Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 K.Marks-F.Engels
11.08.2013- 11:50


Bazı sosyalistler, şu son zamanlarda, otorite ilkesi dedikleri şeye karşı düpedüz bir haçlı seferi açmışlardır. Şu ya da bu eylemin otoriter olduğunu söylemek onu mahkum etmeye yetmektedir. Böyle kestirmeden yargılama öylesine kötüye kullanılıyor ki, konuyu daha yakından incelemek zorunludur. Otorite, sözcüğün söz konusu anlamında, başkasının iradesinin bizimkine zorla kabul ettirilmesi demektir. Öte yandan otorite, bağımlılığı, boyun eğmeyi varsayar. Oysa bu iki sözcük kulağa hoş gelmediği ve temsil ettikleri ilişki, bağımlı olan yan için hoşa gitmez bir ilişki olduğuna göre, asıl söz konusu olan, bunları bir yana bırakmanın olanaklı olup olmadığı ve -toplumun bugünkü koşulları karşısında- bu otoritenin varlık nedenine artık yer kalmayacağı ve dolayısıyla ortadan kalkacağı başka bir toplumsal sistem yaratıp yaratamayacağımızdır. Bugünkü burjuva toplumun temelini oluşturan iktisadi, sınai ve tarımsal koşulları incelerken, bu koşulların, tek başına eylemin yerine bireylerin birleşik eylemini getirmeye gittikçe daha çok yöneldiklerini görüyoruz. Modern sanayi, ayrı ayrı üreticilerin küçük ilişkilerinin yerine yüzlerce işçinin su buharıyla işleyen karmaşık makinelerin işleyişine gözcülük ettikleri büyük fabrika ve işyerlerini koymuştur; büyük yollardaki araba ve kamyonların yerini, demiryolları üzerinde işleyen trenler almıştır, tıpkı buharlı gemilerin, küçük teknelerin ve yelkenli filikaların yerini alması gibi. Tarım da, yavaş yavaş makine ve su buharı alanına giriyor, makine ve su buharı, ağır ağır ama gözlerinin yaşına bakmayan bir katılıkla, küçük mülk sahiplerinin yerine, büyük toprak alanlarını ücretli işçiler kullanarak işleyen büyük kapitalistleri geçiriyor. Her yanda, birleşik eylem, birbirine bağlı süreçler karmaşığı, bireylerin bağımsız eylemlerinin yerini alıyor. Ne var ki, kim birleşik (kombine) eylem diyorsa, aynı zamanda örgütlenme demektedir; peki, otorite olmadan olabilir mi?

Varsayalım ki, bir toplumsal devrim şu sırada zenginliklerin üretimine ve dolaşımına kumanda eden kapitalistleri tahtından indiriyor. Tamamiyle otoriteye karşı görüşte yer almak üzere varsayalım ki, toprak ve iş aletleri onları kullanan emekçilerin kolektif mülkiyeti haline gelmiş olsun. Otorite ortadan kalkacak mıdır, yoksa biçim mi değiştirecektir? Görelim bakalım.

Örnek olarak bir pamuk ipliği yapımcılığını alalım. Pamuk, iplik haline getirilmeden önce en azından birbirini izleyen altı işlemden geçmelidir, bu işlemler, çoğunlukla, başka başka bölmelerde yapılır. Ayrıca, makineleri hareket halinde tutabilmek için buharlı makinenin çalışmasını denetleyen bir mühendis, gündelik onarımlar için makinistler ve ürünlerin bir bölmeden ötekine taşınmasında görevli birçok kaba ücretli gerekmektedir, vb... Bütün bu kadın, erkek, çocuk işçiler, bireysel özerkliği alaya alan buharın otoritesinin belirlediği saatlerde işe başlamak ve işi bitirmek zorundadırlar. Demek ki, her şeyden önce işçilerin iş saatleri üzerinde anlaşmaları gerekir, bu saatler bir kez saptandıktan sonra, hiçbir ayrılık gözetmeksizin herkes için bir kural haline gelirler. Sonra, salonların her birinde ve her an üretim tarzına ilişkin, malzemenin dağıtımına ilişkin, vb. birtakım ufak-tefek sorunlar ortaya çıkıverir, bu sorunları hemen oracıkta çözümlemek gerekir, yoksa, bütün üretim derhal durur; söz konusu sorunlar ister her bir işkolunda görevli bir yetkilinin kararıyla, ister, eğer olabiliyorsa, çoğunluğun oyuyla çözümlensin; ayrı ayrı herkesin iradesi, her durumda, karara uymak zorunda olacaktır; bu demektir ki, sorunlar otorite yoluyla çözümleneceklerdir. Büyük bir fabrikanın otomatik mekanizması, işçiler kullanan küçük kapitalistlerden çok daha zorba bir mekanizmadır, onlar hiçbir zaman bu kadar zorba olmamışlardır. Çalışma saatleri için, hiç değilse, fabrikanın kapısına: Lasciate ogni autonomia voi che entrate (“Sizler ki içeri giriyorsunuz, her türlü özerkliği dışarıda bırakınız.” – Dante, “İlahi Komedya”, Cehennem) diye yazılabilir. İnsan bilimle ve yaratıcı dehasıyla, doğa kuvvetlerine boyun eğdirmişse de, insan tarafından kullandıklarına göre bu kuvvetler, insanı, her türlü toplumsal örgütlenmeden bağımsız gerçek bir despotluğa bağımlı kılarak ondan öç almaktadırlar. Büyük sanayide otoriteyi yok etmek istemek, büyük sanayiin kendisini yok etmek demektir. Çıkrığa dönmek için buharlı iplik makinesini kırmak demektir.

Bir başka örnek olarak, demiryolunu alalım. Burada da, pek çok kişinin işbirliği kesin olarak zorunludur, büyük felaketlerin meydana gelmemesi için bu işbirliği kesinlikle belirlenen saatlerde yer almalıdır. Burada da işin birinci koşulu, alt sıradan bütün sorunları kestirip atacak, başat bir iradedir, bu irade ister bir tek yetkili tarafından, ister ilgili bir çoğunluğun kararlarını yerine getirmekle yükümlü bir komite tarafından temsil ediliyor olsun. Birinci durumda da, ikinci durumda da apaçık bir otorite vardır. Ama dahası da var: Ya demiryolları memurlarının sayın yolcular üzerindeki otoritesini kaldırsaydınız, hareket etmek üzere olan ilk trenin başına neler gelirdi acaba?

Ancak, otorite gereği, zorlayıcı, kaçınılmaz bir otorite gereği, hiçbir yerde deniz ortasındaki bir gemide olduğundan daha açık-seçik olamaz. Orada, tehlike anında, herkesin yaşamı, herkesin bir tek kişinin iradesine anında ve mutlak surette boyun eğmesine bağlıdır.

En öfkeli otorite düşmanlarına karşı bu çeşitten kanıtları ileri sürdüğüm zaman, bunların bana “A, evet, doğru ama burada söz kousu olan bizim yetkilendirilmiş olanlara verdiğimiz otorite değil, görevdir, görev yetkisidir!” demekten başka bir yanıt veremiyorlar. Bu baylar, şeylerin adlarını değiştirince şeylerin kendilerini değiştirdiklerini sanıyorlar. İşte böyle alay ediyorlar bu derin düşünürler elalemle.

Demek ki, bir yandan, herhangi bir biçimde verilmiş belli bir otoritenin, beri yandan belli bir bağımlılığın, tüm toplumsal örgütlenmeden bağımsız olarak, maddi koşulların, içinde üretim yaptığımız ve ürünleri dolaşıma soktuğumuz bu maddi koşulların bize kabul ettirdikleri şeyler olduklarını görmüş bulunuyoruz.

Bundan başka, üretimin ve dolaşımın maddi koşullarının, kaçınılmaz olarak, büyük sanayiin ve büyük tarımın gelişmesi ile birlikte karmaşıklaştığını ve gitgide bu otoritenin alanını genişletme eğilimi gösterdiğini de gördük. Şu halde otorite ilkesinden mutlak olarak kötü bir ilke, özerklik ilkesinden mutlak olarak iyi bir ilke diye söz etmek saçmadır. Otorite ve özerklik göreli şeylerdirler, onların alanları toplumsal evrimin değişik evrelerinde değişiklik gösterir. Eğer özerklikçiler, geleceğin toplumsal örgütlenmesi, otoriteyi, üretim koşullarının kendisini kaçınılmaz kıldığı sınırlarla sınırlandıracaktır demekle yetinselerdi, kendileriyle anlaşılabilirdi; oysa onlar, böyle yapacaklarına, şeyi zorunlu kılan bütün olgulara karşı gözlerini kapıyorlar ve hırsla sözcüğün kendisine saldırıyorlar.

Neden otoriteye karşı olanlar, siyasal otoriteye, devlete karşı çıkmakla yetinmiyorlar? Bütün sosyalistler, siyasal devletin ve onunla birlikte siyasal otoritenin, gelecek toplumsal devrim sonucunda yok olacağı yani kamu görevlerinin siyasal niteliklerini yitirecekleri ve gerçek toplumsal çıkarları koruyan basit yönetimsel görevler haline dönüşecekleri konusunda birleşmektedirler. Ne var ki, otoriteye karşı olanlar (anti-otoriterler) otoriter siyasal devletin bir çırpıda ortadan kaldırılımasını hem de kendisini doğuran toplumsal koşulları yok etmeden önce kaldırılmasını istiyorlar. Onlar, toplumsal devrimin ilk işinin otoritenin kaldırılması olmasını istiyorlar. Bu baylar acaba bir devrim gördüler mi hiç? Devrim, kuşkusuz, dünyanın en otoriter şeyidir; devrim, halkın bir bölümünün kendi iradesini, halkın öteki bölümlerine top, tüfek, süngüyle, otoriter araç olarak ne varsa hepsiyle, zorla kabul ettirdiği bir eylemdir ve zafer kazanan yan, boş yere savaşmış olmak istemiyorsa, iktidarını, silahlarının gericilere saldığı korku ile elde tutmalıdır. Paris Komünü, burjuvalar karşısında, silahlı halkın bu otoritesinden yararlanmasaydı bir tek gün dayanabilir miydi? Tam tersine, Komün, bu otoriteyi yeterince kullanmadığı için kınanamaz mı? Öyleyse ikisinden biri: Ya otorite düşmanları ne dediklerini bimiyorlar, dolayısıyla kafaları karıştırmaktan başka bir şey yapmıyorlar ya da ne dediklerini biliyorlar, dolayısıyla proletarya hareketine ihanet ediyorlar.

Her iki durumda da gericiliğe hizmet etmektedirler.


Ekim 1872-Mart 1873

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]