Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünya Devrim Tarihi
01.01.2015- 12:36

1929 ve Sovyet tartışmaları
Tunç Sipahi



1929 krizini –Büyük Depresyon- Sovyet siyasal iktisatçıları nasıl karşıladı? Kısaca bakılabilir.

Luxemburg, pazar sorununa ve kapitalist ekonominin içerisinde tüketimin sınırlarına işaret etmişti. 1920’lerin “Hilferding mi, Luxemburg mu?” bağlamında –elbette dönemin en önemli konusu değildi; o ayrı- Buharin, Hilferding safındaydı. Hilferding safının uç örneği olarak da, Marksizmden uzaklaşalı yıllar geçmiş ve zaten çoktan ölmüş olan Tugan-Baranovsky gösterilebilir. Gerçi son on yılın çalışmalarının ışığında bakınca, Tugan’ın ne kadar doğru anlaşıldığı şüpheli. Lakin Schumpeter’in “İngiliz iktisatçıları için Marshall ne idiyse, Rus dünyası için Tugan odur” mealinde büyük övgü anlamında kullandığı sözü hatırlarsak, Tugan’ın önemsiz olmadığını görebiliriz.

Buharin, “hem sabit sermaye hem de değişken sermaye (ücret) artmadan üretim olmaz ve yatırım/birikim sarmalı kapitalizmin iç piyasalarını genişletir” diyerek Luxemburg’a karşı çıkmıştı. 1920’lerin sonunda, tartışma kapitalizmin “organize” olup olmadığı üzerindeydi. “Organize kapitalizm” demek (a) kapitalizmin krize girmeyeceği çünkü sermaye malı üretmenin talep yaratmaya yeterli olduğu (b) kapitalizmin kararlı ve rasyonel olduğu –adeta planlı ekonomi gibi- anlamlarına geliyordu. Batı’da devrim olmamış, Sovyetler tek başına kalmıştı. Buna ek olarak, Hilferding rengindeki iktisatçılara göre zaten Batı’da kapitalizm krize girecek değildi. Kriz olmayacağı için savaş tehlikesi de yoktu. Bu görüş ağır basan görüştü. 1928 yılının standart görüşü (i) kriz yok (ii) kar oranı azalmıyor (iii) realizasyon/pazar sorunu yok çünkü iç piyasada yatırım/birikim/arz kendi talebini yaratıyor şeklinde basitleştirilebilir.

Varga, 1928 yılında “Varga yasasını” ortaya atıp, “saf kapitalizmde sermaye birikimi otomatik olarak verimli işçilerin sayısını azaltır ve kronik bir realizasyon krizine yol açar” dediğinde değişiklik başlamış oldu. Bu haliyle aşırı bir argüman çünkü değişken sermayede nispi değil, mutlak bir azalışın mümkün olduğunu söylüyor. Tugan’ın, aslında zor korunduğunu ifade ettiği “denge” veya orantılı büyüme patikasında –“tek bir işçi kalsa bile”- sermaye birikimi üçüncü şahıslara/kapitalist olmayan bölgelere/emperyalizme –birikimi sürdürmek açısından- ihtiyaç duymadan devam eder tezine yakın. “Varga yasası”, sermaye birikimi pazar yaratmaz, tersine var olan pazarı daraltır mı diyordu? Luxemburg geri mi gelmişti?

Varga’nın sert biçimde eleştirilmeye açık bir yola girdiği –ki zaten böyle olmuş- ortada: Aynı anda hem işgücünden tasarruf eden –19. Yüzyıl tipi- teknik ilerlemeye verdiği önemi aşırı boyuta yükseltiyor, hem realizasyon krizi tezini geri çağırıyor. Varga’nın kendi hesaplamalarına göre ABD’de artı-değer oranının artmakta olduğu –işçi sayısı azalmakta olduğu halde- bulgusu da pozisyonunu zora sokmuş olmalı.

Aslında konu 1928’de Varga’nın Komintern’e verdiği rapordaki “kapitalizm asla kararlı olamaz” saptamasında yatıyor. Komintern “sola” dönüyordu. Buharin, kolektivizasyonu önlemeye çalışmasını kapitalizmin krize girmeyeceğini –kriz olmayacağına göre savaş tehdidinin de söz konusu olmayacağını- söyleyerek teoriyle bütünleştiriyordu. Bu siyasi pozisyon alış, teknik-iktisadi kuram açısından, “hem Luxemburg karşıtlığı, hem de Varga üzerinden Tugan-Baranovsky karşıtlığı” olarak ifade edilince bir miktar karmaşaya yol açtığı kabul edilebilir.

1929’un analizi elbette bu kadarla kalmıyor. “Yeni sanayi devrimi” ufukta mı, “üçüncü dönem”, “organize kapitalizm” derken 1929 geliverdi. 1929 hem Sovyetler’de, hem Batı’da ilk yıllarda bir türlü çözümlenemeyen bir vakadır. 1931’e kadar “finansal kriz reel ekonomiye uzanır mı, uzanmaz mı?” sorusuyla oyalanıldığı görülüyor. Buharin Kasım 1930’da konumunun “sağ sapma” olduğunu kabullenip, gerçekten de kapitalizmin krize girdiğini söylediğinde aslında konu artık bu muydu, yoksa SSCB’nin iç siyaseti ve kolektivizasyona karşı tutumu muydu? Sanırım ikincisiydi: Ancak tartışma kısmen Hilferding vs Luxemburg bağlamında ifade bulmaya devam ediyordu. Kapitalizmin krize girdiği artık açık olduğu için, 1930 sonuna doğru konu krizin uzun sürüp sürmeyeceğine dönmüştü.

Varga’nın kendisinin de kararsız kaldığı anlaşılıyor. 1931’de ABD’de –ve ABD’yi takip eden Almanya’da- net yatırımların negatife dönmesiyle olay netleşmeye başladı. Sonradan bakıldığında, Almanya’da getiri eğrisi ve dış borçlanmanın yapısı ne olduğunu açıkça gösteriyor. ABD kaynaklı sermaye girişi 1927’de tepe yapıp, 1928-29’da çökmüştü. 1920’lerin ortasındaki canlanmanın en önemli nedeni Amerikan sermayesiydi: ABD bankalarından kısa vadeli borçlanan Alman bankaları bu parayı sanayiye uzun vadeli kredi olarak veriyordu. ABD çökünce Almanya da derhal krize girdi.  

Sonunda “organize kapitalizmin”, yani monopollü rekabetin ve düzenleyici (olduğu düşünülen) para politikasının –ve güçlü frenleri olduğu kabul edilen finans kapitalin- aksi yönde işlemeye başladığı kabul edilmiş oldu. Ortada bir “aşırı üretim buhranı” vardı. Kriz devam ettikçe yorumlar da “sola” kaydı. Pazarlar tükenmiş, kapitalizm piyasa (talep) yaratamaz hale gelmiş, monopolcü yapılanma yeni yatırımların önünü kesmişti. Tüketim malı üreten sektör durmuştu ama sermaye malı üreten sektör de –orantısız biçimde de olsa- tek başına kapitalizmi çekmeye yetmiyordu. Varga’nın “Stalin’in ekonomisti” olması muhtemelen bu noktada gerçekleşmeye başlamış oluyor.

Bu tartışmalarda asıl mesele neydi? Sonuçta Keynes de, Almanya’yı krizden çıkardığı iddia edilen pratisyen “sihirbaz” maliyeci Hjalmar Schacht da, talep (pazar) yarattılar. Kullanılan jargonun farklılığı tartışmaların akrabalığını gizlememeli. Bu hep böyle olmuştur.

1929’un derinliği ve süresinin derhal tahmin edilebilmesi dönemi yaşayanlar için hayli güçtü. Ancak Sovyet cephesinde daha doğrudan siyasi argümanlar mevcuttu. Krizin Almanya üzerindeki etkisinin şiddetini 1930’da tahmin edebilmek Almanya politikasında –veya genel olarak Komintern’in 1935’de değişecek politikasında- fark yaratabilir miydi? Belki. Dış politika açısından 1929 ile ilgili Sovyet bakışının en önemli sonucu bu olabilirdi. Bunun dışında, yani 1929 depresyonu/Hitler’in iktidara gelme ihtimalinin hızla artması bağını erken kurabilmek dışında, Sovyet ülkesinin kendi dinamiklerinin çok ağır bastığını söylemekte büyük bir hata payı yok.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]