müttefikler kendilerini bütün içinde eritmiyorlar. İttifakların vadesi vardır ve bir süre sonra bitiyorlar. İttifakın en gevşek ve geniş haliyse, cephe olarak adlandırılıyor. Burada, müttefiklerin birbirlerine yönelik oldukça fazla “taviz” vermeleri gerekiyor. İdeolojik ayrılıklar bitiyor, politik bir birliktelik, yanyanalık oluşuyor. Ancak cepheler, büyük tarihsel düşmanlara karşı, genelde “savaş” durumlarında, gelişebiliyor. Faşizme karşı halk cephesi örneğinde olduğu gibi.

Modern demokrasilerde birlikteliklere en uzak biçim, aynı zamanda en yaygın olanı, seçim ittifakları ya seçimlerde verilen tek taraflı desteklerdir. Destek, hiç bir biçimde, ittifak değildir, birliktelik içinse, sadece bir “jest”, sadece bir “mesaj”dır.

Birlikteliklerin, ittifaktan fazla, hatta onun nitelik olarak ilerisinde olduğunu söyledik. Ünlü “işçi-köylü ittifakı” bile, adı üzerinde bir birlik, birliktelik, değildir. Ortak sınıf çıkarı nedeniyle biraraya gelinmiştir. Bilindiği üzere bu ittifak, en sağlam biçimiyle ilk Sovyet devriminde kurulmuş ve yine bu devrimin bir aşamasında da “bozulmuştur”. Bu türden bir sınıf ittifakı kurulması da bozulması gibi, iki farklı devrime işaret etmektedir.

Birlikteliklerin demek oluyor, ittifaktan daha fazla olması için, sınıflar arası, ideolojiler arası değil, “içi” olması gerektiği açık hale geliyor. Açıkça yazalım: Birlikte olmak için, aynı sınıf, aynı ideoloji, aynı zamanda zorunlu olmamamakla birlikte, aynı örgüt içinde olmak gerekiyor.

Bu yazıların amacı, en azından “birliktelik” ile “ittifak” arası bir konumun nasıl yaratılabileceği üzerine düşünmek ve önerilerde bulunmaktır.

Sovyet sisteminin 1980’lerin ortalarından itibaren çökmeye başlaması ve Çin’in kapitalist restorasyonda zaten ilerlemekte olması en azından Türkiye için, “makro” ayrımların bittiği anlamına geliyor. Ülkemizde sanıyoruz, artık Sovyetçilik, Pekincilik türünden ayrımların anlamının kalmadığı kabul ediliyor. Ayrımların tarihi üzerine yapılan tartışmaların, geleceğe yönelik yeni ayrımlara yol açacağını ise düşünmüyoruz. Türkiye’de 1960’ların ortasından itibaren geliştirilmeye çalışılan “sosyalist devrim” ve “milli demokratik devrim” tezleri bu gün hangi biçimde savunulursa savunulsun, ikisinin de geldiği “aşama”; politikada, ekonomide ve dış politikada, şu ortak gözlem ve tespitlere dayanmalı diye düşünüyoruz:

1) Politik düzeyde, Türkiye, demokrasisi, laikliği, hukuk devleti nitelikleri itibarıyla, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ile karşılaştırıldığında, oldukça geri bir “aşamada” bulunuyor;
2) Ekonomik düzeyde, Türkiye ekonomisi, hala ithalata bağımlı, “montaj” ağırlıklı, yetersiz döviz üreten zayıf “ihracat yönelimli” bir üretim yapısına sahip olup, hala tarihsel anlamda, “kalkınma” sorunu olan bir ülkedir. “Büyüme” tartışmalarıyla zaman kaybetmektedir;
3) Türkiye dış politikada, geleneksel ittifak ilişkileri İslamcı hükümet tarafından zedelenen, kısmen yıkılan, “yön” ve “taraf” sorunu yaşayan bir ülkedir. Türkiye'de, dış politika iç politikanın uzantısı olmuş, dış politıka iç politikanın merkezine yerleşmiş, iç-dış ayrımı kalmamış bir ülke haline gelmiştir.

***

“Sosyalist” ya da “milli demokratik” devrim tezlerinin ortak yönlerinin artmış olmasında tek neden sadece takibedilen sosyalist devletlerin her ikisinin de sosyalizm tarihlerinin bitmiş olması değildir. İki tezin savunucuları da, artık uluslararası bir “model”den mahrumdur. Eğer tarihsel modeller üzerine akademik tartışma tartışma yapılmıyorsa.

Türkiye'nin demokrasisi, ekonomisi ve dış politikası düşünüldüğünde her iki tezi savunanlar için ortak zemini şu “stratejik” tespitler oluşturabilir:

Türkiye “burjuva demokratik devrimini” sadece “burjuva devrimi” anlamında tamamlamış, “demokratik” anlamda eksik bırakmıştır. Nedeni hem Kürt sorununu olağan yöntemlerle çözememesi, hem de, 1960 sonrası sosyalist hareketin hızlı ve “korkutucu” yükselişidir. Bu iki sorunu çözememek, ya da “zorla” çözmeye çalışmak, geçmişte ve bugün olduğu gibi, sonrası için de yeni “belalar” getirecektir.

Türkiye burjuva devrimini tamamlamakla, sadece “burjuva iktidarını” kurmuş oldu. Ancak, burjuvazi, uluslararası güce sahip büyük devletlerin burjuvaziyle karşılaştırıldığında, “küçük burjuva” görünümündedir (Burada Marks’ın Fransız burjuvazisini İngiliz burjuvazisiyle karşılaştırmasını anımsayalım).
“Milli burjuvazi” her kapitalist ülkede vardır, ama, Türkiye’de mili burjuvazinin gücü ve büyüklüğü ile demokrasinin ilerletilmesinde alacağı rol konusunda bazı netliklere ulaşmak gerekir. Çünkü, “sosyalist” ve “milli demokratik” devrim ayrımlarının önemli bir nedenidir. İkinci maddede belirtildiği gibi, “Türkiye” burjuvazisi “büyük devletlerin burjuva sınıflarına göre”, “küçük burjuva sayılabilir. Ayrıca, hem millidir, çünkü esas sermaye birikimini “dışarıda” değil, “içeride” gerçekleştirmektedir, hem “kompradordur”, hala pek çok sermaye grubu “ajentalık” ilişkisi içindedir,   hem de “uluslararası” bağlantı ve ilişkiler kurmuş önemli “katmanlara” sahiptir. Ayırca, tıpkı sektörel ayrımlar gibi, burjuvazi tek bir parti ve ideolojiye sahip olmayıp, cografi olarak da i”homojen” değildir. Bunların yanında, uluslararası burjuvaziyle kurulan ilişkilere ve bağlantılı olduğu dış pazarlara göre, farklı dış yönelimlere de sahiptir.   Burjuvazi, işçi sınıfı gibi, bir sınıf olarak “homojen” değildir. Daha açık yazalım, Türkiye’de “bağımlılık”tan çıkarı olan burjuvazi de vardır, olmayanı da. Hem pratikte hem kuramda, daha bilimsel ve daha önemli bir nitelik de, şudur: Burjuvazi sahip olduğu sermayeyle, “hareket” etme yeteneğindedir. İstediğinde, yer, sektör ve “kimlik” değiştirebilir.

Hem sosyalist devrim hem de milli demokratik devrim ayrımının anlamsızlaşması, bizi “yerel” (isteyen milli, isteyen, bölgesel, isteyen ulusal, diyebilir) özelliklere sahip sosyalizm kavrayışına götürür. Ancak, gelecek devrimin stratejisinde en önemli ögemiz, işçi sınıfıdır. Bu sınıfın neden homojen olmadığını açıklarken, sadece burjuvaziyle ilgili olarak yukarıda yazdığımıza bakılabilir. Bu sınıf da, yer, kimlik, sektör biçiminde farklılaşmıştır. BU sınıfın burjuva sınıfndan en önemli farkı, sermayenin sahip olduğu “mrkansal” hareketliliğe sahip olmaması, hareketinin sermaye hareketine bağımlı olmasıdır. Ayrıca, işçi sınıfı, görece mekansal hareketsizliği nedeniyle, “ulusal”, “bölgesel”, “yerel” karakterlere sahiptir.

İki devrim tezi ya da stratejisi içinde, işçi sınıfını zayıf ya da güçlü görmek, ya da, aynı nedenle, harekete “sınıf öncülüğü” yapıp yapamayacağı tartışması da, artık tarihsel anlamını kaybetmiştir. Sorun artık, örgüt ve dışarıdan bilinç sorunu dışında bir şey ifade etmiyor. Ama, paradoksumuz şudur: İşçi sınıfı nicelik ve üretkenlik seviyesi açısından güçlü olmakla birlikte, sınıf hareketini yaratabilecek ve kendine “sınıfsal” anlamda “öncülük” yapabilecek ideolojiye ve örgüt olanağına sahip değildir.

Yukarıda “tez” olarak yazdıklarımız geliştirilip daha “incelmiş” hale getirilebilir. Ancak yazdıklarımız açıkça bizi şuraya yönlendiriyor:
Türkiye’de ihtiyaç, Aristoteles gibi yazalım, bir altın oran, golden mean, bulmaksa, bu oran, Lenin ve halk, kitle ile sınıf arasında bulunmalıdır. Böyle bir olanak, Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 seçim başarısının hemen arkasından yakalanabilirdi. Yakalanamadı. Ancak, o türden bir konjonktür bir daha olamayacak olsa da, gerekli “altın oran”ın nasıl olacağı o dönemde ortaya çıkmıştır.

Bu altın orana, Leninist bir Türkiye İşçi Partisi diyelim şimdilik. Ama, her ikisi de, Lenin de, Türkiye İşçi Partisi de, yenilenmiş ve yepyeni bir “altın oran” içinde, birleşmiş halde. Daha açık ve somut, hatta kişi zikrederek yazalım: Mehmet Ali Aybar ile Mihri Belli'nin parti yönetiminde olduğu, Dev-Genç muhalefetinin partinin içine alınabildiği, belki bu nedenle de, Mahirlerin, Denizlerin kendi “ordularını” kurma gereği duymadıkları bir Leninist TİP.

***

Yazıyı okuyanların bir kısmı “ne bu saçma-lık”, diyecektir, biliyoruz.
Ama, amacımız, “birliktelik”tir.   “Saçma-lıklar” birliğe yol açarsa, neden olmasın?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 09.12.2017- 01:09


Birlik üzerine - III - Ercan Gündoğan


Bir önceki yazımızda , Türkiye’de burjuva devrimin tamamlanmakla birlikte, demokratik devrimini eksik bırakmıştır demiştik. Büyük tarihsel devrimler düşünüldüğünde, “anormal” sayılamaz. Devrimler bir sürece işarete eder. Aşamalar, süreklilik, restorasyon, yükselme biçiminde ifade edilecek dönemlere de ayrılabilir. Ve, her devrim, kendi özelliklerini taşır. Bir burjuva devrimi, ulusal bağımsızlığa yol açan bir devrim de olabilir, parlamentonun üstünlüğü ve hatta “egemenliği” ele geçirdiği bir devrim de. Bir burjuva devriminin zorunlu ve kendiliğinden “demokratik” niteliğe sahip olması, içinde demokrasi talebi olmasına bağlıdır. Bir de, demokrasinin genel ve kuramsal, ya da, özel ve pratik olarak anlaşılıp anlaşılmadığına. Şunu ifade etmek istiyoruz. Örneğin 1908 Jön Türk Devrimi, 1923 Anadolu Devrimi, demokratik devrimin biçimsel, ideolojik ve hukuki yönüyle başarılıdır.İlki monarşinin yetkilerini azaltmış, modern ideoloji ve partilerin gelişmesine olanak sağlamış, diğeri monarşiyi tümden kaldırmış, ama tek partili de bir yönetim benimsemiştir. En önemli katkısı da, kısmen başarısız olsa da, laiklik politikasıdır. Bireyin ve toplumun dinin etkisinden kurtarılmasında önemli başarılara imza atılmıştır. 1960 sonrası ise, yine büyük ölçüde biçimsel düzeyde demokrasinin tamamlanmasıdır. Getirdiği haklar ve özgürlüklerin bir süre sonra saldırıya uğraması, demokrasinin içinden sosyalizmin gelişmeye başlaması nedeniyledir. Sosyalizm talebinin gelişmesi, demokratik devrimin tamamlanmadığını değil, devrimin bu kapsamda, sınırlarına gelmiş olduğunu gösterir. Tamamlanmıştır, ama eksik ve kusurludur.    

En önemli eksik ve kusur ise, demokrasimizin “işçi sınıfını” dışlayan bir demokrasi olmasıdır. Bu dışlama olduğu sürece de, eksik ve kusurlu olmaya devam edecektir. Zaten, demokrasi ve sosyalizm ilişkisi de bu tespit üzerine kurulabilir ancak. Demokrasimiz “işçi sınıfını”, örgütleri ve ideolojisiyle benimsemeye başlarsa, bu demokrasinin sosyalizmle karşı karşıya geleceği anlamına gelir. Bizim demokrasimiz de bu meydan okumayı kaldırabilecek derinlikte, esneklikte, değildir.

Demokrasimizin sosyalizm için anlamı, durumu, olanağı budur. Bu konuda aynı düşüncede olmamak için, bir yerlere savrulmuş olmak gerek diye düşünüyoruz. Demokrasimiz eksik ve kusurludur ve sosyalist mücadele için anlamı ve önemi, “sosyalist devrimci mücadele” olmadan kendi dinamikleriyle kendini geliştirip yeterli düzeye gelmek anlamında, “tamamlanamayacağıdır”.

Avrupa’da, demokratik gelişimin, uzun bir tarihi var ve orada tamamlandı bu devrim derken, kastedilen, bireyin feodal bağlardan kurtulması, “liberal” ve sonra sosyal ve ekonomik haklarla donatılmış olması, devlet otoritesine karşı korunması, dinin de yönetici ve politik bir güç olmaktan çıkmasıdır. Bugün bile yeni hak taleplerinin olması, demokrasinin “derinleşmesi” ile ilgilidir, “tamamlanmamış” olmasıyla, değil.

Türkiye sosyalist hareketi için, demokrasinin pek çok   gereği, çoğu biçimsel ama gereklidir, Kemalist Devrim ile gerçekleşmiştir. Ancak bizim demokrasimiz, “ulusal bağımsızlık”, “ulusal irade”, “ulusal pazar”, “ulusal kültür ve dil” gibi “ulusal demokrasi” düzeyinde kalmıştır. Hem tüm yurttaşları ve sınıfları kapsayacak biçimde genelleşememiş, hem de “bireye” yönelememiştir.

Sosyalizm için “birlik” arayışımızda Kemalist Devrim’in birleştirici “demokratik” yönleri yanında, “ayırıcı”, hatta “bölücü” özelliklerinin olduğunu belirtmek gerekir. Kemalist dönemin son derece otoriter ve dışlayıcı olduğunu biliyoruz. Otoriterdir, “gerici” güçlere karşı böyle olması gereklidir, ancak, kendisi dışında herhangi bir “ilerici” örgütlenmeye de izin vermemiştir. “Türk” olmak Anadolu öncesinde de olan bir etnik kimlik olduğu halde, “ulusal” ve “kültürel” bir yurttaşlık ve devlet kimliği olarak kabul edilmiş, baskın ve çoğunluk da olsa, bu “etnik” kimlik” üzerinden “ortak” ve “ulusal” kimlik geliştirilmeye çalışılmıştır.   “Kürt Sorunu”nun “devam ettiren” Kemalist sorun budur. Kemalizmin bu yönü, açıkça, solu, sosyalizmi “bölen”, “ayıran” temel nedenlerden biridir. Ayrıca, “Kürt Sorunu”, Doğu bölgelerimizde yaşayan yurttaşlarımızı düşünürsek, “İslamcılık” sorunun da bir nedenidir.

Kemalizmin sosyalistler için “birleştirici” unsur olması, anlaşılacağı üzere, sadece ve sadece, Türkiye demokrasisinin gelişiminde, o da “ulusal” anlamda, önemli bir yere sahip olduğu, bu kapsamda katkı yaptığı kabulünün ötesinde olanaklı değildir. Kemalizme daha fazla önem vermek, ancak sosyalistlerden çok, genel olarak “sol” hareketin birleştirici bir kabulü olabilir ancak. Kemalizme demokrasiye yaptığı katkı nedeniyle saygı duymalı, oldukça eksik ve kusurlu olduğu belirtmeli ve onu kendi haline bırakmalı diye, düşünüyoruz. Bir Fransız Marksisti, ya da sosyalisti için, bir Maximilien Robespierre ya da Napeleon Bonaparte, kendi hallerine bırakılmış, kusurları ve başarısızlıkları yanında tarihsel katkıları bilinen karakterlerdir. Daha fazlası değil!

Sosyalistlerin mezarlıklarla daha çok entelektüel, akademik ve bilimsel nedenlerle ilgilenmelerini, politika yaparken “yaşayan” insanlara daha fazla yönelmelerini öneriyoruz.

***

Bizleri neler birleştiriyor, neler bölüyor, devam edeceğiz...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 16.12.2017- 09:03


Birlik üzerine - IV - Ercan Gündoğan


Birlik derken öncelikle sosyalistlerin birliğini düşünüyoruz. Genel anlamıyla "sol" birlik konusuna da elbette değineceğiz.

Sosyalistler için artık Maoculuk ve Sovyetler Birliği'nin Stalin sonrası dönemiyle ilgili olarak yapılan “revizyonizm” tartışması da “politik” önemini kaybetmiştir. Stalin-Troçki tartışmasına gelince, her şeyden önce Sovyetler Birliği ve SBKP içi bir tartışma ve kavgaydı. Troçki'nin tasfiyesiyle konu “içeride” kapandı. Ama, uluslararası alanda bir Troçkist Sovyet ve Stalin eleştirisi geliştirildi. Dediğimiz gibi, konu özellikle parti içi, ülke içi bir tartışmaydı. Ancak, uluslararası alanda Stalin ve Sovyetler Birliği karşıtlığı ve eleştirisinin önemi malzemeleri Troçkistlerden geldi.

Stalin-Troçki tartışmasında “ihanet” tartışması yapmak ideolojik olabilir, ama, ne kadar bilimsel ve kuramsaldır, düşünmek gerek. Düşünülmesi gereken bir başka konu da, Troçki'nin Sovyet Devrimi'nde büyük bir paya sahip olduğu gerçeğidir. Hem “sürekli devrim” kuramı, hem de Kızıl Ordu'yu kurup yönetmesi, herhalde yeterli tarihsel katkılardır. Ama, sonrası, bizim için parti içi, ülke içi bir kavga olarak görülmeli ve her şeye fazla dahil olunmamalıdır.

Zaten Türkiye sosyalizmi içinde, Troçkizmin ağırlığı da bulunmuyor. Bu nedenle, ayırıcı ve bölücü bir konu değildir.

Bizim için bölücü olmayan bir konu da, bizde “anarşizmin”, tıpkı Troçkizm gibi öncü güçte olmamasıdır. Kenan Evren ve diğer sağcıların düşünmüş olduklarının aksine, Türkiye sosyalizminde anarşist gelenek gelişmemişti, hala da gelişmiş değil. Türkiye sağı “anarşizm” derken, sosyalist solun önemli kısmı için tek çare olarak kabul edilen “silahlı mücadele” idi. Aslında sağcılar sağduyularına dayanarak yine de bir “anarşizm” gördülerse ve kısmen haklılarsa, bu sadece ve sadece, “gençlerin” Kastroculuk-Geberacılık'tan etkilenmiş olmalarıyla ilgiliydi. Sol tarafından da kısmen kabul edilebilir bir gerçek, bireysel maceralara sık sık girildiği gerçeğidir. Bu günden geçmişe bakıldığında, bizim “anarşizmimiz” belki de, maceracı gerilla stratejisiydi. Ne yazık ki, sosyalist mücadelemizin “kahramanlarını” bile bu stratejiyi benimseyenler arasından çıkmıştır. Elbette o dönem, sosyalizmin “sosyalist gerçekçilik” yanında “sosyalist destansılık” çerçevesinde, biçiminde, “hissedilmesi” burada önemli bir rol oynamıştır.

Demek oluyor, bizde “anarşizm”, destansı, epik düzeyde yaşandı ve bir de, ne yazık, trajik sonuçlara yol açarak, büyük sosyalist kahramanlarımızı yaratmış oldu. Kahramanlar büyük   bir saygıyı hak ediyorlar, ama, Türkiye sosyalizminin “gençlik” dönemine aittirler. Onları eleştirmek ya da savunmak, bölücü ve ayırıcı olmamalıdır diye düşünüyoruz. Saygı, ama o kadar! Daha fazlası, romantizmdir!

Bir önceki yazımızda özel olarak ele aldığımız “Kemalizm” ise, muhasebesini yapıp geçmişe bırakalım, bizi birbirimizden ayırmamalıdır dedik, hala tuhaf sentezlerin parçası olabiliyor. Kemalist-sosyalist sentez peşinde koşanlara hala rastlıyoruz. İster Doğan Avcıoğlu tarzında, ister Doğu Perinçek tarzında olsun, Kemalist-sosyalist çizgi, işçi sınıfı temelli sosyalist mücadeleye her yönüyle zıttır. Ordunun ve sivil bürokrasinin lider konumunda ya da liderliğin bir parçası olacağı bir devrim, başarılı olsa bile, olsa olsa Baasçılık olur, bunun için de devrim yapmaya değmez. Olması gereken, devrimci bir süreçte, bu kesimlerin katılımını sağlamak ya da en azından karşı tarafa geçmelerini önlemektir.

Bu yazıda, sosyalistlerin birliğini ele aldığımız için, CHP ve benzeri oluşumları elbette dışarıda tutuyoruz. Sonra ele almak kaydıyla. Esas sorunumuz sosyalistlerdir.

***
Birliğin önemli ögesi olan bir çizgiden henüz hiç bahsetmedik. Bu çizgi, sosyalizmin büyük gereksinimi vardır, eski THKP-C-Dev-Yol çizgisidir. Bir dönem ÖDP'nin iskeleti olduğu da söylenmiştir. Şimdinin, Ufuk Uras sonrası ÖDP'si ne durumdadır, uzmanlığımız bulunmuyor. Ancak, bu çizginin, diğer MDD çizgilerinde de yaygın olduğu üzere, bir kısmının önce Avro-komünizme sonra da “liberal sol” çizgiye evrildiğini söyleyebiliriz. Bilgi hazinelerinin özelikle Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden sonra, büyük ölçüde “reel” sosyalizmin eleştirilerinden beslenen bir sosyalizm olduğunu biliyoruz. Bu sol kesimin, iktidar ve sınıf kavramlarına “geleneksel sosyalist” anlamda uzak durmaları en tipik özellikleri olmuştur. Özellikle, Sovyet ve Doğu Avrupa sosyalizm deneyimlerini, neredeyse liberaller gibi, “totaliter” ve “baskıcı” görüyor, tümüyle reddediyorlar. Türkiye tarihine bakışları da hep “resmi olmayan” tarih çerçevesinde dönüyor. Kemalizm deyince, sadece vesayet, bürokrasi, otoriterlik, zorlama görüyor, amaçlar farklı olsa da, adeta İslamcı ve muhafazakar kesimlerle aynı eleştirileri geliştiriyorlar. Hatta, bu sağ kesimlere dolaylı olarak kuramsal destek verdikleri bile söylenebilir.

Bu kesimlerle sosyalist birlik, bütünlük sağlanamaz, ama genel sol bir işbirliği içine girilebilir. Daha fazlası için, liberal sol'un zayıflaması gerekiyor.

***

Birlik için, en büyük sorunlardan biri, bazı sosyalist kesimlerin hala, son otuz yedi yılı yaşanmamış gibi düşünmeye ve politika yapmaya devam ediyor olmasıdır. Sadece “militanlık” yapmanın bırakalım “kitleleri” ve “sınıfı” uyarmayı, uyandırmayı, bırakalım sosyalizm için birlik sağlamayı, her hangi bir “ideolojik” ve “politik” yarar sağlamayacağını düşünüyor ve vurguluyoruz. Politika başlı başına bir sanat ve bilimdir, ve “askerlik” onun bir uzantısıdır.

***

“Zihinsel temizlk” yaptığımızı düşünüyoruz ve devam edeceğiz;

Birlikte olmak ve büyümek için.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 23.12.2017- 05:04


Birlik üzerine - V - Ercan Gündoğan


Birlik için artık sorun yaratmaması gereken pek çok “bölücü” ve “ayırıcı” konulara değindik. Birlik olunması olanaksız olanlardan ise, sadece “liberal sol”u belirttik. Bir diğerinden ise, sosyalist solun en dışlayıcı kesimi olan, adeta bir “laik tarikata” benzeyen “Aydınlıkçılar”dan bahsetmedik. Bu kesim eski Mihri Belli çizgisinin en sağ kısmında bulunmaktadır. Ama, benzer çizginin solunda görünenleri de, önceki yazılarda ele aldığımız gibi, doğru bulmuyoruz. Zaten tarihsel olarak da bittikleri açıktır. Ancak “Aydınlıkçıların sağda olan çizgileri henüz bitmemiştir. Reelpolitik olsun diye herhalde, istedikleriyle istedikleri gibi birlik oluyor, istediklerinde politikalarını değiştiriyor, ve diğer sosyalist çizgilere Türkiye sağının baktığı gibi bakıyorlar. Ayrıca, bu kesimin katkı yaptığı çok fazla geçmiş kavga ve kan davası da vardır. Oldukça tuhaftır, bu kesimle birlik, here türlü ödün verilse bile, sadece laiklik ve Kemalizm kapsamında bile yapılamaz. Bu konularda bile kendileri gibi düşünmenizi şart koşacaklardır.

Demek ki, “liberal sol” ile Aydınlıkçılar, lider kadroları kapsamında, sosyalist birliğin parçaları olarak düşünülemez.

Hala en büyük muhalefet partisi CHP ise, sosyalist birliği, sadece “tabanı” kapsamında ilgilendiriyor. 12 Eylül sonrası süreçte, darbeden canını kurtaranlar ve hala politika yapmak isteyenler, büyük ölçüde CHP içinde çalışmaya başlamışlardır. Bu parti adeta sosyalistlerin önemli kısmı için “emanetçi” durumundadır. CHP ile ilgili yazıp konuşurken, içindeki sosyalistleri mutlaka dikkate almak gerekiyor. Eğer ileride sosyalist devrimci partilerin yanında bir de sosyalist kitle partisi kurulacaksa, ya da bu iki oluşum birbirleriyle organik bütünlük içinde olacaklarsa, CHP’nin tabanı olmadan olamaz. Bu partiye oy verenler konusunda ise, tümüyle karamsar değiliz.

Birlik üzerine en önemli konuysa, sadece şimdi değinmeye başlayacağız, malum, sosyalist Kürtler ve örgütleridir. Burada iki önemli saptama yapmakta yarar görüyoruz. Bir, AKP ile masaya oturulduğunda, sadece karşılıklı taktikler söz konusuydu. Bir taraf İslamcılığını milliyetçiliğinin önüne geçirmek ve Türkiye'de “milli” ya da “millici” olarak kendilerini tanımlayanları tasfiye etmek amacındaydı ve ayrıca, İslamcı Kürtleri daha fazla yanlarına çekmek istiyorlardı. Elbette, son olarak, silahların susmasından da yararlanmak istiyor ve şehit cenazelerinin azalmasını ranta çevirmek istiyorlardı. Diğer taraf ise, daha fazla “legal” alana geçerek kendini tüm ülkeye kabul ettirmek   yanında bazı demokratik ödünler de koparmak istiyordu. HDP’nin işlevi buydu ve başarılı da oldu. Ancak, farketmedikleri ya da dikkate almadıkları durum, kendilerinin (Kürtlerin) güçlenmesi karşılığında AKP’nin daha da güçleneceği gerçeğiydi. HDP başarılı oldu, o kadar başarılı oldu ki, AKP, oyları yüzde kırklara düşerek tek başına hükümet olma gücünü bile kaybetti. Sonuçsa, AKP’nin korkusu, nefreti   ve intikamcılığıyla şiddetin tekrar başlaması oldu.

Kürt hareketi için AKP ile masaya oturmak tarihsel olarak büyük bir başarı ve büyük bir fırsattı. İki hataları şunlardır: Bir, AKP’ye güvenmek, onunla masaya oturmak; iki, Kürt sorununda küçük bir ilerleme için, Türkiye’nin daha da gerilere gitmesi gerektiğinin görülememesi. Adeta bir tarih yasası gibi, Kürtlerin tek başına ilerlemelerinin ancak Türkiye gericiliğinin ilerlemesiyle olanaklı olması, gerçeği.

Kürt solu, ne dersler çıkarmıştır, sadece AKP’ye güvenmemek mi, bilmiyoruz. Umarız, yukarıda yazılan “yasa” gibi gerçeği de görmüşlerdir. Yasa şunu da söylüyor: Kürt solunun Kürt sorununu çözmesi, Türkiye sosyalist solu olmadan olanaksızdır. Yoksa, iyi bir fırsat yakalanır, masaya oturulur, ve kader kendini tekrar dayatır.

Demek oluyor, sosyalist birliğin en önemli ögelerinden biri, Kürt sosyalist solu, hatta genel olarak Kürt soludur. İki yüzyıllık Kürt sorununu çözmek, Kürtlerin olanaklarıyla olanaklı değildir. Bu sorun bir Türkiye sorunu olup, Türkiye sosyalist hareketinin birliğini gerektirir. Nihai çözüm ise, ancak ve ancak, sosyalist bir hükümette, devlette, olanaklıdır.

Ancak, bu türden büyük bir Türkiye sosyalist birliği için, bazı engeller olduğunu görüyoruz. Birincisi, doğrudan yazalım, PKK’nın bizzat kendisidir. PKK silahlı mücadelesiyle Türkiye sosyalist hareketinin gelişimini de engellemektedir. Bırakalım PKK’yı, Kürt halkına tüm ülke olarak sahip çıkmak bile, onlarla kurulacak küçük bir ilişki, destek bile, “terörist” damgasını yemeye yeterlidir. Bu damga ise, tüm Türkiye'de politika yapmayı açıkça engellemiştir, engellemeye de devam ediyor.

Öyle anlaşılıyor ki, PKK'ya “Türkiye'de” silah bıraktırmak, AKP'nin, TSK'nın değil, Türkiye sosyalist solunun görevi ve sorumluluğudur. Ancak, PKK, tüm Türkiye'ye yabancı bir güç olarak kalmaya devam edecekse, ve biz bu nedenle Kürt halkını ve yasal partilerini her savunduğumuzda hemen “terörist”, “bölücü” damgası yiyeceksek, akıl vermemiz zorunluluk gereğidir.

Kürt sosyalist hareketinin, 1960’larda, 1970’lerde olduğu gibi, tüm Türkiye’nin sosyalist örgütlerinde yer almaları, gelecek devrimin gerçekleşmesinde zorunludur. Kürt sorunun çözümü de, bu devrimin bir günlük mesaisidir. Şimdilik yazmıyoruz ama, Türkiye dışı Kürt bölgeleri de, bu devrim sürecinin dışında kalamayacaktır. “Dış” Kürtlere ise daha sonra değineceğiz.

***

Hayal mi kuruyoruz, olabilir, ama bazıları gibi sürekli “tahayyül” edip durmuyoruz.

Olanakların azlığı, gerçekçi olmadıkları anlamına gelmiyor.

Aslında gerçekler üzerine stratejik kurgu yapıyoruz.   Bunu yaparken de   bazan bir mekanikçi gibi, vektörlerin yönüne ve uzunluğuna bakıp, hesap yapıyoruz.

***

Birlik için, devam edeceğiz...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 01.01.2018- 09:52


Birlik üzerine - VI - Ercan Gündoğan


Birlik tartışmaları seçim düzeyinde yapılamaz. Seçimler için, ittifak, tek taraflı destek, seçmeni serbest bırakma söz konusu olabilir. Soralım, kimler bizimle seçim ittifakı yapar, yapabilir, yapmak ister?

CHP, ittifak yapmaz, oy ister. HDP, sosyalist solun belli çevreleriyle, belli kişilerin milletvekili ya da belli politik makamlara seçilmesi karşılığında, ittifak yaptı. Bu türden bir ittifakı başka sosyalist kesimlerle yapar mı, bilemeyiz, ama, ideolojik olarak uzak durmayacağını söyleyebiliriz. Diyelim bizimle de seçim ittifakı yaptı ve biz bir ya da iki milletvekilini TBMM'ye göndermiş olduk. Aynı seçim ittifakını diğer sosyalist kesim ve partilerin de yaptığını varsayalım. HDP, en az yirmi milletvekilini, yüzde bir oy karşılığında sosyalist partilere tahsis etmiş olur. Olur mu, olmaz, niye bu sayıda "Kürt" oyunu Türkiyeli sosyalistlere armağan etsin?

Peki, tüm sosyalistler bir araya gelip bir seçim ittifakı yapabilir mi? Yapabilirler ve bu orta vadede büyük bir sosyalist birliğe de yol açabilir. Olur mu, mevcut ideolojik ve politik algı ve tavırlarla, olmaz. Çünkü sosyalist solda, gençliğini 1980 öncesinde yaşamış sosyalist ideolog, yönetici ve "militanların" buna izin vereceklerini henüz düşünmüyoruz. 1980 öncesiyle ilgili hafıza hala tazedir, 1980 sonrası birlik denemeleri de, pek başarılı olmamıştır. İki başarı örneği, TİP ve TKP birleşmesi ile, daha sonra ÖDP'nin kurulmasıdır. Ama, iki örnek de bu güne gelememiştir. ÖDP hala varsa da...

Bolca varız, dağınığız ve her birimizi oldukça küçüğüz. Her birimiz hala derlenmeye, toparlanmaya, büyümeye de çalışıyoruz. Sınıfsal olarak kitleye ulaşmak hala büyük hedeftir. Bazılarımız sadece aydın kitleye seslenmeye çalışıyor. Çoğumuz ise, en azından çekirdeği korumayı birinci hedefimiz olarak görüyoruz.
Ne yapmalı etmeli de, bu kısır döngüden çıkmalıyız?

Hayal kurmayalım, tüm sosyalist partiler, kısa ve orta vadede birlik oluşturamaz. İttifak da kuramazlar. Yine, gidip, ya binde üçlük partilerimizle seçim propagandası yapacağız, Lenin'in söylediği şekilde, seçim sürecini propaganda amaçlı kullanacağız, ya da bu propagandanın sonunda, sosyalistler gidip CHP ya da HDP'ye oylarını verecekler.

Anımsamak gerekir: Hiçbir Marksist sosyalist parti, seçim partisi değildir ve olamaz. Olan sadece Alman sosyal demokrat partisi olmuştur, o da, bugün bildiğimiz sosyal demokrat bir partiye dönüşmüş, devrimciliği bırakmıştır. Bu türden bir parti, gelişmiş Avrupa demokrasilerinde bir tür umut taşıyabilir, hatta, kısmen başarılı bile olabilir. Neyse ki, bizim böyle bir durumumuz bulunmuyor. Bizim durumumuz, ne Avrupai bir "legal" durum olabilir, ne de, bu günün koşullarına göre, "illegal" bir durum.

Açıkça yazalım, bize ne seçimler, ne de silah, uygundur. Sivil toplum denirse, yanıtımız, biz zaten hala sivil toplum durumundayız olacaktır; partilerimiz, örgütlerimiz, derneklerimiz, kulüplerimiz ve yayınevlerimiz, bize yakın sendikalarla birlikte, "politik toplumun" dışındadır. Zaten çok fazla "sivil" durumda bulunuyoruz.

Yukarıda dediğimiz gibi, bolca varız, dağınığız ve her birimiz oldukça küçüğüz. Neler yapabiliriz, sırrı buradadır.
Mao'nun "yüz çiçeği" vardır, her birimiz yüz çiçek gibiyiz. Kendimizi, çiçek tarlası olarak düşünelim, ayrı ayrı, yan yana, aynı tarlada! Ya da Nazım'ın ağaçları ve ormanı gibi.

Önerimiz somut olarak şudur: Tüm sosyalist örgütleri, partileri, yayın organlarını, aydınlarını, yazarlarını, üye ve sempatizanlarını, büyük bir federasyon gibi örgütleyelim. Bir merkezimiz olsun, ama herkes kendi eyaletlerini, özerk kentlerini, elinde tutsun. Ama, mutlaka bir federal merkezimiz olsun. Elbette, bu federasyon ve eyaletlerin işleme mekanizmasında, Lenin'in "demokratik merkeziyetçilik" ilkesi kesinkes uygulansın. Bu ilke, hem örgütlenme, hem karar alma, hem de karaların uygulanma sürecinde benimsensin. Demokratik olarak bir merkez oluşsun, ama oluşunca da, merkez demokratik olarak alınmış kararları uygulasın. Herkes de bu kararlara uysun.

Bu durumda, her sosyalist ve örgüt, kendini koruyup geliştirebilecektir. Ama, artık bir bütünün içinde olmak kaydıyla..

Lenin, devlet düzeyinde federasyonu geçici bir yönetim biçimi olarak görüyor, gelişmenin ileri evresinde, "bütünlüğün" sağlanacağını varsayıyordu. Federasyon bu anlamda, hem gerçekçi bir çare hem de "ödün" anlamına geliyordu. Biz de sosyalistler arası ilişkileri böyle düşünüp, geliştirebiliriz. Ödün mü, evet her sosyalist, bir diğerine ödün vermeli, kendinden bir miktar feragat etmelidir.

Yeni bir birlik modelinden bahsediyoruz. Tek tek kendi başımıza, ne kitleyle, ne de sınıfla, kısa ve orta vadede buluşabiliriz. Kastettiğimiz basit anlamda partilerin birleşmesi değildir. Olanaklıdır, ama, ne getirir, ne götürür, bilemeyiz. Belki de sadece, bir tür federasyona kendimizi hazırlayabiliriz.
***
Türkiye sosyalist hareketinin 1980 öncesi tipik özelliği, fraksiyonlara ayrılmaktı ve bu özelliğimizin bizim asli özelliğimiz olup olmadığını düşünmemiz gerekir. Fraksiyonlara olumsuz yaklaşmakta haklıyız elbette. Ama, bizim böyle bir deneyimimiz ve tekrar etmiş olması anlamında bir sosyalist politika yapma kültürümüz varsa, bir de olumlu taraftan bakmakta yarar olduğunu neden düşünmeyelim.

Biz fraksiyonlara ayrılarak büyümüş ve toplamımız kapsamında üstelik hegemonik hale de gelmiştik. Eksiğimiz, kusurumuz, merkezimizin olmamasıydı. Hatta bazen, dergimiz vardı, kitlemiz vardı, ama, partilerimiz bile yoktu (Dev-Yol örneğini anımsayalım).
***
Bu yazıyla önerdiğimiz yeni Kuruçeşme ya da Vişnelik toplantıları yapmanın ötesindedir.

Burada önerdiğimiz, geçmişimizi, ideolojimizi, çizgimizi, her neyse kendimizi tanımlamamızın tarzı, tekil anlamda hem korumak, hem de, bir sosyalist federatif birliğin, merkezin, içine girebilme yeteneğini gösterebilmektir.

Okuyucumuza, sadece, Türkiye sosyalist hareketinin "ağacına" bakmasını öneriyoruz. Kimler kimlerden ayrıldı, onlardan kimler? Örneğin sadece, Milli Demokratik Devrim stratejisini benimseyenlerin "ağacına" bakalım. Hızlı bir mitoz bölünme sürecidir. Ne yazık, bu mitoz geçirme sürecinin ideolojik mirası hala canlıdır. Herkes sosyalisttir, ama, herkes ayrı bir dünyadır. Demek oluyor, bu tecrübe ve mirası, "veri" olarak kabul etmeliyiz.

Önerimiz, sosyalistlerin federasyonuna doğru ilerlemektir. Herkes kendi olsun, ama, federal bir birliğimiz ve federal bir merkezimiz de olsun!
***
Madem bolca varız, dağınığız ve her birimiz oldukça küçüğüz, bir tür federasyon olarak birleşelim.

Bir tür, "sovyetçi sosyalist partiler birliği", kısaca SSPB kuralım.
***
Hem gerçekçi, hem hayalci, hem de pratik!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 07.01.2018- 09:22


Birlik üzerine - VII - Ercan Gündoğan


Büyük tehlikeler büyük ve geniş birliklere yol açar. Savaş ve faşizm, hatta yıkıcı doğal felaketler, bu türden birlik ve bütünlükleri gerektirir. Sosyolog Durkheim’ın dediği biçimde, ister mekanik, ister organik dayanışma densin, biz sol dayanışma diyelim, ayrılıkları hatta eski kin ve nefreti unutmak, bir araya gelmek gerekir. Sonra, tehlike geçer ve herkes kendine döner. Elbette, geçici birliktelikten çıkan deneyim ve başarı, ya da başarısızlık, sonraki dönemi de etkiler. Avrupa’da, İkinci Dünya Savaşı’nda işgalcilere ve faşizme karşı mücadele, sosyalistlerin, komünistlerin hem etki alanlarını büyütüp onları kitleselleştirdi, hem de “imajlarını” güçlendirdi. Komünistlerin işgale karşı, faşizme karşı, yurtsever ulusal direnişlerin başında olmaları, bu direnişleri örgütlemeleri, savaş sonrası elde edilen politik ve ideolojik gücün nedeni olmuştur.

Bizim sosyalist harekette bu türden örnekler var mıdır? Yeni kurulmuş TKP’nin Kurtuluş Savaşı'na desteğini, sosyalist solun bütün olarak 1960 sonrası anti-emperyalizmi, anti-Amerikancılığı, popüler bir anı olarak “6.Filo Defol” sloganı, örneklerimizdir. Ancak, dikkat çekici olan, Avrupa ve Asya sosyalistlerini ve genel olarak solcularını bir araya getirip kitleselleştiren, direnişin öncüsü yapan, anti-faşizm ve işgale karşı birleşme gibi bir tecrübemiz yoktur. Türkiye sosyalizminin anti-kapitalizmle ilişkili ama onu gölgeleyen anti-emperyalizmi bile ona önemli bir politik güç kazandırmamıştır. İdeolojik etki ise, sosyalizm düşüncesinin yaygınlaşmasında önemlidir, diyebiliriz.

Büyük birlikteliklerin, büyük tehlikeler gerektirdiğini tarihsel ve toplumsal gözlemlerle öne sürebiliriz. Böyle bir tehlike doğal afetler dışında, elbette sınıf mücadelesinin ilerleyip gelişmesiyle ortaya çıkar. İster faşizm, ister iç savaş biçiminde olsun, sınıf mücadelesinin sınıf savaşına dönüşmesi bahsettiğimiz büyük tehlike anlarındandır ve devrimci “durumun” gelişmesi anlamına gelir. Ancak bu durumun gelişmesi bile, devrimi garantilemez. Burada bu sorunu doğrudan ele almıyoruz. Sorunumuz, ne tür gelişme ve tehlikelere karşı birlik olunabileceği, kitlesel güç üretilebileceğidir. Olanaklarımız kısa vadede, somut olarak nedir?
Temel fikrimize göre, Türkiye sosyalist solunun, genel olarak solun, büyüyüp gelişmesi, kitleselleşmesi, eğer büyük bir tehlikeye gereksinim duyuyorsak, kısa vadeli somut tehlike, Erdoğan’da somutlaşıp simgeleşen AKP iktidarıdır. Ancak yanıtlanması gereken önemli sorularımız vardır.   AKP konusunda, sadece temkinli değil, abartıdan uzak, gerçekçi, cesur, ve dürüst de olmalıyız.

Erdoğan ve AKP iktidarının en önemli özellikleri, bizi ilgilendirdiği haliyle, şunlardır:

Bir) AKP iktidarı Erdoğan’ın kendisine bağlı ve bağımlıdır. Erdoğansız bir AKP, Erbakansız RP’ye, Ecevitsiz DSP’ye, Demirelsiz DYP’ye benzer. Ve bildiğimiz kadarıyla her insanın ömrü de sınırlıdır.

İki) Hem Müslüman Kardeşler ideolojisine hem de Milli Görüş çizgisine bağlı bir Erdoğan-AKP’si, tekrar ve tekrar gömlek ve iç çamaşır değiştirse bile, siyasal İslam’ın son dönemine denk gelmiştir. İslamcı politika, sadece tek tek ülkelerde değil, küresel sermaye için de bir baş belasıdır. Kullanılırlar, değiştirilirler, tasfiye edilebilirler, gerektiğinde tekrar da diriltilebilirler; ama, İslam ve Müslümanlık adına politika yapmak, tarihsel zeminini kaybetmeye başlamıştır.

Üç) Yine de, Erdoğan-AKP’si bir 2019 zaferi elde eder ve daha da otoriter-İslamcı politikaları yaşama geçirirse, yukarıda belirttiğimiz “tarihsel zeminin” kaybolmasının ne önemi var, diye sorulacaktır. Elbette, birinci bölümün çağrıştırabileceği bir kaderciliği benimseyemeyiz. İkinci şık ise, ancak “tarihsel” bir tespittir. Politika yapanların ilerisi için sadece ufkunu açar.

Yakın tehlikemiz 2019 sonrası daha da güçlü ve otoriter ve daha da İslamcı bir Erdoğan-AKP’si ise, öyle görünüyor, ikinci şıkkımıza rağmen, şunları önerebiliriz:
Bu tehlike, tüm Türkiye solunun ve özel olarak sosyalist solunun, Türk ve Kürt başta olmak üzere, birliği üzerine değerlendirilebilir. Bir tüm Türkiye sosyalist oluşumu için, tüm ülkeye seslenebilecek, “özel bir seçim partisi” gereksinimi vardır. Tekrar edelim, tüm Türkiye sosyalistlerinin ortak seçim partisi! Daha önceki yazımızda, sosyalistlerin federasyon biçiminde kendi farklılıklarını koruyarak kurabilecekleri bir parti oluşumundan bahsetmiştik. Şimdi başlangıç olarak, kısa vadede, kısa vadeli ama yine de tehlikeli gördüğümüz Erdoğan-AKP’sine karşı bu türden bir oluşumu öneriyoruz. Aşama aşama, büyük birliğe doğru gidebilmek için.

Tüm Türkiye sosyalist solunun seçim partisi, özellikle Kürt solunu içerecek biçimde, kurulmalı, ve ama, "araçsal" hedef olarak da kendine 2019 Erdoğan-AKP’sini koymalıdır. Bu hedef sosyalist hedef olmamakla birlikte, sol birliğin ve Türk-Kürt mücadele birliğinin ilk aşaması olacaktır.

Somut yazalım:

Sosyalist ve komünist partilerle HDP’nin birlikte kuracağı bir seçim partisi gereksinimiz vardır. Kürt sorununun müzakereyle değil, yeni bir sol-sosyalist iktidarın "oluşum" süreciyle ve bu sürecin sonunda nihai olarak çözülebilecek bir sorun olduğunun yoğun propagandasıyla, birleşmeyle, kaynaşmayla, sonunda da birleşerek büyümeyle, gerçekten sosyalist bir güç olmak için.

Konumuz, sadece Erdoğan-AKP’sinin yıkılması değil, yıkılması sürecine katılma biçimimiz ve bu sürece katılacak sol-sosyalist ögelerin kimler olduğuyla ve bir sonraki aşamanın hazırlanmasıyla ilgilidir.  

Özetle, Erdoğan-AKP’si bir hedeften çok bir “malzeme”, bir “araç”, bir “fırsat”, “tehlike” anlamında bir “olanak” olarak kullanılmalıdır. Tek bir hükümet partisinin düşmesi, hiç bir zaman sosyalistlerin esas hedefi olamaz. Düşürme sürecinden ve düşüşünden sosyalist mücadele için ne kazanacağız, konumuz budur.

Yoksa, elbet Erdoğan da, AKP de gider. Ama, esas istediğimizin yanında,   bu küçük bir istektir. Erdoğan-AKP'sine sosyalist olarak ve sosyalizm için yaklaşalım, büyük başarıdır.
Devam edeceğiz. Esas, birincil ve uzun vadeli hedefimiz için. Ama, bugünümüzü değiştirerek.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.01.2018- 06:50


Birlik üzerine – VIII - Ercan Gündoğan


Birlik yazılarımızın okunduğunu biliyoruz. Ancak yorum ve eleştiri konusu ne yazık, olmamıştır. Şaşmamak gerek. Belalı ve tartışmalı bir konudur. Acil yönleri vardır. En önemlisi de, birlik tartışması, kaçınılmaz biçimde, farklılıklarla, ayrılıklarla başlar. Biz de öyle başladık. Böylelikle, ortaklıklarımıza, benzerliklerimize doğru yol almak istedik. Başarılı olmak mümkündür, biliyoruz, ama, kısa vadede meyve toplayacağımızı sanmıyoruz. Çünkü, sosyalizmde birlik, zordur ve esas olarak ileriyi, uzun vadeyi belirleyecektir. Kısa vadede, birlik, ortaklık değil, ayrılıklar, farklılıklar ön planda olacaktır. Bu böyledir, çünkü politikada mücadele vardır ve yakın olanlar da birbirleriyle mücadele ederler.

Sağ politikada ayrılıkların kolayca bir tarafa bırakılabildiğini, birlik oluşturulabildiğini biliyoruz. Neden böyledir? Sağcılar oldukça pragmatiktir, kısa vadeli düşünürler ve sisteme bakışları devam etmeye ve mevcut olanın tamirine yöneliktir. Ne radikal olmaları, ne tarihin gidişini düşünmeleri gerekir. Topluma bütünsel olarak bakma gereği duymazlar. Bu nedenle, kuramsal, sistematik, uzun vadeli düşünmek, onlar için hem gereksiz, hem de edinilmesi zor özelliklerdir.

Bizse, bütünü düşünmeyi biliyor, ama, ayrıntılar üzerinde de bölünüyoruz. Genel olanı biliriz, genel üzerine aynı düşünceleri benimseriz; ama, özel ve tekil olana geldiğimizde, parçalanırız.

Sosyalistler, işçi sınıfına benzer mi? Örneğin, burjuva kuramcıları, kesinlikle kapitalistlere, tümüyle “burjuvaziyle” aynı anlama gelmemesine rağmen, benziyorlar. Küçük burjuvazi, burjuvazinin küçüğü olarak kendini sınıflar arasına yerleştirebiliyor. Küçük olmakla birlikte, yine de burjuva dünya görüşünü benimseyip, geliştiriyor.

Peki, sosyalistler, burada sosyalizmi sistemli olarak benimseyenleri kastediyoruz, işçi sınıfıyla, küçük burjuvazi ve kapitalistler arasında olduğu gibi, benzer bir özdeşlik ilişkisi içine girebiliyor mu? Sosyalist de olsa, en azından en geniş aydın tabakası içinde olanlar için, sosyalist olanın küçük burjuvazinin dışına çıkması ve işçi sınıfıyla özdeşleşip birleşmesi olanaklı mıdır?

Bu açmaz, yapısaldır ve sosyalist de olsa bir birey, kaçınılmaz biçimde küçük burjuvazinin toplumsal konumu içinde yer alır. Değişiklik en başta, sosyalist ideolojinin benimsenmesinde görülür. Daha net yazalım: Sosyalist aydın, toplumsal olarak küçül burjuva olmakla birlikte, ideolojik olarak işçi sınıfının “yanında” yer alıyor. “Yanında” diyoruz, çünkü, bu sınıfın “içinde” yer almaları, yapısal olarak, toplumsal konum olarak, olanaklı değil. Aksi durumda, aydın aydın olmaktan uzaklaşıp, tümüyle işçi sınıfına dahil olur.

“Küçük burjuva” sosyalist aydınla, küçük burjuva “burjuva” aydın arasında temel farklılık budur. Biz, sadece “ideolojik” olarak işçi sınıfının “yanında” yer alırken, onlar, hem ideolojik hem de toplumsal yönelim nedeniyle, burjuvazinin “içinde” yer alabiliyorlar. Biz, işçi sınıfına her zaman “dışsal” kalıyoruz. Onlarsa, sadece ideolojik değil, yaşam biçimleri, toplumsal konumları, toplumsal yönelimleri nedeniyle de, kendilerini burjuvazi içine, bu sınıfın “içsel” parçası olarak yerleştirebiliyorlar.

Küçük burjuva “burjuva” aydın için, ne burjuvaziyle “dışsal” bir ilişki vardır, ne de, dışarıdan bilinç” sorunu. Biz, işçi sınıfına sosyalist bilinç vermek isterken, burjuva aydını, kapitalist sınıfın, burjuvazinin, pratik bilincini, sadece kuramsallaştırrmaya, ya da sadece, “ideoloji” haline getirmeye çalışıyor. Bu nedenlerle, sosyalistlerin farklı olarak, işçi sınıfını en iyi temsil edecek, onu örgütleyecek, devrime götürecek kuram, strateji ve taktikler üzerine düşünüp, kılı kırk yararak, “farklılıklar” ve “ayrıntılar” üzerine kafa yorması, mücadele etmesi olağan karşılanmalıdır. Demek oluyor, sosyalistlerin düşünme biçim ve alışkanlıkları içinde, birlikten çok, ayrılık zorunlu olarak gelişiyor. Kimler öncü olacak, en “sağlam” sosyalist nasıl olunur, en iyi kuram ve kuramsal yorum nedir, bunun üzerine en doğru strateji ve ilgili taktikler nasıl geliştirilebilir? Bu sorular, sosyalist için temel sorunsa, ayrılık, parçalanma, bütünlüğün, birliğin, ortak mücadelenin elbette önüne geçecektir. Olan da zaten budur. Sağcıların, küçük burjuva “burjuva” aydınları ve örgütleri için, bu sorunlar bulunmuyor. Onlar, zaten iktidarda olan bir sınıfın ideologluğunu yapmanın avantajlarını yaşamaktadırlar. Onlar için, hakim sınıfa yol göstermek, sistem için gerekli reformları belirlemek, uyarılar yapmak, yeterlidir. Onların “devam” sorunu bulunuyor. Bizim sorunumuz ise, tümüyle farklı, ve “dönüşüm” sorunu etrafında dönüyor. Aralarında büyük ayrılıklara, bölünmelere hiç de gerek bulunmuyor. Küçük burjuva “burjuva “ aydınları ve örgütlerinin en önemli sınıfsal özellikleri, elbette, onların, burjuvazi ve diğer politik ve bürokratik ögelerle birlikte, “yönetici sınıf” içinde bulunuyor olmalarıdır. Bizse, “yönetilen sınıf” içinde bile değiliz. Ona “dışsal” bir konumdayız ve sadece ideolojik olarak onların “yanındayız”. İçlerinde yer almak, “dışarıdan bilinç” kuramını ve gerekçelerini reddetmek demektir. Ancak, işçi sınıfı için, sosyalistlerin “dışarıda” ama “yakın temas içinde”, işçi sınıfı kuramını, ideolojisini, örgütlenme yöntemlerini geliştirmesi gerektiğini söylemek, doğru olsa bile, "dışarıdan bilinç" kuramını olduğu yerde, Lenin'in bıraktığı yerde bırakmak anlamına da geliyor.

Açıkça soralım: Kimler öncü olarak kimlere hangi bilinci aktaracak ve bu aktarma süreci nasıl gerçekleştirilecek? Öncüler sınıfa sosyalist devrim bilincini örgütleri, yayınları aracılığıyla, propaganda ve ajitasyonla, aktaracak! Öncülerin belirlenmesi, sosyalist devrim bilinci konusunda aynı düşüncelere sahip olmak ve bizi bekleyen işçi sınıfı! Kuram ve geçişler doğrudur ve doğruluğu kanıtlanmıştır. Evet ama, yirminci yüzyılın başlarında mıyız? Kapitalist toplum, kapitalist sınıf, özellikle de "işçi sınıfı" orada mı?

“Birlik “için, yukarıda belirttiklerimiz kapsamında, sosyalistlerin yapısal nedenlerle zorluklar yaşaması hem olağan, hem de, hatta, zorunludur bile. Elbette, bir diğer, daha temel düzeyde bir yapısal engel ise, bizzat işçi sınıfın gelişmesi ve geliştikçe içsel parçalanmaya uğraması da, sosyalistlerin birliğini zorlaştırır, hatta, olanaksız hale bile getirir.

İşçi sınıfı üzerine daha sonra yazılar yazacağız. Burada konumuzla ilgili olarak, sadece şu tespitlerde bulunalım:

Bu sınıf demografik ve ekonominin kolları açısından sürekli değişim içindedir ve kapitalist ülkeler içinde nüfus olarak ezici bir çoğunluğa ulaşmıştır. Bizzat sanayinin yarattığı ve oransal olarak daha da büyüyen hizmet kolları, işçi sınıfının küçülmesini değil, büyümesini gösterir. Hizmet kolları sanayinin uzantısıdır. Marks'ın işçi tanımı da zaten sanayi işçileriyle sınırlı olmayıp, ücret ilişkisine giren tüm çalışanları kapsar. En bilimsel tanım olarak, yaşamını devam ettirebilmek için ücrete mahkum olanları “işçi sınıfı” içinde kabul ediyoruz.

İşçi sınıfın bu anlamda, her kapitalist ülkenin ezici çoğunluğunu oluşturması, sosyalist aydınların, örgütlerin aynı ölçüde büyümesini ise, gerektirmiyor. Hatta, tam ters eğilimler de söz konusudur. Çünkü, işçi sınıfı, nicel ve nitel olarak büyüdükçe, piyasanın, sivil toplumun ve devletin daha fazla denetimine girer. Daha da önemlisi, zaman içinde daha da büyüyen bir sınıfı “temsil” etmek, politikanın başlıca sorunları arasında yer alır. Bu sınıfı temsil edecek olanlar, az sayıda sosyalist aydın ve örgütlerden çok, bolca bulunan küçük burjuva “burjuva” aydın ve örgütleri olacaktır. Sayıca az, olanakları sınırlı sosyalistlerin, bu kadar büyümüş bir sınıfı temsil etmesi, “dışarıdan bilinç” kuramının bir amacı da budur, oldukça zor ve büyük ölçüde pratik olamaktan uzaktır.

Büyüdükçe büyüyen bir sınıf ve küçüldükçe parçalanan sosyalist örgütler, en küçük ayrıntı üzerine yeni partilere yol açan tartışmalar: Kuramsal yorumlar, stratejik seçimler ve kaçınılmaz taktikler yığını.

Sosyalist aydınların ve örgütlerinin düşünme biçiminden işçi sınıfına geçtik. Birliğin alt yapısı oluşurken, parçalanmanın adeta bir üst yapı ögesi olarak gelişmesi, bir çelişkidir ve biz bu çelişkinin bir an önce “aşılması” gerektiğini düşünüyoruz. Sosyalistler “anlamak için” kuramsal, değiştirmek için stratejik, politik eylemde bulunmak için taktik düzeyde düşünüp harekete geçiyorlar.

Birlik için şunu öneriyoruz: Kuramsal aşama, sosyalist aydınların, stratejik aşama sosyalist parti ve örgütlerin, taktik düzeyse, örgütlerin günlük politika kararları olsun.
“Dışarıdan bilinç” kuramını, sosyalist aydın ve örgüt ile onun dışında duran ve kendi sınıfının bilincine sahip olmayan ve olamayacak olan işçi sınıfı ayrımından çıkartıp, tüm kapitalist toplumların ezici çoğunluğunu oluşturan “işçi sınıfının politik temsili” sorunu olarak ele alalım. Kapitalist ekonomik düzeyde muazzam büyüklüğe ulaşan işçi sınıfı, politik düzeyde bir hiçe indirgenmiştir. Kastettiğimiz, sosyalistlerin işçi sınıfını temsil için partileriyle liberal demokratik meclis sistemine dahil olmaları düzeyinde anlaşılmamalı. Söylemek istediğimiz, Lenin'in "dışarıdan bilinç" kuramının önce sosyalist parti ve sonra devletin işçi sınıfını temsiliyle de ilgili olduğudur. Sadece öncülük değil, temsil görevi de bulunmaktadır. İşçi sınıfının demografik büyüklüğünü düşündüğümüzde, sınıfın politik temsil sorunu, toplumun ezici çoğunluğunun temsili sorunudur da. Öncülük ve dışarıdan bilinç sorunu, bu genel politik temsilin üretilmesi sürecinde her an ve aşamada zaten ele alınması gereken bir sorundur. Hem temsil sorunu hem öncülük hem dışarıdan bilinç aktarma sorunu, aynı anda ele alınması olanaklı sorunlardır.

“İşçi sınıfının politik temsili”, kabul edilmelidir ki, zaten var olan, sosyalistler için bölünmüşlük ve parçalanmışlık, küçülme, etkisizleşme sorununu, bir avantaj olarak kullanmayı da sağlar.

Kuramda birleşmek kolaydır. Stratejide birleşmek içinse bu önerileri sunuyoruz. Aynı kuramı kullanarak, ortak strateji benimseyerek, farklılıklarımızı taktik farklılıkların zenginliğine dönüştürebiliriz. Eski tartışmaları, sosyalist aydınlar arası tartışma ve bilgi-kuram üretim sorunu olarak üst düzeye aktaralım.

Daha önce yazdığımız gibi, "tüm" sosyalistler, farklılıklarını koruyarak, federal merkezlerini kurabilmelidir. Hiçbir parti ya da örgüt, ayrıştırıcı çizgisini, geçmiş mücadelesini bir tarafa atmaz. Beklenmemelidir. Önemli ve gerekli olan, tüm sosyalistlerin farklılıklarını koruyarak, “işçi sınıfının politik temsili” sorununu çözmesi için, federal biçimde, birleşmesidir.

Gittikçe büyüyen işçi sınıfı kendisini temsil edecek, politik güç haline getirecek stratejiyi ve örgütlenmeyi bekliyor.

Tek tek küçük örgüt ve “sosyalist çevrelerimizle”, yapamayız.

Marks'ı geliştiren Lenin'i, geliştirmeliyiz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 20.01.2018- 10:32


Birlik üzerine - IX - Ercan Gündoğan


İddialı ve kıdemli bir sosyalist düşünün. Bu sosyalist bir de parti lideri, yöneticisi olsun. Eğer kendisini ve partisini en doğru, en sağlam ve kuramla tarihe en sadık ve en uygun sosyalist de görüyorsa, o kişi eğer Lenin gibi bir deha değilse, muhtemelen değildir, sosyalistliğinden şüphe etmek gerekir. Çok basit: Bilinçli çok fazla sayıda sosyalist vardır ve çoğunun da bir parti ve örgüt tecrübesi söz konusudur. Peki, bu sosyalistin iddiası, öz güveni, öz bilinci nereden kaynaklanmaktadır? Bu dava adamı dışında başka dava adamları yok mudur?

Bu satırları neden yazıyoruz, pek çok okur anlamış olmalıdır. Kendinden ve partisinden başka kimseyi ve hiç bir partiyi doğru yolda görmeyen, bu tuhaf adam ve parti, kendini Bolşevizmin ya da Maoculuğun günümüz temsilcisi görmektedir, ruh sağlığı ayrı konu, tam bir sosyalizm cahilidir. Sosyalizm disiplin ve bilinç yanında, politik esneklik de gerektirir. Elbette, ortak mücadeleyi de. Ancak bizim bu sosyalistimiz, bilincini kendi başına koyar ve her tür esnekliği, ortaklığı, sapma, oportünizm, hatta karşı tarafa geçme olarak görür.

Bu sosyalistimiz, zaman ve mekandan bağımsız, hatta Marks ve Lenin'den bile bağımsız, sabit bir sosyalizm kuramı, devrim stratejisi, mücadele yöntemi ve örgütlenme biçimi olduğunu düşünmektedir. Lenin'de ne gördüğü ise, hemen özetle yazalım, sadece emperyalizm kuramı ve sosyalist devrimle ilişkisi, öncü parti ve sınıf, profesyonel devrimciliktir. Lenin'i fikirleriyle düşünmenin en doğru yol olduğunu düşünüp, onun düşünme yöntemini, ıskalayacaktır. Eğer bu sosyalistimiz zamanında Lenin'in partisinde söz sahibi biri olsaydı, Lenin'e uyum sağlamakta nasıl zorlanacağını hiç düşünmeyecektir bile.   Lenin'de, bu büyük kuramcı ve devrimcide, “zihnin nasıl kullandığına” değil, neler yazıp söylendiğine odaklanacak, elbette bu nedenle de, yüz yıl sonra bile onun “fikirlerini” ezbere söyleyip duracaktır. Daha zarif olsun diye, ezbercilik yerine, yeniden üretme demek de olanaklıdır.

Bu sosyalistimiz, muhtemelen bir tarikata girecekti, şeyhinin söylediklerini ezberleyip diğer kuşaklara aktarmaya çalışacaktı. Ama, kader onu sosyalizm mücadelesinin önemli yerlerine fırlatmıştır. Doktrin bellidir, onu öğrendiği gibi aktaracak, kendini klonlayacak, uygun zamanda devrimci müdahaleyi yapacaktır.

Bu sosyalistimiz, Lenin'in devrim öncesi on yedi yılını, ya da Mao'nun devrimden önceki otuz yılını bilmekte, bu devrimci tarihlerin hangi aşamalardan geçtiğini ezbere bilmektedir. Elbette, Küba ve Vietnam devrim tarihlerini de. Ne zaman ne oldu ve neler yazıldı? Örnek olarak, Lenin Bolşevizmi nasıl kurdu, kimlerle mücadele etti, kimlerle ittifak kurdu... Ne Yapmalı'dan, Sol Komünizm'e kadar. Ya da, Mao için, milliyetçi burjuvaziyle ittifaktan, Uzun Yürüyüş'e, devrime, sonunda da Kültür Devrimi'ne...Kitaplar, mücadeleler, kavgalar ve zafere giden yol... Oldukça kronolojik bilgilerle bir ideal tarihsel modelin kuruluşu...

Kimdir bu sosyalistimiz?

Sosyalizmin özünü de, örgütlenmenin nasıl yapılacağını da, devrimin nasıl gerçekleştirileceğini de bilen, sosyalist tarihin yürüyen beyni? Küçük partinin büyük sosyalist lideri?

Büyük sosyalist liderimiz, sosyalizm tarihinin öz bilinci, elbette gerekli benzer kavgaları yapacak, ileriye doğru benzer gidişi, farklı zaman ve mekanda, garantilemeye, yeniden üretmeye çalışacaktır.

Büyük liderimiz, zaferden sonra gerçek lider olacaktır aslında, modeller üzerinde hassas, ısrarlı ve katıdır. O modelden, ideal kuramsal örneği değil, bazı revizyonlarla takip edilecek, zamana ve mekana uyarlanacak, yinelenecek, yenilenecek, örnekleri anlar. Yoksa, Leninist ya da Maocu, ya da Geberacı olmanın anlamı nedir ki?

Çok basitleştirdik, ama, özellikle yaptık. Her sosyalist öbek, lider, parti,, ideal öncü, ideal devrim hazırlayıcısı olarak görmektedir kendini.

Burjuva ideolojisinde, kişilerin ya da grupların yaratıcılığına özel bir önem verilir. Sanki, toplumsal, tarihsel bir birikim yokmuş gibi. Marks Kapital'de bu konuya icatlar konusunda değinir. İcatların uzun kolektif katkılar, birikimler sonunda oluştuğunu, ama bu ideolojinin, sanki bir kişi tarafından gerçekleştirilmiş gibi sunulduğuna örnekler verir. Bu tespitleri, sosyalist mücadele ve birikim için de tekrarlamalıyız. Sosyalizm ortak bir kuram ve tarihtir, ortak mücadelelerle gelişip ilerler. Blankuistler olmadan Marks olmaz. Hatta, burjuva politik ekonomisti David Ricardo olmadan da olmaz. Ya Hegel? Cahil sosyalist, Hegel'den sadece diyalektik mantığın alındığını düşünür. Çok daha fazlasıdır.

Lenin mi, baştan itibaren sadece kendi partisi mi vardır? Sadece saflığını ve çekirdeğini koruyarak, sabırla bekleyip, sonunda gerekli devrimci müdahaleyi mi yapmıştır? Lenin'i Lenin yapan sadece Bolşevizmi kurup Menşevizm'den ayırmak mıdır? Narodniklerden, Bakunin'den hiç bir katkı almamış mıdır? Ya da, Lenin, Troçki'den hiç yaşamsal fikir kabul etmemiş midir? Hatta, devrimden önce, rakip başka partinin tarım programını benimsemek, Leninizm'de yok mudur? Başka partiye ait bu program olmadan, ünlü "işçi-köylü ittifakı" ne kadar yaşam bulurdu?

Lenin fikirlerinden, haliyle yazdıklarından ibaret midir? Yoksa, Lenin'i Lenin yapan, düşünme biçimi midir?

Birlik üzerine yazıyoruz ve amaçlarımızdan biri, en bilinçli, kendi partisine ve çizgisine sahip, onu ısrarla sürdürmeye çalışan, diğer sosyalistlerle en fazla iletişim ve ittifak ilişkisi kuran, ama daha ötesini hiç düşünmeyen, öz bilinçli sosyalistlerin, diğer sosyalistleri de, dikkate alması ve birlikte neler yapılabileceğini düşünmeye başlamasına katkı sağlamaktır.

Unutmayalım, bilinç seviyesi yüksek sosyalistlerde de, bağnazlık, ezbercilik, laik bir tarikatçılık, kendini tekrar olabilir. İşçi sınıfı hareketinden mahrum olmak en önemli nedendir, biliyoruz. Ama, kendini öncü görenler, gerçekten öncü olmalıdırlar. En geri duygu ve düşüncelerin sosyalist düşüncede yeri olamaz.

Birlik derken, birleşme demiyoruz henüz. En azından birlikte hareket etmeyi öneriyoruz. Başlangıç için, ortak merkezimizi kurabilmeliyiz. Bunun için de, yukarıda bahsettiğimiz sosyalist lider tipinden kurtulmak gerektiği açıktır. Şu çekirdeğini koruyup da en uygun zamanda devrimci müdahaleyi yapıp bizi zafere götürmek isteyen sosyalizmin öz bilinci olan ezberci tipinden!

Devam edeceğiz...



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Laiklik Üzerine... melnur 16 9370 02.06.2021- 11:41
Konu Klasör Komünist Manifesto Üzerine umut 1 5969 21.02.2020- 18:14
Konu Klasör Hegel’in Diyalektiği Üzerine Bir Derleme... melnur 0 1264 12.05.2020- 00:07
Konu Klasör Solda birlik mi? toplumcu 2 6205 24.02.2014- 15:22
Konu Klasör Solda birlik... umut 10 11341 25.09.2014- 18:23
Etiketler   Birlik,   Üzerine
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS