Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 V.I.Lenin

'SOL' Komünizm-Bir çocukluk hastalığı

BİR

Rus devriminin uluslarası öneminden hangi anlamda sözedilebilir?


Rusya'da proletaryanın iktidarı ele geçirmesini izleyen ilk aylarda (25 Ekim [7 Kasım] 1917), bu geri ülke ile Batı Avrupa'nın ilerlemiş ülkeleri arasındaki çok büyük farklardan dolayı, Batı Avrupa ülkelerinde proleter devrimi, bizimkine pek az benzeyecek gibi görünüyordu. Bugün artık önemli bir uluslararası tecrübeye sahip bulunmaktayız; bu tecrübe, bize açıkça göstermektedir ki, bizim devrimimizin bazı temel çizgilerinin, bölgesel değil, özellikle ulusal değil, sadece Rusya'ya özgü değil, uluslararası nitelikte bir kapsamı vardır. Ve ben, burada, sözcüğün geniş anlamıyla uluslararası kapsamından söz etmiyorum: uluslararası kapsamı olan, devrimimizin sadece bazı özellikleri değil, devrimimizin bütün temel özellikleri ve üstelik birçok ikincil özellikleridir; şu anlamda ki, bunlar, bütün ülkeleri etkilemektedir. Hayır. Sözcüğün en dar anlamında uluslararası kapsamla, bizde olup bitenlerin uluslararası değerini ya da uluslararası ölçüde kaçınılmaz tarihi tekrarlanışını kastederektir ki, bu kapsama, devrimimizin bazı temel özellikleri girebilir.

Besbelli ki, bu gerçeği abartmak, bunu devrimimizin belli temel çizgilerinden ötelere yaymak büyük yanılgı olur. Aynı şekilde, proletarya devriminin [başka bir ülkede] zaferinden sonra, bu devrim ilerlemiş bir tek ülkede gerçekleşse bile, pek muhtemeldir ki, durumda meydana gelecek ani bir değişiklik sonucunda Rusya, bu devrimden hemen sonra gene örnek bir ülke olmaktan çıkacak, ("sovyetik" ve sosyalist bakımlardan) geri bir ülke durumuna gelecektir.

Ama içinde yaşadığımız şu tarihi anda durum tamı tamına şöyledir: Rusya örneği, bütün ülkelere, kaçınılmaz yakın geleceklerinden -tamamen temel nitelikte- bir şeyler göstermektedir. Bütün ülkelerin ileri işçileri bunu çoktan anladılar; ama onlar, anlamaktan çok, devrimci sınıf sezileriyle bunu kavradılar. Sovyet iktidarının ve bolşevik teori ve taktik ilkelerinin (sözcüğün dar anlamıyla) uluslararası "kapsamı" işte buradan gelmektedir. Almanya'da Kautsky gibi, Avusturya'da Otto Bauer ve Friedrich Adler gibi II. Enternasyonalin "devrimci" önderlerinin anlamadıkları da işte budur; ve bu yüzdendir ki, onlar en kötü oportünizmin ve sosyal-ihanetin savunucusu gericiler durumuna düşmüşlerdir. Gerçekten, 1919'da, Viyana'da çıkan Dünya Devrimi adlı imzasız broşür, bu görüşü, "dünya devrimi fikrinin savunması" gibi gösterilen işçi sınıfının çıkarlarına karşı bu muhakeme döngüsünü, ya da daha doğrusu bu fikirsizlik, laf ebeliği, korkaklık ve ihanet uçurumunu açık seçik ifade etmektedir.

Ama biz, bu broşür üzerinde bir daha durmayacağız. Şunu belirtmekle yetinelim: Kautsky'nin bir dönek değil de henüz bir marksist olduğu o çok gerilerde kalan zamanlarda, o, soruna tarihçi gözüyle bakabiliyor ve Rus proletaryasının devrimci ruhunun Batı Avrupa için örnek olabileceği bir durumun gerçekleşmesini ihtimal dahilinde görüyordu. Bu, 1902'deydi. Kautsky, devrimci İskra'da "Slavlar ve Devrim" başlıklı bir yazı yazmıştı. Bu yazıda şöyle diyordu:

"Bugün [1848'den farklı olarak] Slavların sadece devrimci halklar safına katıldıklarını değil, aynı zamanda, devrimci fikir ve eylemin ağırlık merkezinin gittikçe Slavlara doğru yer değiştirdiğini düşünebiliriz. Devrimin merkezi, Batıdan Doğuya doğru kaymaktadır. 19. yüzyılın ilk yarısında bu merkez, Fransa'da ve zaman zaman da İngiltere'de idi. 1848'de Almanya, devrimci uluslar safına katıldı. ... Yeni yüzyıl öyle olaylarla başladı ki, bunlar, devrim merkezinin yeniden bir yer değiştirmesiyle, Rusya'ya doğru yer değiştirmesiyle, karşı karşıya olduğumuzu bize düşündürmektedir. ... Batıdan bunca devrimci inisiyatif edinmiş olan Rusya, belki şimdi artık, bu Batı için bir devrimci enerji kaynağı olmak yolundadır. Alev alev yanan Rus devrim hareketi, belki de saflarımıza yayılmaya başlayan o küçük-burjuva uyuşukluğunu ve küçük politikacılığı defetmek için yararlanabileceğimiz en güçlü araç olacaktır; bu devrimci hareket, savaşa susamışlığımızı ve büyük ülkülerimize tutkulu bağlılığımızı yeniden alevlendirecektir. Rusya, Batı Avrupa için irticaın ve mutlakiyetin basit bir kalesi olmaktan çoktan çıkmıştır. Bugün, belki de bunun tam tersi doğrudur. Rusya için irticaın ve mutlakiyetin kalesi, artık Batı Avrupa olmaktadır. ... Eğer Rus devrimcileri, hem Çara karşı, hem de onun müttefiki Avrupa sermayesine karşı aynı zamanda savaşmak zorunda kalmasalardı, Çarın hakkından gelirlerdi. Umalım ki, Rus devrimcileri, bu sefer her iki düşmanı da yenebilsinler ve yeni "Kutsal İttifak" daha öncekilerden çabuk yıkılsın; bugün Rusya'da girişilmiş olan mücadelenin sonucu ne olursa olsun, ne yazık ki, sebep olduğu haddinden fazla kurbanların kan ve acıları boşuna olmayacaktır. Bu kan ve acılar, bütün uygar dünyada toplumsal devrimin filizlerini besleyecek ve onların daha çabuk ve daha güzel çiçek açmalarını sağlayacaktır. 1848'de Slavlar, halkların baharının çiçeklerini öldüren dondurucu rüzgâr görevini yerine getirmişlerdi. Belki de şimdi irticaın buzlarını tuzbuz eden ve halklara yeni ve pırıl pırıl bir baharı getiren fırtına olmak onların kaderindedir."

(Karl Kautsky, "Slavlar ve Devrim", İskra, 10 Mart 1902, n° 8, Rus sosyal-demokratlarının devrimci gazetesi.)

Onsekiz yıl önce, Karl Kautsky, ne güzel de yazarmış!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
12.09.2013- 15:43

İKİ

Bolşevik başarısının temel koşullarından biri



Bugün artık herkesin, partimizde sıkı disiplin olmadan, gerçekten demir disiplin olmadan, partimize işçi sınıfının tüm kitlesinin, yani işçi sınıfı içinde düşünen, namuslu, fedakâr, etkili, geri kalmış tabakaları ardında sürüklemeye yeteneği olan ne varsa onun desteği olmadan, bolşeviklerin ikibuçuk yıl değil, ikibuçuk ay bile iktidarda kalamayacaklarını görebildiği besbellidir.

Proletarya diktatörlüğü, yeni sınıfın kendisinden daha güçlü olan bir düşmana karşı, devrilmesiyle (bu devrilme tek bir ülkede olsa da) direnme gücü on misline çıkan burjuvaziye karşı, en kahramanca ve en amansız savaşıdır. Burjuvazi, gücünü, sadece uluslararası sermayenin gücünden, burjuvazinin uluslararası bağlarının kuvvet ve sağlamlığından almaz; burjuvazi, gücünü, aynı zamanda alışkanlıklardan, küçük üretimden alır; çünkü, ne yazık ki, dünyamızda hâlâ pek, pek çok büyük miktarda küçük üretim kalmaktadır; oysa küçük üretim, durmadan, her gün, her saat, kendiliğinden gelme bir tarzda ve geniş ölçülerde kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurur. Bütün bu nedenlerden ötürü, proletarya diktatörlüğü zorunludur; ve uzun bir savaşı, kıyasıya, amansız bir savaşı, kendine hakimiyeti, disiplini, sağlamlığı, tek ve eğilmez bir iradeyi gerektiren bir ölüm kalım savaşını göze almadan, burjuvaziyi yenmek mümkün değildir.

Tekrar ediyorum, Rusya'da muzaffer proletarya iktidarının tecrübesi, düşünmeyi bilmeyenlere ya da henüz bu sorunu düşünmek fırsatını bulamayanlara açıkça göstermiştir ki, mutlak bir merkeziyetçilik ve proletaryanın en sıkı disiplini, burjuvaziyi yenilgiye uğratmak için temel koşullardan biridir.

Sık sık bu konuya dönülmektedir. Ama bunun ne anlama geldiği, hangi koşullar içinde bunun mümkün olduğu sorusu sorulmuyor. Sovyet iktidarına ve bolşeviklere yöneltilen övgülerle yetinmeyip, bolşeviklerin devrimci proletarya için mutlaka gerekli olan disiplini kurmalarını mümkün kılan nedenleri, sık sık ve ciddi olarak tahlil etmek gerekmez mi?

Bolşeviklik, siyasi fikir akımı olarak ve siyasi parti olarak, 1903'ten beri vardır. Ancak bolşevizmin tarihi, tüm varlığı süresince tarihi, en çetin koşullarda bile, proletaryanın zaferi için gerekli demir disiplini niçin kurabildiğini ve muhafaza edebildiğini yeterli olarak açıklayabilir.

Ve ilk önce şu sorunla karşı karşıyayız: proletaryanın devrimci partisinin disiplinini pekiştiren nedir? Bu disiplini denetleyen, ona destek olan nedir? İlkönce proleter öncüsünün bilinci, devrim yolunda fedakârliği, kendine hakimiyeti, feragat duygusu, yiğitliğidir. İkincisi, en geniş anlamıyla emekçi yığınlarıyla ve ilkönce proletaryanın kitlesiyle, ama proleter olmayan emekçi yığınlarıyla da bağlar kurma yeteneği, onlara yaklaşma ve eğer isterseniz, bir ölçüye kadar onların içinde erime yeteneğidir. Üçüncüsü, bu öncünün siyasi yönetiminin doğruluğudur; büyük yığınların, kendi tecrübeleriyle buna inanmış olmaları şartıyla, siyasi stratejisinin ve taktiğinin doğruluğudur. Eğer burjuvaziyi iktidardan düşürme ve toplumun biçimini değiştirme görevini yüklenen öncü sınıfın partisi olmaya yetenekli bir devrimci partide bütün bu koşullar birleşmemişse, bu partide, disiplin kurulamaz ve o disiplini yaratmak için gösterilen çabalar boş laflardan ve yapmacıklardan öteye varamaz; ama öte yandan bu koşullar hep birden fışkıramaz; bu koşullar uzun çalışmalarla, çetin tecrübelerle hazırlanır; hazırlanışı, ancak gerçekten yığınsal ve gerçekten devrimci bir hareketin pratiğiyle sıkı sıkıya bağlı olarak meydana gelen, dogma olmayan doğru bir devrimci teoriyle kolaylaştırılır.

Eğer bolşevizm, 1917'den 1920'ye kadar, inanılmayacak kadar zor koşullar içinde, en sıkı merkezileşmeyi ve demir disiplini hazırlayıp gerçekleştirebildiyse, bunun nedeni, sadece, Rusya'nın birçok tarihi özelliğinde yatmaktadır.

Bolşevizm, bir yandan, 1903'te, marksist teorinin sağlam temeli üzerine kurulmuş bulunmaktadır. Bu devrimci teorinin -bu biricik teorinin- doğruluğu, sadece tüm 19. yüzyılın evrensel tecrübesiyle değil, aynı zamanda ve özellikle Rusya'daki devrimci fikirde dalgalanmalarla, duraksamalarla, yanılgı ve başarısızlıklarla da tanıtlanmıştır. 1840'dan 1890'a kadar aşağı yukarı yarım yüzyıl boyunca Rusya'da vahşet ve gericilikte eşsiz Çarlık boyunduruğu altında tutulan öncü düşünce, Avrupa'nın ve Amerika'nın her "son buluşu"nu, şaşılacak bir gayret ve dikkatle izleyerek, doğru bir devrimci teori aradı durdu. Gerçekte, biricik teori olan marksizmin bedelini, Rusya, yarım yüzyıl süren görülmemiş acılar ve fedakarlıklarla, eşi görülmemiş devrimci kahramanlıklarla, araştırma ve incelemelerde, pratik deneylerde inanılmaz enerji ve feragatle, hayal kırıklıklarıyla ve yeniden denemeler ve Avrupa'nın tecrübesiyle kıyaslamalarla ödemiştir. Çarlığın neden olduğu sürgünler yüzünden, devrimci. Rusya, 19. yüzyılın ikinci yarısında, uluslararası ilişkiler bakımından çok daha zengin, tüm dünyada devrimci biçim, teori ve hareketler konusunda herhangi bir ülkeden daha bilgili durumdaydı.

Öte yandan bu granit teorik temel üzerine kurulmuş olan bolşevizm, onbeş yıl (1903-1917), tecrübelerinin zenginliği bakımından dünyada eşi olmayan onbeş yıl, tarih pratiğinden geçmiştir. Hiç bir ülke, bu onbeş yıl içinde, devrimci tecrübe bakımından, legal ya da illegal, barışçı ya da fırtınalı, gizli ya da açık, çevresel ya da yığın hareketi niteliğinde, parlamenter ya da terörist nitelikte bu kadar yoğun bir devrimci tecrübeyi yaşamak şöyle dursun, yakınından bile geçmemiştir. Hiç bir başka ülke, bu kadar kısa bir zaman süresi içinde, çağdaş toplumun bütün sınıflarının mücadelesinde bu kadar zengin biçimlerin, nüansların, yöntemlerin yoğunlaşmasına tanık olmamıştır. Rusya'daki sınıflar arası savaş, ülkenin geriliği ve çarlık boyunduruğu yüzünden hızla olgunlaşıyor ve Amerika'nın, Avrupa'nın siyasi tecrübesinin "en son buluş"larını tutkuyla benimsiyordu.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
12.09.2013- 15:45

ÜÇ

Bolşevizm tarihinin belli başlı aşamaları



Devrimin hazırlanış yılları (1903-1905). Her yanda büyük fırtınanın yaklaşışı hissediliyor. Toplumun bütün sınıflarında kaynaşma ve hazırlık. Yurt dışında siyasi muhaceret basını, devrimin bütün temel sorunlarını teorik olarak koyuyor. Üç temel sınıfın, başlıca üç siyasi akımın temsilcileri, liberal-burjuva akım, küçük-burjuva demokrat akım (ki, bunlar "sosyal-demokrat" ya da "devrimci-sosyalist" flaması altında gizlenmektedir), ve devrimci proleter akım, -programların ve taktiklerin karşılaştığı amansız bir mücadelede- ilerdeki açık sınıf mücadelesini bekliyorlar ve ona hazırlanıyorlar. 1905-1907 ve 1917-1920 yıllarında, yığınların, uğrunda elde silah savaştıkları bütün sorunları o dönemin basınında rüşeym halinde bulabiliriz (ve bulmalıyız da). Bu üç başlıca eğilim arasında, elbette ki, geçici ve melez bir sürü ara şekillenmeler de var. Daha açık ve tam olarak ifade edersek: gerçekte sınıf eğilimleri olan ideolojik ve siyasi eğilimler, basın organlarının, partilerin, hiziplerin, grupların mücadelesinde billurlaşmaktadır; sınıflar, önlerindeki savaşlar için muhtaç oldukları ideolojik ve siyasi silahı örste döverek yaratmaktadırlar.

Devrim yılları (1905-1907). Bütün sınıflar kendi kimlikleriyle ortaya çıkıyorlar. Bütün program ve taktik kavramları, yığınların eylemiyle deneyden geçiriliyor. Grev mücadelesi, dünyada görülmedik bir genişliğe ve keskinliğe ulaşıyor. İktisadi grevin siyasi greve dönüşmesi ve siyasi grevin çarlığa karşı ayaklanma halini alması. Yönetici proletarya ile duraksamalı, istikrarsız yönetilen köylülük arasındaki ilişkilerin pratikte deneyden geçirilmesi. Mücadelenin kendiliğinden gelişmesi sırasında sovyet örgüt biçiminin doğuşu. Sovyetlerin rolü üzerinde o dönemdeki tartışmalar, 1917-1920 yıllarının büyük mücadelesini müjdeliyor. Parlamenter mücadele biçimi ile parlamento-dışı mücadele biçiminin, parlamentonun boykotu taktiği ile parlamentoya katılma taktiğinin, legal ve illegal mücadele biçimlerinin birbirini izlemesi ve aynı zamanda bu biçimler arasında bulunan bağların ve ilişkilerin birbirini izlemesi, bütün bunlar, şaşırtıcı zengin bir içerikle ortaya çıkmaktadır. Bu dönemin her bir ayı, -yığınlar ve önderler için, sınıflar ve partiler için- siyasi bilimin ilkelerinin öğretimi bakımından "barışçı", "meşruti" gelişme koşulları altında geçen bir yıla bedeldir. Eğer 1905'in "genel provası olmasaydı", 1917 Ekim ihtilâlinin zaferi mümkün olmazdı.

İrtica yılları (1907-1910). Çarlık yenmiştir. Bütün devrimci partiler ya da muhalefet partileri ezilmişlerdir. Siyaset yerine, yılgınlık, moral kırıklığı, bölünmeler, dağılma, davayı inkar, ahlaksızlık, felsefi idealizme doğru artan bir eğilim; mistisizm, karşı-devrimci bir ruh halini izlemeye yaramaktadır. Ama aynı zamanda, devrimci partilere ve devrimci sınıfa, son derece yararlı bir tarih diyalektiği dersi veren, siyasi savaşı yılmadan yürütmeyi onlara anlatan ve öğreten de, bu büyük yenilginin kendisidir. İnsan gerçek dostlarını felaket anında tanır. Yenilgi yılları, iyi bir okuldur.

Galip gelen çarlık, Rusya'nın kapitalizm-öncesi ataerkil düzeninin kalıntılarını bir an önce yıkmak zorundadır. Rusya'nın burjuva gelişmesi gerçekten hızlı ilerlemeler kaydediyor. Sınıfların dışında ya da üstünde kalınabileceği hayali, kapitalizmden kaçınılabileceği hayali, tuzbuz olmuştur. Sınıf savaşı yepyeni bir biçimde ve daha açık seçik olarak gelip çatıyor.

Devrimci partiler, eğitimlerini tamamlamalıdırlar. Onlar taarruz etmeyi öğrenmişlerdir. Şimdi artık bu bilimin başka bir bilimle tamamlanmasının zorunlu olduğunu anlamak gerekiyor: en iyi nasıl ricat edilecektir? Hem taarruz, hem ricat bilimini öğrenmeden galebe çalmanın olanaksız olduğunu anlamak gerek - ve devrimci sınıf, kendi öz tecrübesiyle bunu anlamaya çalışıyor. Yenilgiye uğramış olan bütün devrimci partiler arasında, en düzenli biçimde ricat edebilen, "ordularına" en az zarar getirerek, yönetici çekirdeğinden en az kayıplarda bulunarak, derin ve tamiri mümkün olmayan bölünmelere uğramadan en az moral kırıklığı ile ve en geniş, en iyi düşünülmüş ve en enerjik çalışmaya yeniden atılabilecek biçimde ricat edebilen, bolşevikler oldu. Eğer bolşevikler bunu başardılarsa, bu, sadece ricat etmenin gereğini anlamayan, en gerici parlamentolarda bile legal olarak çalışmanın, en gerici sendikalarda, kooperatiflerde ve benzeri örgütlerde çalışmanın gereğini anlamayan devrim gevezelerini, gözlerinin yaşına bakmadan zamanında suçlayıp saflarından atmış olmalarındandır.

Atılım yılları (1910-1914). Başlangıçta ilerleme inanılmayacak kadar yavaş oldu. Sonra, 1912'de, Lena olaylarından sonra, giderek hız kazandı. Bolşevikler, görülmedik güçlüklere göğüs gererek, işçi sınıfı saflarında burjuvazinin ajanı oldukları, 1905'ten sonra bütün burjuvazi tarafından anlaşılmış olan ve bu yüzden de burjuvazi tarafından, bolşeviklere karşı, türlü yollarla desteklenen menşevikleri yenilgiye uğrattılar. Bununla birlikte, bolşevikler, yeraltı çalışmalarını "legal olanaklardan" açıkça yararlanma ile birleştiren doğru taktiği uygulamış olmasalardı, bu sonucu hiç bir zaman elde edemezlerdi. En gerici Dumalarda bile, bolşevikler, tüm işçi sınıfının temsilini sağlayabildiler.

Birinci Emperyalist Dünya Savaşı (1914-1917). "Parlamentonun" aşırı gerici niteliğine rağmen, legal parlamentarizm, devrimci proletaryanın partisine, bolşeviklere büyük faydalar sağlıyor. Bolşevik milletvekilleri, Sibirya'nın yolunu tutuyorlar. Bizdeki emigrasyon (muhaceret) basınında, sosyal-emperyalizmin, sosyal-şovenizmin, tutarsız ya da tutarlı enternasyonalizmin, barışçılığın (pasifizmin) ya da pasifist hayallerin devrimci açıdan reddinin bütün fikir nüansları, tam ifadesini bulmuştur. Rus sosyalizmindeki "hizipler" bolluğu ve bunların birbirlerine karşı giriştikleri amansız savaş karşısında küçümseyerek kaşçatan II. Enternasyonalin ahmak bilgeleri ve kocakarıları, savaş bütün ileri ülkelerde o kadar övülen "legaliteyi" ortadan kaldırdığı zaman, İsviçre ve diğer ülkelerdeki, Rus devrimcilerin yapabildikleri gibi özgür bir (illegal) görüş teatisini düzenleyerek, doğru görüşlere varmayı becerememişlerdir. İşte bu yüzdendir ki, kendilerini açığa vurmuş olan bütün ülkelerin sosyal-şovenleri ve "kautskicileri", proletaryanın en büyük hainleri durumuna düşmüşlerdir. Ve eğer bolşevizm, 1917-1920'de başarıya ulaşabildiyse, bu başarının başlıca nedenlerinden biri, daha 1914'ün sonundan başlayarak sosyal-şovenizmin ve "kautskiciliğin" alçaklığını, iğrençliğini ve ihanetini (Fransa'da Longueti , İngiltere'de Bağımsız İşçi Partisi'nin ve fabianların görüşleri ile İtalya'da Turati'nin tutumu vb. kautskizme uygundur) en sert bir dille suçlamış olması, yığınların da daha sonra, kendi tecrübeleriyle gittikçe bolşevik görüşlerinin doğruluğuna inanmış olmasıdır.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
12.09.2013- 15:47

İkinci Rus Devrimi (1917 Şubatından Ekimine kadar). Çarlığın çürümüş ve bitkin hali (buna son derece çetin bir savaşın darbeleri ve acıları eklenince), büyük bir tahrip gücünün çarlığa karşı dikilmesini sağlamıştı. Birkaç gün içinde -savaş koşulları içinde-, Rusya, dünyanın herhangi bir ülkesinden daha özgür bir burjuva demokratik cumhuriyet oluverdi. En parlamenter cumhuriyetlerde olduğu gibi, muhalefet partileri ve devrimci partilerin önderleri, hükümeti kurma işine giriştiler; ve bu parlamentoların en gericisinde bile muhalefet partisi önderi unvanı, bu önderin sonra gelecek olan devrimdeki rolünü kolaylaştırıyordu.

Birkaç hafta içinde menşevikler ve "devrimci-sosyalistler", II. Enternasyonalin Avrupalı kahramanlarının, iktidar düzenbazlarının ve öteki oportünist it sürüsünün bütün yöntemlerini, tarzlarını, iddia ve ukalâlıklarını benimsemekte hayran kalınacak bir yetenek gösterdiler. Şimdi Scheidemann'lar ve Noske'ler hakkında, Kautksy'ler ve Hilferding'ler, Renner'ler ve Austerlitz'ler, Otto Bauer'ler ve Fritz Adler'ler, Turati'ler ve Longuet'ler hakkında, fabianlar ve İngiliz Bağımsız İşçi Partisi önderleri hakkında okuduğumuz her şey, bize, usandırıcı bir tekrarlama, bilinen eski bir türkünün tutturulması gibi gelmektedir (ve gerçekten de öyledir). Bütün bunları, biz, menşeviklerde görmüştük. Tarih, bize, kendi tarzında bir oyun oynadı: geri kalmış bir ülkenin oportünistlerine, birçok gelişmiş ülkenin oportünistlerinin oynayacağı rolü, önceden oynattı.

II. Enternasyonal kahramanlarının tümünün iflaslarını, sovyetlerin ve sovyet iktidarının rolünü ve kapsamını anlamadıklarından utanç içinde boğulmalarını, şu anda, II. Enternasyonalden çıkmış olan son derece önemli üç partinin (Almanya Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisi, Fransa'da Longuetiste Parti ve İngiltere'de Bağımsız İşçi Partisi) bu soruna kafalarını çarparak "parlak" bir biçimde şereflerini yitirmelerini, bütün bu partilerin 1848'de kendisine "sosyal-demokrat" adını takan küçük-burjuvazinin havası içinde küçük-burjuva demokrasisinin önyargılarına köle olmalarını, bütün bunları, biz daha önce menşeviklerin örneğinde görmüştük. Tarih, sovyetlerin, 1905'te Rusya'da doğmasını, sovyetlerin rolünü ve kapsamını anlayamadıkları için 1917 Şubat-Ekim döneminde menşevikler tarafından sovyetlerin yozlaştırılmasını, ve şimdi de, bütün ülkelerin proletaryasına büyük bir hızla yayılan sovyetler iktidarı fikrinin bütün dünyada doğmasını, buna karşılık, tıpkı bizim menşevikler gibi sovyetlerin rolünü ve kapsamını anlayamayan II. Enternasyonalin o muteber kahramanlarının her yerde iflas bayrağını çekmelerini bize göstermekle iyi bir oyun oynamıştır. Tecrübe kanıtlamıştır ki, proleter devriminin bazı başta gelen temel sorunlarında, bütün ülkelerin, Rusya'nın geçtiği yoldan geçmeleri kaçınılmaz bir şeydir.

Bolşevikler, parlamenter mücadeleye ve gerçekte burjuva cumhuriyetine karşı ve menşeviklere karşı başarılı mücadelelerine büyük bir ihtiyatla başladılar; onlar, bu mücadeleyi, bugün Avrupa ve Amerika'da yaygın olan görüşün tam tersine, büyük bir dikkat ve özenle hazırlamışlardı. Bu dönemin başlangıcında, biz, hükümetin devrilmesi çağrısında bulunmadık; sovyetlerin bileşim ve zihniyetinde önceden değişiklikler olmadıkça, hükümeti devirmenin olanaksız olduğunu açıkladık. Burjuva parlamentonun, kurucu meclisin boykotunu ilan etmedik ve resmen, daha 1917 Nisan Konferansımızda, parti adına, kurucu meclisli bir burjuva cumhuriyetinin, kurucu meclissiz burjuva cumhuriyetinden daha iyi olduğunu söyledik; ama "işçi ve köylülerin" sovyet cumhuriyetinin her türlü parlamenter burjuva demokratik cumhuriyetten daha iyi olduğunu da ekledik. Eğer bu tedbirli, ayrıntılı, sabırlı hazırlığımız olmasaydı, 1917 Ekiminde, ne zaferi elde edebilir, ne de onu elde ettikten sonra muhafaza edebilirdik.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
12.09.2013- 15:48

DÖRT

Bolşevizm, işçi hareketi içinde hangi düşmanlara karşı savaşımda gelişmiş, güçlenmiş ve çelikleşmiştir.


Her şeyden önce ve özellikle 1914'te, sosyal-şovenizm biçimine bürünen ve kesin olarak proletaryaya karşı burjuvazinin saflarına geçen oportünizme karşı savaşarak. Oportünizm, doğal olarak, bolşevizmin, işçi hareketi içinde baş düşmanı oldu. Şu anda da uluslararası alanda gene baş düşmanıdır. Bolşevizm, en büyük dikkatini bu düşmana karşı mücadeleye toplamıştır ve hâlâ da toplamaktadır. Bugün bolşeviklerin eyleminin bu yönü, yurt dışında bile yeteri kadar bilinmektedir.

Bolşevizmin işçi sınıfı hareketi içindeki öteki düşmanı için, aynı şeyi söyleyemeyiz. Bolşevizmin, anarşizme benzer yanları bulunan ve ondan bir şeyler alan ve her temel sorunda tutarlı bir proleter sınıf mücadelesinin koşullarından ve gereklerinden kaçan şu küçük-burjuva ihtilâlciliğine karşı uzun yıllar süren bir mücadelede şekillendiği ve güçlendiği, yurt dışında henüz yeteri kadar bilinmemektedir. Marksistler için teorik olarak tanıtlanmış ve Avrupa'nın bütün devrimlerinin ve bütün devrimci hareketlerinin tecrübesiyle tam olarak doğrulanmış bir gerçek varsa, o da (birçok Avrupa ülkelerinde temsil edilen ve önemli bir yığın teşkil eden) kapitalist düzende, devamlı bir sömürü ve baskıya ve çok kere hayat koşullarının hızla kötüleşmesine ve iflasa uğrayan bir toplumsal tip olarak küçük mülkiyet sahibinin, küçük üreticinin, aşırı bir ihtilâlciliğe kolayca geçtiği, ama bu sınıfın tutarlı, örgütlü, disiplinli ve sağlam bir tutumu benimseyemediğidir. Kapitalizmin iğrençlikleri karşısında öfkeye kapılan küçük-burjuva, bütün kapitalist ülkelere özgü anarşizm gibi toplumsal bir fenomendir. Bu çeşit ihtilâlciliğin istikrarsızlığı, kısırlığı, boyun eğişe, uyuşukluğa, boş fantaziye ve giderek "moda olan" şu ya da bu burjuva eğilimine karşı "kudurgan" bir hayranlığa bile dönüşebilme özelliği, bütün bunlar, herkesçe bilinir. Ama bu gerçeklerin soyut olarak teoride bilinmesi, devrimci partileri, biraz yeni bir biçimde, eskiden bilinmeyen yeni bir yön ve ortamda, azçok orijinal özel koşullar içinde, her zaman yeniden ortaya çıkan eski yanılgılardan korumamaktadır.

Anarşizm, çok kere işçi sınıfının oportünist günahları için bir çeşit ceza olmuştur. Bu iki mantığa aykırı tutum, birbirini tamamlamaktaydı. Ve eğer Rusya'da, küçük-burjuva nüfus, batı ülkelerindekinden kalabalık olmasına rağmen, 1905 ve 1917 devrimlerinde ve bu iki devrime hazırlık sırasında, anarşizmin nispeten önemsiz bir etkisi olmuşsa, hiç şüphe yok ki, bu, kısmen oportünizme karşı her zaman en uzlaşmaz ve en amansız savaşı yürütmüş olan bolşevizm sayesindedir. "Kısmen" diyorum, çünkü anarşizmin Rusya'da zayıf düşmesini sağlamada asıl büyük etkiyi yapmış olan şey, bu akımın, geçmişte (1870-1880) ülkemizde tam olarak açılıp gelişme fırsatını bulmuş olması ve böylelikle teorisinin ne kadar yanlış, devrimci sınıfa kılavuzluk etmeye ne kadar yetersiz olduğunu açıkça göstermiş olmasıdır.

Bolşevizm, daha 1903'te ortaya çıkar çıkmaz, yarı-anarşist (ya da anarşizmle flört etmesi mümkün) küçük-burjuva ihtilâlciliğine karşı amansız savaş yürütme geleneğini benimsemiştir. Bu gelenek, devrimci sosyal-demokrasinin her zamanki geleneği olmuş ve, özellikle 1900-1903 yıllarında, Rusya'da devrimci proletaryanın yığın partisinin temelleri atıldığı zaman, etkisini göstermiştir. Bolşevizm, bütün partiler içinde küçük-burjuva ihtilâlci eğilimleri en çok temsil eden partiye karşı, "devrimci-sosyalist"ler partisine, karşı, üç belli başlı noktadan mücadeleyi ele aldı ve sürdürdü. İlkönce, bu parti, marksizmi inkar ederek herhangi bir siyasi eyleme girişmeden önce sınıf güçlerini ve bu güçler arasındaki ilişkiyi hesaba katmanın gereğini anlamamakta direniyordu (belki de daha doğrusu anlayamıyordu). İkincisi, bu parti, bireysel terörizmi, suikastleri doğru bir eylem olarak tanımayı, kendi "ihtilâlci" ruhunun, ya da "solculuğunun" özel bir belirtisi sayıyordu; ki bunu, biz marksistler, kesin olarak reddederiz. Elbette ki, biz, bireysel terörü yerinde bir davranış saymadığımız için reddederiz. Oysa, büyük Fransız Devriminin terörünü "ilke olarak" mahküm edebilen, ya da bütün dünyanın burjuvazisi tarafından kuşatılmış muzaffer devrimci bir parti tarafından genel olarak uygulanan terörü mahküm edebilen kimselerle, Plehanov, daha 1900-1903 yıllarında, henüz marksist ve devrimci iken, alay etmiş, onları gülünç duruma düşürmüştür. Üçüncüsü, "devrimci-sosyalistler için" "solcu" olmak demek, Alman sosyal-demokrasisinin pek o kadar önemli olmayan bazı oportünist günahlarını alayla yermek, ama öte yandan aynı partinin, örneğin toprak sorunu üzerinde ya da proletarya diktatörlüğü sorunu üzerinde aşırı oportünizme düşen üyelerini taklit etmekti.

Geçerken belirtelim ki, tarih, bugün geniş ölçüde ve tüm dünyayı kapsamak üzere bizim her zaman savunmuş olduğumuz görüşü doğrulamıştır: Almanya'nın devrimci sosyal-demokrasisi (dikkat ediniz ki, daha 1900-1903'te, Plehanov, Bernstein'ın partiden çıkarılmasını istemişti, ve bolşevikler bu geleneği sürdürerek Legien'in bütün alçaklığını, korkaklık ve ihanetini suçlamışlardı), evet, Almanya devrimci sosyal-demokrasisi diyorum, proletaryanın muzaffer olmak için muhtaç olduğu partiye en çok benzeyen partidir. Bugün, 1920'de, savaş döneminin ve onu izleyen ilk yılların utanç verici yenilgilerine ve bunalımlarına rağmen açıkça görülmektedir ki, Batı partileri içinde en iyi önderleri vermiş olan, ötekilerden önce ayakları üstünde dikilen, kalkınan ve güçlenen parti, Almanya devrimci sosyal-demokrasisidir. Bunun böyle olduğunu, Spartakist Partide ve Kautsky'lerin, Hilferding'lerin, Ledebour ve Crispien'lerin oportünizmine, karaktersizliğine karşı savaşı yılmadan sürdüren "Alman Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisinin" proleter sol kanadında görmekteyiz. Şimdi de, Paris Komününden başlayarak Sovyetlerin ilk sosyalist cumhuriyetine kadar varan tarihi döneme bir gözatarsak, marksizmin, anarşizme karşı genel tutumunun kesin olarak net ve tartışılmaz kenar çizgileriyle belirdiğini görürüz. Bu çatışmada, sonunda üstün gelen marksizm olmuştur. Ve eğer anarşistler, sosyalist partilerin çoğunluğu tarafından benimsenen devlet hakkındaki görüşün oportünist karakterine işaret etmekte haklı idiyse de, bu oportünist karakter, Marx'ın devlet üzerindeki fikirlerinin tahrif edilmesinden ya da sadece gizlenmesinden ileri gelmekteydi (Devlet ve İhtilâl adlı kitabımda,Bebel'in, tam 36 yıl boyunca, yani 1875'den 1911'e kadar, Engels'in şaşırtıcı bir güçle, doğruluk ve açıklıkla sosyal-demokratların yaygın olan devlet kavramlarının oportünizmini eleştirdiği mektubunu hasıraltı etmiş olduğunu belirttim); ve üstelik Avrupa'nın ve Amerika'nın sosyalist partilerinin içinde en marksist olan akımlardır ki, bu oportünist görüşlerini en kısa zamanda ve en geniş ölçüde düzeltmişler ve sovyet iktidarını ve bu iktidarın burjuva parlamenter demokrasiye üstünlüğünü tanımışlardır.

Bolşevizmin kendi siyasi örgütünde, "sol" sapmaya karşı mücadelesi iki vesileyle şiddetlenmiştir: 1908'de en gerici "parlamentoya" ve aşırı ölçüde gerici yasalara tabi olan legal işçi örgütlerine katılma dolayısıyla ve 1918'de (Brest-Litovsk Barışı), şu ya da bu "uzlaşmanın" kabul edilip edilmeyeceği konusunda tartışma dolayısıyla.

1908'de, "sol" bolşevikler, aşırı gerici "parlamento"ya katılmanın gereğini anlamamakta direndikleri için, partimizden çıkarılmışlardır. Aralarında, daha sonra yeniden partiye girmiş olan ve halen de onurla parti üyeliği sıfatını taşıyan eksiksiz devrimciler bulunan "sollar", özellikle 1905'deki olumlu sonuçlar veren boykot kararından esinlenmekteydiler. 1905 Ağustosunda, Çar, bir danışma "parlamento"sunun toplantıya çağrıldığını bildirdiği zaman, bolşevikler, bütün muhalefet partilerinin ve özellikle menşeviklerin tersine, bu parlamentoyu boykot etmişlerdi; ve bu parlamentoyu, Ekim 1905 devrimi süpürmüş atmıştır. O tarihte, bu boykot kararı, gerici parlamentolara katılmamanın genel olarak doğru bir davranış olduğu için değil, yığın grevlerinin siyasi greve ve sonra da devrimci greve ve en sonunda da çarlığa karşı ayaklanmaya doğru hızla dönüştüğü nesnel durumun doğru olarak hesap edilmiş olmasından ötürü verilmişti. O zamanki tartışmanın konusu, birinci temsili kurumu çağırma inisiyatifinin Çara mı bırakılacağı, yoksa bu inisiyatifin eski iktidarın elinden mi alınacağı konusuydu. Bu nesnel duruma benzeyen bir durum olduğu, ve bu durumun aynı doğrultuda ve aynı hızla gelişeceği kesin olmadıkça, boykot, haklı gösterilemez.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
12.09.2013- 15:49

1905'te "parlamento"nun bolşevikler tarafından boykot edilmesi, proletaryaya bazı durumlarda -legal ve illegal, parlamenter ve parlamento-dışı biçimlerden aynı zamanda yararlanıldığı bir sırada- parlamenter biçimlerden vazgeçilmesi gerekebileceğini göstermesi bakımından, devrimci proletaryaya son derece değerli bir siyasi tecrübe kazandırmıştır. Ama, basit bir taklitçilikle, eleştirici ruhu olmadan, bu tecrübeyi, başka koşullarda, başka bir durumda olduğu gibi uygulamaya kalkmak en büyük yanılgıya düşmek olur. Zaten bolşeviklerin 1906'da "Duma"yı boykot etmeleri, pek önemli olmasa da ve kolayca onarılsa da gene de yanlış olmuştur. Ama, bir yandan devrimci dalganın hızlı bir yükselişinin ve bu dalganın ayaklanmaya varmasının beklenemeyeceği bir sırada ve öte yandan krallığın burjuvaziye dayanarak yeniden dirilişini meydana getiren tarihi durumun legal çalışma ile illegal çalışmayı birleştirmeyi gerekli kıldığı bir sırada, 1907'nin, 1908'in ve sonraki yılların boykotu, vahim ve onarılması zor bir yanılgı oldu. Bugün geriye baktığımızda, geçmişte kalan ama sonraki dönemlerde bağlantısı şimdi açıkça görülebilen bu tarihi dönemi değerlendirirken, bolşeviklerin, 1908 ile 1914 arasında, illegal mücadelenin biçimlerini legal biçimlerle, aşırı gerici parlamentoya ve gerici yasalara tabi bir sürü öteki kurumlara (sigorta sandıkları vb.) katılmayla bileştirme zorunluluğunu en çetin savaşlar pahasına yerine getirmedikleri takdirde, proletaryanın devrimci partisinin sağlam çekirdeğini (geliştirmekten ve daha da güçlendirmekten söz etmiyorum) mevcut haliyle bile muhafaza edemeyeceklerini açıkça görürüz.

1918'de işler, bölünmeye kadar varmadı. "Sol" komünistler, partimiz içinde ayrı bir grup, bir "hizip" kurmakla yetindiler ve bunun ömrü de uzun sürmedi. Aynı 1918 yılında, "sol komünizmin" en göze çarpan temsilcileri, örneğin Radek ile Buharin, hatalarını açıkça kabul ettiler. Onların gözünde, Brest-Litovsk Barışı, ilkelere aykırı olan ve devrimci proletarya partisine zararlı olan emperyalistlerle bir uzlaşmaydı. Gerçekten de bu barış, emperyalistlerle bir uzlaşmaydı, ama koşulların zorunlu kıldığı bir uzlaşmaydı.

Bugün Brest-Litovsk Barışını imzalamakla izlemiş olduğumuz taktiğe karşı çıkışları, örneğin "devrimci-sosyalistler"in hücumlarına benzer karşı çıkışları duydukça, ya da Lansbury yoldaşın, görüşmemiz sırasında "İngiltere'deki sendika liderlerimiz de, bolşevizm için uzlaşma caiz olduğuna göre, bizim için de öyledir diyorlar" yolundaki sözleriyle karşılaştıkça, kendilerine ilkönce şu basit ve "halkın anlayacağı" kıyaslamayla cevap veriyorum.

Diyelim ki, otomobiliniz silahlı haydutlar tarafından durdurulmuştur. Haydutlara, paranızı, pasaportunuzu, tabancanızı, otomobilinizi veriyorsunuz ve böylelikle haydutların o hoş refakatinden kurtulmuş oluyorsunuz. Bu bir uzlaşmadır, bunda şüphe yok. "Do ut des", sana paramı, silahlarımı, arabamı "veriyorum", bana canımı "veresin diye". Deli olmadıkça hiç kimse böyle bir uzlaşmanın "ilkelere aykırı" olduğunu iddia edemez ya da uzlaşmayı yapanın haydutların suç ortağı olduğunu ileri süremez (haydutlar otomobili ve silahları yeni haydutluklar için kullanmış olsalar bile, bu böyledir). Alman emperyalizminin haydutlarıyla bizim uzlaşmamız, işte buna benzer bir uzlaşmaydı.

Ama Rusya menşevikleri ve devrimci-sosyalistleri, Almanya'da Scheidemann taraftarları (ve geniş ölçüde kautskiciler), Avusturya'da Otto Bauer ve Friedrich Adler (Bay Renner ve şürekasının sözünü etmenin bile gereği yok), Fransa'da Renaudel, Longuet ve şürekası, İngiltere'de fabian "bağımsızlar" ve "İşçi Partisi yöneticileri", 1914-1918'de ve 1918-1920'de kendi ülkelerinin devrimci proletaryasına karşı kendi öz burjuvazilerinin haydutlarıyla ve bazan da "müttefik" burjuva haydutlarıyla uzlaşmalar yaptıkları zaman, bu baylar, haydutluğun suç ortakları durumuna düşüyorlardı.

Varılacak sonuç açıktır: "ilke olarak" her türlü uzlaşmayı reddetmek, genel olarak her türlü uzlaşmayı gayrimeşru saymak, ciddiye bile alınamayacak çok güç bir çocukluktur. Devrimci proletaryaya yararlı olmak isteyen siyaset adamı, uzlaşmaların reddedilmesi gerektiği durumları, bunların oportünizmi ve ihaneti ifade ettikleri somut durumları iyi ayırdetmesini bilmeli b ö y l e s o m u t uzlaşmalara karşı en sert ve keskin eleştirisini yöneltmeli, bunları amansızca suçlamalı, bunlara karşı amansız bir mücadeleye girişmeli ve ne sosyalizmin "işgüzar" eski yolcularına, ne de parlamenter laf ebelerine, "genel olarak uzlaşmalar" konusunda söylevlerle omuzlarına yüklenen sorumluluktan kaçmalarına fırsat vermemelidir. İngiliz sendikacılarının "liderleri" baylar, ya da fabian derneğinin ve "bağımsız" işçi partisinin ileri gelen bayları, en kötü oportünizm ile ve ihanetle eşdeğer olan bir uzlaşmayı yapmış olmakla işledikleri ihanet suçunun omuzlarına yüklediği sorumluluktan kaçmak için işte bu yola başvuruyorlar.

Uzlaşma vardır, uzlaşmacık vardır. Her uzlaşmanın ya da uzlaşma çeşidinin durumunu ve somut koşullarını tahlil etmesini bilmelidir. Haydutların yaptıkları kötülüğü en azına indirmek için ve onların yakalanmalarını ve cezalandırılmalarını sağlamak için haydutlara para ve silah vermek zorunda kalmış olan adamın durumunu, haydutların yağmasından pay almak için onlara yardım eden adamın durumundan ayırdetmeyi öğrenmek gerekir. Siyasette durum her zaman benim verdiğim bu çocukça örnekte olduğu gibi basit değildir. Ama hayatın önlerine çıkaracağı bütün ihtimallere uyacak hazır çözüm yollarını önceden sunan bir reçeteyi hazırlamaya kalkacak olan kimse, ya da devrimci proletaryanın siyasetinde güçlüklerin ya da karışık durumların olmayacağı yolunda garantiler veren kimse, şarlatandan başka bir şey değildir.

Hiç bir yanlış yoruma meydan vermemek için, pek kısa da olsa, uzlaşmanın somut durumlarının tahliline yarayacak olan bazı temel ilkeleri özetlemeye çalışacağım.

Brest-Litovsk Barışını imzalayarak Alman emperyalistleri ile bir uzlaşma yapmış olan parti, daha 1914'ün sonundan başlayarak enternasyonalizmini pratikte geliştirmeye başlamıştı. Bu parti, iki emperyalist soyguncu arasındaki savaşta, Çarlığın yenilgisini önermekten ve "vatanın savunması" sloganına karşı çıkmaktan çekinmemişti. Bu partinin parlamentodaki milletvekilleri, Sibirya'nın yolunu tuttular, bir burjuva hükümetinde bakanlık sandalyesine giden yolu değil. Çarlığı deviren ve demokratik cumhuriyeti meydana getiren devrim, bu parti için yeni ve büyük bir sınav oldu; bu parti, "kendi" emperyalistleriyle hiç bir anlaşma kabul etmedi, tam tersine, onların iktidardan düşürülmesini hazırladı ve düşürdü de. Siyasi iktidarı eline geçirince bu parti, hem büyük toprak mülkiyetini, hem de kapitalist mülkiyeti ortadan kaldırdı. Emperyalistlerin gizli antlaşmalarını yayınlayan ve bunları fesheden bu parti, bütün halklara barış teklif etti ve ancak İngiliz-Fransız emperyalistler, barışı baltaladıktan ve bolşevikler de Almanya'da ve öteki ülkelerde devrimi hızlandırmak için bir insanın yapabileceği her şeyi yaptıktan sonra, Brest-Litovsk'un yırtıcı hayvanlarının şiddetine boyun eğmek zorunda kaldı. Böyle bir durumda, böyle bir parti tarafından yapılan böyle bir uzlaşmanın, kesin olarak haklılığını herkes her gün daha iyi görebilmektedir.

Rusya menşevikleri ve devrimci-sosyalistler (1914-1920 yıllarında bütün dünyanın II. Enternasyonal önderlerinin tümü gibi), "vatan savunması"nı, yani kendi soyguncu burjuvazilerinin savunmasını, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak haklı göstererek ihanet etmekle işe başladılar. Kendi ülkelerinin burjuvazisiyle birlik olarak ve burjuvazinin saflarında kendi ülkelerinin devrimci proletaryasına karşı savaşarak ihanetlerinde direndiler. Rusya'da ilkönce Kerenski ve Kadetlerle, sonra da Kolçak ve Denikin ile kurdukları blok, tıpkı kendi ülkelerinin burjuvazisi ile yabancı din kardeşlerinin kurdukları blok gibi, proletaryaya karşı burjuvazinin tarafına geçişlerinin işareti oldu. Emperyalizmin haydutlarıyla uzlaşmaları, başından sonuna kadar emperyalist haydutluğun suç ortakları olmaları sonucunu vermiştir.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]