Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Marksist Çözümlemeler
18.08.2013- 22:55

Lenin ve Sosyalizm.

Erkin ÖZALP, Komünist 253, 17 Şubat 2006


Sosyalizm, bir ütopya değil. Sosyalizmin kuruluşu da, birtakım ideal koşulların yan yana gelmesinin ürünü olamaz. Kuruluş, bir mücadele sürecidir. Sadece içerideki karşı devrimcilerle ve dışarıdaki emperyalistlerle mücadele değil, aynı zamanda toplumu değiştirme, sosyalizmin insanını yaratma mücadelesi... Kapitalizm döneminde temel hedef olan iktidar, sosyalizm döneminde, işçi sınıfının elindeki en önemli araç haline gelir. En azından, Lenin'e ve leninistlere göre...

20. yüzyılın başlarında, Rus marksistleri bir konuda ortak bir görüşe sahipti: Rusya'nın gündemindeki devrim, Avrupa'da gerçekleşecek sosyalist devrimlerin "kıvılcım'ı olacaktı. Menşeviklere göre, Rusya'da burjuvazinin gerçekleştireceği bir demokratik devrim Avrupa'da sosyalist devrimlere yol açacak ve bu aşamadan sonra Rus işçi sınıfı da sosyalizm için mücadele etmeye başlayacaktı. Bolşeviklere göre, Rusya'da işçi sınıfı önderliğinde (köylülükle ittifak kurarak) gerçekleştirilecek bir demokratik devrim Avrupa'da sosyalist devrimlere yol açacak ve bu aşamadan sonra sosyalizm Rusya'nın da gündemine girecekti. Trotskiy ise, işçi sınıfının bir kez iktidara geldikten sonra kendisini demokratik görevlerle sınırlandıramayacağını, kaçınılmaz olarak sosyalist adımlar atacağını, ancak Avrupa'da sosyalist devrimlerin gerçekleşmemesi durumunda Rusya'daki işçi sınıfı iktidarının da korunamayacağını düşünüyordu.

İktidardan uzak durma, menşevizmin temel özelliklerinden biridir. Daha doğrusu, menşevizmin en ileri hedefi, burjuvazi ile gerçek bir çatışmaya girmeden, uzlaşma yoluyla, iktidarı paylaşmaktır.

Örneğin, menşevizmin en önemli teorisyeni olan Plehanov, daha 1883 yılında, Rusya'da işçi sınıfının "vaktinden önce" iktidara gelmesi durumunda, "otoriter ataerkil komünizm"in kurulmasının ve bir kastlaşmanın yaşanmasının kaçınılmaz olacağını "öngörmüştü". Ve menşevikler, 1917 Ekim Devrimi'nden sonra, Sovyetler Birliği'ne baktıklarında, "otorite" ve "bürokrasi"nin varlığından daha fazlasını gör(e)mediler.

Ama menşevikleri rahatsız eden, genel olarak iktidar (ya da "otorite" veya "bürokrasi") değildir. Mümkünse burjuva partilerle ittifak kurarak meclise girmek ve hükümete ortak olmak en büyük hayalleridir.

Trotskiy'de farklı türde bir iktidar korkusu vardır. Onun için, iktidar, eğer nihai hedefe (dünya devrimi) kısa yoldan ulaştırmıyorsa, sadece bir sorundur. Rusya'da işçi sınıfı iktidarı alabilir ve sosyalizm doğrultusunda adım atabilir, ama eğer devrim Avrupa'ya taşınmazsa, ilerleyemez. Peki, bu durumda ne yapmak gerekir? Öz itibarıyla, bir sonraki devrim dalgasını beklemek...

Trotskiy, işçi sınıfı iktidarını kolaylıkla riske atılabilecek türden bir kazanım olarak değerlendirdiğini, Ekim Devrimi'nden çok kısa bir süre sonra gösterdi. Rusya henüz Almanya ile savaş halindeydi. Yeni iktidarın barışa ihtiyacı vardı. Trotskiy ise, Almanya işçi sınıfını ayaklandıracağını umduğu bir formülü savundu: "Ne savaş ne barış." Barış anlaşması imzalanmayacak, ama ordu lağvedilecek ve Almanya'ya karşı savaşılmayacaktı. Alman ordusu Rusya'yı işgale başladığında da, Almanya işçi sınıfı ayaklanarak kendi ülkesinde sosyalist devrimi gerçekleştirecekti. Brest-Litovsk barış görüşmelerinde Rusya'yı temsil eden Trotskiy'in bu formülü hayata geçirmesinin sonucu, Almanya'nın saldırıya geçerek Estonya, Letonya ve Ukrayna'nın önemli bir bölümünü işgal etmesi oldu. Ardından, çok daha ağır koşullar içeren bir anlaşma imzalandı. Almanya işçi sınıfı ayaklanarak sosyalist devrimini yapmakta gecikmişti!

Lenin'in sosyalizme bakışı

Lenin de dünya devrimini hedefliyordu. Üçüncü (Komünist) Enternasyonal bu amaçla kuruldu. Kısa bir süre içinde Avrupa'nın sosyalist devrimlerinin gerçekleşeceğine inanıldığından, Moskova "geçici" merkez olarak seçilmişti. Asıl merkez Berlin'di ve Enternasyonal'in resmi dili Almanca'ydı.

Ama bir taraftan da, Lenin, tarihin beklentilere uygun şekilde akmayabileceğini her zaman hesaba katan bir önderdi.

Daha 1915 yılında, "Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine"   başlıklı yazısında şunları söylemişti: "Eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bu nedenle de, sosyalizmin zaferi, başlangıçta birkaç ve hatta belki de tek bir kapitalist ülkede mümkün olacaktır. Bu ülkenin muzaffer proletaryası, kapitalistlerin mülklerine el koyduktan ve kendi sosyalist üretimini örgütledikten sonra, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi davasına kazanarak, bu ülkelerde kapitalistlere yönelik ayaklanmaları teşvik ederek ve gerektiğinde sömürücü sınıflara ve bunların devletlerine karşı silahlı güç bile kullanarak, dünyanın geri kalanının -kapitalist dünyanın- karşısına çıkacaktır."

İşçi sınıfının (1917 Ekim Devrimi'nde olduğu gibi) iktidarı alması, dünya devrimine yapılan en önemli katkılardan biridir.

Ama gerçek bir katkıdan söz edebilmek için, öncelikle, bu iktidarın ayakta tutulması gerekir.

Lenin, devrim kadar iktidarı da önemseyen bir önder olarak, bir yandan Komünist Enternasyonal aracılığıyla başka ülkelerin komünist partilerini bolşevizme kazanmaya çalışırken, diğer yandan sovyet iktidarını kalıcılaştırma çabasına girişti.

Görev, alabildiğine somuttu. Emek üretkenliğini ve toplam üretimi artırmak, sanayileşmek ve bunları yapabilmek için merkezi devlet iktidarını güçlendirmek gerekiyordu. İşçi sınıfı, toplumsal üretimi kapitalistlerden daha iyi bir şekilde düzenleyebileceğini somut olarak göstermek zorundaydı. Bunları başaramayan bir işçi sınıfı, iktidarını koruyamazdı.

Dış destekli karşı devrimci ayaklanmalarla mücadele (iç savaş) dönemi (1918-1921), sosyalizmin iktisadi temellerinin kurulması görevinin ertelenmesine yol açtı. Bu dönemin sonunda, nicel açıdan daha da zayıflamış bir işçi sınıfı ve işçi sınıfı iktidarına kuşkuyla bakan bir köylülük vardı ortada. Görev daha da zorlaşmıştı.

Devlet aygıtı daha da zayıflamıştı: "Bugüne kadar devlet aygıtımızın etkinliği konusuna o kadar az önem verdik ki, bundan böyle bu aygıtın dört başı mamur örgütlenmesi, İşçi ve Köylü Gözetimi'nde gerçekten ön plana çıkmış, Avrupa standartlarının altında olmayan bir işçi kadrosunun toplanması için özel bir dikkat sarf etmemiz çok yerinde olacaktır." ("Az Olsun Ama İyi Olsun'dan", Halkın Devlet Yönetimi'ne Katılımı içinde, çev: Metin Çulhaoğlu, Nâzım Kitaplığı, s. 251.)


Lenin'e göre sosyalizmin geleceği

Lenin, Sovyet sosyalizminin ve dünya devriminin kapsamlı bir yol haritasını bırakmadı miras olarak. Bırakması da mümkün değildi. Ekim Devrimi'nden sonraki ilk altı yılın deneyim birikimi, sosyalist kuruluş ve dünya devrimi ile ilgili olarak ancak sınırlı sonuçların çıkarılmasına izin veriyordu. Lenin'in 1918-1923 döneminde yazdıkları, daha çok, dönemsel (ve her biri yakıcılık taşıyan) sorunlarla mücadelenin parçası ve ürünüydü.

Ama bunlar, altı yıllık deneyimden hiçbir evrensel ders çıkarılamayacağı anlamına da gelmez.

Çıkarılan en önemli derslerden biri, proletarya diktatörlüğünün tek görevinin karşı devrimci güçleri baskı altında tutmak olmamasıdır. Sovyet iktidarı yeni tipte bir devlettir ve geliştirilip yetkinleştirilmesi gerekir. Bunun yolu da, halkın devlet yönetimine katılımıdır: "(...) nüfusun her ferdinin, yavaş yavaş hem Sovyet örgütlenmesinde (emekçi halkın örgütlerine tabi olma koşulu ile) ve hem de devlet işlerinde görev almaya teşvik edilmesi gerekir." ("Sovyet İktidarı Üzerine On Tez", a.g.y., s. 84.)

Sovyet iktidarı, emekçilerin kendi kaderlerini kendi ellerine almalarının aracıdır: "Sovyet iktidarı, mucizeler yaratan bir sihir değildir. Cehaleti, kültürsüzlüğü, barbarca bir savaşın sonuçlarını, yağma dolu kapitalist düzenin ürünü olan kötülükleri öyle bir gecede yok edemez. Ama sosyalizme giden yolları açar. Daha önce kapitalizm tarafından ezilenlere, bellerini doğrultmaları, giderek ülkenin tüm yönetimini, ekonominin yönlendirilmesini ve üretimin gözetimini kendi ellerine almaları olanağını sağlar." ("Sovyet İktidarı Nedir?", a.g.y., s. 151.)

Bir başka deyişle, sovyet iktidarı, aynı zamanda bir toplumsal örgütlenme biçimidir.

İnsanlık, kendi kaderini, ancak örgütlü bir şekilde kendi ellerine alabilir.

Tüm yurttaşlar devlet yönetimine fiilen katılmaya başladıklarında, devlet iktidarı siyasal niteliğini yitirir. Devlet, bir baskı aygıtı olmaktan çıkar. Bu anlamlarıyla devlet ortadan kalkar.

Bu amaçlara ulaşmanın "kendiliğinden" bir yolu yoktur. Tüm yurttaşların devlet yönetimine katılması, bunun biçimsel açıdan olanaklı kılınmasıyla değil, işçi sınıfının öncü partisinin tüm yurttaşları görev almaya teşvik etmesiyle sağlanabilir.

Sovyet iktidarı, menşeviklerin ya da anarşistlerin düşündüğü gibi, kötülüklerin anası değil, kötülüklerle mücadelenin ve insanlığı yeni bir aşamaya taşımanın en önemli aracıdır.

Bu aracın yanlış ya da eksik kullanılması ihtimali elbette vardır. Ama sosyalist devleti başlı başına bir kazanım olarak görmeyenlerin, doğruluk-yanlışlık ya da eksiklik-fazlalık sınavına tabi tutulabilecek bir kazanım elde ettikleri de görülmedi...

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]