Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Marksist Çözümlemeler
19.07.2014- 11:55


Lenin’e yaklaşım denemeleri  

Resim Ekleme


Yazının başlığı Türkiye solunun belirli bir tarihsel dönemecine tekabül etmektedir. Lenin’in Türkiye solunun tartışma başlıkları arasında özel bir konuma sahip oluşunun sebepleri ayrıca tartışılabilir. Fakat denemelerin önemi bu yaklaşım biçimlerinin 1960’ların ikinci yarısından itibaren sosyalist hareketi şekillendirmesinden, daha çok da 1970’lerin ikinci yarısından itibaren yaşanan yaklaşım farklılıklarının solun bugünkü nesnel konumlanışını belirlemiş olmasından kaynaklanmaktadır.
 
İhtiyatlı olmakta fayda vardır. Zira bugünkü konumlanmada Türkiye soluna dönük bir özeleştiri ya da hesap sorma girişimi beklentisiyle hareket etmenin toplumsal açıdan gerçekçi olup olmayacağı bir yana, solu ileriye taşıyabileceği bile tartışmalıdır. Bu nedenle Lenin’e yaklaşım denemelerinin amacını, Lenin’in geriye dönük okunmasının kısa bir özeti olarak nitelendirmek doğru olacaktır. O halde kavramlardan, hatta Lenin ile birlikte ele alınmadan anlamlandırılamayacak kavramlardan başlamak gerekecek. Kitabi tanımlama çabalarının çoğu mevcut yaklaşım denemelerinin kusursuzluğuna dönük bir iddia taşır. “Böyle bir iddia olmadan doğruyu bulmak mümkün değildir” denilebilir. Doğruluk payı taşısa bile kusursuzluk, Zweig’ın da dile getirdiği gibi insan eline gereksinim duymaz. Bu yüzden iddianın yeşerdiği zeminle birlikte, ele alınan yaklaşımların mevcut nesnelliği/nesnelliğe doğru şekillenen biçimlenmeleri kalın çizgilerle vurgulanmalıdır. Örneğin, bugünün devrimci birikiminin 1968 kuşağının somutlamakta güçlük çektiği “ileriye doğru atılan her adım, her gerçek ilerleme, bir düzine programdan daha önemlidir” ifadesine bir yanıtı bulunmaktadır. Teorik kargaşa döneminde eyleme öncelik, öznel örgütlenmeyi, ne yapılacağı konusunda belirsizliğin hüküm sürdüğü bir sürü soru dizisiyle karşı karşıya getirmişti(1) . Oysa bugün cevap nettir. Üstelik bu netlik, dayanağını hem “önce öncü eylem” döneminin sona ermesinden hem de yukarıda söz edilen konumlanış denemelerinin belirli bir frekans bandında sabitlenmiş olmasından almaktadır.
 
Daha fazla uzatmadan öncülük kavramına bakalım(2) . Geriye dönük okumalarda öncülüğün, Lenin açısından bir sadeleştirme girişimi olduğunu, “nereden yola çıkarak devrim ve nasıl?” sorusunu soranlara da ayrımlarla cevap verme ihtiyacından yola çıktığını kavrıyoruz. Ayrımın hangi noktalarda meydana geldiğini saptayabilmek için “Ne Yapmalı?” sorusunu bir soru ve 1900’lerin mevcut yaklaşımlarıyla karşılaştırarak bir kimlik edinme biçimi olmaktan çıkararak başlayalım(3) .
 
“Ne yapmalı?”yı soru olmaktan çıkarmak, verilen tarihsel cevabı yok saymak anlamına gelmez elbette. Aksine, gerçek ihtiyacı (Ne Yapmalı?) “Nasıl?” ve “Nereden yola çıkarak?” sorularını da içeren bir yeniden üretimin parçası haline getirir. Bu ihtiyaç basit bir soru olmaktan çıkarılmadığında temelinde var olmaya devam eden cevap sürekli yeniden ortaya çıkar: “sömürüyü ortadan kaldıracak (sosyalist) bir devrim yapmalı” ve elbette “bu devrim emekçi sınıflara yaslanan bir kitle dayanağı olmadan gerçekleşemez”. Eğer soyut ihtiyaç, gerçek ihtiyaçların yerini alıyorsa sürekli sabretmek gerekecektir. Bu da sabredeni tasavvufi bir kılığa büründürebilir. Çatışma buradan başlar…

Devrimin gerekliliğini ve devrimin talep ettikleriyle kendi sınıfsal çıkarları arasındaki uyuşumu henüz kavrayamamış kendiliğinden bir kitle hareketi ve bu kitleyle bağ kurma arayışı çatışmanın ilk evresini oluşturur. İkinci evreyse bunun nasıl gerçekleşeceği sorusunun sorulmasında meydana gelir. Bu aşama, istisnasız, ülkenin mevcut koşullarına bağlılıktır.
 
Ülkeler arasındaki kimi benzerlikleri sağlayan, kapitalizmin ve varmış olduğu aşamaların (emperyalizm, neoliberalizm) birçok düzlemde çakışması “Ne Yapmalı?” sorusuna verilen cevabı ortaklaştırabilir. Yeniden üretim de burada devreye girer. Çünkü kapitalizmin dünya ölçeğindeki mevcut nesnelliği kesinlikle “nasıl?” ve “nereden yola çıkarak?” sorularına tek bir cevap vermez. Bugün bütün dünyada artan kendiliğinden eylemlilikler, “Ne Yapmalı?” sorusuna verilen cevabın ilk ve en önemli yanını geçerli kılarken, yeniden üretime dönük itiraz “nasıl?” sorusunu tüm insanlık tarihinin en can alıcı sorularından biri haline getirmiştir.
 
Bunun için; Tamamlanmamış haliyle bir bütün olan Lenin’i, Felsefe Defterleri’nde dile getirdiği şekilde “birin ikileşmesi” formülüyle ele almak zorundayız. Birin ikileşmesine yani diyalektiğe dair yapılan vurguyu hareket noktası olarak aldığımızda Lenin’in diyalektik bütünlüğü yapay ve odaklanmayı dağıtan bir ayrımla bölmek yerine, bütünün parçalarını oluşturan maddi süreçleri ortaya çıkarmayı amaçladığını görüyoruz. Yani, “Ne Yapmalı?” sorusu bu şekilde ele alındığında yeniden üretilen bir tür sorular dizisi olmamaktadır. Birin ikileşmesi bir sorular dizisinden çok, odaklanmayı derinleştiren parçaların, parçaların bütünlükle kurduğu ilişkilerin, nesnelliğin öncü örgütlenmelere sunduğu kapılarının çalınmasıdır.
 
Demek ki “Ne Yapmalı?” ile birlikte karşı karşıya kalınan sorular, özne ve nesnenin mutlaklaştırılmış ayrımını yalnızca göreceleştirmez aynı zamanda bu daralmanın/ayrımın bir sıkışmanın önüne geçmesini de sağlar. Tabii, birin ikileşmesi formülünün odaklanmayı derinleştiren bir mercek olmaktan çıkıp aracın kendisi haline gelmesinin çözüm olduğu beklentisine girmek intihardır. Çünkü devrimcilik beklentilerle hareket etmek ya da sabretmek değil, risk almaktır(4) . Aracın amaçlaşmaması, Lenin’in teorisinin bütünlüklü ele alınması gerektiğine dair “garantili yaklaşım” buradan yola çıkar. Sözün kısası bir, ikileşmeyi, kendi içinde taşıdığı çelişkinin üstünden atlayarak değil çözerek ilerleyebilir.
 
Peki, nereden yola çıkılmalıdır? “Ne Yapmalı” sorusunu sorarken kullandığımız iki kelimenin ilki yapılacak olanın arı (iradi) olarak belirlenmesini yadsırken ikincisi yapacak özneye işaret eder. Nereden yola çıkarak sorusuna ise tarihsel bir cevap vermek mümkün: somut.
 
Ancak somut, yalnızca bir örgütün, partinin vs. “faaliyetlerini yürüttüğü toplumsal ortam değil, bunun yanı sıra, (…) örgütlenme biçimleri, mücadele araçları ve gelenekleri(5) ”dir de… Yani kapıyı açtığınızda arkasından yaşanacak olanların bir bölümü genlerinize işlenmiştir. Bunun en temel sebebi öncülüğün de somut nesnellikte şekillenilmiş olmasından kaynaklanır.
 
Somut, kavram olarak hiçbir şey ifade etmez elbette. Bu yüzden somut kavramı, emekçi sınıflar (sanayi proletaryası, hizmet işçisi, yoksullaşan küçük köylü) ve bu sınıfla kesişen dinamik unsurlarda (küçük mülk sahipleri, öğrenciler) hatta ve hatta bu sınıfların kendiliğinden eylemselliği ve örgütlenme biçimleri/düzlemleri içerisinde ele alınmalıdır.
 
Bu düzlemler, öncülük tarafından biçimlendirilmediği ölçüde dış bir nesnelliğe tekabül eder. Belirleme-belirlenme bilmecesinin çözümüyse buradan yola çıkıldığında kolaylaşmaya başlar.
 
Krasin’in yukarıda bahsettiği türden bir somutluğa bakıldığında örneğin Sovyetler Birliği’nin 1950’lerdeki iç nesnelliğinin, iktidar organlarının yanında, toplumun bütününe yönelik yeniden örgütlenmesi sayesinde, öncü örgütlenmenin nesnelliğiyle uyum içinde olduğu fark edilecektir. Öte yandan aynı somutluğa Bolşeviklerin Nisan Tezleri’ndeki Tarım Programından NEP dönemi tarım politikalarına bakıldığında, öncü örgüt nesnelliğinin Rusya’nın ekonomi-politik koşullarının nesnelliğine adapte olma zorunluluğu görülecektir. Devrimin nesnelliğe dayattığı öznel zorunluluğa karşı Rusya’nın Bolşeviklere dayattığı nesnel zorunluluklar… Ve Çözülüş, biri ötekisinin yerine koyulduğunda tüm emeğin boşa gideceği özel kesitlerin sürekliliğinden doğar! Öyleyse insanlığın içinden geçtiği özel (ve genel) kesitler, nesnellik tarafından belirlenme ve nesnelliği belirleyebilme diyalektiğinden, özne ve nesnenin içselleşmesi zorunluluğundan (nereden yola çıkıldığından) bağımsız olarak incelenemez. “Eyleme öncelik(6) ” tartışmasına bir de buradan yaklaşılmalıdır.
 
Bu saptama analizler içinde geçerlidir.
 
11. Tez’de Marx, kapitalist bütünlüğe ve komünist ufka dair en berrak analize bakmaz(7) . Daha doğrusu analiz, Marx’ın tezinde ifade ettiği türden bir eyleme dönüşmediği sürece bir belirlemeye dönüşemez. Belirlenme-belirleyebilme kavramının politik dildeki karşılığına geleceğiz. Ama bu kavram oluşturulurken de siyaseti belirlemenin analize uygun hareket eden örgütlenmeler ile nesnelliğin birbiriyle olağanüstü içselleştiği anlara özgü olduğu saptanmalı. Bu saptama, “somut durumun somut tahlili” ilkesi ile öznel mesafenin açılması ihtiyacına dair de bir vurgu taşımalı.
 
Nesnelliğin öncü örgütlenme üstündeki belirleyiciliğinin yadsındığı süreçler “devrimci durum(8) ” olarak adlandırılır. Ancak bir de uygun hamleler yapıldığında belirlemeye dönük kapıların çoğaldığı dönemler vardır. Fazla uzatmamak adına bunu devrimci durumdan çok sınıf mücadelesindeki temel çelişkinin görünür kılındığı/kılınmaya başladığı durumlar olarak adlandıralım. Bu süreçler, çelişkide bulunan niteliklerin ve çelişkinin kendisine yaslanan deneyimlerin bizzat ilerletici olduğu dönemlerdir.
 
O halde “en doğru nesnellik analizi”nin haklı çıkmak ile ilgisinin olmadığının belirtilmesi ve “Ne Yapmalı?” sorusunun en çok da bu sebeple bir cevabı değil, dolayımı içerdiğinin saptanması gerekiyor. Bu saptama, dolayımın aynı zamanda hem siyaseti hem de örgütsel nesnelliği belirlediği anlamına gelir. Çünkü sonuçta, öznel akıl, eğer somut olarak temsil ettiği aklı gerçekleştirmek ve yeniden üretmek istiyorsa somuta bakmak zorundadır. Somut ise belli tarihsel dönemlerin ussallığında değil, somutta şekillenmiştir.
 
Fakat somuta içeriğini veren yine akıldır. Bu içeriği anlamayıp somutu tüm bu süreçlerden soyutlayanlar gerçekte soyutlama değil, özüne yabancılaştırılmış bir yanılsama yaratırlar.
 
Başlarda yazının okuma özetinden yola çıktığından söz edilmişti. Özet okuma ile okuma özeti “temize çekme” dışında aynı anlarda gerçekleşmediğine göre, diyalektik olarak, her geriye dönük okumanın bile güncellenmiş-derinleştirilmiş bilgiler yığınıyla yeniden beslendiğini belirtmek gerekiyor.
 
Notlar
(1)Bunu bir tür kuşak çatışması olarak nitelendirmek mümkündür. 1968 kuşağının teorik ve pratik sorumlulukları tek başına üstlenme göreviyle karşı karşıya kalması aynı zamanda geçmiş kuşakla yani gelenekle bir bağ kuramama anlamına geliyordu.
 
(2)Bakmak kelimesinin Türkçede birçok karşılığının bulunması, bakmak ile görmek arasında bulunan ayrımlar vs. bir hatırlatmayı gerekli kılıyor: Öncülüğe bakmak, gözleri herhangi bir noktadan öncülüğe çevirmek anlamında değil, bir şeyin gelişmesi veya iyi bir durumda kalması için emek vermek, özen göstermek anlamına geldiği ölçüde ilerleticidir.
 
(3)Kimlik edinme biçimi olmaktan çıkaralım derken başta Türkiye Revizyonist Troçkist Kırması Menşevik Alaşımı Yeni Oportünist Cephe tanımlaması olmak üzere her türlü reformist, asdasdjkj tanımlamalarından uzak durmayı kastediyorum. Çünkü “Leninizm, sürecin başından itibaren Bolşeviklere kılavuzluk eden tamamlanmış bir çerçeve değildir; devrim sürecinin dönemeç noktaları, leninizmin biçimlenmesinde de kritik önem taşımıştır. Dolayısıyla, leninizmin Lenin’in belirli bir tarihte yazdıklarından ibaret görülmesi, ortaya birden fazla Lenin ve Leninizm çıkaracaktır” (Gelenek; 19).
 
(4)Kafka’nın devlet kapısı önünde bekleyen taşralı karakteri hiç harekete geçmeyerek intihar etmişti. Harekete geçseydi zilin bozuk, kapının kocaman bir kalenin kapısı olduğunu görüp geri dönme ihtimaliyle karşı karşıyaydı. Gerçek devrimci tutum, bütün koşulların zorlanması gerekiyorsa zorlamak ve tüm bunlarla birlikte kapıya tırmanmak, yeterince güçlü bir kitle desteği sağlanmış ve uluslar arası koşullar elverişli ise kapıyı kırıp kaleyi fethetmektir.
 
(5)Krasin: 75.
 
(6)“Eyleme öncelik” ile çağrı yapmanın aynı anlama gelmediğini “Ne Yapmalı?” güzel bir şekilde somutlar: “Bir suçluyu suçüstü yakalamak ve onu hemen bütün halkın önünde ve her yerde teşhir etmek, bir sürü “çağrılar” kaleme almaktan çok daha etkilidir; ve etkisi öyledir ki, çok kez kimin yığınlara “çağrıda” bulunduğunu ve kimin şu ya da bu gösteri planını vb. önerdiğini saptamayı kesinkes olanaksız kılar. Deyimin genel değil somut anlamındaki eylem çağrıları, ancak eylem yerinde yapılabilir; ancak harekete bizzat kendileri girişenler, ve bunu anında yapabilenler böyle çağrılarda bulunabilirler” (Lenin: 91).
 
(7)Gözünü dikmek ya da yetiştirmekten ziyade bakmak kelimesi “yapılabilmesi bir şeye bağlı bulunan” bir gerçekliğe daha çok da ihtiyaca dönüşmektedir.
 
(8)Bu kavramın “tanım olarak” tam karşıtıdır devrim. Çünkü devrimci durum kavramı adı üzerinde bir “oluş”a değil, “durum”a işaret eder. Oysa devrim sürecinin içinde başta kendisini (i) kitle hareketiyle yeniden üreten, (ii) kendisi dışındaki politik öznelere de seslenen, (iii) bu öznelerle kendi nesnelliğini aşan, (iv) harekete yön verdiği kadar yol açan, özetle “oluş” ilişkisi içerisinde olan bir özne vardır.
 
Kitaplar:
Gelenek-Kitap Dizisi (2005), Sosyalist Devrim Teorisi, NK yayınları (İstanbul).
Krasin Y. (1978), Devrim Sürecinin Diyalektiği, Konuk Yayınları (İstanbul).
Lenin V.İ. (1981), Ne Yapmalı, Devrim Yayınları (Luxemburg).

Deniz Schulze
 

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]