Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan
23.01.2014- 16:44

Naçizane uyarı yazısı
Metin Çulhaoğlu


“Bağzı” meseleleri durup dururken sorun haline getirmek pek iyi bir şey değildir.

Bu yazıda böyle mi yapılıyor, yoksa ortada gerçekten “sorunlu” denebilecek bir durum mu var, okur karar versin…

İki örnekten hareket edelim.

Diyelim, 27 Mayıs 1960 öncesi Türkiye’de yaşanan siyasal gerilimlere, bu gerilimlerin sınıfsal temellerine, sonra 27 Mayıs’ın ardından Türkiye’deki genel ortama fazla önem vermeden kafayı iki şeye takıyoruz: İhtilal sabahı yapılan “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” açıklamasına ve Menderes’in son dönemdeki Sovyetlerle yakınlaşma çabalarına…

İkinci örnek: Diyelim 12 Eylül 1980 öncesinin çok daha açık sınıf zıtlaşmalarına, bir tarafın birikmiş sınıf kinine, bu arada 24 Ocak kararlarına gerekli ağırlığı tanımadan sadece ABD’deki merkezlerin “Bizim çocuklar yaptı” sevincine odaklanıyoruz…

Örnekler çoğaltılabilir. Örneğin tarihin başka dönemlerine, başka ülkelere bakıyoruz ve 1917 Büyük Ekim Devrimi’ni en başta “Almanya neden Lenin’in Rusya’ya geçişine izin verdi” sorusundan hareketle anlamaya çalışıyoruz…

İşi uzatmadan günümüze gelelim: Diyelim, bir yandan büyük Haziran Direnişi’ni yere göğe sığdıramazken diğer yandan ülkedeki son gelişmeleri ağırlıklı olarak “birileri düğmeye bastı” tespitiyle açıklıyoruz…

Sizce biraz “sorunlu” değil mi?

Eğer biraz da olsa ortada bir sorun görüyorsak önce şu soruyu yanıtlamamız gerekiyor: Türkiye bir muz cumhuriyeti midir, değil midir?

Aslında mesele basittir: Muz cumhuriyetlerinde sınıfların varlığı kabul edilse bile sınıf mücadeleleri anlamında “iç dinamik” hep ikinci, hatta çok daha geri planlarda kalır; “dış odaklar” böyle bir ülkedeki siyaseti aklına nasıl estiyse öyle şekillendirir. Birinin ipini çeker, öbürünü ihya eder, yeni siyasal oluşumlar yaratır, süreçleri baştan sona belirler…

O zaman: Türkiye böyle bir ülke midir, değil midir?

Bizce kesinlikle değildir…

Evet, özellikle son iki on yılda çeşitli dış tezgâhlardan, operasyonlardan, “siyaset mühendisliklerinden” vb. söz edilebilir, doğrudur. Ama bunların hepsi ülkenin kendi sınıfsal-siyasal gerilimlerinin, dinamiklerinin ve süreçlerinin üzerine gelmiştir, bunlarla örtüşerek gerçekleşebilmiştir. Yoksa “dış odaklar” ortada hiç olmayan gerilimleri ve zıtlaşmaları kendisi yaratmamıştır…

Okurun kestirmiş olacağı gibi, bu naçizane bir “uyarı” yazısıdır.

Böyle bir uyarıya da iki nedenle gerek görülmüştür.

Birincisi: Türkiye’de solun emperyalizm algısı biraz fazla “üçüncü dünyacı”dır. Ülkeyi, içi dışarıdan doldurulan “boş kap” (Behice Boran) gibi görmeye eğilimlidir. Tamam, emperyalizmin oyunlarını, tezgâhlarını vb. görelim, bilelim; ama bu ülkenin kendi sınıfsal dinamikleri olduğunu da kabul edelim. Öbür türlüsü, yer yer gevezeliğe varabilen komplo teorileri üretmekten, olup biteni seyretmekten ve “bakalım bundan sonra ne olacak” diye beklemekten öteye geçmez.

İkincisi: Öyle çok uzun bir gelecekte de değil; yarın salt 17 Aralık’ın değil Haziran Direnişi’nin de hangi dış odakların tezgâhı olduğuna ilişkin çarşaf çarşaf “belgeler” ortaya döküldüğünde apışıp kalmayalım, “vay canına” demeyelim…

Varlığından, tezgâh ve operasyonlarından sual olmayacak emperyalizme ve “dış odaklara” kadiri mutlaklık tanımak bir tür cenin refleksidir ve solun bu dönemi çoktan geride bırakmış olması gerekir.

sol

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]