Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ustalardan ve yazarlardan
12.03.2014- 21:29

Berkin/Onur Seçkin

Berkin’i kaybettik, bugün toprağa veriyoruz. Haziran Direnişi’nde yitirdiğimiz sekizinci canımız, onların en küçüğü.

Berkin’in annesi Gülsüm Elvan, oğlunun yitip gitmesinin ardından “Cumhurbaşkanı bizi arayacağına oğlumu vuranları bulsun. Benim kuzumu Allah almadı, Tayyip Erdoğan aldı. Vay kuzum anan kurban olsun sana, bu sefer de dayanacaktın. Bu acıya ben nasıl dayanırım Berkin. Bir kurşun da bana sıksınlar, yanına yollasınlar” demiş.

Böyle bir acı.

Hepimizin kuzusu Berkin’in isim anlamı “sağlam, güçlü, kuvvetli” imiş. Berkin isminin anlamına yakışır şekilde direndi, ama küçük bedeni 269 gün dayanabildi. Hepimiz çok öfkeliyiz, Haziran’dan bu yana daha da öfkeliyiz.

Bu acılar nasıl dinecek. Gülsüm Anne’nin öfkesi biraz olsun nasıl azalacak? Bin türlü emekle büyüttükleri Berkin’in, ekmek almak için fırına giderken, “emri ben verdim” diyen diktatörün polislerinin rastgele attıkları gaz kapsülüyle avuçlarının içinden uçup gitmesinin öfkesi biraz olsun nasıl azalacak? 269 gündür, Berkin’in, küçük prenslerinin uyanmasını bekleyen Haziran Direnişi’nde sokağa çıkan milyonların öfkesi nasıl dinecek?

Onların çocukları çaldıkları milyonlarla rahatça evlerinde oynarken, bizim çocuklarımız oyunlarını oynadıklarını sokaklarda öldürülüyorken, artık bu iş bitmiştir. Okullarında arkadaşlarıyla olması gereken çocuklarımızı, toprağa gönderenlerin halkın vicdanında yeri çoktan tükenmiştir. Diktatör istediği kadar bağırsın, bütün ülke bu bağrışların suçlarını bastırmak için olduğunu biliyor. Öfkenin dinmesinin tek yolu halkın AKP iktidarını, diktatörü bu ülkenin yakasından düşürmesidir.

Fazla zamanımız yok.

Eğer Berkin’in hesabını soramazsak, bunun utancını daha fazla taşıyamaz bu ülke.

Annesinin kuzusu, milyonların umutla uyanmasını beklediği Berkin’imiz ölürken, hırsızlar, arsızlar, katiller sokaklarda eli rahat dolanmaya devam ederse, bunun utancını daha fazla taşıyamaz bu ülke.

Berkin’imizi toprağa gömerken, halen bu ülkede birileri bilmem ne kılı olmayı kendisine layık görüp, AKP’nin mitingine şakşakçılığa, kuyrukluğa gidecekse, bunun utancını daha fazla taşıyamaz bu ülke.

Bir ülke, çocuklarını öldürenlerle yönetilmenin utancını daha fazla taşıyamaz.

Onun için hesap soracağız.

Sokakta soracağız, sandıkta soracağız, okulda soracağız, mahkemede soracağız, nerede bulursak orada soracağız.

Diktatörlüğünüz 15 yaşında, 16 kilogram ağırlığındayken toprağa verdiğimiz Berkin’imizin umut dolu gözleri karşısında, 269 gündür direnen gücü karşısında bir kâğıt gibi titreyecek ve yıkılacak.

İşte o zaman bu ülke bu utançtan kurtulacak.

O zaman oynadığı sokaklara, okuduğu okula ve ülkenin en güzel parklarına Berkin’in adı yazılacak.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/onur-seckin/berkin-89244

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
12.03.2014- 21:32

Ben Berkin, gülüşü hepinizin…
Ömer Turan


Adım
Upuzun bir uykunun içindeydi
Şimdi bütün uykular benim içimde.

O sabah, duygusunu yitirmiş bir devletin mermisiyle uzandım boşluğa. Gördüm, bir kuş havalandı yeryüzünün kalbine doğru. Bir kuş, kanatlarında ölüm sorusu. Uzak dağlara, uzak yollara bakmak istedim. Canımdan bir can daha çekildi, soğudu tenimin yaz çocukluğu. Yanımda yatan gelinciğe soruyorum: İnsan giderken ölüme, eksilir mi yüzündeki gülümseme?

Kan doluyor alnıma anne. Dilsiz ve kımıltısız kalıyorum. Beni şimdi yıldızların elleri okşuyor, beni şimdi su anneleri. Tüylerim kıyım kıyım, kim görse ateşten bir top kaçıyor yüreğime. Bir kuş erkenden uçuyor, çocukluk kısa bir rüzgârmış meğer anne.

Gömleğimde yağmur desenleri ve cebimde mavi misketler. Bir taşın soğukluğunu öğreniyorum, parmak uçlarımdan başlayarak. Öylece kaldım, evler morarıyor, sokaklar yaprak yaprak. En çok koşmayı özlüyorum anne, bir caddeyi boydan boya aşarak. Daha uzağa ışıklı masallara kadar koşmayı, soluk soluğa. Yüzümün güzelliği yetmiyor anne, masum bir bedeni korumak için. Kulağımda cellatların sesi, salkım salkım hükümler asıyorlar boynuma. Bana benzemeyen insanlar vuruyor beni anne. Yanımda yatan gelinciğe soruyorum: İnsan beklerken uykusunu, nereye bırakır çocukluğunu?

Evden geliyordum, çiçek ekmek ve güvercinlere su almaya gidiyordum. Boyum, yaşamla ölüm arasına duvar. Yaşıma bir gökyüzü ve deniz yüzlü düşler sığıyor. Orada martılar, iç geçiren kızlar var. Bir yanımda heykeller taşıyan adamlar, bir yanımda elleriyle kişiliklerini saklayanlar. Bunu söylemek bile ağır anne ama beni dibe çekiyor bir tarih. Hüzün ki herkesin cehennemi, benim hikâyemse yoksulluğun kör cümlesi. Beni şimdi bir çatının altından alıyorlar, yağmura doymuş bedenimi yaşam dileğiyle bir balkona asıyorlar. Yas damlatıyorum anne, bütün eşyalar ölümün önsözü. Sağa döndüm üç dört gece, solumda bir ateşin közü.

Sonra anne, beni bir şeye uzattılar ve her gün içimi kâbuslarla yıkadılar. Günlerin büyük yalnızlığı şu üstümdeki nevresim, şu kalbime takılan kablolar. Kederli bir müzik sesi, uzaktan uzağa, bahar inmiş sulara. Kulağımda martı çığlıkları, okul çıkışları. Vefalı arkadaşlar geliyor her sabah, pencereme karanfiller bırakıyor güzel kızlar. Zaman geçmiyor anne, sallanıp duran bir hayat ve omuzlarımda haramilerin nefesi. Yanımda yatan gelinciğe soruyorum: Yaşamak bu kadar güzelken, kim koydu gözümün önüne bu mağara resmini? Bir kuş anne, karlı dallara konuyor. Ve içimden buz gibi dereler akıyor.

Geliyorlar, ekmek ve gül iklimi bir geçmişten. Çarşılarda devrimci isyan kalabalığı ve havada elvan kokusu. Beni bir dağın kalbine yatırıyorlar. Yüzüm dünyanın bütün ağaçlarına dönük. Bir sürü pencere açıyorlar, beyaz yollar önüme. Kimseler üzülmesin anne, adım derin bir iç çekişse eğer beni bir baş dönmesi sayın. Bir bulutu öperken geçiyorum aranızdan, sanki varmışım sanki yokmuşum gibi ağlayın. Yanımda yatan abilerime soruyorum: Memleket rüyasına yatmak abiler, bu kadar uzun mu sürer? Başım dik, avuçlarımda sıkılmış üzüm taneleri, gidiyorum işte. Arkamdan binyıllık ağıtlar, arkamdan alkışlar.

Adım Berkin
O sabah beni
Bir hükümet kurşunuyla vurdular.

Resim Ekleme

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/omer-turan/ben-berkin-gulusu-hepinizin-89255

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
12.03.2014- 21:34

Berkin
Aşkın Süzük


14 Haziran’da kaynak işçisi Ethem’in ölüm haberi geldi. İki gün sonra 16 Haziran’da Berkin Okmeydanı’nda kafasına gelen gaz fişeği nedeniyle derin bir uykuya daldı. 15’i 16 Haziran’a bağlayan gece polisin dağıttığı Gezi Parkı’ndan sonra direnişi devraldı.

Türkiye’nin tüm onurlu insanları adına o günden beri direndi Berkin. Küçük vücudu ve kocaman yüreğiyle...

14’ünde uyudu, uyurken büyüdü. 2014 yılında hep 15 yaşında kaldı...

**

Babası tekstil işçisi Berkin’in. Ortalaması asgari ücret kazanan bir sektörde çalışıyor. Eşi ve üç çocuğuyla geçinmeye çabalıyor. Çok değil bir yıl önce bu ülkenin Çalışma Bakanı dememiş miydi “büyük para” diye asgari ücrete, “geçinilmez diye bir şey yok, peynirin ekmeğin fiyatı belli” demişti değil mi? Geçiniyordu işte Elvan ailesi.

Evet, ekmeğin fiyatı belliydi.

Asgari ücretlilerin, ekmeğini alınteriyle kazananların kaderini değiştirecek günler gelip çattığında Haziran’da, bu ülkenin milyonları sokağa çıkmıştı. Zenginler ve patronlar için dönen çarklar değişecekti. O çarklar değil miydi koyu bir karanlığa sürükleyen memleketi? Korkuları bundandı, gözü dönmüş bir şekilde saldırmaları bundandı. Can almaları korkularındandı.

“Emirleri kim verdi” diye sormayın. Veren belliydi ya, zaten kendisi de itiraf etti çarkın başını tutan zat. Korkanlar ve korktukları için polisine “destan” yazdıranlar, ekmeği için çalışanların öfkesinden korktular, 14 yaşındaki o çocuktan da korktular.

Ekmeğin fiyatı belliydi 16 Haziran’a kadar. Artık değil.

Korkaklar düzeninde, işçinin emekçinin kuru ekmeğine de göz dikilir. “Yeter” demenin vaktidir. Denmezse, birilerinin ayakkabı kutuları parayla dolsun diye, sırıtkan müteahhitlerin cebi şişsin diye, bazı “şanslı” çocuklar ticareti öğrensin diye, bizim çocuklarımız ölecek.

**

Hava döndü. Çarkın başını tutanların kanlı ortaklığı bozuldu. Hırsızlar birbirine düştü.

16 Haziran’dan bugüne direnen Berkin’i yok sayanlar, görmezden gelenler de onu hatırladı. Kirli hesapları, Berkin’in o temiz direncini kirletemedi.

Berkin’i öldürenler, hastanede gece-gündüz demeden bekleyen ailesine gaz sıktıranlar, coplatanlar hangi yüzle başsağlığı diliyorlar?

Ya yalan makinesi haline gelmiş o televizyonlar? Tüm Gezi eylemleri sırasında ve sonrasında kamerasını o minicik bedenin uyuduğu Okmeydanı Hastanesi’nden kaçıranlar?

Şimdi birçoğunda Berkin’i anlatıyorlarmış. Haber değeri kazanmış yayın akışlarında, haber bültenlerinde. Gezi’nin yarattığı rüzgar fırtınaya dönüşünce Berkin’i haber yaptılar. Emri kimin verdiğini söylemeden, olur da yine hava dönerse diye...

Bunca gün korkaklardan korktukları için kalemi titreyenler, yalan yazanlar, yalakalığı analiz diye yutturmaya çalışanlar...

İkiyüzlülüğünüz, yalakalığınız asla unutulmayacak.

**

16 Haziran’ın, ülkenin karanlığa sürüklenmesine o büyük itirazın, emanetidir bize Berkin. O itirazı, küçük bedeniyle bugüne kadar taşıdı. Berkin’i bugün sonsuzluğa uğurladıktan sonra, Türkiye’nin aydınlık geleceği için, ekmeğimiz ve çocuklarımız için direncin bayrağını minik ellerinden alacağız.

Sen rahat uyu Berkin.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/askin-suzuk/berkin-89240

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
12.03.2014- 21:40

Zulmün kadar yer yakarsın/Ahmet Mümtaz İdil

Berkin Elvan’ı kaybettik.

Şimdi Başbakan televizyonların karşısına çıkıp, Rabia için döktüğü o gözyaşlarının en azından sahtelerini dökecek mi? Nafile bekleyiş.

Ancak iki gün önce aklına gelip de “geçmiş olsun” dileklerini ileten Abdullah Gül cenazesine katılacak mı, acılı anne babaya “başınız sağolsun” diyecek mi? Dese ne, demese ne... Kimsenin de beklediği yok zaten.

İstanbul’un Emniyet Müdürü diye geçinen adamın, Berkin’i Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi’nin önünde beklemekten başka hiçbir “eylemleri” olmayan insanların üzerine biber gazı sıkmasını neyle açıklayacağız? Berkin’i kaybettikten sonra orada toplanan insanların tepkisini söndürmek için dün sabahki müdahalesini nereye oturtacağız? Toplumu germek için elinden geleni ardına koymayan AKP Hükümeti bir ufak çıkış noktası bulduğu her yere saldırır, en ufak olaydan kaos yaratmaya çalışır oldu.

Artık Başbakan, freni patlamış kamyon falan değil, resmen bir buldozerdir.

DHKP-C üyesi diye tutturdular Berkin Elvan için. Üzerinden bomba çıktı diye tutanak tuttular. Öldürdükleri tüm gençlerin kanları yalnızca ellerine değil, tüm bedenlerine bulaşmış durumda. Öylesine bir katil güruhu yarattılar ki, nasıl kurtulacaklarının eğitimini bile yapmışlar. “Destan yazan polisler” devlet koruması altında.

Olaylar durmayacak gibi ve Türkiye hızla kaosa sürükleniyor. Baş sorumlusu da başta Başbakan olmak üzere tepeden tırnağa hükümet. Sakinleştirici hiçbir şey yapmıyor, zira tek kurtuluşu Türkiye’nin bir kaos ortamına girmesi. Daha da sertleşecek, bu yüzden sokaklardan uzak durmak gerek. Daha fazla insanın ölmesi bu ülkeyi düze çıkarmayacaktır. Aksine mevcut hükumetin ekmeğine yağ sürecektir. Ardı ardına gelen ses kayıtları zaten yeteri kadar hükümeti sallamış durumda, artık kendi kendine çökecek, parmak darbesine bile gerek yok. Ama direniyor, çaresizce direniyor ve planlar yapıyor.

Bütün sinsi planların arkasında “tahrik” birinci sırayı alır. Önce karşı taraf yoklanır, birkaç geri adım atılır, mağduriyet edebiyatı yapılır ve hiç umulmadık bir anda karşı tarafın sinirlerine hakim olamayacağı bir durum yaratılır. Bu, emperyalizmin en sık uyguladığı taktiktir ve başarısız olması için karşı tarafta çelikten bir sinir olması gerekir. Toplumlar asla “çelik sinir” taşımazlar, mümkün değildir.

Bugün Türkiye çok daha büyük bir gerginlik içerisinde, her an her şeyin olabileceği bir karanlığa doğru hızla sürükleniyor. Tahrik veya daha geniş anlamıyla provokasyon sürekli sıcak tutuluyor ve bahane gözetiliyor.

Fethiye’de olanlar insanın tüylerini diken diken edecek şeyler. Yasal bir partinin ilçede büro açmasına bölgedeki halk karşı çıkıyor. Karşı çıkmaları anlaşılabilir, ama işin linç boyutlarına varması müthiş bir tahrikin ürünü. Mesele artık bir partinin ilçe teşkilatı binasını açmasından öteye geçmiş durumda. Ortada kin ve nefret var.

Çok geçmeden BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Twitter hesabında şunu yazdı: “Siz bizi kentinize kabul etmezseniz yarın kapınıza bir başçavuş gelecek ve başınız sağolsun diyecek.” Açıkça tehdit. Nefret suçu. Yeniden olayların tırmanmasını sağlayacak işaret fişeği.

Öte yandan, cemaatten intikam almayı aklına koymuş olan hükumet, Silivri’deki tutsakları salıverdi. Ama şunu da ekledi: “Sizi paralel hapsetti ben salıyorum, ama bakın katilleri de salıyorum. Bu kadar itibarsızlaştırıyorum işte sizi.”

Trabzon’daki futbol maçı meydan savaşına dönüştü. Her şey insanları sokağa çağırıyor. Vahşetin çağrısıdır bu, çok dikkatli olmak gerek. Toplumu birbirine düşürmeye çalışan, haksızlıkları ve hukuksuzlukları birer ferman gibi önümüze koyanların oyunları.

Cemaat ya da paralel adı her neyse, bugüne kadar bir hükümetin çoktan istifa etmesini gerektirecek onlarca ses kaydı yayınladı. Duracağa da benzemiyor. Hükümet artık bunları yalanlamayı da bıraktı. Tamamen toplumu ayrıştıran bir söylemi tercih etti ve onun üzerinden kendi oy tabanını korumaya çalışıyor.

Her çıkan kaset şu veya bu biçimde AKP’nin kararsız oylarını etkiliyor ve ciddi düşüşlere neden oluyor. Yüzde 30’lara kadar düşen bir AKP’nin bir de büyük şehirleri kaybetmesi halinde, seçimi askıya alması işten bile değil. Anayasa gereği bunu Meclis aracılığıyla yapamıyor. Bunun için de ciddi anlamda “toplumsal hareketlenmelere” ihtiyacı olacak. En ufak kalkışmayı kendi için bahane olarak görecek ve Fransa’nın, Hüseyin Paşa’nın Fransız Konsolosu Pierre Deval’in suratına yelpazeyle vurmasını bahane ederek Cezayir’i işgal etmesi gibi, Türkiye’yi işgal edecek. Evet, yabancı bir ordu gibi işgal edecek. Zira Başbakan Erdoğan’ın başka çıkış yolu kalmadı. Tek hedef yüzde 35’in üzerinde oy alması. Bunu alamayacağını kestirdiği anda sertleşecek, hatta her şeyi göze alarak bir sıkıyönetim ilanına bile gidecektir.

Seçimlere daha 18 gün var ve bu 18 gün Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik günleri. Haziran Direnişi’nde bu ülke Berkin ile birlikte sekizinci evladını verdi, dokuzuncusuna izin vermemeliyiz. Zulmü kadar yer yakar bu hükümet. Ateşi kendini yakacaktır.

Siyaset hiç bu kadar kirlenmedi bu topraklarda, ölüm de hiç bu kadar kalleş olmadı.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ahmet-mumtaz-idil/zulmun-kadar-yer-yakarsin-89239

proleter  |  Cvp:
Cevap: 4
13.03.2014- 01:09


Gözümüzden Yıldız Kaydı Yine - Çağhan Kızıl


Kötülük bizi hep çocuk yerimizden vurdu. Bir insanı sevmek ve tanımaktı bizim bahar heyecanlarımız. Amacımız hep bir umudu büyütmekti, devrimdi sokaklarda, okullarda, dost meclislerinde.

Gülüşlerimizi herkes kıskandı, çünkü içtendik ve böyle bir gülüş görülmemişti. Gülmek kimseye bize yakıştığı gibi yakışmadı. Bakışımızda sıcaklık vardı, ülke kışın hükmündeyken inadına bahardik dostluklarımızda. Kor ateştik inadımızda, avuçlarımız terlerdi yumruklarımızı sıkarken, omuzlarımız değerdi birbirimize halaylarımızda, kül olurduk. Sevdik, sevdalandık, aşık olduk, yüreğimiz hep barış güvercinleri saldı gökyüzüne.

Gökyüzünü içimize sığdırmak gibi çılgınlıklarımız da olmadı değil, çünkü tedirgindik ölesiye! Çünkü benim ülkemde güvercinleri de vuruyorlardı! Büyüyorduk, yoldaki bir aşkı yeşertiyorduk filizlenen bahar dallarında. Gidenleri unutmak gibi arsız niyetlerimiz olmadı, çünkü ölümün suretiydi bencillik, biz o yüzden hiç ölmedik! Gözlerimiz kaldı aklımızda, iki telin sesi yetiyordu bizi ağlatmaya, ya da çocuk heyecanımız sürükledi bizi ovalara. Susmadık, mahirdik hep, cevahir yüreklerimizle haykırdık; çünkü bir tek çocuklar uyurken sustuk, ölürken değil! Bizim hep çocuklarımızı öldürdüler kardeşlerim, ölü çocuklarımızın laneti üzerlerinde olacak! Ve gün gelir de bir ulaşırsak oraya, bir anıt dikersek dünya tarihine, insan olmaya dair ne kadar güzellik varsa üzerine işleyeceğiz usanmadan. Çünkü vurulduğumuz yerimiz çocukluğumuz... Ve direneceğiz yine inadına, gülerekten... Hoşçakal Berkin! Ali İsmail’e, Ethem'e, Medeni'ye, Mehmet'e, Ahmet'e, Abdullah'a, Hasan Ferit'e selam, abilerin iyi bakacak sana... Biz de burada bin yılların mücaelesine devam edeceğiz sonuna kadar!

Muhalefet.org

umut  |  Cvp:
Cevap: 5
13.03.2014- 16:12

Berkin’e mektup
Can Soyer


Diyeceksin ki neden daha önce yazmadın madem? Haklısın da...

Ne yalan söyleyeyim; bir gün ayağa kalkacağın, aramıza katılacağın ve benim sana bunları tanışmamızın daha ilk dakikalarında anlatacağım umudunu hep taşıdım. İhmalkarlık diyebilirsin, ama bir umuda bağlanmaktan daha insani ne olabilir?

Kara gözlüm,

Senin için “dayanamadı” diyemem; o küçücük, dal gibi bedeninle destan yazdın sen. Tek arzumuz vardı senden, yazdığın destanı bir zaferle taçlandırman; yeniden sokaklarda koşturman.

Olmadı. Zafer senden bize miras kaldı. Kaygılanmayasın, onu da başaracağız evelallah.

Ama dedim ya, eğer olsaydı, eğer kalkabilseydin tekrar ayağa sana anlatacaklarım vardı. Çünkü sen orada günler, günler, günlerce yatarken, biz burada hep hayalini kurduk senin.

Sesinin tonunu, gözlerini kırpışını, yürüyüşünü, gülerken ağzının aldığı şekli kafamızda canlandırmaya çalıştık. Sonra geçeceğin yolları, çocukluktan çıkışını, büyüyüşünü, delikanlı oluşunu...

Devrimci bir genç olacaktın, mutlaka. Soylu, asil, boyun eğmez ve mücadeleci bir çocuksun çünkü. 15’ine girdiğinde, büyük ihtimalle, kendini çok büyümüş hissedecektin. Artık mücadele edebilecek, halkın için savaşabilecek olduğunu düşünecektin. Doğru, bunları yapabilecektin de. 15 yaş, devrimcilik için erken değil çünkü. Zaten, azrailin tepesinden bir tüy koparıp hayata geri dönmüş biri için, mücadeleye atılmak ne kadar zor olabilirdi ki?

Kitaplar okuyacak, yeni isimler duyacak, tarihten dersler çıkaracaktın. Gorki’nin Ana romanını okuyacaktın mesela, kendi anana gözünün ucuyla bakarak. Okuyacağın lisedeki arkadaşlarınla ilk toplantılarına katılacaktın, tartışmayı öğrenecektin. Denizlerin, Mahirlerin yiğitliğine gözlerin yaşararak gıpta edecektin, Ekim Devrimi’nden gurur duyacaktın, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik arzusuyla yanıp tutuşacaktın.

Devrimciler aşık olur, sen de olacaktın. Belki de olmuştun bile, sitem dolu sözlerinin muhatabı belki de çoktan çalmıştı kalbini. Olsun, aşk acısı da çekecektin elbette. Uykudan kaçar olacaktın, kimseyle konuşmayıp içindeki alevi söndürmeye çalışacaktın. Sonra bir daha, bir daha aşık olacaktın. Yüreğin serçe gibi pırpır edecekti tekrar ve sen sol memenin altındaki cevahirin hiç sönmediğini, yeniden sevebildiğini görüp mutlu olacaktın.

Hele o ilk öpücüğü nasıl anlatayım ki sana Berkin? Utanarak, korkarak, acemice, ama bir o kadar da tutkuyla, gönülden, alev alev öpecektin sevdiğini. Kıpkırmızı olmak kaçınılmaz ama; yıllar geçince gülecektin o hallerine zaten...

Sen de her devrimci gibi çalışkan olacaktın. Çalışmanın bir yük değil, insan olmanın namusu olduğuna inanacaktın; hem de bu lanet düzende çalışmak zorunda kalmanın kölelik anlamına geldiğini bilmene rağmen. Çalışacak, sana dayatılan badireleri atlatacak, üniversiteye girecektin. Ananın babanın gözlerini yaşartacak, göğsünü kabartacaktın.

Üniversite yılları mı? Bir devrimcinin gerçek hayata girdiği kapıdır üniversite. Orada öğrendiklerindir, seni geri kalan ömründe sen yapan. Dostluk, fedakarlık, paylaşmak, uçarılık, mutluluk; üniversitede anlayacaktın bunların ne demek olduğunu. Sabahlara kadar kitap okuyacak, bazen karanlık bir odada müzik dinleyip sigara içecek, bazen arkadaşlarınla çilingir sofrası kurup acemilikten sarhoş oluverecektin. Rakıdan hemen vazgeçmemeni salık verecektim tabi ki, adabıyla içmeyi öğretecektim sana.

Sevdiğin şairler olacaktı; yönetmenler, yazarlar keşfedecektin. Arkadaşlarınla yaz tatillerine gidecektin, para yetmediğinden otostop çekecek, çadırlarda kalacaktın. Ananın özene bezene hazırladığı yemek dolu paketler geldiğinde, bayram havası esecekti öğrenci evinde; eş dost davet edip bir günde tüketecektin hepsini; sonra makarnaya talim edecektin tabi günlerce. Yüksünmeyecektin yokluktan da yoksulluktan da. Anan sana hiç haram lokma yedirmemişti, sen de yüzünü yere eğmeyecektin hiç emekçi bir ailenin evladı olduğun için.

Büyüyecektin be Berkin; büyüdükçe daha da kendini bilecektin. Büyüdükçe ananı babanı, kardeşlerini, sevdiklerini, bizleri sevindirecektin.

Olmadı. Eli kanlı bir suç örgütü, bir cinayet şebekesi izin vermedi büyümene.

Bize senden, dağ gibi bir öfke, çelik gibi sıkılmış dişler, bir de yutkunamadığımız hayaller kaldı.

Sen şimdi yüreğimizin en taze, en diri, en asi köşesindesin. Adın ve destansı azmin, alınyazısı gibi işlendi etimize. Soluğumuzun sıcaklığında, ıslığımızın ucunda, hüznümüzde ve sevincimizde senin çakmak çakmak kara gözlerin parlıyor artık.

Sözümüz söz, bu halk evladını, seni hiç unutmayacak; emri kim verdiyse, hesabın ondan sorulacak. Senin apaydınlık gülüşün, bizim geleceğimizi ışıtacak.

Berkin, canımın içi,

Ne desem boş bir yandan, bir yandan sana diyecek o kadar çok sözüm var ki.

Belki, bir gün tanışma şansı bulursam, Gülsüm ablaya, Sami abiye anlatırım.

Hem biliyor musun, senin ardından doya doya ağlayamadım daha. Taşlaşmış yüreğimin buzları çözülmedi hala. Olursa, o gün anana babana sarılıp, kana kana ağlarım da belki.

Gözlerinden, ellerinden öperim, kardeşim.

Sol

umut  |  Cvp:
Cevap: 6
13.03.2014- 16:16

Aleko'dan Berkin'e
Renan Bilek


Merhaba Berkin. Ben Alexandros Grigoropoulos. Dostlarım bana kısaca Aleko derlerdi. Hâlâ da öyle derler.

Senden altı sene önce, suyun öte yanında, Atina’da, senin gibi polisin silahından çıkanla öldürüldüm ben de. İki kere ensemden vurulmuşum.
Bilmiyorum. Hatırlamıyorum. Farkında değildim. Sadece bir acı ve sıcaklık hissettim bedenimde. Ensemden başıma ve omuruma yayılan bir sıcaklık. Çok yandı canım.

Senden altı sene önce, ülkemde yapılan gösterilerde vuruldum devletin resmi katilleri tarafından. Ensemden. İki kere. En doğal hakkım olan, protesto gösterileri sırasında. Tıpkı senin gibi. Üstelik ben ekmek almaya değil, protesto etmeye çıkmıştım. Şimdi senin ardından “orada o çocuğun ne işi vardı?” diye atıp tutanlara da, “sadece ekmek almaya gidiyordu” diyenlere de aldırma kardeşim. Demokrasi dediğin, sadece sandık değildir çünkü. Demokrasi dediğin, tepkini ve tarafını, her yer ve her mecrada ifade edebilme özgürlüğüdür.

Senden altı sene önce, senin de yanıma geldiğin yaşta öldüm ben de. Ama “ağabey” deme bana altı yaş fark nedeniyle. Biz hep bu yaşta kalacağız artık. “Ağabey” deme. Dostlarım bana kısaca Aleko derlerdi. Hala da öyle derler. Sen de öyle de. Aleko.

Senden altı sene önce, vurulup düştüğümde yere, devletin yasal mermisiyle, ayaklandı suyun öte yanınız. Beş ay sürdü mücadele. Beş ay. Atina’da, Selanik’te Patras’ta... İraklion’da İskeçe’de, Hanya’da... Size göre suyun öte yanında, her yerde, her alanda.

Senden altı sene önce, ben vurulduğumda 16 yaşımda, Yunanistan tarihine “7 Aralık 2008 Ayaklanması” diye geçti beş ay süren olaylar.

Ben de isterdim ölümüm nedeniyle değil, yarın umuduyla sorulsun hesaplar diye ama bilirsin, değişiktir bizim coğrafya. Senin ülkende de var insanlıktan nasibini almamış körleşmiş kalpler benim ülkemde de. Suyun her iki tarafında var koltuk, servet ve güç düşkünü acizler.

Benim ölümümden sonraki beş ay sonunda, katilim olan polis, ömür boyu hapis cezası aldı. Onun ateş etmesini engellemeyen devriye arkadaşı da on yıl. İçişleri Bakanı istifa etti. Önce kabul edilmedi istifası ama sonrasında hükümet düştü. Sorumluluklarını kabul etmek zorunda kaldılar.

Biliyorum, senin ülkende de sahte gözyaşları vardır. Sen vurulup düştükten sonra yere, 269 gün tutunmaya çalışırken hayata, ailene hal hatır sormayan cumhurunun başı, ölümünden bir gün önce görüşmüştü ailenle. “Ne istersiniz” sorusuna, “ziyarete gelip destek olanlara biraz anlayışlı olunsun” diyen babana verilen sözlerin nasıl tutulduğu ortada.

Biliyorum, senin başbakanın televizyonlarda açık açık seslendi halkına kafa tutarcasına “emri ben verdim” diyerek. Şehrinin valisi hiç utanmadan başsağlığı dilekleri yayınlarken sosyal medyadan, polisleri acını haykırmak isteyenlere yine gaz ve plastik mermiler sallıyorlardı “vur, vur, gözünden vur!” diyerek.

Biliyorum, resmi ağızlar üzüntülerini dile getirirken göstermelik, Avrupa’da birçok ülkede ölümcül silah kategorisine alınarak yasaklanan, “bizmut” kapsülü atan FN-303 silahı verildi polisin eline senin acını haykırmak isteyenlerin üzerine yeni ölümler saçsınlar diye.

Ama benim ölümümden sonra, polisler ceza aldı, hükümet düştü diye sevinme lütfen. Çünkü bitmez ölümler dünyada özgürlük savaşçıları kazanmadıkça. Dinmez tüm bu acılar paranın saltanatı yıkılmadıkça.

Bizi seçimden seçime sandığa yollayarak demokrasi dersi vermeye kalkanlar aslında çok iyi biliyorlar “temsili demokrasi” denilen şeyin nasıl bir müsamereden ibaret olduğunu. Yargının bizim gibi ülkelerde, sistemin devam etmesi için hukuktaki, polisinse sokaktaki yüzü olduğunu. Çünkü bizim gibi emperyalizme sırtını dayamış işbirlikçi iktidarların olduğu ülkelerde, devletin bütün kurumları, asıl iktidarı gizlemek içindir hep.

Ve sen de ben de çok iyi biliyoruz ki, “isyan” hukuka değil, varoluş temeline dayalı bir haktır. Hiç olmamış ve olamayacak çocuklarımıza adanmış hayatlarımızdır gençliğimiz, çocukluğumuz. Güzel bir ülkeye, güzel bir dünyaya, yarınlara atılmış imzadır yere düşen bedenlerimiz, akan kanlarımız.

Merhaba Berkin. Ben Alexandros Grigoropoulos. Dostlarım bana kısaca Aleko derlerdi. Hâlâ da öyle derler. Sen de öyle de: Aleko!..

“Ürkek bir serçe gibi eğme başını.
Kaldır başını ve dimdik dur!
Bu senin değil, ülkenin ayıbı.
Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk..”
Nâzım Hikmet

sol

melnur  |  Cvp:
Cevap: 7
14.03.2014- 07:09

Berkin; adın yeminimiz olsun.../Nurettin Abacıoğlu

Berkin; adın yeminimiz olsun...

Haziran 2013 e gelirken, tam da Mayıs başlarında,

Takvimdeki günler 8’i gösterirken klavyenin başına oturuyorsun...

Tıkırdatıp, önce şunu yazıyorsun...

“Yaptığım en büyük spor, umutla yarınlara koşmak.”

***

Sonra yarınlara koşmanın soluğunu senden çalacakların,

Yaşamını elinden alıp, çocuk yaşta ölümü sana kader kılacakların...

Engerek kafalarını, puşt zulalarından dışarı uzatmadan,

Seni Türkiye’nin oğlu diye, bize armağan edeceklerini bilirmiş gibi...

İkinci şerhini düşüyorsun...

“El üstünde taşınmak için illa tabuta mı girmek gerekiyor?”

***

Hızını alamıyor, katile, hırsıza,

Bütün çetelerin başını çeken dikatatör uğursuzuna,

Mayısın 16 sında bir daha sesleniyorsun...

Kimbilir senin de kanına dokunan, hangi soysuz bir lafa, kapak olsun, cevabını bulsun diye...

Şerefsize haddini bildiriyorsun...

“Senin o fakir dediğin çocuklar varya bazı insanları şerefiyle satın alır...”   diyorsun...

***

Var ya çocuk, o yazdıkların var ya...

14 yaşında...

Yeni yetme delikanlılık çağının kapısında,..

İnce kemikli çocuk bedeninin üstünde taşıdığın o pırıl pırıl kafanda...

Düşünüp buzlu ekrana yazdıkların var ya,..

***

Koca bir ömür yaşayıp da,
iki kelimeyi yanyana getiremeden gidenlere..
bir hayat felsefesi nasıl da kurulurmuş...

Ele, güne...

Dosta, düşmana

Gösterdin ya...

Durup, durup boğazıma yumruk gibi oturan

İçimin katılmalarında...

Şimdi ne demeliyim sana...

***

Gerçi şimdi ne etsek, ne eylesek zait...

Bu içteki acıyı...

Bedenlerimizi saran yokluk ateşlerinde sana yanmayı...

ve öfkeyi...
ve sana sözümüz olan “umutla yarınlara koşmak” mecburiyetinde olduğumuz
bu aralıkta..

Ne ki bir yanlızlıkta...
ne ki bir üşemede...
ne ki buzdan camlara adını kazırken
vicdanların çöl susuzluğunda...

Şimdi bir kavrulmada...
Şimdi bu Arafta kalışı...
Şimdi hangi söze, neye, nereye koyacağız...

Ve emin ol ki bunu mutlaka yapacağız...

Yapacağız; tamam da...

Gözümüzdeki yaşı düşmana göstermeden...

Acımızı nasıl da içimize akıtacağız...

***

Şerefsizler ordusu durmuyor...

Emir kulu katillerin bulunmuyor...

Ağababaları,

Kullarına emir yağdıranları...

Onların hempaları...

Hacıları, bil cümle hocaları,

Kasaları, ayakkabı kutuları,

Soyguncu borsaları, arabaları, yalıları, uçakları

Sıraya girmişler...

Ve dahi...

İnsanlık ayıbının çok hafif kaldığı,

Acıya, acı katan en keskin katmerli lafları

Ardından ediyor...

***

Neymiş; cenazene katılanlarlar nekrofilmiş...

Yani sapıklıkta sınırın olmadığı, “ölü seviciler”...

Neymiş..
Tam da Gazi olayların yıl dönümünde,
yaşam destek ünitenin fişini o güne denk gelsin diye,

Yoksa...

Bizler çekmişiz...

***

Bir ele geçerlerse, nekrofil neymiş, fiş nasıl çekilirmiş, mutlaka öğrenecekler...

Ve acın üstüne yaşatılan bu acılar şimdi nasıl katmere yazıldıysa,

Bu soysuzlukların hesabını verecekler...

***

Ethem Sarısülük (26), Ahmet Atakan (22), Abdullah Cömert (22), Hasan Ferit Gedik (21), Mehmet Ayvalıtaş (20), Ali İsmail Korkmaz (19), Medeni Yıldırım (18), Berkin Elvan (15)...

En büyükten, en küçüğe...

Sadece yaş sırasına göre...

Yoksa yiğitlikte her biri, eşit sıra neferi...

Artık sekizler oldunuz...

Hepiniz deli fişek, gencecik...

Sanki Devrim Kadrosonun ilk onbirini sayıyoruz...

***

Adınızı tarihe düşerken...

Sizleri Güneşe, Yıldızlara uğurluyoruz...

Sözümüz olsun...

Yarınlara umutla koşmazsak,..

Ülkenin bütün gençlerine, çocuklarına kurtuluş yolunu açmazsak...

Gezi Parkının orta yerine,

Ulu çınarların arasına,

Devrim şehitleri anıtını dikip, adlarınızı üstüne kazımazsak...

İşte o zaman namerdiz...

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/nurettin-abacioglu/berkin-adin-yeminimiz-olsun-89285

melnur  |  Cvp:
Cevap: 8
15.03.2014- 03:49

Berkin Elvan'ın mirası!/Rıfat Okçabol

BERKİN, ekmek almak için bakkala giderken, bir polis tarafından vurulmuştu. Doğaya, emeğe, özgürlüğe, eşitliğe, insan haklarına, kardeşliğe, laikliğe, bilime, barışa, iyiliğe, güzelliğe, … düşman olanların emirlerini uygulayan bir polis.

BERKİN, ağaçları, parkları, ormanları ve ülkenin tüm kaynaklarını talan eden, insanın emeğini, aklını ve duygularını sömürenlerin emriyle vurulmuştu.

BERKİN, gezi eylemleri sürecinde vurulan ne ilk kişiydi ne de, özgürlükten ve eşitlikten korkanlar iktidar oldukça son kişi olacak.

BERKİN, vurulunca komaya girmiş ve yaşam savaşı vermeye başlamıştı. BERKİN direndikçe, Gezi eylemcilerinin, eylemler karşısında korkup bir yandan yalana ve öte yandan da şiddete başvuranlara karşı olanlarla haksızlığa, eşitsizliğe, hukuksuzluğa, yolsuzluğa ve talana karşı çıkanların sembolü olmuştu.

BERKİN’in direnci, vur emrini verenlere, vur emrini yerine getirenlere ve “Kabataş’ta şöyle oldu, böyle oldu” ya da BERKİN için, “Şunu yapıyordu, bunu yapıyordu” yalanlarını uyduranlara karşı direncin de sembolü olmuştu.

BERKİN’in direnci, Gezi eylemeleri sırasında olduğu kadar Gezi öncesindeki eylemlerde de yaralanan, sakat kalan ve yitirilen canların acısına direnmenin de sembolü olmuştu. Eylemlerde yaralanan ya da sakatlanan kimliği belirsiz kişilere sahip çıkılması kadar öldürülen faili meçhul ya da faili bilinen tüm canlara sahip çıkmanın da sembolü olmuştu.

BERKİN’in direnci, Gezi eylemlerinde polise, “Vur emrini ben verdim; polis destan yazdı” diyenlere, eylemcileri yaralayan, sakat bırakan ve öldüren polislere ödül verenlere ve ayrıca eylemcileri göz göre göre ve hedef gözeterek vuranları yargıya teslim etmeyenlere karşı tepkinin de sembolü olmuştu.

BERKİN’in direnci, 17 Aralık 2013 yolsuzluk davası ile başlayan ve arkasından ortaya dökülen pisliklere karşı tepkinin de sembolü olmuştu.

BERKİN, çocuk haliyle ve henüz gelişimini tamamlamamış bedeniyle, hem de komada 9 ay direnmişti. BERKİN’in ölümü, onun direncinin boşa gitmediğini kanıtladı. BERKİN’e sahip çıkan milyonlar, BERKİN’in direncine-mirasına sahip çıktıklarını gösterdiler.

BERKİN, öldüğü gün yeniden doğdu; tüm Türkiye, BERKİN oldu.

Hukuku hiçe sayanlar, adaleti yok edenler, toplumu ateist-dindar, Alevi-Sünni, Kürt-Türk-Ermeni vb kamplara bölmek isteyenler, hâlâ vur emri veriyorlar ve onlara biat edenler, hâlâ vuruyorlar.

Bunların da özgürleşmesi için, mirasına sahip çık, diren Türkiye.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/rifat-okcabol/berkin-elvanin-mirasi-89325

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]