Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Forum Arşivi



‘Ne yedilerse birlikte yediler’
 


“Gezi halkın kendiliğinden nitelikli bir eylemiydi. Bu işin sahibi halk, sosyalistler değil; ama Gezi’nin açığa çıkmasında AKP rejimine karşı sosyalistlerin dirençli çabalarının da katkısı var. Halk Gezi’de sosyalistleri aştı. Olması gereken de bu.”


Resim Ekleme



ÖMÜR ŞAHİN KEYİF

Gezi direnişinin yükseltip güçlendirdiği toplumsal muhalefetin ardından, Türkiye, Cemaat ve AKP kavgasıyla ortaya dökülen yolsuzluk ve usulsüzlüklerle sarsıldı. Farklı kesimler bu kavgada nasıl pozisyon alınması gerektiğini tartışıyor. Bu tartışmaların en önemli noktalarından biri de barış süreci. Peki böyle bir ortamda sosyalistlere nasıl bir iş düşüyor? Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Eş Genel Başkanı Alper Taş’la yolsuzlukları, Kürt hareketinin pozisyonunu ve yedi yıldır adalet bekleyen Hrant Dink davasını konuştuk.

»‘AKP-Cemaat çatışmasına yol açan çelişkiler epeydir görünüyordu’ diyorsunuz. Nasıl temellendiriyorsunuz bu çelişkileri?

Bunları ortaya çıkaran faktörlerden birisi 2008’den itibaren dünyada ortaya çıkan ekonomik krizdi. Bunların dayandığı ekonomik pasta daraldı. Cemaat yetkililerinin AKP’lilerden şikâyeti, ‘Rabbena hep bana diyorsunuz, hep siz götürüyorsunuz pastayı’ şeklindeydi. İkinci çelişki; AKP’nin neo-Osmanlıcı, ılımlı İslamcı emperyal vizyona dayalı bölgesel hegemonya olma stratejisiyle şekillenen dış politikasının iflas etmesiyle ortaya çıktı. AKP,’nin   bölgesel güç olma stratejisinden geriye ‘değerli yalnızlık’ kaldı. ABD emperyalizmi,   bölgede politika değişikliğine gitti; sadece Sünniler’i değil Şiileri de gözeten bir siyasete yönelmek zorunda kaldı.

Gezi, Haziran direnişi, AKP’nin toplumu artık eskisi gibi yönetemeyeceğini gösterdi. Emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaklaşmaya başlaması bir restorasyon arayışını daha güçlü biçimde ortaya koydu. İktidar içindeki çatlakları büyüterek bir iktidar kavgasına yol açan bu gelişmeleri yalnızca AKP-Cemaat karşıtlığı içinden okumak da mümkün değil. Bu, iktidarın iç ve dış bütün bileşiminin içinde olduğu bölgenin ve Türkiye’nin yeniden yapılandırılmasına ilişkin bir kavgadır.

»Sosyalistlere ne yapmalı bu durumda?

Burada devrimci, sosyalist, muhalefet güçler açısından da kritik bir noktaya girdik. Haziran direnişi; sol, devrimci, toplumsal muhalefet hareketlerinin bir tarihsel dönemini de bitirdi, 12 Eylül’le başlayan dönem geride kaldı. Kim ki ‘Gezi dalgası bitti, biz de önceki halimize dönelim’ diyorsa siyaseten yanlış yerde duruyordur. Kendimizi yenilememiz gerekiyor. Süreç Susurluk dönemini andırıyor. Orada da düzenin pislikleri sistem içi güçlerin çatışmasının ürünü olarak ortaya serildi. O dönem devrimci demokratik güçler bir dakika karanlık eylemleri yaptılar ve o kavganın dışında bir demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü düzen talebini örgütlemeye çalıştılar, fakat gücümüz yetmedi. Sistemin güçleri o eylemleri başka bir mecraya taşıdırlar. 28 Şubat’la sistemi restore ettiler, AKP’nin önünü açtılar.

»Şimdi benzer restorasyonun yolu ne olur?

AKP ve Cemaat, sürecin biriktirdiği bütün pislikleri birbirinin üstüne atarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar, ama ne yediler, ne yaptılarsa hep beraber yaptılar. Düzenin iki gücünden birini diğerinin yerine koyma eğilimleri ve   AKP rejimini biraz revize ederek yürüme siyaseti var. Şimdi eğer biz, devrimci ve sosyalist güçler sürece eşitlikçi ve özgürlükçü siyaset temelinde, birleşik bir mücadeleyle yanıt veremezsek sistemin kendisini restore ettiği bir tabloyla karşı karşıya kalacağız. Belli ki bu tablo AKP’nin 11 yıldır döşediği taşların üzerinde şekillendirilecek. Bu noktada çok kritik bir devreye girmiş vaziyetteyiz. Gerçek bir temiz eller operasyonu, temiz bir siyaset, ancak düzen dışı güçlerin mücadelesinin ürünü olarak ortaya çıkabilir. İki ucu pis bir değnek var ortada, iki uçtan birini tutmamız isteniyor, ama bu değneği reddetmek gerekiyor. Dönem eşitlikçi, özgürlükçü bir temelde Türkiye’yi yeniden kurma iradesini sola, devrimcilere yüklüyor.

»Nasıl bir ‘yeni Türkiye’?

Beş başlık etrafında AKP rejiminin yerine yeni bir rejim inşa etmek, halkın kendi bağımsız devrimci siyasetini öne çıkarmak gerekiyor. Onun nasıl bir siyaset olacağını Gezi ortaya koydu.

Enternasyonalist anlayışla ama bağımsızlık temelinde Türkiye’yi yeniden kurmak önemli. İkincisi gerçek bir lâiklik. Gezi, yukarıdan devletçi lâiklik anlayışının iflas ettiğini gösterdi. AKP bu anlayışın bir ürünüdür. Üçüncüsü Gezi ekolojist bir isyandır. Türkiye kıyıları, ormanları, kentleriyle hem kirletilmekte hem de sermayeye peşkeş çekilmektedir. Dördüncüsü Kürtler’le beraber, eşit yurttaşlık haklarının sağlanmasıyla kuracağımız bir arada yaşamdır. Başka bir nokta piyasacılığa, özel çıkara, kâra dayanan ekonomi anlayışının karşısında; kamucu, demokratik planlamaya ve toplumsal çıkara dayanan bir ekonomidir. ÖDP bu başlıklar etrafında Türkiye’yi yeniden kurma iradesi ve iddiasının topluma mal edilmesi, bunun birleşik bir mücadele olarak geliştirilmesi arzusundadır.

»Sınıfsal temele dayanmayan Gezi’nin taleplerine göre yapılanmak, emek ekseninden kaymaya neden olmaz mı?


Emek hareketi belirleyici ve esastır. Gezi sınıfsal bir temelle gelişmedi, esas ruhu özgürlük talebiydi. Zaten bu özgürlük isyanına, sınıfsal talepli bir isyan ve Kürt isyanı eşlik edebilseydi, ‘İsyan, devrim, özgürlük’ diyoruz ya slogan atarken, ikinci ve üçüncü bölümleri de tamamlanırdı. Gezi, birleşik emek hareketi ihtiyacını da önümüze koydu. Sermayenin bu kadar merkezileştiği bir yerde, emeğin bu kadar parçalı bir siyeset yürütmesinin anlamı yok. TMMOB’undan DİSK’ine, KESK’ine, TTB’sine bütün emek örgütlerinin de kendisini Gezi’nin ortaya koyduğu bu ders ışığında yeniden yapılandırması gerekiyor. Gezi’de en çok hissedilen eksiklik üretim alanlarından bir başka isyanın buna eşlik edememesiydi. Halkın kendiliğinden nitelikli bir eylemiydi. Bu işin sahibi halk, sosyalistler değil ama Gezi direnişinin açığa çıkmasında AKP rejimine karşı sosyalistlerin dirençli, sürekli çabalarının da katkısı var. Halk Gezi’de sosyalistleri aştı. Olması gereken de bu, devrimci siyasetin bütün amacı, halkın söz ve eylem kapasitesinin artırılmasıdır. Gezi’nin önümüze koyduğu şey; devrimcilerin, sosyalistlerin büyük güçlere bel bağlamadan, siyaseti daraltan milliyetçi-ulusalcı ve liberal eksene hapsolmadan devrimci çizgisini çizmesinin ne kadar etkili bir sonuç yaratabildiğini göstermesidir. AKP sersemledi, Recep Tayyip Erdoğan’ın ezberi   bozuldu, elindeki değişim silahı alınan AKP, statükocu bir partiye dönüştü.

»Yolsuzlukların ardından gelen tutum da bu statükoculuğun yansıması mı?

Başbakan ve etrafındakiler öyle bir haletiruhiye yaratıyor ki Türkiye’nin bütün geleceği, bağımsızlığı, istikrarı Başbakan’a bağlı. Yani Başbakan’ın başına bir şey gelirse memleket bitti! Bu Türkiye halklarına bir haksızlıktır. Kendi istikbalini memleketin kaderine bağlayıp kendisinin yaptığı bütün usulsüzlüklerin ve hukuksuzlukların üstünü örtme başkalarında hiç görülmedi. Bu kadar arsızlık ancak bu kadar olur.

»Kavgadan şaşırtıcı koalisyonlar çıkar mı?

Zaten herkes yeni saflaşmalar yaratıyor. AKP, Kürt hareketini, ulusalcıları ve Alevileri yanına çekmeye çalışıyor. Bunu da bu kesimleri, Cemaat’in operasyonlarının mağduru olduğuna inandırarak yapıyor. Cemaat de ‘Bu operasyonların sebebi AKP’dir’ diyerek Kürtleri ve sosyal demokratları yanına almaya çalışıyor. Belli ki CHP de bu konuda Cemaat’e hiç laf söylemeyerek ‘Bu çatışmalardan bize de bir şey düşer mi?’ gibi bir düşünce içine giriyor. Sağdan adaylarla önemli bir güç biriktirebileceğini sanıyor. Bir sosyal demokrat parti, sağ adaylarla yol alamaz. Zamanında Baykal yaptı, fiyaskoyla sonuçlandı. Bunun sonucu zaten yeterince temeli olmayan sosyal demokrasinin bütünüyle tasfiyesidir. Sosyal demokrasinin sola ve Kürt hareketine yüzünü dönmemesinin, nasıl pahalıya mal olacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz.

»Kürt hareketi aynı yanılgıya mı düşüyor?

Kürt siyasi hareketi de AKP’den umudunu kesmiş değil; müzakere mi mücadele mi ikileminin tereddütlerini yaşıyor. Belli ki Öcalan da tercihini AKP’den yana yaptı. Zaten kendisi “Hakan Fidan’ı korumak lazım” diyerek söylüyor bunu. Bu politikaların anlaşılabilir bir nedeni de olabilir çünkü Kürt bölgelerinde Kürt siyasi hareketinin sosyal manadaki rakibi Cemaat. Biz baştan beri yeni bir anlayışla; cumhuriyetin kuruluş sürecinde yapılan yanlışların özeleştirisi temelinde eşitlikçi özgürlükçü yeni bir cumhuriyet inşa etme konusunda; Kürt hareketinin, sosyal demokratların ve sosyalistlerin yeni bir ittifak inşa etmesi gerektiğini söyledik. AKP’nin Barzani’yle açık ittifaka girdiği bir yerde CHP’nin tarihsel bir parti olarak BDP’yle ittifaktan kaçması büyük bir yanılgı. Kürt siyasi hareketinin müzakereler biter endişesiyle AKP’ye bel bağlaması doğru bir tutum değildir. AKP gitse bile gelen her siyasi iktidar Kürt siyasi hareketi ile müzakere yapmak zorunda kalacaktır. Çünkü müzakereyi dayatan Kürt siyasi hareketinin toplumsal-siyasal dinamiğidir.

»Roboski’ye takipsizlik kararı verildi, baskınlar düzenlendi. Bunlar neden AKP’ye güveni zedelemiyor?

Umut bağlamışlar, bizzat Öcalan bağlamış. Meseleyi bunlarla çözebileceğine inanıyor. Ben Kandil’in, BDP’nin Öcalan’ın inandığı kadar bu sürece inandığını gözlemlemiyorum. Ama Öcalan fazlasıyla buraya bel bağlamış gözüküyor. Roboski’de her şey ortada; hükümetin, Genelkurmay Başkanı’nın 10 kez istifa etmesi gerekiyordu. Böyle bir katliamdan sonra hiçbir şey olmamış gibi devam edilmesi, bir kişinin bile yargılanmaması kabul edilemez. Bu devletin cinayetidir. Böyle takipsizlik kararı vererek mahkemeden kurtulabilirsiniz ama halkların vicdanından kurtulamazsınız. Gittikleri her yerde 35 genç insanın ölümlerinin sorumluluğuyla yüzleşeceklerdir. Bunun hesabı mutlaka sorulacak. Yolsuzluk operasyonuna gelmeden daha Roboski’yle hükümetin istifa etmesi gerekiyordu.

»Nasıl bir mücadele olmalı?
Şöyle bir şey söylemek ahlaksızlıktır: ‘Siz Kürtler AKP’ye karşı silahlı mücadeleye devam edin, ölün öldürün.’ Biz bunu savunmuyoruz, Kürt hareketi politik mücadele kapasitesini yükseltebilir. Gezi bir fırsattı gerçek bir barış için. Gezi isyanı patlak verdiğinde Kürt bölgelerinde çok güçlü toplumsal yürüyüşler, itaatsizlikler olsaydı bambaşka bir tablo ortaya çıkabilirdi. Silahların koşulsuz teslimini savunmuyoruz, silahların bütünüyle ortadan kalkabileceği bir demokratik-kültürel iklimin oluşmasını istiyoruz.

***

Hukuk ilk kez böyle dibe vurdu

“Hukuk zaten sınıflı bir toplumda hiçbir zaman kelimenin gerçek anlamında bağımsız olmaz, egemen sınıfın hukukudur esas olan. Ama darbe dönemlerini bir kenara koyarsak bu kadar açık biçimde bağımlı ve güvenilmez olduğu, siyasal iktidar kavgasının bu kadar basit bir parçası haline dönüştüğü, dibe vurdurulduğu ilk kez görüldü.
Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalar sürecinde hukuku bir silah olarak kullananlar şimdi yolsuzluk operasyonlarında da hukuku bir silah olarak kullanıyorlar. Maalesef bu pislikler ancak bir iktidar kavgasının yansıması olarak ortalığa saçıldı, aslında bu bilinmeyen bir şey değildi. 11 yıllık AKP rejiminin bir yolsuzluk rejimi olduğunu sağır sultan duyuyordu zaten. AKP’nin büyüttüğü zenginler, ihale yasasının defalarca değiştirilmesi, Sayıştay denetiminden kaçmalar. Zaten bütün bu yağmayı Erdoğan Bayraktar da itiraf etti.
Şimdi bu yolsuzlukların zamanlamasını manidar bulabilir. Gerçekten bir iktidar kavgasının ürünü olarak ortaya çıkmıştır ama bu, yolsuzlukların gerçek dışı olduğu manasına gelmiyor ki. Ortada verilmesi gereken hesaplar var ama ‘darbedir’ diyerek üstü örtülüyor. Örneğin ‘TIR’ meselesi, ‘MİT kanununda var mıdır yok mudur’un ötesinde, ortaya çıkan bir tablo var; Türkiye Cumhuriyeti Devleti komşusunda bir iç savaşı derinleştiriyor, bu bir insanlık suçudur. Bunun üzerine gitmemiz gerekiyor. 2010’da birlikte bir HSYK yaptılar o HSYK da yürütmeye bağlıydı, o zaman hep beraber alkışladılar ve kullandılar; ama şimdi iç iktidar kavgaları çıkınca yeniden şekillendiriyorlar. Gerçek bir yargı bağımsızlığı için HSYK içinde Adalet Bakanlığı ve müsteşarının olmaması lazım. Yani bizzat HSYK’nın seçimini Adalet Bakanlığı Müsteşarının atadığı hâkim ve savcılarla yapıldı. Bunu yargı reformu diye alkışlayan insanlar bile, bu bir seçim değil atama yani yürütmenin yargıyı belirlemesi dediler. Şimdi yargı 2010 referandumundan daha da bağımlı hale dönüştürülüyor.”


***

Dink davası kaldıraç olarak ele alındı


“Hrant’ın davasına cinayetin işlendiği günden bu yana sahip çıkan bir partiyiz. Bu bizim zaten görevimiz. Bizim kardeşimiz Hrant. O günden bu güne sürecin içinde yer aldık. Onun hatırasına, ailesine saygıdan bazı konuları problem yapmadık. Fakat ‘Hrant’ın katili Ergenekon çetesi’ sloganlarıyla, Hrant katliamının Ergenekon davasından yargılanan insanlar üzerinden ele alınamayacağının altını hep çizdik. Evet, Ergenekon davasından yatan bazı isimler Hrant’ın linç kampanyasına katılmış, onu hazmedememiş, tehdit eden isimlerdir; ama bu cinayetin sorumlusu AKP devletidir. AKP ve Cemaat, Hrant Dink katliamını yeni rejimin inşaası için bir siyasal kaldıraç olarak ele aldı ve kendisi dışındaki kesimlerin tasfiyesi için bunu psikolojik, ideolojik bir araç haline dönüştürdü. Ama bak yedi yıl geçti, şimdi gerçekler daha net olarak gözüküyor. Biz her zaman bu cinayetin; Cemaat’iyle, hükümetiyle, yargısıyla, polisiyle, jandarmasıyla, basınıyla, eski ve yeni rejim sahiplerinin bir milli mütabakat cinayeti olduğunu ifade ettik.

AKP ve Cemaat, olayı kendi iç kavgalarından hareketle birbirinin üstüne atmaya çalışıyor. Bütün bu süreci beraber yürüttüler. Katillerin gerçek yüzünün açığa çıkmaması için dosyaları kapattılar, Hrant Dink davasına adı karışmış polisleri terfi ettirdiler,   dosyaları sümenaltı ettiler. AHİM’e verdikleri savunma ve Cemil Çiçek’in Ermeni   Konferansı konusunda verdiği demeç ortada... Başbakan bile zamanında demedi mi ‘Üç beş tane Ermeni var hepsini kapı dışarı ederiz’ diye. Bu devletin Ermeniler konusundaki ortak bakış açısı hepsinin içine sinmiş vaziyette. Hrant, Vali Yardımcısı’nın yanında tehdit edilmedi mi? Yol verildi cinayete, teşvik edildi, gurur haline getirildi, korundu herkes. Ramazan Akyürek terfi ettirildi. Şimdi bugün AKP hükümeti Ramazan Akyürek’i görevden alıyor. Ne için, Hrant Dink davası için mi? Ama yolsuzluk operasyonu gündeme gelince görevden aldı. Yani Cemaatle AKP şen şakrak devam etselerdi Akyürek’in üzerine gitmeyeceklerdi. Savcı Muammer Aktaş, ‘Tam operasyon vakti beni görevden aldılar’ diyor. Niye operasyonu daha önce yapmadın? Hrant’ın katliamını da kendi iç iktidar kavgalarının parçası haline dönüştürüp, basit bir iktidar kavgasının parçası kılmasınlar. Suçu beraber işlediler, suçluları beraber korudular.”

Birgün

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]