Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Türkiye Devrim Tarihi
04.06.2015- 23:34

TKP TARİHİNE BAKIŞ



    TKP 77 yıl önce 10 Eylül 1920'de Bakû'de kuruldu. Büyük Ekim Sosyalist Devriminin çağ açıcı etkisi altında ve ülkenin emperyalist istilacılar tarafından işgal edildiği ortamda Türkiye'de ve yurtdışında çeşitli komünist örgütler ortaya çıkmıştı. Anadolu'nun Ankara, Eskişehir, İzmir, Erzurum, Rize, Kars, Samsun, Zonguldak, Ereğli, İnebolu, Trabzon, Konya, Adana gibi şehirlerinde, İstanbul'da ve Sovyet ülkesinde kendi başlarına çalışmalar yapan bu örgütleri bir çatı altında toplama ihtiyacı artık kendini iyice duyuruyordu. Mustafa Suphi'nin başkanlığındaki yurtdışı örgütü ile İstanbul ve Ankara'daki örgütler birleşme kongresini ülke içinde, Ankara'da yapmak istediler. Ankara hükümeti, kongrenin yapılmasına izin vermedi. Bunun üzerine kongrenin yurtdışında yapılması kararlaştırıldı. Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti hükümeti kongrenin Bakû'da yapılmasını kabul etti.


    TKP'nin birinci kongresi 10 Eylül günü Kızıl Ordu kulübünde toplandı. Anadolu'da, İstanbul'da ve Sovyet topraklarında faaliyet yürüten 15 komünist grup ve örgütü temsil eden 75 delegeyi bir araya getiren ve merkezi bir yönetim altında birleştiren bu kuruluş kongresiyle Türkiye işçi sınıfı marksist leninist öncüsüne kavuştu. Program ve Tüzük kabul edildi. Mustafa Suphi'nin liderliğinde bir Merkez Komitesi seçildi. ("Türkiye Komünist Partisi 58 Yaşında", Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 29)

    Mustafa Suphi kongrenin kapanışında şunları belirtti: "Teşkilat devirlerini geçiren ve şimdiye kadar birer grup halinde yaşayan Türkiye Komünistleri bu kongreden örgütlü ve birleşik bir parti olarak çıkmakla yeni bir hayat devresine ayak basıyorlar. Partinin önünde duran birinci görev: Bundan sonra memleketimiz amele ve fukara rençberleri arasında fikirlerimizi kuvvet ve süratle yayarak, halkın mukadderatını kendi eline verecek sebep ve kabiliyetleri hazırlamaktır". (Türkiye Komünist Fırkası'nın Birinci Kongresi, Türkiye Komünist Fırkası Neşriyatı, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay,Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul, 1991, s. 313)

Amaç: Amele ve Rençber Şuralar Cumhuriyeti
    Kongrenin kabul ettiği programa göre TKP'nin amacı "halkçılığın en yüksek bir şekli olan amele ve rençber şûralar cumhuriyetinin kurulması"ydı. (Türkiye Komünist Fırkası Programı, çıkaran Türkiye Komünist Fırkası, Bakû, 1920'den aktaran Mete Tunçay, yukarıdaki eser s. 315)
    Kongrede alınan "Anadolu'nun Şimdiki Durumu" başlıklı kararda dile getirildiği gibi, komünistler, Anadolu'da devam eden milli devrim hareketinin emperyalizme karşı mücadelesiyle bütün dünya proletarya hareketine yardım ettiğine, bu milli hareketin ülke içinde gelişmesi ve derinleşmesiyle, sınıf bilincinin meydana gelmesine hizmet ettiğine ve böylece yarınki sosyal devrime elverişli bir ortam hazırladığına inanıyorlardı. Türkiye Komünist Partisi bir taraftan Türkiye'de emperyalizme karşı olan bu hareketin derinleşmesine yardım etmekle beraber diğer taraftan rençber, işçi halkın asıl maksadı ve son emeli olan çalışanlar hakimiyetini elde etmek için çalışacaktı. (aynı eser, s. 280)
   
Böylece Türkiye'yi emperyalist işgalden kurtarmayı ve Büyük Ekim Devriminin sosyalist ideallerini gerçekleştirmeyi görev olarak belirleyen TKP, proletaryanın enternasyonalist bayrağını yükselterek Türkiye'de toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadelesine atıldı. TKP'nin yeni seçilen yöneticileri Anadolu'ya geçmek üzere hazırlıklara başladılar.

Burjuvazinin Saldırısı
    O dönemlerde emperyalist işgal altında bulunan bütün topraklarda bolşevizmin emekçilere ve halklara kurtuluş yolunu gösteren görüşleri sempatiyle karşılanmaktaydı. Kitleler nezdinde büyük bir prestije sahip olan bolşevizm, ulusal kurtuluş savaşının içinde yeralan burjuva önderlerinin bile sosyalist ideolojiye doğrudan cephe almasını önlüyordu.
   
Böylesi bir hava içerisinde ülkede bulunan üye ve sempatizanları aracılığıyla hızla örgütlenen TKP, burjuva kadrolar gözünde, bertaraf edilmesi gereken en büyük tehlike haline geldi. Komünist kadroların kendi kapitalist düzeni için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu bilen Türk burjuvazisi, TKP'nin işçiler, silahlı köylü kuvvetleri ve genç aydınlar üzerinde önemli bir etki sağladığını görür görmez kanlı ve sinsi bir planı uygulamaya koydu. Kemalist burjuvazi bir yandan gelişen toplumsal devrim hareketini kontrolüne almak için geçici olarak resmî bir "komünist partisi" oluştururken öte yandan da altı aylık kısa bir zaman diliminde Çerkez Ethem liderliğindeki köylü partizan birliklerini dağıttı, Ankara'da Halk İştirakiyun Partisi önderlerini istiklal mahkemesine vererek ağır cezalara çarptırdı ve mücadeleye katılmak üzere Anadolu'ya dönmekte olan TKP lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını tuzağa düşürerek Karadeniz'de katletti. Bu ağır saldırılarla kurtuluş savaşının burjuvazinin denetiminde kalması sağlanmış, emperyalizme ve kapitalizme karşı köklü bir devrim hareketine dönüşmesi önlenmiş oldu. Burjuva cumhuriyetinin yolu işte böyle açıldı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 29)

    Uzun yıllar CİA'nın Türkiye istasyon şefi ve ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye masası sorumlusu olarak çalışan CİA ajanı George Harris, 10 Eylül 1920'de yapılan TKP birinci kongresinin hemen ardından, 18 Ekim 1920 tarihinde, yani gerçek TKP kongresinden yalnız 38 gün sonra kurulmuş olan ve komünist önderlerin yok edilmesi ve komünistlere dost güçlerin dağıtılmasıyla birlikte görevini tamamladığı düşünülerek faaliyeti durdurulan bu sahte partinin kuruluş nedenini Türkiye'deki komünist akımları incelediği kitabında şöyle değerlendiriyor: "Komünizm muhakkak ki bir kitle hareketi olamamış, bunu başaramamıştır. Yine de, istiklal mücadelesinin ilk safhaları esnasında, bir yerde, komünistlerin iktidarı elde etmelerine hemen hemen ramak kalmıştı. Bu tarihte komünist liderleri, Anadolu ihtilal hareketinin başlıca askeri gücünü teşkil eden önemli partizan birlikleriyle özel bir ilişki kurmayı becermişlerdir. Komünistlerin etkisine kapılmış bu güçlere, bu, Ankara rejimine karşı öylesi bir kafa tutma, meydan okuma tavrı takındırmıştı ki, Atatürk, filizlenmekte olan bu komünist hareketini kontrol altına alıp hizaya getirmek çabasıyla kendi resmi Türk Komünist Partisini kurmak zorunda kalmıştı." (George Harris, Türkiye'de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1979, s. 10-11)

    Önder kadroları fiziksel olarak ortadan kaldırılan TKP'nin yaralarını sarmasını sağlayan ikinci kongresi 15 Ağustos 1922'de Ankara'da toplandı. Henüz işgalci Yunan ordularına karşı belirleyici zaferin kazanılmadığı, ulusal mücadele açısından bu kadar kritik bir dönemde bile Ankara hükümeti kongreyi yasakladı ve geniş tutuklamalara girişti. Fabrikalardan gelecek işçi komünist delegelere engeller çıkarıldı. Kongreyi izlemeye gelen Fransız Komünist Partisi delegesi kurşunlandı. Tüm bunlara rağmen kongre Küçükesat bağlarında gizli olarak çalışmalara devam etti ve beş oturum gerçekleştirdi. Partinin savaşım politikası onaylandı. Parti Kemalist burjuvazinin emperyalizmle uzlaşma ve işçi köylü kitlelerine terör uygulama siyasetini teşhir etti. Yeni merkez komitesi seçildi ve Salih Hacıoğlu genel sekreterliğe getirildi. (aynı yazı, s. 30)

    Kongreden yaklaşık üç hafta sonra 12 Eylül 1922'de, Ankara hükümeti o güne kadar yasal çalışma yürüten TKP'yi yasakladı. (aynı yerde)

    1923'de işçi sınıfını milliyetçi bir merkez etrafında toplayarak doğrudan doğruya kontrol etmek isteyen burjuvazi İstanbul'da bağımsız bir işçi birliği oluşturan komünistleri vatana ihanetle suçlayıp zindanlara attı.
    Daha kurulduğu günden başlayarak yoğun baskılara maruz kalan ve yasal çalışma olanağı da ortadan kaldırılan TKP'nin üçüncü kongresi 31 Aralık 1924-1 Ocak 1925'de İstanbul Akaretler'de illegal olarak toplandı ve Şefik Hüsnü genel sekreterliğe getirildi. (aynı yazı, s. 31) Kongreden hemen sonra, Şeyh Sait liderliğindeki Kürt başkaldırısını bahane eden burjuvazi Takrir-i Sükun (Sessizliğin Sağlanması) kanununu çıkararak açık diktatörlüğünü kurdu. TKP'ye tekrar saldırdı ve birçok devrimciyi kürek cezasına mahkum etti.

Likidatörler
    1925 tutuklamalarının yol açtığı dağınıklığı gidermek üzere 1926 mayıs ayında Şefik Hüsnü'nün girişimiyle Viyana'da parti konferansı yapıldı. Yeni bir faaliyet programının taslağı hazırlandı ve Vedat Nedim genel sekreterliğe getirildi. Vedat Nedim dönemi tam bir menşevik yönelim dönemi oldu.

    1927 yılında TKP'ye karşı yeni bir tutuklama kampanyası açıldı. Vedat Nedim ve Şevket Süreyya menşevik çizgilerini polisle işbirliği noktasına getirdiler ve parti belgelerini polise teslim ettiler. Marksizm-leninizmi geçersiz ilan ettiler ve kemalizmin tek geçerli ideoloji olduğunu savundular. Daha sonra, 1932 yılında Kadro dergisini çıkardılar. Sosyalizme ve liberalizme karşı üçüncü yol olarak sundukları kemalizmin bayraktarlığını yaptılar, şeflere tapınmanın, devleti yüceltmenin ve Türk milliyetçiliğinin teorisini işlediler.

1928-1945 Yılları
    1928 ve 1929 yılları TKP'ye yönelik iki yeni tutuklama kampanyasına tanık oldu. 1929 yılında TKP içinde, kemalist iktidara karşı takınılacak tutum konusunda, bölünmeyle sonuçlanan bir anlaşmazlık çıktı. Burjuvaziyle uzlaşmaya karşı çıkan ve daha sol bir mücadele çizgisi öneren partililerin topladığı kongrede oluşturulan yeni merkez komitesi Komintern tarafından kabul edilmedi. Nazım Hikmet'in de içinde bulunduğu adıgeçen muhalif grup troçkizm suçlamasıyla partiden çıkarıldı. Muhalefet bu kararı tanımadı, kendisini asıl parti sayarak faaliyetlerine devam etti. (Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 76)

    Düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün en küçük belirtilerine bile tahammül edemeyen kemalist devletin artık gelenekselleştirdiği TKP tutuklamaları 1930 ve 1931 yıllarında da devam etti. 1932 yılında TKP'nin dördüncü kongresi İstanbul'da Haliç semtinde toplandı. 4. Kongre, 1. Partinin durumu ve politik platformu üzerine rapor; 2. Program ve tüzüğün yenilenmesi; 3. Yeni çalışma platformunun onaylanması; ve 4. Yeni merkez komitesinin seçilmesini gündeme alarak toplandı. Partinin gizlilik koşullarına uygun çalışmalar yürütebilmesi amacıyla kararlar alındı. Yeni ve geçici bir merkez komitesi seçildi. Partiye ihanet etmiş olan Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir'in partiden kovulmaları resmen onaylandı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 31-32)

    Dördüncü kongreden sonra daha düzenli hale giren TKP çalışmalarına Türk burjuvazisi aynı yıl içinde dört büyük komünist tutuklaması ile karşılık verdi. Hükümet, komünistlerin ağır koşullarda büyük bir yiğitlik ve fedakârlıkla sürdürdükleri mücadeleyi söndürmek amacıyla 1933, 1934, 1935 ve 1936'da da tutuklamalar yaptı.

Separat kararı
    1935 yılında toplanan yedinci Komünist Enternasyonal kongresinde "faşizme karşı birleşik cephe" çizgisi benimsendi. Bu çizginin Türkiye koşullarında uygulanabilmesinin ilk adımı olarak Komintern yönetimi TKP'nin Komintern bünyesinden ayrılmasını ve ayrı çalışmasını kararlaştırdı. "Desantralizasyon" veya "Separat" kararı olarak adlandırılan bu kararla Türk hükümetinin Sovyetler Birliği ile dostluk ve faşist devletlerden uzak durma çizgisine daha kolay çekilebileceği düşünülüyordu. Karara uygun olarak, TKP faaliyet programının öngördüğü "Türkiye Komünist Partisi iktidarda bulunan Halk Partisi'ne karşı barışmaz azimkârane bir tarzda mücadele eder" hükmü (Türkiye Kommunist Fırkası Fealiyet Programı, İnkılâp Yolu külliyatı, sayı 1, 1931'den aktaran Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992, s. 252) bir yana bırakıldı ve Parti "o zamanki İsmet İnönü hükümetinin, memleketin milli bağımsızlığına, sosyal gelişmesine hizmet eden, memleketin ve halkın yararına olan bütün icraatında aktif olarak desteklenmesine karar verdi. Partiye bağlı gizli işçi sendikaları ve gizli Komünist Gençlik Teşkilatı kaldırılarak üyeleri legal işçi ve gençlik teşkilatlarına girmekle görevlendirildi". (Zeki Baştımar, "Komintern 7. Kongresi'nin 30. Yıldönümü Konuşması", Yeni Çağ, Ekim 1965'den aktaran Mete Tunçay, yukarıdaki eser, s. 126)

    Yeni çizgi devletin komünistlere karşı tutumunda herhangi bir yumuşamaya yol açmadı. 1938'de büyük bir komünist tutuklaması yapıldı. Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı dahil birçok TKP üyesi ağır cezalara çarptırıldılar. İkinci Dünya Savaşı sırasında TKP üzerindeki baskılar daha da şiddetlendi. Faşizme karşı yoğun bir teşhir kampanyası yürüten TKP üyeleri ve yöneticileri işkenceli sorgulardan geçirildiler ve zindanlara kapatıldılar.

    İkinci dünya savaşının sonlarına doğru, 1943 yılında faşizmin yenilgiye uğrayacağı kesinleşince uygun hale gelen ulusal ve uluslararası koşullardan yararlanan TKP bir canlanma ve genişleme dönemine girdi. Partinin üye sayısı ve örgüt birimleri arttı. Kitle örgütleri içinde daha yoğun çalışmalar gerçekleştirilirken, parti kendi girişimleriyle de yeni kitle örgütleri kurmaya soyundu; siyasi ve kültürel yayınlar çıkartmaya başladı.

TKP Legale Çıkıyor

    İkinci Dünya Savaşından sonra yeni uluslararası ortamın zorlamasıyla Türkiye'de çok partili sisteme geçiş kararı alınınca TKP legale çıkmayı kararlaştırdı. Ne var ki, parti içinde yıllar önce meydana gelen, daha önce sözünü ettiğimiz bölünmenin de etkisiyle iki legal sosyalist parti ortaya çıktı. 1946 yılının mayıs ayında, içinde Hüsamettin Özdoğu gibi bölünme sırasında muhalefette yer almış kimi TKP'lilerin de bulunduğu Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) kuruldu. Onu, aynı yılın Haziran ayında Şefik Hüsnü'nün başkanlığında kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) izledi. TSEKP aşağı yukarı TKP'nin ana teşkilatından oluşuyordu.

    Komünistlerin yoğun bir sendikal örgütlenme faaliyetiyle özellikle işçiler arasında güç kazanmakta olduğunu gören CHP hükümeti hem TSEKP'i, hem de TSP'yi 1946 yılının Aralık ayında kapattı. Her iki partinin yönetici ve üyelerini ağır cezalara çarptırdı. Türk burjuvazisinin çok partili sistemi de tıpkı tek partili sistemi gibi komünistlere ve solculara sımsıkı kapalıydı.

Demokrat Parti'nin Karanlık Terörü
    1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidara geçmesiyle çıkarılan af yasasından yararlanan komünistler 1951 yılında büyük bir tutuklamayla karşılaştılar. Demokrat Parti komünistlere baskı açısından önceli Cumhuriyet Halk Partisi'nin tüm uygulamalarını aynen devam ettireceğini kanıtladı. 1951 yılında başlayan tutuklamalar TKP'ye çok ağır bir darbe indirdi. Parti yöneticileri ve örgütlerinin büyük çoğunluğu burjuvaziye tutsak düştü. Tutuklamaların yarattığı moral bozukluğunun da etkisiyle parti içinde hizipleşmeler ve bölünmeye varan ayrılıklar başgösterdi. TKP'nin eylem gücü yok denecek derecede azaldı.
 
  Bu kısır dönemde sosyalizm adına ülke içinde yürütülen başlıca faaliyetler legal alanda Hikmet Kıvılcımlı'nın önderliğinde kurulan Vatan Partisi örgütlenmesi ve illegal alanda tutuklamalarda açığa çıkmamış yerel hücrelerin birbirinden kopuk çalışmaları oldu. Vatan Partisi kuruluşundan 3 yıl sonra 1957'de kapatıldı. Bu dönem boyunca TKP Yurtdışı Bürosu yayın ve örgütlenme faaliyetlerine devam ediyordu. Dönemin en önemli faaliyeti "Bizim Radyo"nun yayınlarıydı.

    TKP'nin önde gelen liderlerinden Şefik Hüsnü hapis cezasını tamamladıktan sonra sürgüne gönderildiği Manisa'da 1959'da öldü. 1960 yılında hapisten çıkan TKP örgüt sekreteri Zeki Baştımar (Yakup Demir) yurtdışına gitti ve yeni örgütsel düzenlemelerle TKP daha hareketli hale geldi.

1960'lar: TİP'e Destek
    2-4 Nisan 1962 tarihlerinde Leipzig'de toplanan Parti Konferansında Zeki Baştımar'ın genel sekreterliğinde İ. Bilen, A. Saydan ve Nazım Hikmet'in içinde bulunduğu yeni merkez komitesi oluşturuldu. Eski tutuklamaların alevlendirdiği hizipleşmeler ve bölünmelerin etkisiyle Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli gibi ülke içinde bulunan TKP liderleri konferansa katılmadılar. Böylece birleşik bir önderliğin kurulması fırsatı kaçmış oldu. Mehmet Bozışık, bu olayı şöyle anlatıyor: "1951 Adnan Menderes döneminde 186 komünistin tutuklanması sonucunda Harbiye hapishanesinde komünistler arasında meydana gelen ihtilaf sonucu partililer arasında büyük kavgalar olmuş ve bu tutuklamada TKP telafisi zor yaralar alarak birkaç gruba ayrılmıştır. Bu ayrılıkların telafisi ve aralarındaki görüş farklılıklarının giderilmesi için partinin dış kanadına mensup MK üyelerinin daveti üzerine dış memleketlere bazı yoldaşlar gitmiştir. Bazıları ise bu davete icabet etmemiştir." (Mehmet Bozışık, "Türkiye'nin Durumu ve Sorunlarımız", Ürün Kitap Dizisi, sayı 2, 15-16 Haziran 1997, s. 33) Mehmet Bozışık, "partimizin dış kanadının daveti"nin kabul edilmemiş olmasının partiye "büyük zararlar, fireler" verdiği değerlendirmesini yapıyor. (aynı yerde).

    Konferansta alınan kararlara uygun olarak 1963 yılında Yurdun Sesi, 1964'te Yeni Çağ yayımlanmaya başladı. Özellikle Batı Almanya'da artık yoğun bir topluluk oluşturan göçmen işçiler arasında çalışma yürütüldü.

    Bununla birlikte, 1961-1968 yılları arasında TKP legal olarak kurulan Türkiye İşçi Partisi'ni desteklemeye ağırlık verdi. Türkiye İşçi Partisi'nin liderleri 1951 tutuklamasından sonra partiyle bağlarını kesmiş veya gevşetmiş eski TKP kadrolarıydı. TKP'nin yerel örgütleri TİP'in ülke çapında örgütlenmesinde ve yaygınlaşmasında faal rol oynadılar. Bu dönemde TKP ülke içinde bağımsız bir örgütlenme faaliyeti yerine, TİP'in güçlendirilmesi taktiğini izledi. TİP, sosyalist fikirlerin kitlelere götürülmesinde ve benimsetilmesinde önemli bir etken oldu. Sosyalizm, işçiler ve aydınlar arasında bayraklaştı. Kurtuluş Savaşı yıllarından sonra ilk kez sosyalist akım Türkiye politikasında güçlü bir aktör oldu. Bununla birlikte, TİP yöneticileri legalist ve parlamentarist hayaller besliyorlardı; tutarlı bir sosyalizm kavrayışından, emekçi kitlelerin seferber edilmesini amaçlayan kapsamlı bir politik çizgiden, her şart altında mücadeleyi sürdürebilecek kalıcı ve esnek bir örgütlenme anlayışından uzak bulunuyorlardı.

MDD Akımı
    Türkiye Komünist Partisi eski yöneticilerinden Mihri Belli'nin girişimiyle 1967 yılında Türk Solu dergisi çevresinde yeni bir hareket başlatıldı. Milli Demokratik Devrim (MDD) akımı olarak adlandırılan bu hareketin yöneticileri, bir yandan TKP'yi kendilerinin temsil ettiğini, TKP'nin, yurtdışı bürosundan ibaret bir "mülteciler grubu" olduğunu iddia ediyor; öbür yandan TİP'i zayıflatmaya ve parçalamaya yönelik bir taktik güdüyorlardı. Türkiye'nin kapitalist değil, yarı-feodal yarı-sömürge geri bir ülke olduğunu ve buna bağlı olarak Türkiye işçi sınıfının çok güçsüz durumda bulunduğunu, devrime önderlik edemeyeceğini, sosyalizm mücadelesinden önce tam bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin verilmesi gerektiğini, asker-sivil aydın zümre olarak adlandırdıkları Kemalistlerin bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde çok önemli, hatta önder bir rol oynayacağını, bu mücadele başarıya ulaşmadan işçi sınıfının öz örgütünün bile kurulamayacağını söylüyorlardı. Tek parti diktatörlüğü dönemini yüceltiyor, Kemalizmi sosyalizmin dostu ve müttefiki olarak değerlendiriyorlardı. Kemalist diktatörlüğün bürokratik devletçiliğini sosyalizme yakın ilerici ve devrimci bir uygulama olarak övüyor, kemalizmin zaman zaman ırkçılığa varan milliyetçiliğini anti-emperyalizm adına savunuyorlardı.

    TKP'nin eski yöneticilerinden Hikmet Kıvılcımlı da yine 1967 yılında yayımlanmaya başlayan Sosyalist dergisi çevresinde, "İkinci Kuvayı Milliyecilik" olarak özetlenen doğrultuda faaliyetlerini yürüttü. Kısa süre sonra yayınına ara veren dergi 1970 yılında yeniden çıkarıldı ve daha etkili oldu.

    Mihri Belli ve arkadaşları TKP geleneğini kendilerinin temsil ettiğini iddia eder ve TİP'i dağıtma taktiğini izlerlerken yakın bir zamanda "sol" bir darbeyle iktidara geleceklerini umdukları Kemalistleri ürkütmemek adına da kurallı ve kalıcı bir örgütlenmeye gitmekten kaçınıyorlardı. Legalist ve parlamentarist çerçeveyi aşamayan TİP'in eylemsizliğine tepki duyan gençlik arasında kısa zamanda sol söylemleriyle büyük bir etki sağlayan MDD yöneticileri kalıcı örgütlenmeden kaçınan tutumlarıyla bu etkilerini yitirmeye başladılar.

Yeni Örgütler
    15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi işçi sınıfının devrime önderlik edebilecek çapta güçlü bir sınıf olduğunu göstererek MDD tezlerine ağır bir darbe vurdu. Marksizm-leninizme yönelen devrimci gençlik önderleri arasında her koşula uygun bağımsız örgütlenme eğilimi güçlendi. Bunların bir kesimi proletarya içinde çalışmaya ağırlık verip komünist parti arayışına girdiler. Diğer bir kesim ise ideolojik önderliğin işçi sınıfına ait olduğunu kabul etmekle birlikte, fiili savaşımın çeşitli küçük-burjuva ve köylü katmanlarca yürütülmesi gerektiğini söylediler.

    Mahir Çayan ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C), Deniz Gezmiş ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunu (THKO) kurdular. Doğu Perinçek ve çevresi ise daha sonra Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP), 1980 sonrası ise Sosyalist Parti (SP) ve bugün İşçi Partisi (İP) adını alan, Kemalizm ve Maoizm karması anti-sovyet, milliyetçi bir çizgiyi savunan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisini (TİİKP) oluşturdular. TİİKP'den ayrılan İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları ise Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusunu (TİKKO) kurdular.

    Bu dönemde, Türkiye Komünist Partisi kendi öz kimliğiyle fiilen örgütlü bir akım olarak henüz gençlik hareketi içinde yer almıyordu.

12 Mart Darbesi

    1960'ların devrimci yükselişine, burjuvazi 12 Mart 1971 faşist askeri darbesiyle karşılık verdi. İşçi sınıfına, devrimci gençliğe, Kürt uyanış hareketine vahşice saldıran 12 Mart faşizmi TİP'i ve demokratik kitle örgütlerini kapattı. Onbinlerce insan tutuklandı ve işkenceden geçirildi.

    12 Mart paşaları, görevden aldıkları Demirellerin de desteğiyle Sinan Cemgil ve yoldaşları ile Mahir Çayan ve yoldaşlarını vurarak, Deniz Gezmiş ve iki yoldaşını asarak, İbrahim Kaypakkaya'yı işkence ederek öldürdüler. 12 Martçıların elinden kurtulmak için yurtdışına çıkmak zorunda kalan Hikmet Kıvılcımlı Yugoslavya'da öldü.
   
Türkiye Komünist Partisi TİP'in kapatıldığı ve tüm devrimci örgütlerin ağır baskılara uğradığı 12 Mart darbesinden sonra örgütsel çizgisinde değişiklik yaparak, ülke içinde örgütlenme çalışmalarını hızlandırdı.

Atılım Dönemi
    1973 yılında Zeki Baştımar'ın ölümünün ardından İ.Bilen'in TKP Genel Sekreteri olmasıyla TKP yeni bir yönelim benimsedi ve büyük bir atılıma başladı. Daha önce değişik örgütlerde çalışmış ve proletarya partisini arayan devrimci kadrolar TKP'ye yöneldiler. TKP Merkez Komitesi düzenli bir yayın organına kavuştu: Atılım dergisi yayınlanmaya başladı. Yeni bir program ve tüzük hazırlandı. 1977'de yapılan Parti Konferansında Program ve Tüzük onaylandı. (agy., Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978, s. 33)
 
  Böylece TKP bir diriliş yaşayarak Türkiye'de önemli bir siyasal güç haline dönüştü. Sendika, gençlik, memur, köylü, kooperatif ve kadın hareketi içinde kitleselleşti. Ülke çapında parti örgütleri ağı oluşturuldu. 1 Mayısların kitlesel olarak kutlanmasında, Devlet Güvenlik Mahkemelerine karşı direnişte, faşist teröre karşı kitlesel direnişlerin örgütlenmesinde, kapitalist sınıfa karşı güçlü grevler düzenlenmesinde, 1 Mayıs komiteleri ve can güvenliği komiteleri gibi özgün yapıların yaratılmasında, 141. ve 142. maddelerin kaldırılması kampanyasında, barış hareketinin örgütlenmesinde, Marksizm-leninizmin ve proletarya enternasyonalizmin propagandasında, sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışma kampanyalarının geliştirilmesinde TKP öncülük yaptı. Basın-yayın, kültür ve sanat cephelerinde etkili bir çalışma yürüten TKP aydınların işçi sınıfıyla bağlaşmasında önemli bir etken oldu.

    Bütün bu mücadeleler içerisinde TKP'nin birçok üyesi ve taraftarı şehit düştü. Sınıf mücadelesinin alabildiğine keskinleştiği bu ortamda devletin ve sivil faşist hareketin saldırılarının yanı sıra birçok TKP militanı sol içi çatışmalarda özellikle Maocu çevrelerin saldırılarında yaşamını yitirdi. Doğu Perinçek'in liderliğindeki TİKP çevresinin yayın organı Aydınlık gazetesi TKP'yi "Rus sosyal emperyalizminin beşinci kolu" ilan ederek TKP militan ve taraftarlarını polise ihbar etti.

    TKP bu dönemde işçi-köylü kitlelerinin mücadelesi temelinde bir ulusal demokratik cephenin oluşturulması, bu cephe aracılığıyla ileri demokratik bir düzenin kurulması ve kesintisiz olarak sosyalizme geçilmesini öngören bir siyasal strateji izliyordu. Bununla birlikte, grevlerin, direnişlerin, sokak gösterilerinin olağanüstü yoğunlaştığı; sosyalizmin emekçi kitlelerle buluşup neredeyse her fabrika, köy ve semtte etkisini duyurduğu; solun devlet mekanizmasının en ulaşılmaz kısımlarına bile nüfuz etmeye başladığı; faşist teröre ve kapitalist sömürüye karşı mücadelenin genel bir meşruiyet kazandığı adı konmamış bir iç savaşın yaşandığı bu dönemde parti berrak ve ikircimsiz bir emekçi iktidarı hedefine sahip değildi. Sınıf mücadelesinin her yöntemi ve biçimi fiilen uygulanıyordu ama mücadelenin nasıl taçlandırılacağı, politik iktidarın nasıl alınacağı konusunda açıklık yoktu; kadrolar yollarını el yordamıyla bulmaya çalışıyorlardı. Politik iktidar fırsatı nesnel olarak sosyalizmin ve solun önüne gelmişti, ama bu konuda yeterli bir bilinç yoktu; böyle bir deneme bile yapılamadı.

Yıkıcı Rekabet
    Sosyalist hareketin tarihsel ve güncel nedenlerle çeşitli sosyalist parti ve örgütler halinde bölünmüş olduğu bu yıllarda, sözü edilen örgütlerin kendilerini benimsetme ve güç kazanma çabaları, aralarında yıkıcı bir rekabete yol açtı. Kimi zaman bu rekabet öbür sosyalist çevrelerin zararına sosyalizm dışı bir çevreyle işbirliği yapma boyutlarına ulaşıyordu. TKP de bu sekter anlayışın dışında kalamadı. Özellikle TİP, TSİP, TKSP gibi uluslararası komünist hareketin genel çizgisine uygun bir yönelimi bulunan sosyalist partilerle ilişkiler uzun süre düzgün bir temele oturtulamadı.
    1970'lerin sonlarına doğru, TKP içinde izlenecek taktik çizgi konusunda bir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma sonucunda "daha sol" öneriler getiren İşçinin Sesi grubu partiden ayrıldı. Grubun görüş ve tezleri kapsamlı biçimde tartışılamadan, ikna edilebilecek ve böylece partide kalmaları sağlanabilecek insanlar idari bir kararla partiden uzaklaştırıldılar. Bu, döneme hakim olan sekter havanın parti içerisindeki bir yansımasıydı. Verimli sonuçlar doğurabilecek bir fikir alış verişi yapılamadan meydana gelen kopma işe yaramadı. Ana gövdeden kopan grup başlangıçtaki "sol" yönelimini bir süre sonra yitirdi, mezhepçi ve sağ uzlaşmacı bir rotaya girdi.

12 Eylül Darbesi
    TKP, ülke içindeki bunalımın derinleşmesi sonucu emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin faşist bir askeri darbe hazırladığı tespitini yapmıştı. İşçi sınıfının ve devrimci örgütlerin böyle bir darbeyi önlemek, bu mümkün olmazsa darbeye karşı direnmelerini sağlamak üzere politik, örgütsel ve teknik hazırlıklar yapmalarının zorunluluğunu defalarca vurgulamıştı. TKP yerel birimleri bu doğrultuda küçümsenmeyecek adımlar atmışlardı.

    Ne var ki, TKP Merkez Komitesi, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin ardından yaptığı politik durum değerlendirmesinde, cuntanın "biz sadece terörizme karşıyız" ve "Sovyetler Birliği'yle iyi komşuluk ilişkilerini sürdüreceğiz" demagojisini ve Alpaslan Türkeş ile ülkücü katillerin tutuklanmasını esas alarak, darbenin faşist nitelik taşımadığını, Kenan Evren cuntasının ılımlı bir askeri cunta olduğunu öne sürdü. NATO'nun oluşturduğu kontr-gerilla dilinde "terör"ün işçi, emekçi ve aydınların sermayeye ve emperyalizme karşı her türlü mücadelesi ve özlemi anlamına geldiğini değerlendiremedi. Faşizme karşı aktif direniş stratejisi yerine geriye çekilme ve küçülerek kendini koruma stratejisi önerdi.
 
  Bu değerlendirme parti örgütlerinin yoğun tepkisiyle karşılaştı ve düzeltilmesi istendi. Düzeltme yerine hatalı durum değerlendirmesini haklı gösterecek sözümona teorik gerekçeler üretildi. Arjantin Komünist Partisi'nin o dönemdeki liderlerinin Arjantin faşist askeri cuntasıyla uzlaşmayı esas alan ve binlerce devrimcinin kaybından sorumlu caniler cuntasını "teröristlerle mücadele eden ılımlı askeri yönetim" olarak alkışlayan faşist-işbirlikçisi çizgisini mekanik olarak Türkiye'ye uyarlayan ve örnek gösteren bir belge parti örgütlerine dayatıldı. [Arjantin Komünist Partisi'nin bir süre sonra faşizm işbirlikçisi bu çizgiyi mahkûm ederek düzelttiğini ve bu ihanetten sorumlu yöneticilerini partiden ihraç ettiğini yeri gelmişken belirtelim].

    İşçi sınıfına ve emekçi halka karşı acımasızca saldıran, sınıf ve kitle sendikacılığının merkezi örgütü DİSK'i kapatan, sendikal faaliyetleri yasaklayan, sosyalist partileri kapatan, işçi sınıfının ve ezilen halkların politik ve kültürel örgütlerini dağıtan, binlerce devrimciyi Diyarbakır, Metris ve Mamak zindanlarına tıkan, tüm ülkeyi bir toplama kampına çeviren, yaşı onsekiz bile olmamış komünistleri ve devrimcileri idam eden, anayasayı ortadan kaldıran kanunsuz faşist cuntanın yaptıkları ortadayken merkez komitesinin bu tutumu parti saflarında büyük bir kargaşaya yol açtı. Ülkenin hemen hemen her bölgesinde devrimci pratik içinde yer alan kadroların şiddetli tepkisini çeken ve sadece erken bir devrim umuduyla partiye üye olan geçici kimi yol arkadaşlarının desteğini alan bu teslimiyetçilik, orta ve alt kademelerde yaygın bir hoşnutsuzluk ve muhalefet doğurdu. Parti üst yönetimi içinde hizipleşmeler ve tasfiyeler yaşandı. 1981 Mayısında cunta ülke çapında büyük bir TKP tutuklamasına girişti. Birçok il örgütü dağıtıldı, bini aşkın parti üyesi hapse atıldı. Birçok üye işkencelerde sakat kaldı, Mustafa Hayrullahoğlu (Deniz) ve Av. Ahmet Hilmi Feyzioğlu öldürüldü. Sorumsuz bir teslimiyetçiliğe kapılan üst yönetim faşizme karşı ülke çapında bir direnişi örme yeteneği şöyle dursun, örgütlerini ve üyelerini koruma becerisinden, düzenli bir geri çekilmeyi gerçekleştirme yeteneğinden bile yoksun olduğunu gösterdi.

Yeni Likidatörler İşbaşında
    Bu arada çeşitli iç çatışma ve tasfiyelerden sonra, TKP üst yönetimini ele geçiren, başını Haydar Kutlu'nun çektiği "Partizan" hizbi, TKP tutuklularının mahkemelerde siyasi savunma yapmasını yasakladı. Böylece yargılama sürecinin burjuvaziye karşı bir hücum platformuna dönüşmesini önledi. Bu en zor koşullarda marksizm-leninizmin, enternasyonalizmin ve TKP'nin savunulmasının sağlayacağı manevi üstünlüğün ve gelecek kuşaklara devredilecek büyük ve onurlu bir siyasi mirasın yokedilmesine yol açtı. Haydar Kutlu hizbinin, siyasi savunma yasağıyla TKP'nin likidasyonuna giden yolda önemli bir adım attığı ileride anlaşılacaktı.

    Faşizmin bütün baskılarına rağmen TKP kadroları bu dönemde "anayasaya hayır" kampanyasını yürüttü. Yurt dışında "Sol Birlik" yolunda adımlar atıldı.

5. Kongre
    1983 yılında Haydar Kutlu grubunun kesin hakimiyeti altında toplanan 5. Kongre'de Haydar Kutlu parti genel sekreterliğine getirildi; İ Bilen başkan seçildi. Yeni bir parti programı kabul edildi. Program, ülke içindeki parti birim ve üyelerinin tepkilerini yatıştırmak üzere gecikmiş olarak "faşist diktatörlük" değerlendirmesini yaptı. Ayrıca "faşist diktatörlük devrimin barışçıl yoldan utkuya ulaşmasını büsbütün olanaksız kıldı" tespitinde bulunarak direniş gereğini vurguladı. Haydar Kutlu hizbi programdaki bu değerlendirmeler doğrultusunda hiçbir girişimde bulunmadı. TKP'nin atılım döneminin lideri İ. Bilen kongreden hemen sonra, 18 Kasım 1983'te öldü.

Burjuvaziye Teslimiyet
    Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un başa geçmesinden ve "yeni politik düşünce" uygulamalarının başlamasından sonra, Haydar Kutlu yönetimi "Barış ve Ulusal Demokrasi Alternatif Programı"nı kabul etti. 5. Kongre'de kabul edilen programın ruhuna ve lafzına tamamıyla aykırı bu "yenilenmeci" program TKP'nin likidasyonunda sondan bir önceki adımı oluşturdu. Likidasyon zehiri, komünistlerin birlik yönündeki içten duyguları sömürülerek "TİP ve TKP birliği" ambalajıyla kadrolara sunuldu. Böylece burjuvaziye teslimiyet programını içine sindiremeyen birçok üye ve sempatizanın "birlik hatırına" örgütlü bir tepki göstermemeleri sağlanmış oldu. Haydar Kutlu ve Nihat Sargın'ın Türkiye'ye dönüp polise teslim olmaları, TKP'nin 6. ve TİP'in 8. kongreleriyle varlıklarına son verdiklerinin açıklanması, TBKP'nin 1. kongresinin yapılması, TBKP'nin Türkiye'de legal olarak kurulması, SBP'nin oluşturulması ve TBKP'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması ile TBKP dönemi sona ermiş oldu.

    Likidasyon sürecine çok sayıda komünist karşı koydu. Ancak bu karşı koyma eş zamanlı ve örgütlü tepkiye dönüşemedi, grupsal ve bireysel nitelikte kaldı. Kimi kadrolar 10 Eylül çevresinde TBKP girişimine cepheden muhalefet ederken kimi kadrolar TBKP ve ardından SBP girişiminde yer alarak içten muhalefet etmeye çalıştılar. Ne yazık ki bu devrimci muhalefet cephesi likidasyon sürecini önleyebilecek bir yapıyı ortaya çıkaramadı.

Tarihimizden Geleceğe
    TKP tarihi devrim ve sosyalizm için fedakarca mücadelenin, "halkın mukadderatını kendi eline alması"nın koşullarını hazırlamak uğrunda sabırla, dirençle çalışmanın, enternasyonalizmi ve savaşsız, sömürüsüz yeni bir kardeşlik dünyası kurma özlemini işçiler ve emekçiler arasında yayma azminin tarihidir.

    TKP tarihi Türkiye'de aydınlanmanın tarihidir. Nazım Hikmet'ten Orhan Kemal'e, Hikmet Kıvılcımlı'dan Behice Boran'a, Sabiha Sertel'den İbrahim Güzelce'ye, Ruhi Su'dan Ahmet Arif'e, Mehmet Ali Aybar'dan Jak İhmalyan'a, politika, bilim, kültür, edebiyat ve sanat alanlarında sayısız isim bunun kanıtıdır.

    TKP tarihi marksizm-leninizmin ideallerini işkence odalarında, zindanlarda, sürgünlerde, "ateş ve ihanet" çemberlerinde savunmanın onurlu tarihidir. Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Salih Bozışık, Vedat Demircioğlu, Harun Karadeniz, Ali Talip Öztürk, Mustafa Hayrullahoğlu gibi sayısız isim bunun kanıtıdır.

    1917 Büyük Ekim Devrimi'nin dünyaya yaydığı, kapitalist düzene son verilmesi; burjuvaların cahil, kültürsüz ve beceriksiz baldırıçıplaklar diye nitelendirdiği işçilerin ve yoksul köylülerin dünyayı yönetip dönüştürebilecekleri; proletarya iktidarı; ortak mülkiyet sistemine geçilmesi; tüm devlet görevlilerinin seçimle belirlenmesi; yöneten-yönetilen ayırımının kalkması, uluslar arasında kardeşliğin kurulabilmesi için ezilen halkların kendi kaderlerini serbestçe tayin etme hakkının tanınması gereği; ulusal sınırların ortadan kalktığı enternasyonalist bir dünya gibi yepyeni kavramları Türkiye topraklarına taşıma ve kökleştirme onuru Türkiye Komünist Partisi'ne aittir.

Dersler
    TKP emperyalizme ve burjuvaziye karşı mücadelesinde her zaman yeterli uyanıklığı gösteremedi. İşçilerin ve köylülerin sosyal bir devrime kalkışma ihtimalinden ölümüne korkan Türk burjuvazisi, TKP'nin kuruluşu üzerinden daha altı ay bile geçmeden TKP yöneticilerini tuzağa düşürerek katletti, partinin etkisinde bulunan siyasi ve askeri güçleri dağıttı. TKP, burjuvazinin bu kadar erken bir saldırısını beklemiyordu. Burjuvazinin işçi ve köylülerden duyduğu korkunun farkında olmakla birlikte onun en azından emperyalist işgal sürerken bu kadar gözükara davranabileceğini, ulusal kurtuluş davasına bu kadar ters bir adımı atabileceğini düşünemedi.

    Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, TKP yönetimi Kürdistan'daki Şeyh Sait isyanına karşı ilan edilen Takrir-i Sükun kanununun kendisini de biçeceğini hesaplayamadı. Kemalist iktidarla iyi ilişkiler içerisinde bulunan Sovyetler Birliği yönetiminin ve Komintern'in yönlendirmesiyle Kemalist burjuvazinin ilerici potansiyelini zaman zaman abarttı. Kemalist devlet terörünün yoğunlaştığı 1920'lerin sonlarında CHP'ye karşı tam boy mücadele çizgisini savunan partililerin girişimleri Komintern'in müdahalesiyle önlendi. Faşizme karşı birleşik geniş cephe siyasetinin dünya komünist hareketince benimsendiği yıllarda "milli şef" İsmet İnönü hükümetlerinin "ilerici ve halktan yana" icraatlarının olabileceği hayaline kapıldı.

    1946 yılında Türkiye'de "çok partili demokrasi"ye geçilirken, legal şartların uzun süreceğini sanarak, yeterli önlemleri almadan legale çıktı ve ağır kayıplara uğradı.

    1974-1980 arasında yürüttüğü görkemli mücadeleyi emekçilerin politik iktidarına yönelen bir hücumla taçlandıramadı. 12 Eylül darbesine karşı direnişe geçemedi. Soldaki bütün siyasal güçlerin çare umarak gözlerini kendisine çevirdiği bir sırada kararsız kaldı.
    12 Eylül'den sonra faşist cuntanın aslında ordunun "ılımlı" bir kanadı olduğu sanısıyla, cuntanın komünistlerin üzerine vahşice saldıracağını yeteri açıklıkla öngöremedi. Faşizme karşı direnişi öremedi.

    TKP, kapitalizmin ve emperyalizmin her türlü baskısına rağmen sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirmekten geri kalmadığı halde kendi içinde demokrasiyi aynı ölçüde gerçekleştiremedi; bütün örgütün kollektif aklını hiçbir yöneticiyi ve kurumu eleştiri dışında bırakmayan bir anlayışla harekete geçiremedi. Sovyetler Birliği'nden veya parti üst yöneticilerinden gelen yanlış önerileri kararlılıkla sorgulayıp gerekenleri yapamadı. Kritik zamanlarda mekanik bir disiplin anlayışının kurbanı olmaktan ve sonuçta likidasyondan kurtulamadı. Komünizmin her üyenin her koşul altında tam ve eşit haklı bir siyasi özne olmasını gerektirdiği kavranamadı.

    TKP, tüm bu hatalarının bedelini işkence, kan, hapis ve ölümle çok ağır ödedi.

Bu Tarih Bizim
    TKP tarihine topluca baktığımızda, parti içinde burjuvaziyle kararlı mücadele taraflısı ana gövdenin yanısıra, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın eğilimlerin de bulunduğu görülür. Bununla birlikte, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın olanlar arasında işi döneklik boyutuna, burjuvazinin kampına geçme noktasına vardıranlar, 1927'de Şevket Süreyya ve Vedat Nedimler ile 1980'lerde Haydar Kutlu ve Zülfü Dicleliler olmuştur.
   
Kimi zaman ciddi yanlışlar yapsalar da Mustafa Suphi, Salih Hacıoğlu, Şefik Hüsnü, Zeki Baştımar, İ. Bilen, Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Reşat Fuat, Hüsamettin Özdoğu, Mihri Belli ve Behice Boran yoldaşların tümü -kimisi parti dışına düşmüş olsa da- komünizm davasına bağlı kaldılar ve bu uğurda ağır bedeller ödediler.
 
  BİZLER, Mustafa Suphi'den Deniz yoldaşa, Boz Mehmet'ten Ali İhsan Özgür'e, Amele Birliği'nin adsız sıra neferlerinden Maden-İş militanlarına, Türkiye Komünist Gençler Federasyonu üyelerinden genç savaşerlerine, Komünist Kadınlardan ilerici kadın aktivistlerine, Birlik-Dayanışmacılardan Köy-Kooplulara, Savaş Yolu emekçilerinden Güneşli Dünya emekçilerine, devrim ve komünizm davasını bugüne taşıyan tüm onurlu insanlarımıza şükran borçluyuz. Bu yeni dönemde, onların mirasını ileriye taşıyacak ve sosyalist devrimi zafere ulaştıracağız.

ürün

solcu  |  Cvp:
Cevap: 1
05.06.2015- 18:03

Parti tarihi
.
Giriş


Türkiye Komünist Partisi’nin tarihi üstüne bir değerlendirme, solun bütünsel tarihini kapsamak durumundadır. Yalnızca TKP’nin 1920’yi kendi kuruluş tarihi olarak kabul etmesinden dolayı değil. Parti tarihi sol tarihin ana hatlarını kapsamalıdır, çünkü bu konuda yürütülecek bir eğitim çalışmasında belki de en fazla üstünde durulması, tartışılması ve kavranması gereken boyut, TKP’nin solun tarihiyle kendisi arasında kurduğu miras ilişkisidir.

Bu miras ilişkisi düz değildir. Sahiplenmeyi ve aşmayı bir arada içermektedir. Bu nokta partililerin partimizin karakterini algılamaları ve içselleştirmeleri için kritik bir önem taşır.

Öyleyse eğitim çalışmamız zorunlu olarak sol tarihin bütünü üstüne bilgilenmeyi içerecek, ama kendi başına bir sol tarih eğitimi olmayacaktır. Genel bilgilenme, içine günümüz TKP’sini yerleştirebilmek için gerekir. Kendi tarihimizi anlatmanın zorlukları var. Birincisi, bu “bizim yaptığımız” bir tarih. İkincisi de henüz “tarih” haline gelmemiş, geçmişte kalmamış bir süreçten söz ediyoruz.

Bu zorluğu hafifletmeye ve daha objektif bir konum geliştirmeye yarayacak olan bir ayrım yapabiliriz: Tarihimizin “örgütsel” kısmı daha az önemsenmeli, asıl “siyasal” boyut üstünde durulmalıdır. TKP, Türkiye siyasetinde çeşitli basınçlar altında daraltılan ve tasfiye edilmek istenen değerleri yeniden kurmak gibi bir misyonu defalarca farklı başlıklarda yerine getirmiştir. Tarihimizde önem taşıyan, siyasal olan, daha nesnel bilgi oluşturan budur.

TKP’yi var eden kadro dinamiklerinin kavranması, özgün örgütsel süreçler çerçevesinde değil, bu siyasal boyutla ilişkisi açısından konu edilebilir.

Parti tarihi eğitimi bir programın parçasıdır ve Sosyalizm Programı, programın 2009 sunuşu, son yıllardaki siyasal açılımları temsil eden Felaketin Eşiğinde broşürü, partili kimlik gibi materyal ve tartışmalar olmaksızın tamamlanamayacağı bilinmelidir.

Türkiye Komünist Partisi 11 Kasım 2001’de Ankara’da toplanan Sosyalist İktidar Partisi Olağanüstü Kongresinde, SİP’in adını TKP olarak değiştirmesiyle oluştu. TKP kuruluş tarihi olarak da 10 Eylül 1920’de gerçekleştirilen Bakû Kongresi’ni esas aldığını ilan etti.

Parti tarihimizi bir taraftan 2001’deki dönüşümü hazırlayan SİP açısından, diğer taraftan da Mustafa Suphi’nin başkanlığında kurulan 1920 TKP’si, dolayısıyla ülkemizde solun genel tarihi açısından ele almak durumundayız. Partimiz 1920’den günümüze ulaşan tarihsel sürecin mirasçısıdır. Sahiplendiğimiz ve sürdürdüğümüz miras Türkiye’de komünist ve devrimci hareketin bütünsel tarihini ifade etmektedir. Mücadelemiz 90 yıla yaklaşan süre içinde çeşitli evrelerden ve varyantlardan geçerek yaşanmıştır. TKP bu tarihin bütün kazanımlarını kendi kazanımları, ödenen bütün bedellerini kendi
bedelleri, düşülen bütün yanlışları kendi yanlışları olarak kavramaktadır.

Diğer yandan, partimizin programı, çalışma tarzı, ilke ve yöntemleri, özgün devrimci karakteri, özel olarak 1978’den bugüne gelen bir süreçte oluşmuştur. Hareketimizin inşa edildiği koşullar, solun sınıf düşmanı tarafından veya kendi kendini tasfiye ettiği koşullardır. TKP sosyalist devrimi programının merkezine çakan Marksist-Leninist bir parti olarak, bu anlamda yeniden kurulmuştur.

1978’de dönemin Türkiye İşçi Partisi’nden bir iç mücadele sonucunda kopan ve daha sonra yayınladığı derginin adıyla anılan Sosyalist İktidar grubu, 12 Eylül sonrasında yeniden örgütlenerek Gelenek hareketi halini aldı. 1986’da yayın hayatına başlayan Gelenek dergisi bu yeniden örgütlenmede
önemli bir rol oynadı ve hareketimiz 1992’nin 6 Kasım’ında Sosyalist Türkiye Partisi’nin kurulmasıyla parti kimliği edindi.

Gelenek hareketi, içinden çıktığı TİP’in ötesinde solun farklı kesimlerinden kadrolarla ve hepsinden önemlisi kendi bünyesinde yetişen yeni kuşaklarla şekillenmiştir. Partili mücadele süreci bu özgünlüğü pekiştirmiştir.

1993’te STP’nin Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmasının ardından Sosyalist İktidar Partisi kuruldu ve partili mücadele sürdürüldü.

Bu durumda 1978, 1986, 1992 ve 2001 yılları hareketimizin tarihinde kritik momentler olarak önem kazanmaktadır.
1978 yılı, Türkiye’de 15 yılı aşan bir sol yükselişin tökezlemeye başladığı tarihe işaret eder. Tökezleme, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle sonlanacak bir gerilemenin de başlangıcı olmuştur.

Darbe yıllarında o dönem solun ana yapılarını oluşturan hareket ve partiler çeşitli örgütsel toparlanma denemelerinde bulunmuşlar, konjonktürel açılımlar gerçekleştirmişlerse de, 1960 ve 1970’li yıllardakine benzer bir yükseliş yaşanmadı. 1991’de Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerde peş peşe gerçekleşen karşı-devrimler gerilemeye yeni bir ivme kattı.

Gelenek hareketi 1992’de akıntıya karşı partileşmiştir. O zamandan bu yana dünyamız bir karanlık çağa sahne olmuş, emperyalist-kapitalist sistemin yeni baharı eşitsizliklerin derinleşmesini, emekçi sınıfların örgütsüzleşmesini, genel olarak solun, özel olarak devrimci komünist hareketlerin
mevzi yitirmesini, gericiliğin her anlamda güçlenmesini ve yaygınlaşmasını getirmiştir.

Partimiz bu çemberi kırmak için sürekli bir arayış içinde olmuş, akışı tersine çevirmeye uğraşmıştır. Bu uğraşında temel kalkış noktaları, reformist veya radikal biçimlere bürünse de iktidar perspektifini elinden kaçıran soldaki baskın eğilimlere karşı “sosyalist iktidar” mücadelesini vurgulamak, yenilgi koşullarında yayılan günah çıkarma eğilimlerine karşı Marksist-Leninist “geleneğe” yaslanmak, komünizmin öldüğü iddialarının karşısına komünist adıyla dikilmek olmuştur.
Solun ilke ve geleneklerinden ödün vermeye dayalı çıkış çabalarının genel gerilemeye deva olmadığı koşullarda, bizim hareketimiz yeni bir kadro birikimi yaratmayı, devrimci siyaset üretimini sürekli kılmayı, partili mücadeleyi diri tutmayı başarmıştır.

Mücadelemiz komünizmi yeniden işçi ve emekçilerin iktidar yürüyüşünün adı haline getirmek, komünist partiyi bu yürüyüşün siyasal ve örgütsel öncüsü konumuna yükseltmek, ülkemizi sosyalist devrime taşımak, insanlığın sınıfsız, sömürüsüz geleceğine katkıda bulunmak mücadelesidir.

TKP’den TİP’e: 1920-1961

1920’de Bakû’de toplanan Türkiye Komünist Fırkası kuruluş kongresi solun üç kanalını bir araya getirmiştir. Bunlardan biri Mustafa Suphi’nin devrimci Rusya topraklarında gerçekleştirdiği Türk komünist örgütlenmesidir. Daha önce bir suçlamayla kapatıldığı cezaevinden Rusya’ya kaçan bir Osmanlı aydını olan Suphi, Rus devrimine katılmış ve komünizmle tanışmıştı. Kurduğu örgütlenme, kendisi gibi muhalif aydın kadrolara ve Rusya’daki Osmanlı savaş esirleri tabanına dayanıyordu. Suphi kanadı Anadolu’da emperyalizme karşı bağımsızlık savaşında solun kendi kimliğiyle, örgütüyle ve silahlı gücüyle yerini almasına özel bir önem veriyordu. Ekim Devrimi’nin doğu halklarına uzattığı ele tutunan bu kesim ulusal kurtuluşçuluğu merkeze oturtuyordu.

İkinci kanal, Marksizmle Avrupa’da tanışan genç aydınlardan oluşuyordu. Şefik Hüsnü’nün liderliğinde İstanbul’da 1919’da Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası kurulmuş, çeşitli yayın çalışmaları yürütülüyordu. Bu partinin yöneticilerinden, eğitimci kimliğiyle Osmanlı’nın eğitim örgütlenmesinde önemli görevler üstlenen Ethem Nejat 1920 partisinin kurucuları arasında yer alacak, Genel Sekreterlik (kâtibi umumi) görevini üstlenecekti.

Üçüncü kanal, Anadolu’ya yayılan devrimci örgütlenmelerden oluşur. Çözülen, emperyalist savaşta yenilip işgale uğrayan Osmanlı’da yerel siyasal önderler ve genel olarak halk kitleleri açısından Sovyet devrimi bir etki kaynağıydı. Anadolu’nun kurtuluşu arzusu ile sosyalist Rusya aynı yöne bakıyorlardı. Bu kanalı oluşturan güçler 23 Nisan 1920’de oluşan Birinci Meclis’te belirli bir birikim oluşturmuşlardır. Silahlı ulusal direnişin o günkü gerilla evresinde çeşitli düzeylerde karmaşık bir sol etki söz konusuydu. Bu etkinin Çerkez Ethem’lerin Kuvayı Seyyare’sinden komünist Halk İştirakiyun Fırkası’na kadar uzandığı görülüyordu. Anadolu komünist hareketi Meclis’e Halk Zümresi oluşumu ile yansıyordu.

TKP işte bu dinamikleri bir araya getirmiş ve temsil etmiş oluyordu. Aynı zamanda Sovyet Rusya ile resmi ilişkinin muhatabı olmak konusunda Mustafa Kemal hareketi ve eski İttihatçıların arasındaki rekabette de, TKP doğal olarak öne çıkıyordu.

TKP daha emekleme çağında Kurtuluş Savaşı’nda yerini almak için merkezini Ankara’ya taşımaya karar verdi. Bu yolculuk Trabzon’da düzenlenen bir katliamla 28-29 Ocak 1921’de son bulacaktı. Suphi ve Nejat dahil olmak üzere parti önderliği katledildi.

Olay bir toplu cinayet olmanın ötesinde Kurtuluş Savaşında bir yön değişimine denk düştü. Aşağı yukarı aynı dönemde Meclisteki birikim tasfiye edildi, önderleri hapsedildi, Çerkez Ethem’in sola eğilimli Kuvayı Seyyare’si dağıtıldı.
Komünist hareket belirli bir dağınıklık evresine girdi. İstanbul’daki Şefik Hüsnü yapısı ile Salih Hacıoğlu’nun genel sekreteri olduğu TKP hareketi ancak 1925’te bir araya geldiler. 1925 Kongresi’yle TKP’nin 30 yıllık Şefik Hüsnü liderliği dönemi de başlamış oldu.

Şeyh Sait isyanını izleyen 1925 Takrir-i Sükûn düzenlemesi yeni bir baskı dalgasına vesile oldu. Bundan sonra “tevkifatlar” sık sık gündeme gelecekti. Ancak TKP, CHP iktidarının karşısında dar bir işçi örgütlenmesine hep sahip olduğu gibi, ülkenin ilerici, üretken aydınları üzerinde de her zaman etkili olmuş, hatta bu çevreler için bir okul işlevi görmüştür. Bu isimlerden biri de partide dönem dönem merkezi sorumluluklar üstlenen Nâzım Hikmet’tir.

Komintern üyesi TKP, bu özelliklerine karşılık siyasal anlamda etkili olamamıştır. Partinin politik doğrultusu; ulusal kurtuluşu, bağımsızlığı, burjuva anlamda da olsa tarihsel bir ilerlemeyi ve Sovyet dostluğunu temsil ettiği ölçüde Kemalist hareketi desteklemek biçiminde olmuş, genel olarak sosyalist devrimci bir perspektif söz konusu olmamıştır.

Toplumsal etkisi sınırlı TKP 1930’ların ortalarından itibaren neredeyse bütünüyle silinmiş, ancak savaşın bitiminde, 1946’da bir çıkış denemesinde bulunmuştur. 1946’da yaygın bir sendikalaşma hareketine öncülük eden parti, önce Türkiye Sosyalist Partisi ile legal alanda varlık göstermeyi düşünmüş, çeşitli nedenlerle bunun ardından Şefik Hüsnü’nün başkanlığında Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile ortaya çıkmıştır. Savaş sonrasında burjuva demokrasisinin yükseleceği beklentisi doğrulanmamış, parti ve sendikalar kapatılmış, yeni bir baskı dönemi yaşanmıştır.

1951 tevkifatından sonra TKP’de bir parçalanma su yüzüne çıkar. Şefik Hüsnü hapis sonrası sürgüne gönderilip etkisizleşirken partinin SBKP tarafından resmen tanınan yurtdışı örgütlenmesinde Zeki Baştımar ve İsmail Bilen öne çıkarlar.

Türkiye’de ise Reşat Fuat Baraner, Mihri Belli gibi bir dizi kadro etkinliklerini sürdürmüş, Hikmet Kıvılcımlı 1950’lerin sonlarında Vatan Partisi adıyla bir yapılanmayı denemiştir.
1920’de Suphilerin Kurtuluş Savaşı’na katılma ve 1946’da Hüsnü’nün legal sendika ve parti örgütlenmesi girişimlerinden sonra, solun en etkili hamlesi 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisi ile gerçekleşecekti. TİP ise TKP okulundan yetişmiş, ancak partiyle organik bağları (artık) olmayan aydınların omuzlarında yükselmiştir.

Birinci TİP ve 1960’lar

TİP sendikal liderler tarafından 13 Şubat 1961’de kuruldu. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi bir dizi nedenle ülkenin siyasal ortamını sola açık hale getirmişti. Uzun süre zapturapt altında tutulan ama giderek potansiyeli gelişen işçi hareketi hızla gelişti. Yükselen işçi hareketi ilerici sendikacılar tarafından siyasal parti düzlemine taşındı.

TİP toplumsal gelişimin doğal adresi haline gelmişti. 1965’te yüzde üç civarında oyla 15 milletvekili çıkardı. Sendikal/işçi ve aydın hareketlerinin üstünde yükselen parti, 27 Mayıs öncesinde belirli bir hareketlenme yaşayan gençlik hareketinin bu kez sosyalist bir kimlikle yeniden doğduğu çatı oldu. Daha önce mülk sahibi sınıfların etkinliği altında var olan Kürt dinamiğini kapsadı. TİP’li sendikacılar 1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun kuruluşuna da öncülük ettiler.

TİP programatik bir gelişkinliğe ve netliğe, işçi hareketine önderlik edecek bir perspektife ve öncü kadro birikimine, sendikacı, aydın, genç ve Kürt kadroları harmanlayacak bir yapıya sahip olamadı. Kitlesel olarak TİP’i destekleyen Aleviler de politize olan ve ayrışan bir diğer kesimdi. Farklı dinamikler arasında bir koalisyon olarak büyüyen parti, giderek bu dinamikleri bir arada tutma yeteneğini yitirdi. Hareket geliştikçe TİP de parçalanmaya yüz tuttu.

Dönemin önemli ideolojik tartışmalarından biri Sosyalist Devrim – Milli Demokratik Devrim tartışmasıydı. MDD, eski TKP yöneticileri Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı’dan, 27 Mayısçılıkla iç içe gelişen Doğan Avcıoğlu’nun YÖN hareketine uzanan kesimlerin programatik konumlanışını ifade ediyordu. Genel hatlarıyla MDD’cilik ülkenin sosyalizme hazır olmadığını, ihtiyaç duyulan devrimci adımın ulusal bağımsızlıkçı, anti-feodal vb. bir karaktere sahip olması gerektiğini savunuyordu. Pratikte bu rota ordu içinde ikinci bir 27 Mayıs’a yönelik özlemlerle çakışıyordu. MDD özellikle devrimci gençlik hareketinde yaygınlık kazandı.

Öte yandan sol yükselişe karşı dinci ve faşist gericilik örgütlendirilmeye başlamıştı bile. Cinayetler, silahlı saldırılar, Kanlı Pazar (1969) birbirini izledi.

12 Mart arifesinde TİP içinde parçalanma başlamış, parti 1965-68 dönemindeki umudun adresi olma özelliğinden çok şey kaybetmişti. Behice Boran, Nihat Sargın, Sadun Aren gibi kadrolar Aybar liderliğine son vermişler, sosyalist devrim tezi partide ağırlık kazanmış, TİP genel sol bir kitle partisi olmaktan geleneksel komünist parti niteliğine doğru değişmeye başlamıştı. Ancak eş zamanlı olarak TİP etkisizleşiyordu.

15-16 Haziran 1970 işçi hareketinde TİP üyesi ve yöneticisi DİSK’li sendikacılar vardı, ama parti yoktu. Gençlik hareketi TİP’in dışında daha radikal arayışlara girmiş, Dev-Genç oluşmuş, onun içindeki gençlik liderleri farklı oluşumlara önderlik etmeye başlamışlardı (Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş - THKO, Mahir Çayan - THKP/C, Perinçek –TİİKP). Kürt kadrolar kopma sürecine girmişti. Aydınlar arasında dağınıklık ön plandaydı… MDD’den THKO ve THKP-C’ye uzanan hat, aynı zamanda devrimci-demokrasi dediğimiz akımın da şekillenmesi anlamına gelmiştir.

12 Mart 1971 darbesi bu ortamda gerçekleşti. 1973 seçimlerine gelindiğinde solun haritası hayli değişmişti.

1970’lerde sol

1950’lerde yurtdışından yaptığı radyo yayınlarıyla varlığını sürdüren TKP 1960’larda ülkedeki canlı mücadelenin dışında kalmıştı.

TİP’teki dağılma ortamında, MDD’ci hareketlere yönelmeyen, bu anlamda devrimci demokratlaşmaktan uzak duran, partili mücadele gereğine inanmaya devam etmekle birlikte radikalleşen koşulları TİP’in karşılayamadığını düşünen genç kadrolar başka bir yöne açıldılar. Türkiye Komünist Partisi’nin 1973 Atılımı böyle doğdu. O dönem Baştımar hayatını kaybetmiş, İsmail Bilen liderliği üstlenmişti. Bilen’in liderliği ve TİP’ten yetişme genç bir kadro birikiminin omuzlarında TKP bir anlamda yeniden kurulmuştur. 1974’te Türkiye Sosyalist İşçi Partisi. 1975’te 2. TİP kuruldu. TKP ile birlikte bu kesim, geleneksel sol dediğimiz Komintern geleneğiyle ilintili bölmeyi oluşturur.

THKO ve THKP/C geleneklerinden çok sayıda devrimci-demokrat hareket doğdu. Süreç içinde Sovyet-Çin bölünmesinde doğrudan taraf olmayan Devrimci Yol ve Kurtuluş hareketleri öne çıktılar, kitleselleştiler. THKO kökenli Halkın Kurtuluşu hareketi de Arnavutluk Emek Partisi çizgisine oturan kitlesel bir devrimci-demokrat hareket haline geldi. Perinçek liderliğindeki hareket Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) adıyla yasal bir parti halini alacaktı. MDD’ci gençlik dinamiklerini körükleyen, ama erken bir evrede bu kesimler üstünde etkisini yitiren Mihri Belli ise Türkiye Emekçi Partisi’ni (TEP) kurdu.

Devrimci-demokrat hareketler solun üstüne salınan faşist örgütlenmeye karşı savunma ve direniş çizgisi geliştirdiler. Gençlik ve yoksul kentli veya taşralı küçük burjuva yığınlar arasında yaygınlaştılar. Kuşkusuz işçi sınıfı arasında da çalışma yürütmekle birlikte, bu alanda geleneksel solun etkinliği daha yüksek oldu.

DİSK liderliği 12 Mart’ın çıkışında atılım yapan TKP ile karşılıklı bir beslenme ilişkisi içine girdi. Sendikal olanaklarla da buluşan TKP güçlü ve yaygın bir sınıf hareketini yönlendirme yeteneği geliştirdi. TKP aynı zamanda gençlik içinde de güç kazandı.

İkinci TİP’in programı ayırt edici biçimde sosyalist devrimci bir niteliğe sahip olmuştur. Güçlü TKP ise pratikte CHP ile ittifak arayışına denk düşen bir İleri Demokratik Düzen programı izliyor, DİSK tarafından dillendirilen Ulusal Demokratik Cephe önerisiyle yine bu partiye çağrıda bulunmuş oluyordu.

DİSK’teki tablo bir süre sonra değişti. Genel-İş Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’e katıldı ve konfederasyonun en büyük sendikası haline geldi. 1977’de sosyaldemokrat Abdullah Baştürk DİSK genel başkanlığını Kemal Türkler’den devraldı. DİSK, CHP’lileşiyordu.

1960’larda aydın hareketine ev sahipliği yapan TİP’ti. TİP aydınlar arasında etkinliğini belli ölçülerde sürdürse de, bu alanda da TKP’nin öne geçtiği söylenebilir. Bu noktada Barış Derneği özel bir önem taşımıştır. Solun çok parçalı da olsa yükselişi, 1960’ların ötesine geçen boyutlarda kitleselleşmesi 1970’lerde sürdü. Bu sürecin karşısına egemen güçlerin ve emperyalizmin çıkardığı temel strateji, darbe ortamını adım adım hazırlamak olmuştur.

Toplumun geniş aydın ve emekçi yığınlarının solu bir umut, gelecek kurgusu olarak algılaması 1960’ların TİP’li yükselişini karakterize etmişti. 1970’lerde bu algı yeniden üretilemedi. Daha yüksek sayılara ulaşan sol işçi sınıfı örgütlenmesi, sendikalar gibi alanlarda ağırlığı giderek CHP’ye kaptırmıştır. Devrimci-demokrasi kapitalizmle değil faşist çetelerle mücadele eder konuma yerleşmiştir. 1 Mayıs 77, Maraş 78 gibi büyük provokasyon ve saldırılar kamuoyunu sosyalizm mücadelesini desteklemekten “uzlaşma” dilemeye kaydırdı. Bu değişim, darbe zemininin olgunlaşması anlamına geliyordu.

Solun herhangi bir kesiminin bu değişime direnecek siyasal ve örgütsel yeteneği bulunmuyordu. 1970’lerin ikinci yarısındaki toplumsal ve siyasal krizden bir devrimci durum değil, karşı-devrimin olgunlaşması çıkmıştır. 1978’de solda bir dizi yapıda bölünmeler yaşandı. TKP’den İşçinin Sesi, TSİP’den TKP-B, Dev-Genç/Dev-Yol’dan Devrimci Sol, Pekinci hareketlerin içinden Tirancı hareketler ve TİP’ten Sosyalist İktidar grubu çıktı.

TİP’in sosyalist devrimi savunan parti programıyla tutarlı kalmadığını savunan, bu ileri programın solda birliğe feda edilmesi niyetlerine karşı çıkan, solda bir yandan CHP beklentileri, diğer yandan faşizme karşı mücadeleye sıkışarak yitirilen iktidar perspektifinin altını çizen TİP muhalefeti, parti dışına düştükten sonra 1979-1980 yıllarında Sosyalist İktidar dergisini çıkardı.

Nitelikli Sosyalist İktidar dergisi hızla bir duvara sürüklenen Türkiye solunda etkili olamadı.

12 Eylül 1980 darbesi solda, 12 Mart 1971’de bir süreliğine antrakt veren yaklaşık yirmi yıllık yükselişi sona erdirmiş oldu.

12 Eylül ve sonrası

12 Eylül’e yaklaşırken Türkiye ağır bir ekonomik kriz yaşıyordu. Burjuva siyaseti yönetme ehliyetini yitirmişe benziyordu. Egemenlik mekanizmaları devrimci krizlerde tipik olan bir biçimde yarılmıştı.

Darbe neredeyse resmen ve açıkça ilan edilmiş bir strateji izlenerek gelmiştir. Çoğunluğu devrimin arifesinde olduğunu düşünen solun darbeyle birlikte uğradığı baskı ve şiddet çok ağır olmuştur. Devrimci hareketler içinden bu saldırıya direnç gösteren kişiler, çevreler, örgütler çıkmıştır kuşkusuz. Ancak genel görünüm “örgütlü korunma”, geri çekilme ve dağılmadır. Kahramanca direnen, idam sehpasına yürüyen devrimcilerimiz bu tabloyu değiştirememiştir...

12 Eylül yalnızca sol siyaseti bastırmamış, ülkenin ekonomik, kültürel, ideolojik, genel siyasal konumlanışı radikal biçimde değiştirmiştir. Neoliberal 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının gerçek anlamda uygulamaya konması darbeyle mümkün olmuştur. Liberalizmle karşı-devrim arasındaki ilişki alenidir.
Sendikal alan Türk-İş’e teslim edilmiş, Türk-İş Genel sekreteri Çalışma Bakanı yapılmıştır.

Darbe, solu siyasetten süpürmeye yönelirken biri devrimci biri tövbekâr iki akım boş kalmışlardır.

Devrimci Kürt hareketi soldaki tasfiyenin ve devletin kentlere konsantre olmasının bıraktığı boşluğu değerlendirmiştir.
Öte yandan sivil toplumcu, sol liberal, yeni solcu, troçkist akımlar, feminist ve çevreci hareketler gözle görülür bir açılım gerçekleştirmişlerdir. Türkiye solunda birkaç yıl içinde 1970’lere damga vuran akımlar geriye çekilirken, bu iki kanal büyümeye başlamıştır.

1980’lerin ortalarında sol çeşitli yayınlarla yeniden açık alana dönmeye başladı. Geçmiş örgütlerin faaliyetlerinin yanı sıra 1986’da Gelenek yayınına başladı.

Gelenek dergisi hareket için kadrolaşma çalışmalarını hızlandırdı. Gelenek, üzerine bir çizik atılmak istenen geleneksel partili Marksist-Leninist kaynaklarımızın yaratıcı ve devrimci bir içerikte güncellenmesi anlamına geliyordu. Bu haliyle solda sivil toplumculuğa, günah çıkartma eğilimlerine, geçmişin karalanmasına karşı nitelikli bir karşı çıkış örgütleniyordu.

Dönemin Doğu Perinçek hareketinde de sivil toplumcu eğilimler ağır basıyordu. Bu hareket 1988’de Sosyalist Parti adıyla partileşti. Partileşme sürecini geniş bir sol birlik çalışması olarak başlatan hareket, SP’nin kurulmasıyla birlikte örgütsel sınırlarına geri çekildi. Ancak 1991 seçimlerine katılan az sayıda siyasi partiden biri oldu ve 100 binin üstünde oy aldı.

Bu arada Gelenek hareketi seçimlerde hiçbir biçimde düzen partilerine destek anlamına gelecek pozisyonlar almamıştır. 1987’den başlayarak başka çevrelerle birlikte bağımsız aday çalışmaları içinde olunmuştur. 1970’lerin Birikim çevresi sivil toplumcu akımın akıl hocası ve kadro kaynağı olarak önem kazandı.

Neo-liberal yaklaşımlar solun çeşitli kesimlerine 1980 öncesinin özeleştirisi adına yayılıyor, Leninist parti anlayışı, işçi sınıfının öncülüğü fikri, Sovyet sosyalizmi süratle terk ediliyor ve aşağılanıyordu. Bu dalganın aynı dönem dünyadaki eğilimlerden de beslendiği açıktır.

Geleneksel sol da bu sürece bağışıklık taşımadı. 1985’te Gorbaçov’un SBKP Genel Sekreterliği’ne gelmesini izleyen birkaç yıl içinde uluslararası geleneksel sol “yeni düşünce” denen uzlaşmacı akımın belirlenimi altına girdi. Reel sosyalizm tepeden çözülüyordu.

Çözülüşten TKP, TİP ve TSİP de etkilenmiştir. Bu partiler arasında daha 1970’lerin sonlarında başlayan yakınlaşma 1980’lerde hız kazandı, 1987’de TİP ve TKP, Türkiye Birleşik Komünist Partisi adıyla birleşme kararı aldılar. Bilen daha önce ölmüştü. Boran birleşme sürerken yaşama veda etti. TBKP Nihat Sargın ve Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) yönetiminde şekillendi, bu iki ismin ülkeye dönmesiyle birlikte legal olarak kuruldu. Bu çıkış devrimci bir kitleselleşme atılımı değildir. Partinin benimsediği ideolojik çizgi Marksizm- Leninizm’in inkârına dayanıyor, demokrat taleplerin ötesine geçmiyordu. Ancak TBKP 1991’de Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldı.

Güçsüzleşen solun gündemine birlik yerleşmişti. 1989’da bir grup aydının girişimiyle başlayan “Kuruçeşme süreci” de bunlardan biri oldu. TSİP’ten Kurtuluş’a troçkist gruplardan bağımsız aydınlara, Gelenek’e kadar çeşitli çevreler bu sürecin içinde yer aldılar. Gelenek açısından bu çabalar, bir teorik yayın faaliyeti ve kadro örgütlenmesinin ötesine geçilmesini temsil ediyordu. Gelenek bütün bileşenlerinin ayrı kimliklerini koruyabilecekleri, solun farklı kesimlerini bir araya getiren ve bu haliyle uzun vadede yaşamını sürdürmesi mümkün olmayacak bir parti açılımının denenmeye değer olduğunu savunuyordu. Kuruçeşme süreci ve Birlik Tartışmaları Düzenleme Kurulu çalışmaları o dönem solda aşağı yukarı bütün tutumların kendilerini ve birbirleriyle ilişkilerini tarif etmelerini getirmiş, ama pratik örgütsel sonuçlar vermemiştir.

Çeşitli tartışma ve ayrışmaların ardından 1991 sonunda Gelenek hareketi “bir yıl içinde legal parti kurma” kararı aldı. 6 Kasım 1992’de Gelenek kökeninden gelmeyen kimi aydınların da katılımıyla Sosyalist Türkiye Partisi kuruldu. 1993’te kapatılan STP’nin yerini Sosyalist İktidar Partisi alacaktı. SİP kısa sürede bir bölünme yaşadı ve daha sonra Sosyalist Politika dergisini çıkartacak olan çevre oluştu. Bu arkadaşlarımız BSP ve ÖDP’nin içinde yer alacak, 2002’de yeniden TKP’ye katılacak, üyeleri her düzeyde sorumluluk üstleneceklerdi.

TBKP sonrası süreç 1991’de Sosyalist Birlik Partisi’ni ortaya çıkardı. SBP Anayasa Mahkemesi’nce kapatılınca Birleşik Sosyalist Parti kuruldu. TBKP merkezli başlayan bu süreçte söz konusu partinin ultra liberal kesimleri partinin dışında kalmış, Kurtuluş, Sosyalist Politika gibi çeşitli katılımlar gerçekleşmiştir. SBP, Dev-Yol birleşmesiyle birlikte 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne dönüştü. Genel olarak yeni solcu, sivil toplumcu, troçkist akımlar da bu akışın parçası olmuşlardır.

Yine 1996’da daha önce çeşitli yayın ve örgütlenme çalışmaları sürdüren eski Halkın Kurtuluşu hareketi Emek Partisi adıyla partileşti. Sosyalist Parti 1992’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı ve yerine İşçi Partisi kuruldu.

Partileşenler dışında da devrimci demokrasi var olmayı sürdürdü. Kendilerini dergiler ve platformlarla ifade eden çeşitli hareketler daha ziyade büyük kentlerin yoksul mahallelerinde ve gençlik içinde etkinlik alanı bulmuşlardır. Kürt legal partileri de her zaman sol üstünde çekici bir güce sahip oldular. Eski DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk başkanlığında kurulan Halkın Emek Partisi Kürtleri ve solu kapsamaya yönelik bir girişim anlamına da gelmişti. Daha sonraki partilerde kapsayıcılık daralmış, giderek ana akım dışındaki diğer Kürt grupları da partinin dışına çıkmışlardır.

Bu süreç boyunca sol, geçmiş birikiminden kalan unsurlar ve kimi alanlardaki açılımlarıyla emekçi hareketinin içinde olmaya çalışmıştır. Bahar Eylemleri denen (1987-1991), ekonomik taleplerle ve kamu kesimiyle sınırlı işçi hareketinde tabandaki örgütlenme çalışmalarında ve yer yer sendikal yönetimlerde solcular bulunmuştur. Ancak bu varlık harekete siyasal bir karakter kazandırmadı.

Kamu emekçileri hareketi ağırlıklı olarak sol hareketlerin belirlenimi altında şekillenmiştir.

Türk-İş bünyesinde yükselen işçi hareketi, kamu emekçileri örgütlenmesi, DİSK’in 1991’de faaliyete dönmesi ve Zonguldak büyük yürüyüşü, 24 Ocak- 12 Eylül’ün emekçi kazanımlarına yönelik saldırısına karşı biriken tepkinin dışavurumudur. İşçi sınıfı ekonomik kayıplarını belli ölçülerde telafi etmiş, ancak bu dalga siyasal ve ideolojik olarak solun içten içe eridiği bir döneme denk gelmiş, siyasal olarak da ANAP iktidarına karşı DYP-SHP çıkışıyla buluşmuştur.

Parti hareketimizin kimi temel özellikleri

Gelenek-STP-SİP-TKP süreci bizim tarihimizdir. Ancak buradan hareketle bu tarihe gerçekte olduğundan daha büyük bir önem atfetmek doğru olmaz.

Bir siyasi hareketin tarihte bulunmayı hak ettiği yeri sübjektif yaşanmışlıklar değil, objektif kıstaslar belirleyecektir. Bizim tarihimiz bu anlamda halen noktası konmuş olmaktan uzaktır. Mücadelenin kendisi geçmişi tasnif etme gücüne ve meşruiyetine sahiptir.

Ancak bugünden Parti tarihinin yalnızca dar anlamda örgütsel kalan, siyasal bir değer edinmeye taşınmayan sayısız ayrıntısı vardır. Bu ayrıntıların partililiğin zorunlu eğitim konuları arasında yer alması gereksizdir; hatta yeni konjonktürlerde gereksinim duyduğumuz, teşvik edilmesi gereken ilgi alanlarının önüne geçme riski nedeniyle zararlı bile olabilir.

Burada bu tür alanlara girmemeye çalışacak ve parti hareketimiz için bir dönemleme çıkarmaya, bu tarihin kimi özelliklerine işaret etmeye çalışacağız.

Örgütsel kuruluş: 1978-1986

TİP’ten kopuşun ardından Sosyalist İktidar hareketi zamana yayılan bir ilk kuruluş yaşamıştır. Bu bir çoğalma dönemi değildir. Tersine, TİP’ten atılan veya kopan kesimlerin içinden ancak belli bir bölümü yeni bir siyasi/örgütsel iradeye ortak olmuştur. 12 Eylül koşullarında ise örgütsel var oluş ve yeniden kuruluş, kaçınılmaz olarak dar bir ölçekten yola koyulmak durumundaydı. Bu ilk evrede hareketin kadro kaynakları giderek zenginleşmiş, farklı kökenlerden kadrolar kuruluşa emek vermiş ve sorumluluk üstlenmişlerdir.
Hareketimiz bu dönemde siyasal süreçlere acil müdahale çabasına girmeyi genel olarak gerçekçi saymamış ve solda yeni bir ön birikim döneminin yaşanması gerektiğini saptayarak buradan hareket etmiştir. Teorik yapılanma ve kadrolaşma temel alınmıştır.

Gelenek dönemi: 1986-1992

Bu dönemde Gelenek dergisi sol kamuoyunda önemli bir referans noktası haline geldiği gibi teorik yapılanmayı ve kadrolaşmayı hızlandırmıştır. Gelenek gerek geleneksel solda gerekse devrimci demokraside gözlenen liberal/ sivil toplumcu yönelimlere, tasfiyeciliğe, işçi sınıfının rolünü ve Marksist- Leninist geleneği kökten sorgulama girişimlerine tepki duyan kesimler için çekim merkezi haline geldi.

Gelenek, solu geleneksel sol, devrimci demokrasi ve yeni sol olarak tasnif ediyor, kendisini geleneksel solun içine yerleştiriyordu. Ancak bu tercih, söz konusu kesimdeki reformist ve tasfiyeci eğilimlerle bir ortaklık anlamına gelmiyordu. Gelenek yalnızca 80 sonrası yükselen yeni solcu akımlara değil, geleneksel solun ana eğilimlerine karşı da kuvvetli bir ideolojik mücadele yürüttü ve etkili oldu.

Bu dönemde sosyalizm mücadelesine Gelenek ile giren bir kuşak da şekil lenmiştir. Gelenek hareketi, solda partileşme gündemine uzak kalmamıştır. Önceleri ideolojik ve siyasi olarak heterojen bir legal partinin sol, Leninist kesimi olmayı öngören bir yaklaşımla hareket edilmiş, süreç içinde solda ideolojik ve siyasi olarak farklı konumlanan kesimlerin, ya partileşme iradesi göstermekten uzak oldukları, ya da parti kavrayışlarının solu bir adım ileri taşıyamayacak kadar yanılgılarla malul olduğu sonucuna varılmıştır.

STP – SİP: 1992-2001

Bu dönem deneyselliğin önceki ve sonraki evrelere göre daha ağır basmasıyla ayırt edilebilir. Partileşme, Gelenek hareketinin parti kuruluşu için yeterli “ön birikime” sahip olduğu anlamına gelmiyordu. Partileşme, söz konusu biriktirme sürecini ileri çekmek için ara evre olarak görülebilir. STPSİP yok sayılan bir Leninist bölmeyi solun yelpazesine yeniden çakmak gibi bir misyonu yerine getirmiş, bu anlamda tasfiyeciliğe karşı bir direnç odağı oluşturmuştur. Ancak bunun ötesinde bir toplumsal öneme sahip hale geldiğini iddia etmek abartılı olur.

STP-SİP solda kimi tezler ve konumlanışlar açısından da önemli bir direnci temsil etmiştir. Örnek vermek gerekirse, özelleştirmeler karşısındaki ikircikli konumun soldan kovulmasında bu dönemin payı vardır. SİP özelleştirmelere karşı çıkışı kamuculuk üzerinden sosyalizm propagandasına da bağlamıştır. Sendika bürokrasisinin devrimci demokrat toyluğun dışında bir sınıf kimliğiyle sorgulanması büyük ölçüde bizim müdahalemizin eseridir. Kürt ulusal hareketi karşısında solun kimi kesimlerindeki reddiyeci ve geniş kesimlerindeki kuyrukçu yaklaşımların dışında bir sınıf penceresi açılmıştır.

STP-SİP bu dönemin, geçmişin organik devamı, mirasçısı olmak yerine yeni bir kuruluşu esas alan (biricik değilse) en önemli kanalını oluşturur. Hareketimizin reel sosyalizmi ve Komintern geleneğini kişilikli bir konumdan sahiplenmek, solun geçmişi karşısındaki konumlanış gibi başlıklarda son derece sağlıklı ve dengeli pozisyonlar geliştirdiği, bu pozisyonların ayırt edici olduğu atlanmamalıdır.

Kuşkusuz bu sürecin içinde gelişme de vardır. Öyle ki, parti hareketi uzunca bir dönem önündeki görevi “siyasallaşma” kavramıyla tanımlayabilmiştir. Burada iki yönelim kastedilmiştir: Bunlardan birincisi siyasetin sol içi dar bir alanda verilebildiği 1980’lerden kalma alışkanlıklardan kurtulmaktı. Diğeri ise solu toplumsal ölçekte siyasal mücadele vermekten alıkoyan toy devrimci, devrimci demokrat özentisi veya Kürt dinamiği karşısında aşağılık kompleksi gibi özelliklerden arınmaktı.

STP-SİP geçmişin doğrudan devamı olmadığı için kimi değerler yaratabilmiştir. Geçmiş bağları istisnasız bütün diğer hareketler için ağırlaştırıcı, statükocu, geri çekici etkiler yaratırken, burada böyle bir sorun kaynağı yoktu. Ancak öte yandan hareket deneyimsizdi.

Örgütlenme vurgusu hep ön planda olmuş, zaman zaman kadro ve üye niceliğinde önemli artışlar da kaydedilmiştir. Ancak bu birikimin toplumsal düzeyde etkiler yaratmaya el vermediği atlanmamalıdır.

1993, 1994 ve 1999’da parti örgütlenmesini etkileyen kimi iç örgütsel sorunlar yaşandı. Bu sorunların her biri, genel bir olgunlaşma sürecinin parçası olarak önem taşır. Ancak bu önem, bütünüyle öznenin kendini kurgulaması ve kurması, hareketin önderlik mekanizmalarının şekillenmesi ve bu mekanizmayı oluşturan kadrolaşma süreciyle sınırlıdır, siyasal-toplumsal bir alana uzanmamaktadır.

Partinin ve kadrolarının bu dönemde önemli bir deneyim birikimi elde ettiği doğrudur. Bu, deneyselci bir süreçtir. Parti çeşitli yol, yöntem, araç ve tarzlar deneyerek değişik emekçi kesimler içinde örgütlenme açılımları gerçekleştirmiş, yoksul mahallelerde, taşra illerinde, işçi sınıfının geleneksel kesimlerinde, kamu emekçileri, emekçi kadınlar, üniversite ve lise gençliği ve aydınlar arasında çalışma yürütmüştür.

Bu çalışmalarda en büyük kazanımın öğrenci gençlik alanında sağlandığı açıktır. Parti kuruluşu aşamasında üniversitelerde sınırlı bir kadro birikimine sahip olan hareketimiz açısından tablo hızla değişmeye başlamıştır. Çeşitli yayınlar çıkarılmış, kadro yetiştirilmiş, paralı eğitime ve harçlara karşı etkili bir çalışma başlatılmıştır. 1996 İÜ işgalinde SİP’li öğrenciler önemli bir rol almıştır. Bunu izleyen yıllarda ODTܒde yürütülen McDonalds’a karşı kampanya not edilmelidir.

Aynı yıllarda liseliler arasında da anlamlı örgütlenme kanalları açılmış, liseli yayınları çıkarılmıştır.
İşaret ettiğimiz dönemin sonlarında SİP “toplumsallaşma” hedefinin acilliğini giderek daha fazla ve daha büyük bir şiddetle vurgulamıştır. Sol Meclis ve sol dergisi aydınlara, sendikal çalışma ve yayınlar ileri işçilere yönelik arayışları temsil etmiştir. “Halk Muhtıra Veriyor” başlığıyla ülke çapında (imza toplama merkezli olarak) yürütülen kampanya bu açıdan parti kadrolarının yüzünü solun içinden topluma çevirmek açısından önem taşır.

Yine toplumsal bir etki hedeflenerek kurgulanan Nâzım Hikmet’e vatandaşlığının iadesi kampanyası, Komünist adıyla örgütlenme hakkı için mücadele gibi çalışmalar da burada anılmalıdır.

Bu yıllarda Türkiye solu da yeniden yapılandı. Geleneksel partiler, devrimci demokrat hareketler ve yeni solcu aydınların sol-liberalizme açık heterojen bir yeni partileşme yaşadıklarını ve ÖDP’nin oluştuğunu biliyoruz. SİP sol daki bu oluşum süreçlerinin basıncını hep üstünde taşımış ve kendine alan açmak için uğraş vermiştir.

Yine bu yıllar Gazi katliamı, Susurluk ve 28 Şubat süreçlerini kapsamıştır. Parti, yoksul mahallelerde tuttuğu sınırlı yer itibariyle mücadelelerin içinde olmuş, Susurluk sürecinde kontrgerillaya karşı mücadeleyi sosyalizm hedefiyle bağlantılandırmayı denemiştir. 28 Şubat döneminde ise gericiliğe karşı mücadelenin TSK gibi bir düzen kurumunu aştığı tezi üstünde yoğunlaşılmış, gericiliğe karşı tutum almaktan ise kaçınılmamıştır. Öğrenci alanında “Türban Neyi Örtüyor” broşürü o dönemin bir yayınıdır. Hareketimizin her zaman sahip olduğu aydınlanmacı karakterin belirginleşmesinde bu çalışmanın payı vardır.

TKP: 2001- ...

TKP adının benimsendiği SİP kongresinden bugüne yaşanan süreç aday üye eğitiminin başka bölümlerinde farklı açılardan ele alınmaktadır.

Komünist adıyla örgütlenme ve siyaset yasağına karşı bir çıkışın mücadelemizin ve partimizin meşruiyet alanını genişleteceği ve hareketimize kuvvetli bir iddia katacağı öngörüsünden yola çıkılmıştır. Önce Komünist Parti adıyla resmi bir parti kuruluşu gerçekleştirilmiştir. Bu partinin genel başkanlık görevini SİP’in o dönemki merkez yönetiminde görev alan Yalçın Cerit üstlenmişti.

Daha sonra hakkında kapatma davası açılan KP’nin SİP’e katılması ve SİP’in adının TKP’ye dönüştürülmesi yönünde eş zamanlı kararlar alınmıştır. TKP adı başlı başına güçlü bir iddia olmuş, SİP’in soldaki herhangi bir yapılanma olmaktan çıkarak işçi sınıfının öncü devrimci partisi olarak kendini tanıtmasını temsil etmiştir. Bununla birlikte yeni bir örgütlenme hamlesi gerçekleşmiştir.

Bir bütün olarak bakıldığında solun etkisiz mevzilere itildiği bir dönemin hareketiyiz. Bu etkisizliği kırmak için hareketin mutlaka belli bir nicel ölçeğe de sahip olması gerektiği açıktır. Hareketimiz bu konuda her zaman çok ısrarlı olmuştur.

Seçim deneyimleri

Parti öncesinde ve parti döneminde izlenen bütün taktiklerin ortak yanı herhangi bir burjuva partisi ile işbirliğinin ilkesel olarak reddedilmesidir. Parti öncesinde başka devrimci gruplarla ortak bağımsız aday gösterme yoluna gidilmiştir. 1994 yerel seçimlerine parti olarak katılma olanağı bulunmayan SİP, belli merkezlerde bağımsız adaylar göstermişti. Ancak seçimlerin, DEP’e yönelik ağır bir şiddet kampanyasına sahne olması gerekçesiyle SİP de seçimlerden çekilme kararı almış ve DEP’in yanı sıra boykot çağrısında bulunmuştur. 1995 Aralık milletvekili seçimlerine de katılma hakkı elde edilememiş, HADEP’e yapılan çağrının yanıt bulması sonucunda Emek Barış Özgürlük Bloku oluşturulmuştur. Blokta dönemin BSP’si ve bir diğer Kürt partisi olan DBP de yer alıyordu.

1995 seçimlerinin SİP açısından değerli siyaset dersleri çıkartılmasını ve Kürt hareketini yakından tanımayı sağlayan önemli bir deney olduğu bilinmelidir. SİP ilk kez 1999 seçimlerine kendi adıyla katıldı. Milletvekili ve yerel yönetim seçimlerinin birlikte yapıldığı 1999 Nisan’ında SİP “Yağma Yok Sosyalizm Var” sloganıyla sosyalizm propagandasını esas alan bir çalışma yürütmüştür.

TKP adıyla ilk kez girilen 2002 seçimlerinde, tam da bu durumun, ilk kez bir komünist partinin seçimlere katılıyor olmasının, ister istemez öne çıktığı söylenebilir.

Bunu 2004, 2007 ve 2009 yerel yönetim ve milletvekili seçimleri izledi. Partimiz seçimleri siyasetin merkezine koyan bir yaklaşıma sahip değildir. Ancak seçimlerde daha fazla oya ulaşmak hedefi her zaman önemsenmiştir. Açıkçası seçim sonuçları bugünün Türkiye’sinde başka bir araçla ikame edilemeyecek bir toplumsal meşruiyet testini temsil etmektedir. Seçim çalışmalarının örgütlenme açısından çok değerli olduğu da kesindir. Öte yandan partimiz hiçbir örnekte, oyların esasen sahip olunan örgütlenme zeminine, toplumsal bağlara dayandığını unutmamıştır.

Sonuç ve partili mücadelemiz

Gelenek hareketinden Türkiye Komünist Partisi’ne, bu süreçte önemli kazanımlar elde ettik.

Yukarıdaki tablonun karmaşık detayları ve çok yönlülüğü 1980-1990 döneminin sol tarihte bir dönemeç oluşturduğunu gölgelememelidir.

Komünist ve devrimci hareketimizin tarihi, süreklilikten çok, kesintilerin tarihidir. Gelenek hareketi de ülkemizde solun, özellikle partili geleneksel solun dağılma sürecinde inşa edilmiş ve kendi örgütsel inşasını Marksist- Leninist hareketin, işçi sınıfının öncü parti örgütlenmesinin yeniden kuruluşu haline getirmeyi başarmıştır. Bunun gerçekleştirilemediği bir ülkede sol, düzenin aksesuarına dönüşürdü.

Hareketimiz bir büyük kesintinin ardından komünist geleneği canlandırırken solun geçmiş yanılgıları karşısında ihtiyaç duyulan aşma eylemini de ihmal etmedi. Sosyalist devrim programı, iktidar perspektifi, işçi sınıfının tarihsel rolü, öncü parti, reel sosyalizm başta olmak üzere uluslararası komünist hareket tarihine sahiplenici yaklaşım gibi bir dizi başlıkta TKP solun geçmişte düştüğü yanlışlardan kopuşu temsil etmektedir.

Hareketimiz devrimci teori ve devrimci siyaset arasında lâfzî olarak herkesin kurduğu bağlantı açısından da özel bir değer yaratmıştır. Devrimci teorik çalışmanın öncelikle vurgulandığı periyotlarda ise, bu vurgu bir teoricilik ya da akademizme alan açmamıştır.

Solun geçmişteki mücadeleleri ne denli onur dolu olursa olsun, yeni dönemlerde yeni devrimci açılımlar için geçmişten sadece ders almak değil, geçmişin yüklerinden de belli ölçülerde arınmak gerekir. Özellikle 1980-1990 döneminden sonra eski sol gelenekler ön açıcı olmaktan ziyade tıkayıcı hale gelmişlerdir. Bizim hareketimiz bu anlamda yeterince “yeni” bir harekettir.

Bu karakter, partimizin çeşitli yaş kuşaklarından kadrolara sahip olmakla birlikte, sürekli genç damarlar yakalamasıyla, gençleşmeyi bir dinamik olarak benimsemesiyle de perçinlenmiştir.

TKP’nin değerli bir özelliği de, geçmişi sahiplenmesi ama geçmişin doğrudan sürdürücüsü olmaması, gelenekleri yeniden üretme çabası ama cesaretle aşabilme yeteneğidir.
Ancak aynı özellikler partinin bazı kısıtlarını anlamanın da anahtarıdır. TKP geçmiş herhangi bir geleneğin doğrudan devamı değildir. TKP geçmiş geleneklerin geometrik veya aritmetik işlemlerden geçirilmiş bir hali de değildir. Ve TKP bir yenilgi döneminin, yenilgiye meydan okuyan yeniden kuruluş eylemidir.

Bu durumda TKP kendi deneyimini kendisi yaratmak zorunda kalmıştır. TKP geçmişten aktarılan başka hareketlerin sahip olduğu kimi toplumsal avantajlara sahip olmamış, sendikal alanla, yerel dinamiklerle ancak örgütselsiyasal olarak belli bir güce ulaştıktan sonra etkileşime girme imkânına kavuşmuştur. Yukarıda söylendiği gibi bunlar hem TKP’nin atılım yapmasını engelleyebilecek ayak bağlarından azade olması, hem de bir dizi olanağı içeren bir mirastan yoksunluğu demektir.

Partimiz kuşkusuz bunca yıllık mücadelesinde teorik-ideolojik formasyon açısından kayda değer bir gelişim yaşamıştır. Ancak partinin değil hareketimizin kuruluşundan bu yana ilkesel pozisyonlar, hareketimizin düşünsel temelleri sabittir. Bu, akan zamandan etkilenmeyen bir kapalılığı değil, hareketin üstüne kurulduğu temellerin sağlıklılığını gösterir.

Parti tarihi kronolojisi


• 1978 TİP’te bölünme ve tasfiyeler
• 1979-1980 Sosyalist İktidar dergisi yayınlandı
• 1982 Yalçın Küçük ile Sosyalist İktidar hareketi arasında bir ilişki kalmadı
• 1983-1986 Kadrolaşma ve yeniden örgütlenme
• 1986 Gelenek’in yayına başlaması
• 1987 Siyaset’in yayına başlaması
• 1987 İlk bağımsız aday çalışmaları
• 1989 “Emeğin ve Eğitimin Kurtuluşu Yolunda Gençlik” broşürü
• 1989-1991 BTDK-DSB, ortak parti çağrısı, ortak Bülten çalışması Temmuz 1990 “Ekim’e Sahip Çıkın” deklarasyonu
• 1991 Gelenek’in altıncı yılı adıyla ilk “gece organizasyonu”
• 1992 İktidar gazetesinin yayına başlaması
• 1992 Küba’ya ilaç yardımı kampanyası
• 6 Kasım 1992 Sosyalist Türkiye Partisi’nin kuruluşu. STP’nin yedi kişilik Siyasi Bürosu: Ali Önder Öndeş (Genel Başkan), Kemal Okuyan (Genel Başkan yardımcısı), Metin Çulhaoğlu, Süleyman Baba, Uğur Özdemir, Işıtan Gündüz, Aydemir Güler
• 1992 Sendika bürokrasisine karşı kampanya
• 1992-1993 Üniversitelerde “Okumuş insanlar emekçi halka karşı sorumludur”
• 1993 Üniversitelerde Sosyalist Düşünce ve Eylem Toplulukları’nın kurulması
• 1993 Özelleştirmeler konulu kitap çalışması
• 1993 STP’nin kapatılması, Sosyalist İktidar Partisi’nin kurulması
• 1993 Sosyalist Politika halini alacak kadro topluluğunun SİP’ten kopması
• 1993 Sosyalist İktidar gazetesinin yayına başlaması Mart 1994 Yerel seçimler öncesinde DEP’e yönelik saldırıların şiddetlenmesi üzerine yerel seçimlerde boykot çağrısı
• 1994 Sömürü ve Zulme karşı Güçbirliği açılımı. Haziran: Kadıköy’de ortak miting
• Aralık 1995 Milletvekili genel seçimlerinde HADEP’le seçim işbirliği: Emek Barış Özgürlük Bloku
Düşünce ve Eylem, Okul ve Ülke, Sınıf Tavrı (Sağlıkta, Eğitimde, Tekstilde Sınıf Tavrı), Görüntü (sonradan Yeni İnsan Yeni Sinema) gibi alan yayınları
• 1995 Sınıf Sendikacılığı Platformu
• 29 Şubat 1996 İstanbul Üniversitesinde harçlara karşı işgal eylemi 1 Mayıs 1996 SİP Taksim’de
• 1996 Nâzım Kültürevi
• 3 Kasım 1996 Susurluk “kazası” sonrasında 19 Ocak 1997’de SİP’in öncülüğünde Abide-i Hürriyet’te miting: “Bu memleket bizim, çetelere bırakmayacağız”
• 1997 Kamucu kampanya
• 1997 ODTܒde McDonalds’a karşı kampanya
• 1998 “Türban neyi örtüyor” broşürü
• 1998 Sol dergisi yayında
• 17 Nisan 1999 SİP’li komünist işçi Hüseyin Duman’ın İstanbul’da parti konvoyuna saldırı sonucu öldürülmesi.
• 18 Nisan 1999 Milletvekili ve yerel yönetim seçimlerine ilk kez kendi adıyla katılan SİP 40 bine yakın oy aldı. Seçim sloganı: “Yağma yok sosyalizm var”
• 1999 yazında partiden bazı grupların kopması
• 1999 17 Ağustos depremi ve Nâzım Çadırkent
• 2000 Nâzım’a vatandaşlık kampanyası
• 2000 Komünist parti yasağına karşı Komünist Parti adıyla resmi parti kuruldu
• 2000 Komünist gazetesi
• 2001 Halk Muhtıra Veriyor
• 2001 Sol Meclis kuruluşu
• 2001-... TKP’nin uluslararası ilişkilerinde zenginleşme
• 11 Kasım 2001 Olağanüstü SİP Kongresi’nde partinin adı TKP olarak değiştirildi
• 2002 Sosyalist Politika grubunun katılımı
• 2002 Hakkında kapatma davası açılan TKP ilk kez seçimlerde
• 2002 Jose Marti Küba Dostluk Derneğinin kuruluşu
• 2002 Dünya Bankası tahsilatçısı Derviş’e karşı eylemler
• 3 Kasım 2002 Milletvekili seçimlerinde TKP’ye 60 bin oy. Seçim sloganı “Paranın saltanatı varsa halkın TKP’si var”
• 2003 İşgale karşı komiteler
• Mart 2003 İskenderun eylemi
• Mart 2003 Barış Derneğinin kuruluşu
• 2003 İşçi Konseyi
• 2004 İstanbul’da NATO zirvesine karşı kampanya
• Haziran 2004 Gençlik kampı
• 2004 Mart yerel seçimler. TKP: “Boş vermeyin”. Yaklaşık 80 bin oy
• 2004 Nâzım Hikmet Kültür Merkezi
• 2004 Ekim Üniversite Konseyleri Derneği
• 2004 AB’ye karşı komiteler
• 2005 Yurtseverlik açılımı. Yurtseverler Kurultayı. Yurtsever Cephe’nin kuruluşu
• Aralık 2005 Türkiye Sosyalist İktisat Kongresi
• 2006 YC inisiyatiflerinin örgütlenmesi
• Mayıs 2006 Günlük internet gazetesi olarak sol yayında
• 2007 Yurtsever gazetesi
• 2 Temmuz 2007 Genel seçimler. “Sürüden Ayrılma Zamanı”. Yaklaşık 80 bin oy
• Kasım 2007 Yurtsever Cephe İşçi Kurultayı ve YC İşçi Birliği’nin kuruluşu
• 2008 Şubat ÜKD’nin üniversitelerde gericiliğe karşı imza kampanyası
• 2 Mart 2008 AKP’yi istemiyoruz mitingi. Partinin en kitlesel eylemi
• 1 Şubat 2009 TKP 9. Kongre Türkiye Konferansı
• 29 Mart 2009 Yerel seçimler: “Durdurun”. 90 bine yakın oy
• Nisan 2009 2010’a Hazırlan Toplantıları
• Mayıs 2009 Gençliğin Durumu Raporu

http://partiokulu.tkp.org.tr/aday-uye/aday-uye-egitim-metni/parti-tarihi

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]