Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Türkiye Devrim Tarihi

Osmanlı'da islam ve sosyalizm tartışmaları (I)
Mehmet Bozkurt



Her ne kadar öncesi varsa da, Komün günleri (1871),   tartışmayı başlatarak ortalığı karıştıran Şemsettin Sami olmuştur. Onca dili iki ara bir dere nereden öğrenmişse, çok dilli pek meraklı bir entelektüel Şemsettin Sami.“Bela” bir adam. Yedi dilden konuşuyor, okuyor ve yazıyor Biz onu edebiyat tarihine ilk Türk romanı olarak geçen gayet berbat Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı romanından tanıyorsak da, Esas mesleği   sözlük ve ansiklopedi yazarlığı ama gazeteciliği de yabana atılası değil. Avrupa matbuatını ve literatürünü yakından takip ediyor. 1878’de Tercüman-ı Şark gazetesinin başına geçince ilk   makalesi   şu başlıkla çıkıyor: “Sosyalizm-İştiraki Emval”.

“İştiraki Emval”, mallarda ortaklık, yani komünizm anlamında kullanılıyor. 1871’in başından sonuna kadar Avrupa’yı baştan başa etkisi altına Komün rüzgarı Osmanlı aydınını da az çok etkilemiş olmalı ki komün ve komünizan fikirler, en azından   merak düzeyinde, siyasi kaçak   Jön Türkler üstünden yoğun olarak tartışılmış. Takip eden yıllarda ise, evet, azalmış ama yine de zaman zaman basında kendisine yer bulduğunu ve entelektüel çevrelerce büsbütün kenara itilmediğini söyleyebiliriz sosyalizm ve komünizm kavramlarının.

Şemsettin Sami Komün’ün üstünden yedi yıl geçtikten sonra tartışmayı yeniden alevlendirecek “Sosyalizm-İştiraki Emval” başlığını gazetesine taşırken sosyalizmin saadet, kurtuluş ve uygarlık yolu olduğunu çekiniksiz yazıyor. Çekiniksiz, çünkü korkulası olanın sosyalizm değil,mal ortaklığı anlamına gelen komünizm olduğunun altını kuvvetlice çizerek, bu iki kavram arasına yüksek bir duvar örme işine girişiyor. Komünizmin pek kötü ve insan tabiatına aykırı olduğunu ileri sürerek; aman ha ondan uzak durun, kapıyı bacayı kapatın eve sokmayın demeye getirdikten sonra tek kurtuluş yolunu işaret ediyor: “Gotha!”

“Gotha” dediği Lasalcı Gotha Programı!

Marks’ın şiddetle eleştireceği Almanya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’yle, Alman Genel İşçi Birliği’nin sosyalizm anlayışına temel olacak ortak metin, Gotha Programı’ndan, böylesine spesifik denilebilecek bir metinden, Osmanlının düşünce ve yazı aleminin haberdar olması pek zor görülse de Şemsettin Sami’nin bu konuda ilgi ve bilgi sahibi olduğu ve programı okuduğu çok açık. Yani şimdi durup dururken aklıma ne geldi; Marks’ın “Gotha Programı’nın Eleştirisi”nin ilk kez Engels’in ön sözüyle1891 yılında basıldığı bilgisine sahibiz, Şemsettin Sami,(ö.1904), bunu okuma olanağı bulmuş mudur acaba, ne dersiniz? Merak işte…

Neyse,bırakalım bunu, Şemsettin Sami’nin okuduğundan emin olduğumuz programa dönelim. Şöyle başlıyor:

“Avrupa ve Amerika’daki sosyalistlerin 1875 tarih-i miladisinde Almanya’nın(Gota) şehrinde akdettikleri içtima-i umumide ilan ettikleri atideki program sosyalizmin maksat ve esasını anlatmaya kâfidir.”

Devamında   Gotha Programı’ndan maddeler halinde örnekler aktararak burada zikredilen sosyalizmin bütün insanlık için hayırlı olduğunu ve gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu, asla hayal olmadığını yazıyor. Yazdıklarının arasında “Amerika ve İsviçre’nin benzer bir program doğrultusunda yönetildiği”de var. Ayrıca İngilizlerin bu programa “kötü gözle” bakmadıklarını da öğreniyoruz… Buraya kadar iyi ama sonrasında hacı-hoca takımından saray çevresine; saray çevresinden matbuat alemine herkesleri yerinden hoplatan cümleyi kuruyor. Cümle handiyse bir paragraf, pek uzun ve eski dilden, ben kısa ve gayet özet aktarıyorum yeni dilden: Gotha’nın vazettiği   sosyalizm İslamiyet’e milimi milimine uygundur. Ona sarılın!

E artık bu kadar fazla, Hilafet ve Saltanat matbuatında   ayaklanma başlıyor.

Şiddetli reddiye   üç noktada toplanıyor:

Bir, “Mallarda ortaklık,iştirak-i emval öngören komünizm ile sosyalizm   arasında fark yoktur,aralarına duvar çekilemez…” Güzel, açıkçası bu itirazı yerinde bulmak durumundayız... “Sosyalistler   kunun-u medeniyeti tahrip ve şiraze-i cemiyet-i âlemi tarumar eyliyeceklerdir.” Bu iki oluyor ve   şöyle sadeleştirdim:   “İnsanlık aleminin yasalarını dinamitleyecekler, toplumu yörüngesinden çıkarıp darmadağın edecekler…Şu da üç ve ortaklaşa reddiye olanı: “sosyalizm Muhammed’in şeriatına uygundur yakıştırması kadar deli saçması bir şey olamaz. Sosyalizm mallarda ortaklık demektir. Şeriat böyle şeylerden iğrenir. Gotha Programı tek kelimeyle iğrençtir!”   İtirazlar   bu minvalde başlayıp ortalık iyiden iyiye kızışınca   hemen arkasından Muaviye mızraklarının çekilmesi kadar   olağan ne olabilir ki! Bu, mızrak uçlarında Kuran yaprakları demektir. Bu defa mızrak yerine kalem görülecektir. Kalemin ucunda   Nisa süresi ayet 59: “ Ya eyyülellezine âmenü ataullâhe ve atıulresule ve ûlilemri minkum”. Bu kadar…   Anlasaydık iyiydi ama, şart değil..   Kuran’ın her cümlesi, ayet deniliyor, itaat etmeniz için indirilmiştir. Anlamasak da olur. “İşittim ve itaat ettim” demeniz yeterlidir. Ama ben yine de merak edenler için tercümesini yaptım, şöyle: İnananlar!Tanrıya,Peygambere içinizden size emredeceklere itaat edin.

Sonrası mızraklı ilmihâl’dir.“…Hakim kuvvet Hilafettir.Hilafetin varlığı ise Tanrının bir lûtfu ve armağanıdır. Bugün o hakim kuvvet adil ve merhametli bir padişah olan Abdülhamid-i Han-ı sâni Efendimiz Hazretleridir.”

Bitmedi…

Sırada Sava Paşa var… Hristiyandır Sava Paşa ama   söz konusu olan sosyalizme karşı imandaşlıksa,     imamın arkasında namaza   durmayı hangi kitap günahtan sayar ki, kulaklarında çan sesleri!

(Devam edecek)  

Düzeltme ve bir ek: Bir önceki yazımda, “İslam’dan ‘Kurtuluş Teolojisi’ çıkar mı(III)”, Ebu Sufyan’ın Muhammed’in amcası olduğunu yazmışım, yanlış, kayınpederidir, Muhammed’in amcası olan bir Ebu Sufyan daha varsa da bu, o değil, düzeltirim; Muhammed’in sır kâtibi ise Yezid değil, kardeşi Muaviye olacak, (bir de Muaviye’nin oğlu Yezid var o da ayrı), Her iki hata için okuyuculardan özür diliyorum. Muhammed’in on bir amcası ve çok sayıda kayınbabası var, mazeret için değil ama insanlık hâli, karıştırıyor insan. Bu durumda bir “ek” zorunlu oluyor: Muaviye ve Yezid Muhammed’in kayınçosudur.  

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
14.09.2015- 10:10

Osmanlı'da İslam ve sosyalizm tartışmaları (II)
Mehmet Bozkurt


İnanmış bir Hıristiyan idi Sava Paşa. Diğer inançlara da saygısı vardı. İsa’yı, Muhammed’i ve Abdülhamid’i severdi. Yazılanlardan anladığımız bu. Sonuncusunun saltanatı döneminde çeşitli yerlerde valiliklerde bulunduğunu, üniversitelerde ders verdiğini, Dışişleri bakanlığına kadar yükseldiği de bildiklerimizin arasında. Sosyalizm tartışmalarına katıldığını da biliyoruz. Fikirleri şöyle özetlenebilir: Sosyalizmin vaat ettikleri insanlığın hayrına olan şeyler ise ne kadar güzel, insanlığın hayrına olan her şey hem İslâm hem de Hıristiyan şeriatında var olduğu malumumuz olduğuna göre, şeriat daha da güzel. Bu hal ve durumda sosyalist olmanın hiçbir sakıncası yok.   Ancak bir de “had” sınırı çizilmeliydi.

Çizdi:

“Devlet icraatının adalete, doğruluğa uygun olup olmadığı hususunda her tenkit, her mülahâza suç sayılmalı, cezalandırılmalı ve haddi bildirilmelidir.” Ha, bir de sosyalistler “hak” dağıtırken   adaletli olmalıydılar. Sava Paşa adil olanı   göstermek için   kutsal metindeki Tanrı buyruğunu   aktardı:   “Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya,Sezar’ın hakkını Sezar’a veriniz.” Sonra düşünmüş olmalı, buyrukta geçen   “Sezar”ı   yeterince açık bulmadı, onu da açtı:

“Türkiye’de Sezar Padişahımız Efendimiz Hazretleridir,Zât-ı Şahanedir.Rusya’da Haşmetpenah Çar Hazretleri. Fransa’da,millet tarafından seçilen Devlet reisi sayın Cumhurbaşkanı.”

Tartışmacıların başka türleri de var. Bunların alana inmeleri Sava Paşa’dan sonra. Örnek olsun,emperyalist Hıristiyan devletlerinin temellerini sarsan sosyalizm fırtınasını, “dinsizin hakkından imansız gelir” edasıyla neşeyle izleyip,sınırdan geçmeme şartını parantezleyerek sosyalizme arka çıkanlar olduğu gibi; Avrupa devletlerini sosyalizm belasından kurtulabilmeleri için İslâm’a   sarılmaktan başka çarelerinin olmadığını ileri süren sarıklı müderris takımı da söz sırasına girmişti. Bunların temel görüşü gayet açık ve net, bunlara   göre sosyalizmi durduracak   olan tek kuvvet “Muhammed’in farz kıldığı zekât müessesedir. O da İslâm’da var olduğuna göre, sosyalizm felaketinden kurtulmak için “eey Avrupa buyurun kelime-i şehadete!”  

Yazık. Kelime-i şehadet getiren Osmanlı olur. Zira 1. Dünya Savaşı’ndan per perişan vaziyette çıkılmıştır. Mondros Mütarekesi’yle yatağa bağlanmış,parmağını oynatacak hali kalmamıştır Osmanlı’nın . De ki   ölüm döşeğinde… Tam o günlerde, sanki dalga geçer gibi, galibin kilisesi   Anglikan Kilisesi’nden, mağlubun din işlerini düzenleyen   Yüksek İslâm Şurası’nın önüne içerisinde cevaplandırılması ricasıyla dört soru bulunan   bir mektup gelir.   Yani,gerçekten de koyun can derdinde kasap et peşinde…Kilise,girişte, “maksadının İslâm dinin tanımak” olduğunu “zarif” bir şekilde belirttikten sonra sorularını   sıralar:

1. İslâm dini nedir, 2.Bu din fikre ve hayata neler veriyor, 3.Muhammed’in dini Zamanımızın çeşitli yaralarını nasıl iyileştiriyor, sıkıntılarını nasıl çözüyor, 4.Dünyayı daha iyi ve daha kötü şekilde değiştiren siyasi ve manevi güçler hakkında ne diyor…

Üçüncü soru konumuzu ilgilendiriyor. Cevabı Şura başkanı İsmail Hakkı İzmirli(ö.1946) veriyor. Bazı bölümlerini aktarıyorum:

“Avrupa medeniyetinin temeli büyük bir çoğunluğun yoksulluğuna karşılık azlığın zenginlik ve saadet kazanmasıdır…Avrupa medeniyetinin doğurduğu bu haller pek çok düşünürlerin düşüncelerini kurcalamış; bundan sosyalizm denilen sosyal bir meslek doğmuştur. Müşterek felaketler karşısında,işçiler arasında fikir birliği meydana gelmiş,bugünkü medeniyeti onarmak emeliyle komünizm denilen daha aşırı bir sosyal doktrin ortaya atılmıştır…Komünizm sosyal ayrılıkları kaldırarak mallarda ve kadınlarda ortaklık istiyor…”  

Küçük bir ara not için izin istiyorum: Kadının, İslâm’a göre menkul mallar sıralamasının hemen başında yer aldığı bir sır değil, ikincisi, bakmadım ama çek ya da beyaz eşya takımı   olmalı, iştirak-i emval (mallarda ortaklık) anlamında kullanılan   komünizmin   bu yanıyla taşınılabilir mallar sınıfına giren   kadını da kapsaması makul görünüyor. Ara not bu kadar.

İsmail Hakkı Bey devam ediyor ve devamında Avrupa’nın başındaki hastalığa sosyalizmin ya da onun aşırısı olan komünizmin çare olamayacağını yazıyor. Kelime-i şehadet getirmek üzere   yatmakta olan Osmanlı, Paşasının ağzından güzel güzel tavsiyelerde bulunuyor:

“Şu halde,bir tek çözüm çaresi kalıyor ki o da İslâm dininin gösterdiği tedavi usulünü kabul etmek suretiyle ki, herhangi bir ilaca lüzum kalmayacak ve insan sosyetesi, içinde çırpındığı bütün tezatlardan kurtularak,saadete kavuşacaktır.” Bu kadar.

Bu kadar değil!

Bir de Ali Namık   var:

“…Tanrı adaleti! İnsan merhameti! Bu şeyler olmasa olmaz mı? Sefaleti kökünden kazımak mümkün mü? Sosyalistler ‘evet’ diye cevap veriyorlar. Bütün çıplaklığı ile meseleyi ortaya koymak, açlık insanın en korkunç düşmanıdır diye haykırmak şerefi onlara düşüyor…Semavi dinler kerem ve sadaka denilen devayı sundular.Yüzyıllar boyunca denenen tesirsiz bir deva.Devlet boşuna denedi,kişiler boşuna uyguladı.Kamu iyilikseverliği,metotla örgütlense de,belki sefaleti biraz azaltabilir. Fakat yoksulluğun kökünü asla kurutamaz…Sosyalistler meseleye Tanrı’yı karıştırmayıp sadece insan hakkından bahsediyorlar…Gerçek olan şu ki,bir azınlığın elindeki kapital insanlığı boyundurukta tutmak ve sömürmek için bir araçtır. Şu halde,bu azınlığın elinden kapital alınmalı ki,insanın insan tarafından sömürülmesi sona ersin…” Şimdi bu kadar.(Devam edecek)

Not:1. Bu yazıda kaynak olarak Kerim Sadi ‘nin (A.Cerraholu) “Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı (İletişim,1994) kitabı kullanılmıştır.2. Kerim Sadi kitabında Ali Namık (1885-1953) hakkında şu bilgileri verir: Başbakanlık ve Senato Başkanlığı da yapmış olan Küçük Sait Paşa’nın oğludur.İkinci Meşrutiyetle birlikte babası sadrazamlıktan uzaklaştırılınca kendisi de Devlet Şurasındaki görevinden açığa alınmıştır. Kerim Sadi’den öğrendiğimize göre genç denilebilecek bir yaşta inzivaya çekilerek kendisini tamamen okumaya vermiştir.Fransızca “Stanbul”gazetesinde makaleleri yayınlanmıştır. Fransız sosyalizminin,özellikle de Jaures’in etkisi altında kaldığı söylenir.3. Makaleleri, Ali “Namıc” adıyla Fransızca olarak “Verite, Justice,Bonte” (Hakikat,Adalet,İyilik) adlı bir kitapta toplanmış 1918 yılında   yayınlamıştır.

Ek: Sol tarihe dair çalışmalarda Ali Namık Bey’e hiç yer verilmemesi tuhaf bir durumdur.   Mete Tunçay sadece iki yerde dip not olarak ve Kerim Sadi’ye atıfta bulunarak adını anmaktadır. Bu ihmali   solun   tarihinin   1920’de başlatılmasına mı bağlamalı açıkçası bilemiyorum.    

umut  |  Cvp:
Cevap: 2
14.09.2015- 10:12

Osmanlı'da İslam ve sosyalizm tartışmaları (III)
Mehmet Bozkurt



Sanıldığından çok daha fazla meraklı ve öğrenmeye istekli Osmanlı aydını. Dünyaya kapısını penceresini kapatmış değil. Çevresinde olup bitenleri dikkatle takip ediyor. Örnek olsun, 1905 Rus devrimini gazeteler adeta tefrikaya dönüştürerek okuyucuya ulaştırıyor, “devrim” sözcüğünü duyunca cinlenen   Abdülhamit bütün sansür cambazlıklarına karşın gazetelerle baş etmekte güçlük çekiyor. Mütareke döneminde de durum farklı değil. Yunus Nadi’nin gazetesi Yeni Gün’ün yayın hayatına, 2 Eylül 1918, birinci sayfadan Lenin fotoğrafıyla başlıyor. Fotoğrafın altına düştüğü haber hayırlı olmasa da, ”Bir kadın tarafından iki kurşun isabet ettirilmek suretiyle yaralanan Sovyet Hükümeti Reisi Lenin”, Yeni Gün yayına başladığı günden itibaren Sovyetlerdeki gelişmeleri gün be gün okuyucuya aktarıyor. Demeye çalıştığım Osmanlı’nın gözünü, kulağını açmış dünyaya baktığıdır.  

20.yüzyılın büyük toplumsal dönüşümüne öncülük eden Ekim Devrimi’ni ve komünist/sosyalist düşünceyi de aynı merakla öğrenmeğe çalışıyor Osmanlı aydını… Öğreniyor. Benimseyenler var, ya da külliyen reddedenler. Ya da sosyalizmin eşitlikçi görüşlerinde Kurani bir yan bularak ondan yana mührünü basan aydınlar var. Ulema takımı ise, çoğunluk, sömürgen Avrupa’yı zayıflattığı müddetçe komünizm, sosyalizm, anarşizm gibi fikir akımlarını sevecenlikle izliyor. Rusya’da çarı köşeye sıkıştırdığı ölçüde komünizme alkış tutuyor. Lakin sınırları aşıp içeriye “sızma”sından da ödü kopuyor. Ancak “fikir” bu. Ve fikirlerin “sızma” gibi baş edilmesi olanaksız bir tabiata sahip olduğu biliniyor.

Sızıyor.

Sızmanın öncesi var, bunlardan daha önceki yazılarda söz etmiştim. Ancak bu başka. Bu örgütlü!

1907 yılının Temmuz ayında sonradan “Yorulmaz” soyadını alacak olan Haydar Rıfat gizli bir örgüt kurmaya karar veriyor. Piknik alanlarında, kır yollarında, ağaç diplerinde gizli örgüt kurmuş bir kuşaktan geliyor ne de olsa. Ancak bu öyle Jön Türkler, İttihadı Osmani ya da İttihat-Terakki türü ihtilal örgütü değil, silahlı-külahlı hiç değil, amacı itibariyle gayet masum, gayet mütavazı adı-sanı olmayan bir örgüt. Böyle bir örgütün adsız kalmasını kim ister. Biz ona pekâla bir ad verebiliriz… Bilemiyorum nasıl karşılayacaksınız ama, hani, ”Gizli Okuma Örgütü” münasipmiş gibi geldi   bana…

Üç kişiler. Üç delikanlı… Her hafta içlerinden biri önceden belirlenmiş bir konuda araştırma yapıp hazırlanacak ve diğer ikisine anlatacak. Bu kadar… Abdülhamid’in hafiye ordusunun nefes aldırmadığı günlerden geçerken söyleşilerin yapılacağı adresin gizlide olması kadar tabii ne olabilir. Söyleşilerini kır yollarında hani öylesine yürürken gerçekleştirme kararı alıyorlar ve öyle de yapıyorlar. İlk sunumu Haydar Rıfat yapıyor. Yani aşk olsun! Öyle bir konu seçmiş ki Haydar Rıfat Abdülhamid’in eline geçseler sorgusuz sualsiz doğru fizan’a… Bakar mısınız konuya:   “Beynelmilel İhtilal Fırkaları.”  

Örgütlenmiş üç arkadaş kırlarda elleri ceplerinde dolaşıyorlar. Ve Haydar Rıfat diğer ikisine Avrupa’da kurulmuş bulunan ihtilal partilerini,örgütlerini   anlatıyor. Bir de Komünist Manifesto’yu.

İşte   yazarları arasında Haydar Rıfat’ın da bulunduğu İştirak dergisinin çevresi usul usul böyle oluşuyor ve dergi 1910’da yayınlanmaya başlıyor. Haftalık dergi/gazete formunda çıkıyor İştirak. İştirakçiler bir yandan sosyalizmin insanlık için ne denli hayırlı bir “icat” olduğunu yazıp çizerken öte yandan sosyalizmle   İslâmiyet arasındaki benzerlikleri sıralayarak “din”den bir dayanak arama peşine düşüyorlar. Her fırsatta din ile “sulh” içinde olduklarını göstermek için çaba sarf ediyorlar. Buraya kadar iyi. Kendi hallerinde yazıp çiziyorlar. Ne ki dergi çevresi kısa bir süre sonra partiye dönüşüyor: Osmanlı Sosyalist Fırkası.

Kıyamet kopuyor. İttihatçılara ait dönemin “bataryası” Şurây-ı Ümmet dergisi “sosyalistlerin içte zehirli birer mikrop” olduklarını yazdıktan sonra işin içine anarşistleri de karıştırarak İştirakçilerin tümünün “anarşistlerin süt kardeşi” olduğunu ileri sürüyor.”Yağmacılıkla” itham ediyor. Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın kurucusu ve başkanı olan İştirakçi Hilmi “din”i tanık göstererek   karşı saldırıya geçiyor. İlkin; sosyalizmin kurucu babasının İsâ olduğunu, İsâ’nın öğretisinin kölelerin zalim Roma’yı yıkmak için ellerinde tuttukları tek ve en değerli mücadele aracı olduğunu ileri sürüyor. İsâ’dan Muhammed’e geçiyor. İslamiyet’teki zekât hükmünün sosyalist bir ilke olduğunu savunarak “Sosyalistlerin maksadı yağmacılıktır” gibi sözlerin münasebetsizliğine işaret ediyor ve anarşistlerle “süt”le olsa kardeşliği şiddetle reddediyor. Ve bu tartışmalar sürerken ulemadan aynı zamanda Karesi(Balıkesir) mebusu Mecdi Efendi İştirak’e bir yazı gönderiyor. Yazıda sosyalizmi ikiye ayırıyor. “Mutedil” olan ve olmayan. Bu suretle İştirakçi Hilmi’ye açık kapı bırakarak, onun aradığı dini mühimmatı sağlamış oluyor. Yazdıkları az buz değil, dönemi düşünecek olursak Haydar Rıfat’ın değişiyle Latilokum:

“Osmanlı’da mutedil bir sosyalistlik gerçekleşebilir hatta gerçekleşmelidir. İşçiyi korumalı, kapitalist Batı dünyasında işçinin uğradığı haksızlıklara yer vermemeli ve işçilerin kafasını ışıklandırmalı…”

Bitiriyorum; Paris Komünü’nden başlasak, 1870 diyelim; Osmanlı’nın yıkılışına kadar, yuvarlasak 1920, yani yaklaşık 50 yıl boyunca Osmanlı aydını İslamiyet ve sosyalizm tartışması   yapıyor. Kurtuluş Savaşı döneminde Ankara’da ortaya çıkan komünist partiler, Ekim Devrimi’nin yarattığı yeni “reel politik” iklimde, komünizm ve İslamiyet tartışmalarını sürdürüyorlar. Tüm bunlar kendi dönemleri açısından gayet normal ve ilerleticidir. Önemlidir.  

Şimdi 1920’nin üzerinden bir asır geçmesine şu kadarcık kalmışken, İslâm dünyasının perişanlığı ortada iken, İslâm’a kaynaklık eden öğretiden sosyalizm çıkarma çabalarına ve bunların   halen tartışılıyor olmasına ne demeli?

Bu yazıyı hazırlarken yararlanmış olduğum Kerim Sadi’nin “Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı” kitabında Emiroğlu imzalı bir yazıya rastladım. Kerim Sadi yazıyı Osmanlı sosyalistlerinin yayınlarından biri olan haftalık “Gül Bahçesi” dergisinden alıntılamış. Bu yazıda pek hoşuma giden bir değişi aktarmak istiyorum. Belki de,”…halen tartışılıyor olmasına ne demeli” sorusuna bir yanıt olabilir:

“Şaşarım kedilerin çamaşır yıkamasına!”

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]