Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Bir liberale oy verdim, Allah affetsin! – İnönü Alpat

Birgün gazetesinde yazarken İskender Yurttutan’ın, nam-ı diğer; “Komünist muhtar”ın hayatını anlatmıştım.

Hikâye kısaca şöyleydi: İskender Yurttutan eski TKP’lilerdendi. İstanbul Alemdağ’da muhtarlığa adaylığını koymuştu. Komünist olduğunu saklama gereği duymamıştı, açık sözlüydü, dürüsttü. MHP’lilerden bile oy almıştı. Sağ kesimin ağırlıkta olduğu semtte seçimi kazanmış ve muhtarlık koltuğuna oturmuştu. Öyle güzel işler yapmıştı ki mahallede, oy vermeyenler mahcup olmuş, oy verenler hiç pişmanlık duymamıştı.

“Bir komüniste oy verdim, Allah affetsin” diyenler bile olmuştu seçimlerden sonra.

Şimdi bakacağız, Demirtaş’a oy verip “Bir liberale oy verdim, Allah affetsin!” diyenler çıkacak mı?

Bence çıkmalı.

Bu soruyu aklımıza getiren, Oğuzhan Müftüoğlu’nun gayet yerinde bir tespitle, Selahattin Demirtaş’ın programının “liberal bir anlayışa tekabül ettiğini” söylemesi oldu. Birgün gazetesinin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili sorularını yanıtlayan Müftüoğlu, radikal demokrasinin, “toplumsal/siyasal devrim yerine etnik ve dinsel ayrımlara dair bugüne kadar karşılanmamış hakların devlet sistemi içinde çözümünü öngördüğünü” de sözlerine ekledi.

Müftüoğlu sandık başına gitti mi, gittiyse oyunu kime verdi, bu yönde bir beyanı olmadığı için ister istemez sorunun muhatabı kendisi değil. Ancak Müftüoğlu’nun kurucusu ve üyesi olduğu ÖDP’nin Eş Genel Başkanları Alper Taş ve Bilge Seçkin Çetinkaya, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tercihlerinin Demirtaş olduğunu açıkladı. Sorunun muhatabı başkanlardır. Tabii ki salt onlarla sınırlı da değil bu muhataplık. HDP projesi dışında kalan ve radikal demokrasi ile ilgili Müftüoğlu gibi düşünen bütün sosyalistler sorumuza yanıt vermelidir: “Bir liberale oy verdim, Allah affetsin!” diyecek misiniz?

Bu olayı, yani seçim denen şeyi fazlaca abarttığım, oy verme tercihlerine büyük anlamlar yüklediğim sanılmasın. Seçimler böyle bir şeydir nihayetinde; sandık kurulur, birebir kendi ideolojik-politik yaklaşımınla örtüşmeyen bir aday/parti yoksa ve matematik hesabı gereği, örneğin Erdoğan’ın ilk turda seçilememesi gibi, kendine en yakın gördüğün adaya oy verebilirsin.

Bunun sorun teşkil ettiğini sanmıyorum. Sorun benim açımdan şu: “Solun tek adresi HDP’dir” şeklinde özellikle merkez medyada estirilen rüzgâr ve bu rüzgârdan fena halde etkilenenler.

O nedenle, Müftüoğlu’nun açıklamalarını fevkalade önemli bulduğumu söylemek istiyorum.

Çünkü, Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki başarısı nasıl görmezden gelinemezse, seçim sonuçları da HDP’yi devrimci/sosyalist bir parti yapmaz.

Radikal demokrasi ile sosyalizm aynı şeyler değildir.

Bu gerçeğin kararlılıkla savunulması, sol algının parçalanmasına, sol saflarda dalgalanmalara, ideolojik kaymalara şimdiden önlem alınması anlamına gelecek; genel anlamıyla, devlet-toplum, devlet-birey ilişkisini demokratik bir tarzda yeniden düzenlemekle sınırlı olan radikal demokrasinin, ülkemizin içinde bulunduğu sorunlar bağlamında arz ettiği önemin, sosyalizm diye kabul ettirilme gayretine yüksek sesle itiraz edildiğini gösterecektir.

Yüksek sesle itiraz edenlerden biri de, Gamze Yücesan Özdemir oldu.

17 Ağustos 2014 tarihli Birgün’deki yazısıyla Yücesan, seçim sonuçlarından hareketle, HDP dışında kalan solun üzerinde kurulan “mahalle baskısına” direnmenin nedenlerini ve kaçınılmazlığını izah etti.

İş bu yazı, Yücesan’ın yazısının bir kez daha okunmasına küçük bir katkı sağlasa bile maksadı hâsıl olacaktır.

Yazının başlığı şuydu: “Sosyalist siyaset bir ihtimal ve çok güzel!”

Araya hiç girmeden, tekrar tekrar okunması gereken birkaç paragrafı aktaralım.

“Selahattin Demirtaş, seçim kampanyası sürecinde farklı kültür, kimlik ve etnisiteleri siyaset alanına, kamusal alana davet etti. Siyasal alanı, sınıfa, sınıf örgütlerine, sınıf mücadelelerine ve nihayetinde sosyalizme kapatma ve kamusal alanı sınıf-dışı tüm unsurlara ve mücadelelere açma 30 yıldan beri yürütülen bir siyaset. Bu siyaset asıl itibarıyla sosyalist ihtimali yok saymaya ve siyaseti kapitalizmin ufku içinde mümkün kılmaya dayanıyor. (…) Dolayısıyla, sosyalist ihtimali ortadan kaldırma iddiası ile ortaya çıkmış ve 30 yıldır dolaşımda olan bir söyleme dayanan siyaset sosyalist siyasetin değil ancak sol liberal bir siyasetin parçası olabilir.”

“Selahattin Demirtaş, seçim sürecinde ‘ezilenler’in adayı olduğunu sıklıkla vurguladı. Kavramlar önemlidir ve asla masum değildir. ‘Ezilen’ kavramı, kendisini ifade edemeyen, kendi yaşamına sahip çıkamayan, iktidarın karşısında boyun eğmiş, mağdur ve zayıf bir varoluşa gönderme yapar. Sosyalist siyasetin öznesi ise kolektif özgüveni ile kapitalizmi hallaç pamuğu gibi atabilecek olan emekçiler ve işçi sınıfıdır.”

Durum budur. Bunu bilelim. “Radikal demokrasinin” oylarının çoğalmasına bakıp, “solun söylemi bu olmalıdır”, “biz de böyle yapalım”, hatta “daha da geniş tabana yayalım” falan demeyelim.

Kaldı ki, Cumhurbaşkanlığı seçimleri bir kez daha açığa çıkarttı ki, “İslam, toplumla kurulan ilişkide bir vaat” haline getirilmiştir. Propaganda döneminde her üç adayın da bu iddiayı doğrulayacak söylemleri olmuştur. Etnik, dini ve mezhepsel kökene göre oy verenler azımsanmayacak orandadır. “Seküler aklın, toplumsal yaşamdan tasfiye edilme tehlikesi” göz ardı edilmeyecek bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Yani sorun salt radikal demokrasi kavramını tartışmakla başlayıp bitmemektedir. Aynı şekilde dikkat kesilerek, toplumun gericileştirilmesine karşı mücadelenin, solun vazgeçilmezleri arasında bulunduğu ilan edilmelidir.

Şimdiye kadar pek çok seçim gördük. Antiemperyalist, bağımsızlıkçı, gericilik karşıtı söylemin mevcudiyetini hiç hissettirmediği bir seçimi ilk kez yaşadık.

Kim kazandı, kim kaybetti? Kim Allah affetsin diyecek?


sendika org

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]