Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Marksist Çözümlemeler
13.09.2013- 00:33

İttifak


İki ya da daha çok öznenin, ortak çıkarlarını savunmak ya da yeni hedeflere ulaşmak için anlaşmaları ittifak olarak adlandırılır.

İttifak, ülkeler arasında kurulabileceği gibi, parti, kurum, şirket, hatta bireylerin güçlerini belli amaçlar doğrultusunda birleştirmek için yan yana gelmesiyle de gerçekleşebilir. Marksizm açısındansa kavram asıl anlamını, özellikle Lenin'in katkılarıyla, sınıflar arası ilişkilerde kazanmıştır.

İttifaklar, tarafların kendi bağımsız varlıklarını sürdürme iradelerini de kapsadığından ve çoğu örnekte geçici karakter taşıdığından, genellikle yazılı bir anlaşmayla geçerlilik kazanırlar. Açık ya da gizli bir yazılı anlaşmanın olmadığı durumlarda bile tarafların bağlılıklarını ilan ettikleri ortak bir çerçeve, hedef ya da program söz konusudur.

İttifakların tarihi, insan topluluklarının değişik idari birimlere bölünmeye başladığı ilk çağlara kadar uzanır. Tarih boyunca kabilelerin, şehir devletlerin, prensliklerin, imparatorlukların birbirlerine karşı mücadelelerinde ittifaklar çeşitli biçimlerde hayata geçmiştir. Ancak uluslararası ilişkilerde ittifak kavramına yerleşiklik kazandıran gelişme Fransız Devrimi'nin siyasi, ekonomik ve ideolojik sonuçlarına karşı dönemin üç büyük imparatorluğunun 1815 yılında Paris'te vardıkları anlaşma olmuştur.

Napolyon Savaşları'nın Fransa'nın yenilgisiyle bitişinin hemen ardından Avusturya İmparatorluğu'nun bütün bir döneme damga vuran Dışişleri Bakanı Metternich'in girişimleriyle hızlanan "yeni düzen" arayışları Avusturya, Prusya ve Rusya'nın Kutsal İttifak ilanıyla sonuçlanmış, Kıta Avrupası devrimin yeniden yükseldiği 1840'lara kadar bu ittifakla simgelenen gericiliğin egemenliğine girmiştir.

1882'den Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcına (1914) kadar süren Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın Üçlü İttifakı; savaş sırasında Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Merkez Güçleri ; onların karşısında yer alan Fransa, İngiltere ve Rusya'nın oluşturduğu Antant Güçleri; İkinci Dünya Savaşı öncesinde biçimlenen ve uluslararası sistemin revizyonunu hedefleyen Mihver Devletleri (Alman, İtalyan, Japonya); aynı savaşta faşizme karşı ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği'nin yan yana gelişi, ülkeler arasında gerçekleşen ittifaklara örnek olarak gösterilebilir.

İttifakların temelinde hedefe ulaşmakta kendi öz gücünü yeterli görmeyen öznelerin yeni kaynak arayışı yatmaktadır. Bu bağlamda, ittifaklar sorununun sosyalist literatüre Rusya özelinde girmesi doğal karşılanmalı.

Kapitalizmin göreli gelişkin olduğu ülkelere odaklanan Marx, parçalanarak ana kitlesini proleter saflara devretmesini beklediği ara katmanlara dönük özel bir strateji geliştirmemişti. Sanayileşmenin tarım sorununu düzlemediğinin anlaşılması, Fransa'da köylülüğün İngiltere'dekinin tersine kalıcı bir sınıfsal güce dönüşmesi, Paris Komünü'nün tecritinde kırsal ara katmanların oynadığı rol, Marx'ı ve sonrasında Engels'i konuya daha fazla önem vermeye itse de, köylülük en fazla işçi sınıfının yanına çekilmesi, proletaryayı desteklemesi gereken bir güç olarak değerlendirilmişti.

Başından beri tarım ve ulusal sorun merkezli tartışmaların içine gömülen Rus Marksistleri ise ülkedeki sınıf mücadeleleri açısından büyük önem taşıyan yoksul köylü kitlelerine edilgen bir rol verme yoluna hiç gitmediler. Tarih boyunca kitlesel köylü ayaklanmalarına sahne olan Rusya'da 19. yüzyılın halkçı (Narodnik) geleneğinin parçası olan hareketlerin kır yoksullarını merkeze koyan stratejileri zaman zaman trajik darbeler alsa da, 1905 ve 1917 Devrimleri'ne Rus köylüsü belli bir siyasal ağırlık ve programatik hedeflerle girdi.

İktidarı kendi başına alamayacak kadar zayıf ancak bir devrim sürecine önderlik edebilecek kadar güçlü proletaryanın köylülükle ilişkisi Rus Marksizminin temel sorunlarınlarından biri olma özelliğini hep korudu. Lenin dahil olmak üzere, önde gelen devrimci siyasetçilerin çoğu, kırlardaki sınıfsal dengelerin gerçekleşecek bir burjuva devrimiyle baştan aşağıya değişeceğine ilişkin bir beklentiye sahipti. Bu değişim, sosyalist devrimin toplumsal tabanını da genişletecek, tarımda kapitalizmin gelişmesi kır proletaryasını güçlendirecekti. 1905 Devrimi, Rus Marksistlerini daha siyasal yaklaşımlara zorladı. Lenin devrimin burjuva karakterini inkar etmeksizin işçi sınıfının öncülüğü ele alabileceğine ilişkin tezler geliştirirken, köylülülüğü onun müttefiki olarak tanımlıyor, işçi-köylü diktatörlüğünden söz ediyordu. Kuşkusuz, işçi sınıfının köylülükle ilişkisi eşitler arası ilişki olmayacak, sanayi işçisi hegemonik bir güç olarak öncü rolünü oynayacaktı.

1907'de ağır bir yenilgi ama işçi sınıfı açısından son derece değerli derslerle sonlanan devrim 1917 başlarında yeniden yükselişe geçtiğinde bolşeviklerin köylülüğe ilişkin yaklaşımlarında 1905'deki konumlarını büyük ölçüde korudukları görülür. Ancak Şubat ayında çarlığın yıkılması ve Geçici Hükümet'in kurulmasıyla birlikte Lenin devrimin burjuva döneminin geride kaldığı tezini işlemeye başladığı oranda bolşeviklerin tarım programında belirsizlikler başgösterdi.

Büyük mülk sahiplerinin topraklarının köylü kitlelerine dağıtılmasını burjuva devriminin görevi olarak tanımlayagelen bolşevikler kolektif mülkiyet biçimlerinin sosyalist iktidarın karakteristiği olduğunu savunuyorlardı. Ancak Şubat 1917'de esas itibariyle tamamlanan burjuva devriminin tarımda herhangi bir reform yapacak ne zamanı ne de ufku mevcuttu. Devrim sürmekteydi ve Lenin "Bütün İktidar Sovyetlere" sloganıyla işçi sınıfını yoksul köylülükle birlikte burjuvaziyle tarihsel hesaplaşmaya çağırıyordu. Ekim Devrimi, bunun hiç de hayal olmadığını kanıtlarken, işçi-köylü ittifakı da, bolşeviklerin kendilerinkinden çok, yoksul ve orta köylülüğün siyasal temsilcisi olarak görülen Sosyalist-Devrimcilerin tarım programı çerçevesinde hayata geçmeye başladı.

Ancak iktidarın alınmasından sonra işçi-köylü ittifakı, koşulların değişmesi ve sosyalist kuruluş sürecinin gereksinimleri ışığında birbirinden oldukça farklı eksenlerde yeniden üretilirken, ittifakın parçalarından biri olarak köylülüğün kapsamı da bu eksenlere göre daralıp genişledi. Bununla birlikte bolşevikler özellikle tek ülkede sosyalizmi kurmak gibi zorlu bir görevle karşı karşıya kaldıkları için, işçi-köylü ittifakını Sovyet iktidarının en önemli güvencelerinden biri olarak gördüler.

Rus proletaryasının başarısı, Lenin'in teorik ve siyasal otoritesi ve Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin kurulması doğrultusunda birbiri ardına gelen hamleler, Rusya örneğinin uluslararası komünist hareket açısından kaçınılmaz bir ağırlık kazanmasına yol açtı. Temelde özellikle Avrupa'daki komünist partilerini ileri çekmekle birlikte, bu ağırlığın olumsuz sonuçlarından biri, stratejik sorunlarda taklitçiliğin ve mekanik yaklaşımların yaygınlaşmasıydı. İşçi-köylü ittifakının tek tek ülkelerin özgün koşulları hesaba katılmaksızın bir programatik şablon haline gelmesi de bu yaklaşımların ürünüydü (Komünist Enternasyonal, 1920, Tarım Sorununa İlişkin İlkeler).

1919 yılında kurulan Komünist Enternasyonal işçi-köylü ittifakının yanı sıra, henüz burjuva devrimleri gerçekleşmemiş, sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi verilen ülkelerde ulusal burjuvaziyle ittifakı da, belli çekincelerle, önermekteydi (Komünist Enternasyonal, 1920, Milliyetler ve Sömürge Sorununa İlişkin İlkeler). Burada, sömürge ya da yarı sömürge ülkelerin zayıf komünist partilerinin devrimci burjuva hareketlerle ittifakının yanı sıra, Sovyetler Birliği ve gelişmiş ülke proletaryasının henüz burjuva karakter taşıyan bağımsızlık mücadeleleri ile ittifakından da söz edilmiş oluyordu.
Uluslararası komünist hareketin "ittifak" olgusuna verdiği önem, özellikle Avrupa'daki partilerin devrimci iddialardan uzaklaşmaya başlaması ile birlikte yerini başka kavramlara bıraktı. Bunlar içinde, Komünist Enternasyonal'de birbirinden oldukça farklı anlamlar yüklenerek kullanılan "cephe" kavramı özellikle ön plana çıktı. Daha önceki denemeler bir yana, bu kavram komünist partilerin sosyalist devrim perspektifini terk ederek, faşizme karşı en geniş kesimlerin birliğini sağlamak için çaba harcadığı Fransa ve İspanya'da "halk cephesi" politikalarıyla ete kemiğe büründü.
İktidarı hedefleyen Leninist ittifaklar politikasının yerine, savunmacı ve inisiyatifi burjuvaziye bırakan hükümet ortaklıkları arayışı geçiyordu.

Bütün bu tartışmaların Türkiye sosyalist ve komünist hareketi üzerinde de etkisi oldu. Bir ulusal kurtuluş mücadelesine doğan Türkiye Komünist Partisi'nin ilk dönemlerinde en yaşamsal sorunlardan biri Kemalist burjuvaziyle ilişkilerdi. Bununla birlikte, Mustafa Kemal öncülüğündeki Ankara hükümeti ile genç Sovyet devleti arasında bir ittifaktan söz edilebilse bile, TKP ile cumhuriyetin kurucu kadroları arasındaki ilişkiler hiçbir zaman bir ittifak derinliğine ulaşmadı. Komünistler zaman zaman Kemalistleri destekleyip, kimi kesitlerde onlara ağır eleştirilerde bulundular ama hiçbir zaman sürecin asli ögelerinden biri olamadılar.

Daha sonraki yıllarda, özellikle 1960'lardan itibaren Türkiyeli Marksistler arasındaki stratejik tartışmalarda önemli bir yer tutan "ittifaklar" konusu, en fazla üzerinde durulan işçi-köylü ittifakı dahil olmak üzere hiçbir zaman pratik bir karşılık bulmadı. Bu yalnızca Türkiye işçi sınıfı hareketinin zayıflığıyla değil, köylülüğün Türkiye siyasetinde özgün bir karşılık bulmamasıyla da açıklanabilir. Köylülüğün bu özelliğine dikkati çeken bazı Marksistler Türkiye sosyalist devrimi açısından işçi sınıfı ile kentli ara katmanlar arasındaki ittifakın daha yaşamsal olduğunu ileri sürerler.

MLAM.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]