Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Felsefi Tartışmalar

DÜNYANIN MADDİLİĞİ VE GELİŞİMİNİN YASALARI


Dünyanın maddiliği ve gelişiminin yasaları sorununun Marksizm-Leninizm'de kazandığı anlam, Marksist felsefi materyalizmin hareket noktasıdır.

İdealist felsefenin tüm uydurmalarının aksine, Marksist felsefi materyalizm, maddi dünyanın, nesnel olarak gerçek ve bilinçten bağımsız olarak var olduğunu kanıtlar. Doğa ve toplum yasalarının nesnel karakterde olduğunu, güvenilir bir biçimde saptanabildiğini ve böylece doğa üzerinde egemenlik kurmaya ve çevrenin devrimci dönüştürülmesine varılabileceğini saptar.

Diyalektik materyalizmin dünyanın maddiliği ve gelişiminin yasalarına ilişkin öğretisini geliştiren ve ileriye götüren, yeni koşullar altında proleter sınıf mücadelesinin yeni deneyimlerine, sosyalizmin ve komünizmin muzaffer inşasının deneyimlerine, Marx, Engels ve Lenin'in ölümlerinden sonraki süreçte doğa bilimlerinin kazanımlarına dayanarak yeni tezler ve sonuçlarla yaratıcı bir biçimde zenginleştiren Stalin, bu öğretinin özünün dahiyane bir tanımını vermektedir. İdealizmin tersine, diyor Stalin,"Marx'ın felsefi materyalizmi, dünyanın nitelik itibarıyla maddi olduğu; dünyadaki çok çeşitli görüngülerin, hareket halindeki maddenin farklı biçimlerini oluşturduğu, diyalektik yöntemin saptadığı görüngüler arasındaki karşılıklı bağlılığın ve karşılıklı koşullamanın hareket halindeki maddenin gelişme yasalarını oluşturduğu, dünyanın maddenin hareket yasalarına uygun olarak geliştiği ve hiçbir "evrensel ruha" gerek duymadığından hareket eder".
"
Felsefi sözcük dağarcığında, felsefe tarihinin tüm seyrinde, madde kavramı kadar üzerinde tartışılan ve uğruna bu kadar şiddetli bir mücadele yürütülen herhalde başka bir kavram yoktur.

Materyalist filozof için madde, bilincin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçek, doğadaki sonsuz çeşitlilikteki şeylerin, görüngülerin ve süreçlerin tamamının biricik temelidir.

İdealist filozof için madde, yalnızca bilincimizde, duyumlarımızda, tasavvurlarımızda ve kavramlarımızda var olan sanal bir şeydir.

İki büyük felsefi kamp "materyalizm ve idealizm" arasındaki uzlaşmaz mücadele; insan toplumu, iki düşman, karşıt sınıfa bölündüğünden beri, toplum tarihinin tümüne damgasını vuran sömürücüler ile sömürülenler arasındaki uzlaşmaz ve kesintisiz sınıf mücadelesinin bir yansıması ve ifadesidir.

Materyalizm bilimsel ilerleme için mücadele eder ve emekçilerin faydalanması için, dünyanın ve yasalarının giderek daha derinleşen ve tamamlanan bilgisine ulaşma çabasındadır. İdealizm, dünyayı ve yasalarını kavrayamayacağımızı öne sürer. Bunu, emekçi kitleleri daha rahat aldatabilmek için ve sömüren ve ezen sınıfın kaçınılmaz yok oluşunu geciktirebilmek umuduyla yapar.

Komünizmin inşasına katılan tüm bilinçli insanların en önemli görevi, diyalektik materyalizmi pratik yaşamda, politikada burjuva ideolojisine ve insanların bilincindeki kalıntılarına karşı bir mücadele aracı olarak kullanmak için öğrenmektir.
Materyalist dünya görüşü, miladi takvime göre iki bin beş yüz yılı aşan bir süre önce doğdu.

Leukippos, Demokrit ve Epikür'ün maddenin atom yapısı kuramı, Heraklit'in maddenin sonsuz hareket ve değişkenliği kuramı, antik materyalizmin önemli kazanımlarındandı.
Toplum tarihinde ortaçağda kilisenin ve dini dünya görüşünün egemenliği, materyalizmi yok edememekle birlikte gelişmesi önünde ciddi bir engel oluşturuyordu.

Materyalizmin yeniden parlaması, kapitalist üretim biçiminin olgunlaşması ve zaferiyle başlar. Yeni sınıfın ideolojisi, feodalizmin ideolojisine "dine ve idealist felsefeye" karşı enerjik bir mücadele yürüttü.

İngiliz materyalistleri Bacon, Hobbes, Toland, Priestley ve diğerleri, var olan her şeyin temeli olarak madde ve hareket öğretisini ve bütün bilgiyi, ilahi vahiyler ya da doğuştan düşüncelerin değil, tersine maddi deneyimlerin oluşturduğu öğretisini geliştirdiler.
17. yüzyılda yaşayan Hollandalı materyalist Baruch Spinoza, biricik gerçeğin başlangıçsız ve sonsuz doğa olduğunu kanıtladı. 18. yüzyıl Fransız materyalistleri "o dönemin devrimci Fransız burjuvazisinin ideologları olan Lamettrie, Diderot, Holbach, Helvetius", cesaretle dine ve idealist felsefeye karşı çıkarak materyalist dünya görüşünü savundular.
19. yüzyılda, Almanya'da idealizmin egemen olduğu bir dönemde Hegelci felsefeyi kararlılıkla ve cesaretle eleştiren materyalist filozof, Ludwig Feuerbach'tı.

Materyalizm, biricik gerçek olarak, madde öğretisini geliştirdi ve temellendirdi. Birincil olanın madde, ikincil olanın ise bilinç olduğunu kanıtladı ve bilinci maddenin özelliklerinin bir sonucu olarak gördü.

Ancak eski, Marksizm öncesi materyalizm, mekanik bir materyalizmdi. Bütün yaşamı, tek bir bilim yardımıyla, mekanik yardımıyla açıklamaya çalışıyordu.

Doğada geçişler ve dönüşümler görmüyor, çelişkilerin ve karşıtlıkların gelişme için önemini kavramıyor, ve gelişmenin tamamını, kesintisiz bir büyümeye ve döngüsel harekete bağlıyordu. Gelişmenin, şeylerin niteliksel, sıçramalı değişimi yoluyla gerçekleştiğini ve alttan üste, eskiden yeniye geçtiğini görmüyordu.

Buradan, Marksizm öncesi materyalizmin ikinci zaafının, diyalektik olmayan, metafizik bir özellik taşıması olduğu sonucu çıkar. Eski materyalistler, doğanın, birbirine bağlı, bütünlüklü bir bütün oluşturduğunu kavramıyorlardı. Doğadaki şeyleri ve görüngüleri yalıtık olarak, aralarındaki büyük, genel bağıntıdan kopuk olarak ele alıyorlardı.
Mekanik materyalizm, materyalizmin ilkelerini toplumu açıklamada kullanmaktan acizdi. Toplum söz konusu olduğunda, eski materyalistlerin tamamının idealist olduğu ortaya çıktı.

Mekanik materyalizm, insan pratiğinin dönüştürücü etkisini anlamadı. Feuerbachçı materyalizm de dahil, eski, Marksizm öncesi materyalizmin tamamı insanın içine dönüktür, düşünsellikle, tasarımcılıkla karakterizedir.

Proletaryanın bilimsel dünya görüşü olarak Marksizm'in doğuşuyla birlikte, felsefe tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Marx ve Engel'sin diyalektik materyalizmi, A. A. Jdanov'un dediği gibi, "birkaç seçkin düşünce aristokratının uğraşısı olan eski felsefenin aşılması ve felsefe tarihinin tamamen yeni, felsefenin, kapitalizmden kurtuluş mücadelesi veren proleter kitlelerin elinde bilimsel bir silah haline geldiği bir dönemin başlangıcıdır."

Marx ve Engel'sin ortaya koyduğu diyalektik materyalizm felsefesi, materyalist felsefenin gelişiminin parlak bir sonucu, Marx ve Engel'sin ortaya çıkardığı toplumsal gelişme yasalarının genelleştirilmesi ve doğa biliminin bütün kazanımlarına dayanan yeni bir doğa anlayışının geliştirilmesiydi.

Marksist-Leninist felsefe, günlük yaşamımızda, her pratik eylemimizde, üretimde ya da bilimsel laboratuarda ilişki halinde olduğumuz her şeyin, bizi çevreleyen her şeyin, nesnel, bilincimizden bağımsız olarak var olan maddi cisimler, maddi şeyler olduğunu ve bu maddi şeylerin duyu organlarımıza, beynimize etki etmesi sonucu bilincimize yansıdığını öğretir.

Üzerinde yaşadığımız yeryüzü, soluduğumuz hava, besin maddelerimiz, giyim eşyası hazırlamak, evler inşa etmek, makineler yapmak için kullandığımız maddeler, gübre, boyalar, ilaçlar ve biz insanlar "bütün bunlar maddenin değişik biçimleridir.
Bütün bu nesnel, reel, gerçekte var olan şeylerin ortak niteliğini belirtmek için materyalist felsefe, madde kavramını geliştirmiştir. "Madde", diyor Lenin, "insana duyumları tarafından verilen, duyumlarımız tarafından kopya edilen, resmedilen ve yansıtılan ve duyumlarımızdan bağımsız olarak var olan nesnel gerçekliği gösteren felsefi bir kategoridir"

Maddenin tek tek türlerinin somut araştırılmasını ele alacak olursak, öncelikle onun çeşitliliği bizi şaşırtacaktır. Doğada bütün maddi cisimler ve onları oluşturan kimyasal maddeler sonsuz türdeki bileşimlerde ve çeşitlilikte görülür.

Bilinen kimyasal maddelerin sayısı olağanüstü yüksektir. Bugün bilgimiz dahilinde olanların sayısı 750 bindir. Bunlardan bir kısmı inorganik doğada geniş bir yaygınlığa sahiptir ve inorganik madde olarak tanımlanırlar. Diğerleri bitkilerin, hayvanların öğeleridirler ve onların yaşamsal eylemlerinin ürünleridirler ya da yapay yollarla üretilmektedirler; bunlara organik maddeler denir. Bütün bu kimyasal maddeler, iki farklı büyük gruba bölünebilir. Birinci gruba, artık hiçbir biçimde parçalanamayan(Editörün Notu: Yazar, "parçalanamayan maddeler" tanımını yaparken, kuşkusuz, yazının yazıldığı tarihte bilgisine sahip olunmakla kalmayan ama pratik olarak da gerçekleştirilen atomun parçalanmasını gözden kaçıran bir yaklaşım içinde değildir. Kimyasal maddeleri sınıflandırırken, artık parçalandığında ortaya farklı elementlerin çıkmadığı/çıkmayacağı maddeler (elementler) ile parçalandığında farklı elementleri veren bileşikleri birbirinden ayırmak üzere kimyasal parçalanamazlıktan söz etmektedir.) maddeler dahildir. Bunlar, basit maddeler ya da kimyasal elementler olarak adlandırılır

Bunların birçoğuna günlük yaşantımızda yakından tanığız. Kimyasal elementler, demir, bakır, nikel vb. bütün metaller (ama metal alaşımlar değil), kükürt, fosfor, karbon, oksijen, azot vb. gibi bir dizi metal olmayan ve ametal olarak adlandırılan elementlerdir. Geriye kalan bütün diğer kimyasal maddeler ise, bu kimyasal elementlerin değişik oranlardaki birleşimlerinden oluşurlar.

19. yüzyılın sonunda, doğada 92 elementin var olduğu saptandı. Büyük Rus bilgini D. İ. Mendeleyev, kimyasal elementlerin periyodik ilkesini buldu ve onların kendi aralarındaki iç ilişkileri tespit etti.

Bugün, atom fiziğinde kaydedilen devasa ilerlemeler sayesinde, gezegenimizde gerçekte var olan 92 kimyasal elementin dışında, atom ağırlıkları, Mendeleyev Tablosu'nun en altında yer alan uranyumdan daha yüksek olan kimyasal elementlerin var olabileceği kesinleşti. Deneysel fizik, laboratuarda, uranyumun ötesinde yer alan elementler üretti (plütonyum, neptünyum, amerikyum vb.).

Görece az sayıdaki basit maddeler ya da elementler, birbirleriyle birleşerek, gezegenimizin yer kabuğunu ve içini meydana getiren o sonsuz çeşitlilikteki mineraller ve taşları oluştururlar.

Hücrelerin protoplazmasını ve bitkisel ve hayvansal organizmaların dokularını oluşturan, nişasta, şeker, selüloz, yağ, albümin vb. bütün organik maddeler, doğanın geri kalanında bulduğumuz aynı kimyasal elementlerin değişik bileşiklerinden oluşmaktadırlar. Organik maddeler, karbon, hidrojen, oksijen, nitrojen gibi elementler içerdiği gibi, daha az oranda da metaller (örneğin demir), kükürt, fosfor ve başka kimyasal elementler içerir. Organik maddelerde, doğanın geri kalanında bulunmayan özel elementler yoktur ve olmaları da mümkün değildir.

Bu gerçeği ret edemeyen idealistler, Vitalistler olarak anıldıkları biyolojide, bilim tarafından kesin olarak çürütülen, organik maddelerin yalnızca bitki ve hayvanların organizmalarında oluşturulduğu ve bunun için maddi olmayan bir yaşam gücüne (latincede: vis vitalis) ihtiyaç olduğu savını öne sürerler.

Bu türden tüm görüşlerin geçersizliği, bilimsel deney ve sentetik kimyada organik maddelerin yapay yollarla yaratılmasıyla çoktan kanıtlanmıştır.

Yüzyılı aşkın bir süre önce, 1828 yılında kimyacı Wöhler, ısı ve elektrik gibi fiziksel etkenler kullanılarak, inorganik maddelerden organik bir madde (albümin ayrışmasının ürünü olan üre) elde etmeyi başardığında, Vitalizme ölümcül bir darbe indirilmiş oldu.
Engel'sin yaşadığı sırada, organik kimya, Engel'sin "Doğanın Diyalektiği"nde de dediği gibi, bileşimini tam olarak bildiği her organik maddeyi yapay olarak yaratabilecek durumdaydı. Örneğin albümin zerrelerinin bileşimleri bir kez saptandıktan sonra kimya, hayvansal albümini yaratmaya girişebilir.

Organik kimya, o tarihten beri devasa ilerlemeler kaydetmiştir. Organik veya sentetik kimya bugün, bitkilerin ve hayvanların hücrelerinde ve dokularında oluşturulan bütün maddeleri nişasta, şeker, yağlar ve albümin bileşkeleri" yaratabilecek durumdadır. -

DÜNYANIN MADDİLİĞİ VE GELİŞİMİNİN YASALARI

Gezegenimizde organik maddelerin oluşumu, yeryüzünde canlıların doğmasının önkoşuluydu.

Gök cisimlerinin, gezegenlerin, yıldızların ve ne bunların maddiliği söz konusu edilirse, bu maddilik yalnızca, bütün maddi cisimleri bağlayan ve daha 17. yüzyılda bulunan, kesin olarak saptanan bir yasaya göre etkili olan genel çekimle kanıtlanmakla kalmamıştır.
19. yüzyılın ortalarında bulunan tayf analizi, gök cisimlerinin kimyasal elementlerinin bizim gezegenimizin kileriyle örtüştüğünü kanıtladı ve günümüzde kozmik ışınların keşfi, evrenin maddi birliğinin yeni, parlak bir doğrulanmasıdır.

Dünyanın maddi birliği, felsefe ve doğa bilimlerinin gelişiminin ileriye doğru attığı her yeni adımla doğrulanmaktadır. "Dünyanın gerçek birliği", diyor Engels, "maddiliğine dayanır ve bu maddilik, yalnızca birkaç hokkabaz tekerlemesiyle değil, tersine felsefe ve doğa biliminin uzun erimli ve zorlu gelişimi tarafından kanıtlanmıştır"

Madde yaratılamaz ve yok edilemez. Uzayın sonsuzluğunda, gezegenimizin üstünde ve içinde maddi cisimlerde olagelen bütün değişimler, maddenin tek tek biçimlerinin sonsuz sayıdaki dönüşümleri ve başkalaşmalarıdır. Maddenin en ufak parçacığı dahi yoktan var olmaz veya vardan yok olamaz.

İdealist felsefenin "maddenin yok oluşuna" ilişkin bütün uydurmalarını, Lenin, maddenin en ufak olsa dahi hiçbir parçacığının yok olmadığını, yalnızca madde bilgimizin eriştiği sınırın kaybolduğunu çürütülemez bir biçimde kanıtlandığı dahiyane kitabı "Materyalizm ve Ampiryokritisizm" de teşhir etmiştir. Her yeni bulguyla birlikte madde hakkındaki bilgimiz derinleşmektedir.

İdealist felsefe bugün, fiziksel görüngüler dünyasında, mikro kozmosta maddenin "imhasının" ya da yok oluşunun gerçekleştiğini öne sürerek, fizikçilerin zihinlerinde yeni bir kargaşa yaratmaya çalışıyor. Gerçekte deneysel fizik, maddenin yok oluşunun söz konusu olmadığını ya da olamayacağını, tersine ancak maddi hareketin herhangi bazı biçimlerinin başka biçimlere dönüştüğünü saptamıştır. Joliot-Curie çifti, gözle görülmeyen gama ışınlarının elektronlara ve pozitronlara dönüşebildiklerini, ve tersine, elektronlar ve pozitronların çarpışma sırasında gama fotonlarına ya da ışık parçacıklarına dönüşebildiklerini saptadılar.

Madde, uzay ve zaman içinde sonsuzdur. Maddenin uzay içindeki sonsuzluğu düşüncesi daha antik çağın filozoflarınca ifade ediliyordu. Ancak bu ifade, ancak yeni çağın bilimi tarafından temellen dirilebildi. Çünkü toplumun üretici güçlerinin ancak daha sonraki gelişimi, bilimsel araştırmaları, uzayın derinliklerini araştırma yeteneğimizi olağanüstü artıran aletlerle donatabildi.

Teleskopun icadından, tayf analizinin bulunuşundan, ışığın yayılma hızının saptanmasından önce bilim, gökcisimlerinin büyüklüğüne ya da bizimle onlar arasındaki mesafeye ilişkin sağlıklı veriler elde edemiyordu.

Modern astronomi, çevremiz hakkındaki bilgimizi olağanüstü ölçüde genişletmiştir.

Devasa mesafeler hakkında bir fikir edinmek için, astronominin bize sağladığı bazı verilerden söz etmek gerekir.

Bilindiği gibi ışık, sıradan hiçbir cismin hareket hızının yaklaşamadığı büyük bir hızla yayılır. Saniyede 300 bin kilometre kasteder. Güneş ışığı, gezegenimize sekiz dakika içinde ulaşır. Bu, dünyanın güneşe olan uzaklığının ortalama 149 milyon kilometre olduğu anlamına gelmektedir.

Ama bu mesafenin, ışığı dünyaya 4,3 ışık yılında ulaşan en yakın yıldız (Alpha Cephei) ile gezegenimiz arasındaki uzaklıkla karşılaştırıldığında hiç de büyük olmadığı ortaya çıkar.
Güneş sistemimizin de dahil olduğu ve Samanyolu ya da galaksi olarak andığımız yıldız kümesinin çapı 100 bin ışık yılı olarak hesaplanıyor.

Bugün gözlemlenebilen en uzak galaksiler, yarım milyar ışık yılı uzağımızda bulunuyor.
Bütün bu veriler, gözlem olanaklarımızın sınırlarının sürekli olarak genişlediğini gösteriyor ve böylece evrenin sonsuzluğu ve tükenmezliği pratikte saptanmış oluyor.
Burjuva bilim adamlarının, evrenin sınırlarını saptama, evrenin uzay ve zaman içindeki sonluluğunu ispat etme girişimleri, obskürantların aydınlanma karşıtlarının bilime karşı giriştiği bir saldırıdır.

Gerçek bilimsel diyalektik materyalist dünya görüşüyle donanmış Sovyet astronomisi, burjuva "fizikçi" ve "gökbilimci" idealistlerin bilimi sürüklemeye çalıştıkları" çıkmazlardan çıkış yolunu göstermiştir.

Amerikalı bir gökbilimcisinin, dünyanın yaratılışına ve yok oluşuna dair dini masalları, sözüm ona evrenin tam iki milyar yıl önce yoktan var olduğu sonucuna ulaşan "evrenin büyüyen genişlemesi" hipoteziyle temellendirme girişimi, bilimin elde ettiği bulguların nasıl tahrif edildiğinin bir örneğidir. Dini bir obskürantizmin argümanlarını desteklemek için bilimin güçlüklerinden yararlanmaya çalışan bu türden "fizikçi" ve "gökbilimci" idealistler fiyaskoya uğramaya mahkumdurlar. Çünkü bilimin her yeni bulgusuyla birlikte, sonsuz evrenin bizler tarafından keşfedilen bölümünün sınırları genişlemektedir.
Engels döneminde, diyalektik materyalizmin öğretisinin tamamının mantıksal bir sonucu olan şeyler, günümüzde doğa biliminin gelişiminin ileriye attığı her bir adımla birlikte, yeni bilimsel bir temele kavuşmaktadır.

Madde, sonsuz derinliğe ve genişliğe sahiptir.

Maddenin uzaydaki sonsuzluğu, yalnızca, evrenin bir sonu ve sınırları olmadığı anlamına gelmekle kalmaz, aynı zamanda, maddenin en ufak parçacığının derinliğine, atomun ya da onu oluşturan sonsuz daha küçük parçacıkların boyutuna inersek, herhangi bir sınırına, son ve değişmez bir parçacığına ulaşamayacağımız anlamına da gelir.
Maddenin zaman içindeki sonsuzluğu, uzay içindeki sonsuzluğuyla yakından ilişkilidir. Uzay ve zaman, sonsuz hareket, değişim ve gelişme içindeki sonsuz evrenin varlık biçimleridir.

İdealist felsefe var oldukça, yalnızca maddenin, insan bilincinin dışındaki ve ondan bağımsız nesnel varlığını yalanlamakla kalmadı, aynı zamanda doğanın geçici ve bir süreliğine varlığını kabul etmek durumunda kaldığı durumlarda da, maddenin hareket yeteneğini reddetti. Maddeyi, yalnızca dışsal, madde üstü bir gücün, tanrısal bir "ilk itil im"in etkisiyle harekete geçebilen cansız, her zaman için hareketsiz bir kütle olarak gördü.

Metafizik mekanik materyalizm, hareketi, maddenin ayrılmaz bir parçası olarak görüyor, ancak daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, hareketi   çok dar anlamda, salt bir yer değişimi olarak kabul ediyordu. Bu yüzden de, maddenin mekanik yer değişiminden, gerçekte var olan doğa görüngüleri ve nesnelerinin sonsuz nitelikteki çeşitliliğinin nasıl ortaya çıktığını açıklayamıyordu.

Engel'sin "utangaç materyalistler" olarak tanımladığı tipteki bilinemezciler, madde ve hareket arasındaki ilişkiyi kavramakta güçlük çekiyor, bu ilişkiyi kavranamaz olarak ilan ediyor ve bu sorunun çözümünü deneyim alanında değil, herhangi bir var olmayan "öteki dünya"da aramayı öneriyorlardı (Dubois-Raymond).

Oysa mesele, Engels'in dediği gibi, yeterince basittir. "Hareket, maddenin var olma biçimidir. Hiçbir zaman ve hiçbir yerde hareketsiz madde olmamıştır ve olamaz da... Tüm durağanlık, tüm denge yalnızca görelidir, ve şu ya da bu belirli hareket biçimi ile ilişkili olarak bir anlama sahiptir... Hareketsiz madde, tıpkı maddesiz hareket kadar düşünülemezdir."

Yalnızca kilise obskürantizmi tarafından desteklenen, dünyanın evrenin odak noktası olduğuna ilişkin yanlış görüş, çoktan uzak bir geçmişte kalmıştır.
Modern astronomi, dünyanın saniyede 30 km.lik bir hızla güneş etrafında döndüğü ve güneşin de kendisinin olağanüstü bir hızla evrenin sonsuz boşluğunda hareket ettiğini saptamıştır.

Dünyanın, tüm kıtalar dahil, yer kabuğunda sürekli kaymalar ve değişmeler olagelmektedir.

Dünyanın yüzeyindeki ve içindeki tüm cisimler, sürekli salınım, hareket halinde bulunan molekül öbekleşmelerinden   oluşmaktadır. Molekülleri oluşturan atomlar, birbirine bağlı ve olağanüstü bir hızla devamlı hareket halinde bulunan eleman ter   parçacıklardan meydana gelir.

Fakat hareket, bir yer değiştirme, bir dönme, bir salınım ya da bir dalgalı hareket biçiminde uzaydaki bir konum değiştirme değildir yalnızca.

Hareket, aynı zamanda bir değişim, bir durumdan başka bir duruma geçiştir de; cismin niteliksel bir değişimidir.

Hareketin araştırılmasına, onun en basit biçimleri ile (yer çekimi etkisiyle cisimlerin düşmesi, cisimlerin yeryüzü yüzeyinde yer değiştirmesi, top mermilerinin uçuşu ve sonra da gezegenlerin güneş etrafındaki hareketi ile) başlanması sonucunda, öncelikle katı cisimlerin hareketi   en iyi araştırılan alan oldu. Bu nedenle, katı cisimler mekaniği, henüz 17. yüzyılın ikinci yarısında yüksek bir gelişme düzeyine ulaşmıştı. Bu dönemde Newton, mekanik hareketin temel yasalarını saptadı ve tüm evren için geçerli çekim yasasını buldu. Aynı dönemde matematikte kaydedilen ilerlemeleri (analitik geometri- Descartes; sonsuz küçüklükteki büyüklüklerin analizi ya da diferansiyel ve entegral hesapları- Newton ve Leibnitz) anmak gerekir. Bu bilim adamları materyalist dünya anlayışının mekanik biçiminin temelini de yarattılar.

Doğa araştırmacıları, her hareketi en basit mekanik hareketle özdeşleştirmeye başladılar ve tüm hareketin üst biçimlerini, büyük kütlelerin ya da moleküler parçacıkların mekanik hareketine indirgemeye çalıştılar. Hareketin böyle bir mekanik kavranışının kaçınılmaz sonucu, karmaşık süreçlerin kabalaştırılmış yanlış bir kavranışı oldu.

Bizi çevreleyen evrenin incelenmesi ise, ısı, ışık, elektrik, manyetizma gibi, ancak kendilerine özgü özelliklerine ve kendilerine özgü yasalarına dayanarak anlaşılabilen görüngülerin saptanmasını sağladı. Isının, sıcak bir cisimden daha soğuk bir cisme geçişi gibi; ışığın, havadaki ışından daha yoğun saydam bir ortama geçişi sırasında kırılması gibi ya da telin elektrik akımının geç işiyle birlikte ısınması gibi olgular, basitçe sabit ve değişmez parçacıkların yer değiştirmesine dayandırılamaz.

Kimyasal görüngülerin ise daha da karmaşık oldukları ortaya çıkmaktadır. Bunlar, Engels'in, hareketin başlı başına değişim olduğu tezini büyük bir açıklıkla kanıtlamaktadırlar. Kimyasal birleşme ve ayrışma reaksiyonları, basit madde ya da elementlerden karmaşık maddelerin oluşumu, doğadaki bitkisel ve hayvansal organizmalardaki organik maddelerin oluşumu" bütün bunlar, maddenin değişik hareket ve değişme biçimleridir.

Daha üst, yeni nitelikteki bir hareket biçimi, en önemli faktörü canlı organizma ve onu çevreleyen dış dünya arasındaki kesintisiz özümleme olan yaşam sürecidir. Engels'in "Doğanın Diyalektiği"nde dediği gibi, organizma, mekanik, fizik ve kimya üçlüsünün bir daha bölünemeyecek şekilde bir bütün halinde birleştiği en üst birliktir.
Maddenin her hareket biçimi, böylece, özel bilimlerin "mekanik, fizik, kimya, biyoloji"
araştırma konularını oluşturan kendine özgü yasalara sahiptir.

DÜNYANIN MADDİLİĞİ VE GELİŞİMİNİN YASALARI

Bu arada bu, hareketin daha üst biçimleri ile alt, basit biçimleri arasında bir bağ bulunmadığı anlamına gelmez. Gerçekten de, fiziksel süreçler, mekanik hareket (yer değişimi veya moleküler hareket) halinde olan maddi cisimlerde gerçekleşirler; kimyasal süreçlerin meydana gelmesi, ısıdaki, elektrik durumundaki bir değişim olmaksızın olanaksızdır; biyolojik hareket ya da organizmanın yaşamı, kimyasal, fiziksel ve mekanik hareketlerin var olmasını şart koşar. Ama bu yan biçimlerin varlığı, Engels'in dediği gibi, gözlenen her ayrı durumdaki ana biçiminin karakterini, özünü ortaya çıkarmaz.
Maddenin en üst hareket biçimleri arasında en karmaşık olanı, insan toplumunun gelişme sürecidir.Bu, Marx ve Engels'in kurduğu materyalist tarih anlayışına dayanan toplum biliminin araştırma konusudur.

Maddi hareketin bütün türleri arasında doğrudan bir bağ vardır ve bu biçimler birbirlerine geçebilirler.

Engels'in de söylediği üzere; madde gibi onun hareketi de, var edilemez ve yok edilemez bir şey olarak karşımızda durur.

Materyalist felsefe ve doğa bilimleri hareketin yaratılamayacağı ve yok olamayacağı sonucuna çoktan ulaşmış bulunuyor.

Bu sonuç, daha 18. yüzyılda, üstün bir Rus alimi olan Rus doğa bilimlerinin kurucusu M. V. Lomonossov tarafından çıkarılmıştır. Lomonossov, bu sonuca, bu doğa yasası bulunmadan ve 19. yüzyıl ortalarında, teknik gelişmelere dayanarak deneysel olarak kanıtlanmadan yaklaşık 100 yıl önce varmıştır.

Enerjinin korunumu ve dönüşümü yasasının bulunuşu, maddenin hareketinin yok olmazlığına ve sürekliliğine ilişkin doğa bilimsel kanıtlar sağlamıştır.
Enerjinin korunumu ve dönüşümü yasası, maddenin korunumu yasasıyla birlikte diyalektik materyalizmin sarsılmaz bir temel dayanağını oluşturmaktadır. "Fiziksel idealizmin" bu yasayı reddetme ve onunla   çelişen süreçler bulma çabaları, kaçınılmaz olarak fiyaskoyla sonuçlandı.

Böylece, maddenin temel yasası, onun sürekli hareketi, değişimi ve gelişimidir.
Eski Yunan, dünyayı ya da doğayı kozmos olarak adlandırırdı; bu, onların tasavvurlarına göre kozmosun oluşumundan önce var olan düzensizliğin veya kaosun karşıtı olarak düzen ya da güzellik anlamına geliyor.

Materyalizm ve idealizm arasındaki dünyanın gelişme sürecinin karakterine ilişkin mücadele, felsefe tarihinin bütün akışı boyunca süregelmiştir. İdealist kampın temsilcileri, dünyadaki her şeyin amaçlı olduğunu ve dünyanın dışında var olan "yaratıcılar" tarafından konulmuş hedeflere ulaşma çabasında olduğunu öne sürerler.

İdealistlerin aksine materyalistler, doğa görüngüleri ve süreçlerindeki sürekliliğin, gerçekliğin, tekrarlanabilirliğin ve kesinliğin, maddenin ya da doğanın kendisine özgü nesnel yasalara sahip olmasından hareket ederler.

Olağanüstü miktarda olguyu saptayan burjuva çağın doğa bilimi, bunları doğru bir biçimde genelleştirecek durumda değildi.

Ne var ki materyalistler, idealistlerin uydurmalarını çürütmemezlik etmediler. Evrenin bir "yaratıcısı"na dair yobaz masalı reddettiler; dünyayı ve dünyada olup biten tüm değişimleri maddenin, doğanın kendi özelliklerinden hareketle açıklamayı kendilerine görev edindiler. Fakat gelişimi tanımayan, eski ve yeni arasındaki mücadeleyi kavrayamayan ve maddenin, gelişiminin her yeni aşamasında yeni nitelikler kazanmasını açıklayamayan eski materyalizm, idealizmin sözde bilimsel iddialarını sonuna kadar tutarlılıkla teşhir edebilecek durumda değildi. Onun için yaşam ya da organizmalar gibi doğa görüngüleri, maddenin, atomların ve moleküllerin temel parçacıklarının basit mekanik hareketlerinin karmaşık birleşimlerini ifade ediyordu. Bu karmaşık birleşimlerin oluşumunu ise salt rastlantıya bağlıyordu. Bilimsel olmayan tasavvurlara ısrarla sarılan günümüz metafizikçileri de, yaşam görüngülerinde rastlantının egemen olduğu görüşünü korumaktadırlar. Yaşamın ortaya çıkmasına yol açan ilk albümin molekülünün rastlantısal kökenine, kalıtımın vb. değişiminin rastlantısal karakterine ilişkin görüşler işte bu türdendir. Doğa yasalarını reddederek bilimi, rastlantılardan meydana gelen bir kaos haline getiriyorlardı. İlk olarak diyalektik materyalizm, basitten karmaşığa geçişin ve yeni niteliklerin ortaya çıkışının, herhangi bazı belirsiz rastlantıların bir sonucu olmadığını, tersine maddenin kendisine özgü iç yasalarının zorunlu bir sonucu olduğunu kanıtlayabildi.
Metafizik, toplumsal yaşamın görüngülerinin açıklanmasının önünde de bir engeldi. İdealist felsefenin egemenliği boyunca, toplumsal görüngülerin açıklanması, olgu ve olayların düzensiz bir karmaşası olarak görünüyordu. Bütün açıklamalar, toplumsal görüngüleri, yasa koyucuların bilge ya da tersine akıl dışı uygulamalarına, toplumu aşan ve sözüm ona bilinçsiz kitleleri peşlerinden sürükleyen "eleştirel düşünen" kişiliklerin eylemlerine dayandırılıyordu. Marksizm, bu idealist ve metafizik görüşlere ölümcül darbeyi vurdu. Diyalektik materyalizmin çıkışıyla, ilkelerinin toplumsal yaşama yayılmasıyla, tarihsel materyalizmin temellen dirilmesiyle birlikte toplumsal sürecin yasaları açığa çıkarıldı.

Kapitalizmde, üretim anarşisi koşullarında, aşırı üretim, krizler ve işsizlik "yasalara uygun", yani   kapitalizmin doğasının, kapitalistlerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetinin bir sonucu olan kaçınılmaz görüngüleridir.

Sosyalizmin ülkesinde, daha yüksek emek biçimlerinin, sosyalist yarışmanın, Stahanov hareketinin ortaya çıkışı, sosyalist düzenin doğasının bir gereğidir. Sosyalizmin doğuşuyla birlikte, toplumsal gelişmenin yeni yasaları da doğmaktadır. Halk ekonomisinin tamamının planlı yönetimi, sosyalizmin bir yasasıdır.

Sürekli keskinleşen sınıf mücadelesi kapitalizm için karakteristiktir.

"Karşıt sınıfların tasfiye edildiği Sovyet toplumumuzda", diyor A. A. Jidanov, "eski ile yeni arasındaki mücadele, bunun sonucunda da, kapitalizmde olduğu gibi karşıt sınıfların mücadeleleri ve felaketler biçiminde değil, tersine gelişmemizin gerçek itici gücü, partinin elindeki devasa araç olan eleştiri ve özeleştiri biçiminde, düşükten yükseğe gelişme biçiminde gerçekleşmektedir. Bu, hareketin mutlak olarak yeni bir biçimi, gelişmenin yeni bir tipi, yeni bir diyalektik yasadır."

Doğanın ve toplumun nesnel yasalarının benimsenmesiyle, dış dünyanın benimsenmesi arasında kopmaz bir bağ vardır.

Öznel idealistlerin öğretilerine göre, gözlenebilen yasalar, yalnızca insanların illüzyonlarıdır; yalnızca, yasaları ve yasalılığı bizzat yaratan, sonra da doğaya ve topluma uyarlayan   insan zihninin ya da bilincinin bir sonucudur.

Kant'a göre yasalar, insan aklının apriori, yani deneyimden bağımsız kategorileridirler.   Onun idealist görüşüne göre, insan doğanın nesnel yasalarını bulmaz, tersine bu yasaları doğaya dikte eder.

materyalıst  |  Cvp:
Cevap: 1
20.09.2013- 18:38

Lenin'in teşhir ettiği öznel-idealist ya da (adını Alman filozofu Mach'tan alan) Mach'çı felsefe de, doğanın nesnel yasalılığını reddeder ve, ya Kant'a ya da onun önceli Hume'a yaklaşır. Hume, yasalılık düşüncesini yalnızca, tekrar eden görüngülerin gözlenmesiyle oluşan alışkanlığın bir sonucu olarak tanımlamıştır. Hume, görüngüler adı altında yalnızca insanın duyularının toplamını anladığı için, onun felsefesi öznel idealizmin felsefesidir. Nesnel yasalılığın ve doğadaki gelişimin zorunluluğun reddinin, materyalizm görüşünün karşıtı,   felsefi terminolojiyle maskelenmiş dar kafalı düşünce biçiminden başka bir şey olmadığı kolayca anlaşılır.

"Doğanın nesnel yasalılığının ve bu yasalılığın insan kafasındaki yaklaşık olarak doğru bir yansıması materyalizmdir" der Lenin.*

Bu, doğanın nesnel yasalılığın benimsenmesiyle, dış dünyanın gerçekliğinin benimsenmesi arasında kopmaz bir bağın bulunduğu anlamına gelir.

Doğa ve toplum arasındaki yasalı bağların bir biçimi nedenselliktir. Yani, değişik hareketler arasındaki, birinin ötekini yarattığı, bir bağdır bu.

Büyük, gözleme müsait cisimlerin hareketi söz konusu olduğu durumlarda, bu nedensellik ilişkisini doğrudan saptıyoruz.

Yük dolu bir arabanın hareketinin nedeni, atın kas gücüdür; bir trenin hareketinin nedeni, lokomotif kazanının ateşlenmesiyle ısı enerjisinin mekanik enerjiye, buharın germe kuvvetine dönüşmesi ve bu enerjinin lokomotifin dönen tekerleklerinin mekanik enerjisine nakledilmesidir.

Karmaşık görüngülerde, hareketin nedenini kolayca saptamak mümkün olmaz ve önce derinlemesine araştırmaların yapılmasını gerektirir. - İnsan organizmasının çalışma yeteneğinin ve genel olarak yaşamının nedeni, besin maddelerinin alınışıdır. Bunların kimyasal enerjisi, fizyolojik süreçlerin enerjisine, özelde de insan organizmasının kaslarının enerjisine dönüştürülür.

İdealist felsefe bakış açısıyla açıklanamayan toplumsal görüngüler arasındaki nedensellik ilişkisi, Marx ve Engels'in tarihsel materyalizm bakış açısıyla tam ve ayrıntılı bir açıklamaya kavuşmuştur.

Ne doğada, ne de toplumda nedeni olmayan bir görüngü vardır, olması da mümkün değildir. Bu tür görüngülerin varlığını kabul etmek, mucizeleri ve dini mistiği benimsemek anlamına gelir.

Bu nedenle Miçurin biyolojisi, idealist Weisman ve Morgan biyolojisine karşı mücadelede şu tezi vurgulamış ve savunmuştur: Bilim, rastlantıların düşmanıdır.

Nedensellik sorununda yanlış, mekanist, metafizik bir konum alanlardan eski materyalizm ve ardılları olmuştur; yani, kaba materyalistler ve mekanistler.-devam edecek-

DÜNYANIN MADDİLİĞİ VE GELİŞİMİNİN YASALARI

Onlar, tüm nedensellik ilişkilerini mekanik nedenlere, doğa cisimleri veya atomların son, sözüm ona bölünemez temel parçacıkları arasındaki karşılıklı etkileşimine dayandırıyorlardı.

Çevremizin bilgisini edinirken, görüngülerin dışının bilgisinden bunların iç yapılarının derinliklerinin bilgisine geçtiğimizde, gerçekte, görüngülerin yasalarını ortaya çıkarma olanağını elde ederiz. Yasalılık gibi yasa da, nesnel evrenin   görüngüleri arasındaki zorunlu, nesnel, bilinçten bağımsız ilişkilerini ifadelendirir.

Yasa, bir görüngüdeki esasın açığa çıkarılmasıdır, nesnel yasalılığın suretidir.
Metafiziğin aksine diyalektik materyalizm yasaları, mutlak olarak değişmez şeyler arasındaki kalıcı ve değişmez ilişkiler olarak değil; tersine, şeylerin kendisindeki değişikliklere göre, maddenin kendi gelişim sürecinde gerçekleşen bir aşamadan farklı, daha yüksek bir aşamaya geçişe göre değişen tarihsel bağıntılar olarak görür.
Metafizikçiler tarafından ebedi oldukları ilan edilen bütün doğa yasaları, gerçekte tarihsel yasalardır. Gezegenimiz için geçerli olan fiziksel ve kimyasal yasalar, bir basıncın ya da bir ısının hakim olduğu gökcisimlerinin yüzeyinde veya içinde, dünyadakinden ciddi farklar gösteren önemli değişikliklere uğramaktadırlar.

Toplumsal yasaların tarihsel karakteri kendini daha da plastik olarak gösterir. Çünkü, toplumsal ilişkilerdeki değişiklikler ve toplumun bir toplumsal-ekonomik sistemden başka birine geçişi, doğadaki jeolojik ya da biyolojik değişikliklerle karşılaştırılamayacak kadar hızlı gerçekleşmektedir.

Bu nedenle toplum bilimi tarihsel materyalizm, verili bir toplumsal-ekonomik sistem için geçerli olan yasaların araştırılmasını talep eder ve soyut toplum kavramıyla hareket eden burjuva sosyolojisinin metafiziğini reddeder.

Günümüz burjuva idealist felsefe, değişik "okul" ve "minyatür okulları" şahsında, doğanın ve toplumun nesnel gelişme yasalarının varlığını kesin olarak reddeder.

Diyalektik materyalizm, etkilerini emekçi kitlelerin çıkarı doğrultusunda yönlendirme hedefiyle doğanın ve toplumun yasalarını anlama olanağını yalnızca tanımakla kalmaz pratikte de kanıtlar.

Toplumsal gelişme yasalarının bilgisi, büyük Sovyet ülkesinin ve bütün dünyanın emekçilerini, kapitalizm düzeninin, baskı ve sömürü düzeninin, tarihsel gelişimin tüm seyrinin ışığında yok olmaya mahkum olduğunun ve bu düzenin yerine sınıfsız, komünist toplum düzeninin geçeceğinin sarsılmaz güveniyle silahlandırır.

Doğanın, toplumun ve düşüncenin gelişiminin temel yasaları, Stalin'in klasik felsefeyi incelediği "Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm Üzerine" adlı çalışmasında formüle edilmiştir. Bunlar, doğanın ve toplumun bütün görüngülerinin "hareket, değişim ve gelişim" genel ilişkisi ve karşılıklı koşullanmışlığıdır;   yavaş niceliksel gelişmelerden temel, niteliksel değişimlere geçiş ve her gelişimin itici gücü olan karşıtların mücadelesidir.
Bütün dünyanın maddi birliği; kimyasal elementlerin birbirlerine dönüşme yeteneği; ısı, ışık ve elektromanyetik enerjinin sonsuz alışverişi; tüm evreni kucaklayan ve yeryüzüyle gökyüzüne ait tüm cisimleri, yalnızca bizim yıldızlar kümesini "saman yolunu" değil, aynı zamanda da ölçülemez uzaklıktaki yıldız kümelerini birbirlerine bağlayan çekim; inorganik dünyadaki bütün nesne ve olayların karşılıklı ilişkisini ve karşılıklı koşullanmışlığını peşinen içermektedir.

Gezegenimizin inorganik cismi, organik dünyanın üzerinde geliştiği temeli oluşturmaktadır. Yüzeyi, nehirler, denizler, okyanuslar ve atmosferin en alt katmanları sonsuz çeşitlilikteki canlı organizmalara ev sahipliği eder. Organik ile inorganik dünya arasında kopmaz bir bağ vardır. Bir metafizikçi bile, bitkilerin inorganik dünyaya bağımlı olduğu gerçeğini reddedemezler. Çünkü bitkiler, havadan ve topraktan aldığı mineral maddelerle beslenirler ve bunları, güneş ışığının etkisiyle yeşil yapraklarında organik maddelere dönüştürürler. Ancak metafizikçi, organizma ve yaşam koşullarının birliğini reddeder.

Rus toprak bilimcilerinin, özellikle de Sovyet toprak araştırmasının son derece parlak bir temsilcisi V.R. Vilyams'ın detaylarına kadar ulaştığı toprağın oluşum süreci, organik dünya ile inorganik dünya arasındaki karşılıklı ilişki için çarpıcı bir örnektir. Vilyams, toprağın, canlı ve adlandırıla geldiği gibi "canlı olmayan" arasında ilginç, aktif bir karşılıklı etkileşim süreci sergilediğini öğretir. Toprağa ilişkin bu yeni öğreti Miçurin'in agrobiyolojisine temel olmuştur.

Organik ve inorganik dünya arasındaki daha derinlemesine ilişki sorunu gündeme geldiği yerde metafizik ve idealizm, bilimi çıkmaza sokmuştur. Örneğin, jeoloji ve paleontolojinin kanıtladığı gibi günümüzden milyonlarca yıl önce yeryüzünde ortaya çıkan organik dünyanın oluşumu sorununda.

Yaşamın ortaya çıkışı sorusuna yanıt vermek için idealizm, ya mistik "yaşam gücü" kavramına başvurur ya da canlı maddenin ebedi olduğunu ve mikroskobik boyutlardaki küçük tohumlar halinde gezegenimize ulaştığını söyler.

Bilim çoktan, aslında dünyada yaşamın oluşumuna bir yanıt vermekten kaçınmayı ifade eden bu tür hipotezlerin desteksizliğini kanıtlamıştır. Yaşamın ebediliği ya da yaşam taşıyıcısının "albüminin" ebediliği hipotezi, canlı albüminin özellikleriyle kesin olarak çelişmektedir. Canlı albümin, en hareketli organik kimyasal bileşkelerden biridir ve tam da bu özelliği, onun çevreyle sahip olduğu ve kesintisiz özümsemede   ifadesini bulan çok çeşitlilikteki ilişkilerini koşullar.

İdealizm ve metafizik materyalizm için çözümsüz kalmış yaşamın oluşumu sorunu, diyalektik materyalizm tarafından çözülmektedir. Engel'sin yarattığı temel üzerinde, Akademi üyesi A. İ. Oparin'in teorisinin de aralarında olduğu, yaşamın oluşumuna dair doğa bilimsel teoriler geliştirilmiştir.

Oparin'in teorisine göre, inorganik maddelerin karşılıklı ilişkisi ve karşılıklı koşullanması, hep daha karmaşık kimyasal bileşimlerin oluşmasına yol açmaktadır. Karbon, nitrojen, hidrojen ve oksijenden oluşan basit inorganik bileşimlerden, organik bileşimler meydana gelmektedir. Bu, inorganik maddenin gelişiminde niteliksel bir sıçramaydı. Organik maddeler yeni özellikler geliştiriyordu. Bunların en önemlisi, görece az sayıdaki kimyasal elementlerin bileşimlerini çoğaltarak olağanüstü yüksek çeşitlilikte organik bileşimler meydana getirmesiydi. En basit organik maddelerin gelişimi, en karmaşık organik bileşimin, albüminin oluşumuna vardığı zaman, maddenin gelişiminde yeni niteliksel bir sıçrama gerçekleşti. İlk oluşan albüminin niteliksel özelliği, kesintisiz olarak ayrışmakta olan maddesini, gereksindiği maddeleri, etrafındaki   ortamdan alarak veya asi mile ederek kesintisiz olarak tedarik etme yeteneğinden oluşuyordu. Albümin molekülünün kesintisiz ayrışma ve kesintisiz yeniden yapılanma yeteneği ise, karmaşık bir görüngüler kompleksinin oluşmasının en önemli koşuluydu. Bu görüngüler toplamı ise yaşam fenomenini oluşturmaktadır. Yaşam, diyor Engels, albüminin varolma biçimidir, çevreyle beslenme ve dışarı atma yoluyla kurulan kesintisiz özümleme, maddenin kendi kendine hareketinin yeni bir biçimidir.

Bütün yaşam süreçleri en basit biçimiyle "beslenme, büyüme, çoğalma, uyarılganlık", sadece albümin topakçıklarından "protoplazma" oluşan ve biçimlerindeki değişkenliğe karşın şimdiden karmaşık bir bünyeye sahip olan en basit yapıların mikroskobik analizinin bulunmasıyla gözleme açık hale geldi.

Sovyet biyologların elde ettikleri bulgular, özellikle de Sovyet kadın biyolog O. B. Lepeşinskaya'nın hücrelerden oluşmayan canlı bir maddenin varlığını kanıtlaması, yaşam sürecinin ve canlı maddenin gelişim yasalarının anlaşılmasında devasa bir önem taşımaktadır. Burjuva alimi Virhov'un bir hücrenin yalnızca bir hücreden oluşabileceğine dair dogmatik, metafizik tezinin aksine, hayvansal ve bitkisel hücrelerin, hücreler yolu dışında da, ve de hücrelerden oluşmayan canlı maddeden ortaya çıkabilecekleri kanıtlandı. Böylece, hayatın oluşumu sorununun çözümüne doğru; cansız organik maddelerden, yani cansız albüminden, hayvansal albüminin daha yüksek biçimlerine gerçekleşen sıçramanın anlaşılmasına doğru büyük bir adım atılmış oldu.

Canlı organizmaların gelişimini koşulla yan ve bitki ve hayvan türlerinin o inanılmaz çeşitliliğini yaratan temel yasa, organizmanın ve onun yaşam koşullarının birliğidir. Buradan çıkan sonuç, organizmaların içinde bulundukları ortama uyum sağlamaları sonucu özümleme süreci sırasında organizmaların kendilerinde, bu uyum sağlamanın neden olduğu, değişimlerin gerçekleşmesidir. Ayrıca buradan, organizmanın tarihsel gelişimi sırasındaki yaşam koşullarına asimilasyonu tarafından belirlenen kalıtıma ilişkin bilimsel görüş çıkmaktadır. Bu özellikler "kalıtım ve onun değişkenliği", karşılıklı etkileşimi, bu birbirilerine karşıt eğilimlerin mücadelesi; organizmaların gelişiminin, yeni biçimlerin oluşumunun, sürekli daha üst aşamalara geçişlerinin esas nedenidir. Bunlar, daha gelişmiş hayvanların ortaya çıkmasının kaynağıdır.

Darvinciliğin ortaya çıkışından ve Darvinciliğin, Miçurin ve Lissenko tarafından yaratıcı bir biçimde daha da geliştirilmesinden sonra, biyolojide, gizemli "erekçiliğe" ya da idealizmin herhangi başka bir masalına yer kalmamıştır.

Darvincilik, diyalektik materyalizmin doğa bilimsel temeli haline geldi.
Ancak bu durum, gerici burjuva ideologların Darvinciliğe karşı şiddetli bir mücadele açmalarına da neden oldu. Darvincilik karşıtlarına karşı mücadeleye, Rus materyalist biyologları, özellikle de üstün bir düşünür olan K. A. Timiryasev büyük hizmet vermişlerdir.

Darvincilik karşıtlığının özel bir biçimi, aldatıcı "Yeni Darvincilik" bayrağı altında sahneye çıkan Weisman-Mendel-Morgan'ın idealist okuludur.

Darvinciliğin başarılarını reddetme durumunda olmayan bu okul, sözde ölümsüz ve asla yeniden oluşmayan, sözüm ona söz konusu organizmanın içinde bulunduğu maddi ortamın etkisinden bağımsız olan "kalıtım kütlesi"ne ilişkin baştan aşağı idealist, mistik öğretisini ortaya atarak Darvinciliği tahrif etti.

Bu idealist ve mistik öğreti, asıl olarak doğadaki gelişimi reddediyor ve mistik "kalıtım kütlesi"ndeki değişiklikleri rastlantılara bağladığı gibi anlaşılmaya müsait olmadığını da öne sürüyordu

Bu bilim dışı, verimsiz ve pratik için zararlı aldatmaca öğreti, diyalektik materyalizmin doğru bakış açısına sahip Sovyet biyologları tarafından çürütüldü. Bunların başında, üstün Rus biyologu, doğa yenilikçisi ve dönüştürücüsü İ. V. Miçurin'in öğrencisi T. D. Lissenko bulunuyordu.

Biyolojide Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve bizzat Stalin önderliğinde kazanılan Miçurin çizgisinin, Weisman-Morgancılığın idealist metafiziği karşısındaki zaferi, diyalektik materyalizmin zaferidir.

Maddi dünyanın gelişimindeki yeni bir niteliksel sıçrama, hayvanlar aleminin geliştire geldiği daha gelişkin insansı maymunlardan, ilk kez iş aletleri kullanan ve yapan insanın ortaya çıkışıyla gerçekleşti.

İnsanın ve insan toplumunun ortaya çıkışıyla birlikte, maddi malların üretimi, onun varlığının maddi temeli haline gelmiştir. İnsan toplumunun gelişiminin açıklanmasına temel olan yeni bir yasa oluşmaktadır.

Toplumsal gelişmenin yasaları, Marx ve Engel'sin toplum öğretisi olan, Lenin ve Stalin tarafından geliştirilen ve zenginleştirilen tarihsel materyalizmde saptanır

Doğa bilimi 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında, eski mekanik doğa anlayışını çürüten ve doğa bilimsel dünya görüşünde bir devrimin yolunu döşeyen bir dizi yeni bulguların sebep olduğu sıra dışı bir fırtınalı gelişme dönemine girer.

Dünyanın bilimsel anlaşılmasında kaydedilen ilerleme, atomun bölünemezliğine, kütlenin değişmezliğine vb. ilişkin eskimiş kavramların yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kıldı. Başka bir deyişle, bu ilerleme, materyalizmin eski biçiminin terk edilmesini ve mekanik materyalizm yerine diyalektik materyalizmin geçmesini talep ediyordu. Engels, materyalizmin, her çağ açıcı bulguyla birlikte kaçınılmaz olarak biçim değiştirmek zorunda olduğunu öğretti.

Bu biçim değişikliği, doğa biliminin doğa gelişimcisi materyalistlerini, kimyasal elementlerin değişmezliği, atomun bölünemezliği ve parçalanamazlığı ve kütlenin devamlılığına ilişkin eski mekanik görüşlere sırtlarını dönmesini sağlaması gerekiyordu.
Ancak, bu insanların bilimsel çalışmalarını sürdürdükleri sos yo politik ortamın tamamı, "onları, Marx ve Engels"ten uzaklaştırıp yavan, resmi felsefenin kucağına atmaktadır."*

Doğa bilimcilerinin, mekanik ve metafizik materyalizmden diyalektik materyalizme giden yolu bulmada gösterdikleri yeteneksizlik, aynı zamanda onların idealist yalpalamalarının da kaynağıdır.

Doğa bilimcilerinin bir kısmı, fiziğin eski temel ilkelerinin çürütülmesinin, sözüm ona bu ilkelerin öznel karakterini tanıtladığı argümanını öne sürdüler. Fizik kavramlarının, doğadan çıkarılmadığı, bilinçten bağımsız olarak var olan maddi şeylerin ve onların nesnel ilişkilerinin birer sureti olmadıkları sonucuna vardılar.

Bütün bu argümanları incelerken Lenin, felsefi açıdan "modern fiziğin krizinin özünün", bilincimizin dışında var olan nesnel gerçekliğin reddinde, "yani idealizm ve bilinmezciliğin, materyalizmin yerini almasında yattığı” sonucuna vardı. "Madde kayboldu": Bu krizin yarattığı temel ve ...tipik güçlük işte böyle ifade edilebilir."

Lenin, bu krizin sınıfsal kökeninin ayrıntılı bir açıklamasını veriyordu ve aynı zamanda teorik fizikteki krizin çözümünün anahtarı olan felsefi madde kavramının dahiyane tanımını yapıyordu. Bu tanım,   felsefi madde kavramını ortadan kaldırarak materyalizmin " hakkından gelmek" ve doğa bilimlerini idealizme çekmek niyetinde olan "fizikçi idealistleri" bir hamlede teşhir etmeyi olanaklı kıldı.

Lenin, madde kavramının "eskimiş" olduğunu söyleyen Machçıların iddialarını, çocuksu bir geveleme olarak tanımlamıştır. Lenin, iki bin yıldır felsefede materyalizm ve idealizm arasındaki mücadele nasıl eskimediyse bu kavramın da eskiyemeyeceğini söylemiştir.
Fizikçilerin maddenin yapısı hakkındaki düşünceleri konusunda durum farklıdır. Düşünceleri, bilimin ileriye attığı her gün, her adımla birlikte değişmektedir.

Fizikçiler, "Madde kayboluyor" diyorsa, bu, Lenin'in de dediği gibi "maddenin, bu sınırının kaybolması ve bilgimizin daha derinlere nüfuz etmesi demektir; maddenin (içine nüfuz edilememe, süredurum, kütle gibi) bize daha önce mutlak değişmez, en ilk gibi görünen özellikleri kayboluyor ve şimdi artık bu özellikler göreli, maddenin ancak belli durumlarına özgü bir şey olarak kabul ediliyor demektir. Çünkü maddenin biricik "özelliği", ki felsefi materyalizm onun tanınmasına bağlıdır, nesnel bir gerçeklik olması, zihnimizin dışında var olması özelliğidir."

Diyalektik materyalizm, bilimin konusunun sonsuz olduğunu, doğanın tükenmez olduğunu, büyükte de küçükte de, bütün parçalarında doğanın başlangıçsız ve sonsuz olduğunu öğretir.

Ancak ve ancak diyalektik materyalizm bakış açısından hareketle, fizikçileri, diyalektiğin maddenin sonsuz bir hareket, değişim ve gelişim sürecinde bulunduğu tezine doğrudan yaklaştıran yeni bulguları doğru anlamak ve açıklamak mümkündür.

"Yeni fizik", diyor Lenin, "asıl olarak, fizikçiler diyalektiği bilmedikleri için idealizme sapmıştır."

Marx ve Engels'in bakış açısıyla, diyor Lenin, yalnızca tek bir şey değişmezdir: Maddenin gelişimi canlı yaratıkların ve insanın oluşumuna yol açtığında, dış dünyanın nesnel varlığı ve gelişimi ve onun insan bilincindeki yansıması. "Şeylerin "özü"ya da "töz" de göreli şeylerdir", diye açıklar Lenin diyalektik materyalizm öğretisini, "ve bunlar, ancak insanın nesneler hakkındaki bilgisinin derinliğinin ölçüsünü ifade ederler; ve dün, bu bilginin derinliği atomun ötesine gidemezken ve bugün de elektron ve eterin ötesine gidemezken, diyalektik materyalizm, insanın gelişen bilimi ile kazandığı doğa bilgisi içerisindeki bütün bu kilometre taşlarının geçici, göreli, yaklaşık niteliği üzerinde direnmektedir. Elektron, atom kadar bitmez tükenmezdir, doğa sonsuzdur, ama sonsuz olarak vardır; ve işte zihnin ve insan algısının dışında doğanın varlığının bu tek kategorik, bu tek koşulsuz tanınmasıdır ki, diyalektik materyalizmi görece bilinemezcilikten ve idealizmden ayırt eder."

Lenin'in diyalektik ve metafizik materyalizmi, bu son derece derin ve açık biçimde karşı karşıya koyuşu, yeni fiziğin temsilcilerinin materyalizm ile idealizm arasında yalpalamalarının kaynağına güçlü bir ışık tutmaktadır.

Fizikteki yeni bulgular, Lenin'in diyalektik materyalizmin doğa bilimlerindeki kaçınılmaz zaferine ilişkin dahiyane öngörüsünün parlak bir doğrulanmasıdır.

Yeni fizik, atomların, negatif yüklü elektronun, gezegenlerin güneş etrafındaki hareketine benzer bir şeklide pozitif bir çekirdek etrafında hareket ettiği, eleman ter elektrik yüklerinden ve nötr parçacıklardan oluşan karmaşık bir sistem olduğunu saptamıştır.

Modern fizik ayrıca, proton ve nötronlardan oluşan atom çekirdeklerinin ve onların etrafında dönen elektronların, maddenin kesinlikle değişmez parçacıklar olmadıklarını, tersine bu parçacıkların, birbirlerine dönüşme yeteneğine sahip olduklarını kanıtlamıştır. Yeni fizik, atomları ve parçacıkları, kendi değişkenlikleri ve gelişimleri açısından, ortaya çıkışlarına ve birbirlerine dönüşme yetenekleri açısından araştırmaya başlamıştır.
Bütün bu yeni bulguların en önemlilerinden biri, kütle ve enerjinin eşdeğerliliğinin saptanmasıydı. Yani, madde ve enerji arasındaki kopmaz bağın saptanmasıydı. Bu diyalektik materyalizmin yeni bir doğrulanmasıydı; hem dünyanın maddi birliği açısından hem de maddi hareket biçimlerinin sonsuz çeşitliliği açısından.

Modern tekniğin atom çekirdeklerini bölerek kaydettiği gelişme, atom çekirdeklerinde saklı bulunan ve yanmanın kimyasal reaksiyonuyla elde ettiğimiz enerjinin milyon katına ulaşan devasa enerji kaynaklarından yararlanma olanağını sağlıyor.

Bugün fiili olarak bu enerjiye sahip olmamız, atomun iç dünyasının bilgisine ulaşılmasının mümkün olmadığını öne süren tüm Machçı uydurmaların pratik çürütülmesidir.

Tüm ilerici, emekçi insanlığın bugünkü görevi, bu enerjiyi yıkım amaçlı kullanma olanağını yağmacı Amerikan emperyalizminin elinden almak ve atom enerjisinin barışçı amaçlar, bütün emekçilerin refah düzeyinin yükseltilmesi doğrultusunda kullanmaya yöneltmektir.
Günümüz teorik fizikte, materyalizm ile idealizm arasında, tıpkı kırk yıl önce, Lenin'in "fizikçi idealizmin" bilimsel dayanıksızlığını teşhir ettiği sırada olduğu gibi uzlaşmaz bir mücadele sürmektedir.

Yeni bulguların açıklanmasında karşılaşılan her güçlüğü, teorik düşüncenin aşılmaz bir engeli haline getirmeye çalışan o dönemdeki Machçılık gibi, bugün de Machçılar tipindeki fizikçiler atomun iç dünyası alanındaki yeni bulguları, hem de bu bulguların gerçekliğinin mantığına rağmen, mikro kozmosu anlaşılmaz olarak göstermenin bir gerekçesi yapmaya çalışmaktadırlar.

Machçılık, zamanında, atomların gerçekliği sorununda tam bir fiyasko yaşamıştı.
Modern Machçılık, bu nedenle kendilerini uyarlamak ve bilimin atomun dışının deneysel araştırılmasından atomun içinin, atom çekirdeğinin araştırılmasına geç işiyle birlikte karşı karşıya geldiği yeni sorunlara sarılmak zorunda kalmaktadır. Örneğin, atom çekirdeğinin çapının, dolaysız gözlemleyemediğimiz atomun "santimetrenin yüz milyonda biri olarak ifade edilmekte olan" çapının on binde birine denk düşmesi gibi.

Bertran veya Rus sel gibi en kemikleşmiş Machçı obskürantlar, elektron ve protonun "fiziksel dünyanın bir maddesi olmadıklarını, yalnızca "duyumlardan" birleştirilmiş "karmaşık mantıksal konstrüksiyonlar..." olduklarını öne sürmektedirler.
Fizik deneyine dayanmak durumunda olan başka Machçılar, fiziğe gizliden idealizm taşımak için daha kurnazca yöntemlere başvurmaktadırlar. Maddenin özelliklerine ve mikro kozmosun yasalarına dair eski fizik tasavvurlarını gözden geçirmek gerektiği bahanesiyle, Eddington, Heisenberg, Jordan, Bohr, Dirac gibi modern Machçılar, en basit süreçlerde etkili olmadığı gerekçesiyle nedensellik ilkesini bir kenara atmayı öneriyorlar.
Nedensellik yasasının terki ve onun yerine istatistik'i yasalarının (Heisenberg'in elektronun "irade özgürlüğü"   teziyle ilişkili olarak) konması, yalnızca bu insanların düşüncelerinin metafizik sınırlılığına ve Machçıların,   mikro kozmosun görüngülerine uygulanırken nedensellik yasasının aldığı biçim değişikliğinin, gerçek süreçler arasında bu ilişki türünün kaybolduğu anlamına gelmediğini anlamaya niyetli olmadıklarına işaret eder. İstatistik'i yasalar, dinamik (nedensel) yasalardan kesinkes ayrılmamıştır ve bilimin görevi tam da, bu iki somut yasa biçiminin özelliklerini ortaya çıkarmaktır; ki bunlardan ilki ağırlıkla mikro kozmosun görüngüleri için karakteristiktir, ikincisi ise ağırlıkla makro kozmosun süreçleri için karakteristiktir.

Dinamik ve istatistik yasaların gerçekliğini ve ilişkisini reddetmek, makro kozmos ile mikro kozmosun gerçekliğini ve ilişkisini reddetmek demektir, ki bu da açıkça bir saçmalık olur.

Parlak Rus Fizikçisi P. N. Lebedeyev, deneysel olarak saptadığı ışık basıncı görüngüsü, fizikçileri, ışık dalgaları akımının kütleye sahip olduğu sonucuna vardırmıştır. O günden beri, ışık ile maddenin karşı karşıya konulmasına bir son verilmiş bulunuyor. Fizikçi için ışık, hareket eden maddenin biçimlerinden biridir. Rölativite kuramına dayanan enerjinin ve kütlenin eşdeğerliliği ilkesi, Machçıların enerjiyle maddeyi karşı karşıya koymalarının tüm dayanıksızlığını açığa çıkarmıştır.

Bütün bunlar, diyalektik materyalizmin, maddi hareket biçimlerinin tükenmez olduğu ve belirli koşullar altında birinin ötekine dönüşebileceği tezinin doğrulunun yeni bir ispatıdır. Modern fizikte egemen olan rölativite kuramı, diyalektik materyalizmin, hareket halindeki maddeye ve uzay ile zamanın onun varlığının nesnel biçimi olduğuna dair öğretisinin parlak bir doğrulanmasıydı. Rölativite kuramı, uzay ve zamanı maddeden bağımsız gerçeklikler olarak gören eski metafizik tasavvurlara karşıt olarak, uzay ve zaman özelliklerinin maddenin durumuna, hareketine ve dağılımına bağlı olduğunu saptamıştır. Kuvantum kuramı, maddenin yapısındaki kesintisizlik ve kesikliliğin diyalektik birliği tezini doğrular. Geçmişte fizikçiler, doğa gelişimcisi materyalistler idi, günümüz fiziği ise onları, giderek daha etkili bir biçimde materyalist diyalektiğe yaklaşmaya zorluyor. Kapitalist ülkelerde, burjuva önyargılarla mücadele edebilecek durumda olan yalnızca tek tük bilim adamları bulunmaktadır. Onların en ön safında büyük barış savaşçısı F. Joliot-Curie yer almaktadır ve P. Langevin de aralarında bulunuyordu. Sovyet ülkesinde, kapitalizmin zincirlerinden kurtulmuş ve diyalektik materyalizm düşüncelerinin ışığında fizik, her alanda başarıdan başarıya koşuyor. İvanenko, Gapon, Petrşak vb. Sovyet bilim adamlarının, atom fiziği ve kozmik ışınların yapısı ve özellikleri alanındaki buluşları, mikro kozmosun yasalarının anlaşılmasında son derece önemli katkılardır. Muzaffer sosyalizmin ülkesinde bilimin ve kültürün gelişmesi karşısında, burjuva kültürün sürekli ilerleyen çürümesi, Sovyet ideolojisinin burjuva ideolojisine üstünlüğünün anlamlı bir ifadesidir. Burjuva ideologları, idealist filozoflar ve sözde bilimsel doğa araştırmacıları, istedikleri kadar tantana koparsınlar, Sovyet ülkesinde bilimin gelişmesinin, milyonlar oluşturan emekçi kitlelerin sempatisine ve fiili katılımına dayandığı, Sovyetler Birliği’nde doğanın dönüştürülmesine ilişkin kusursuz planların hayata geçtiği gerçeğini yer yüzünden silemezler.

Stalin'in "Marksizm ve Dilbiliminin Sorunları" incelemesinde verdiği Marksizm'in özet tanımında Marksist-Leninist teorinin tarihsel önemi, yeni bir derinlik ve güçle ifade bulmuştur. Marksizm, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin, yok olmaya mahkum kapitalist dünyanın dağılan ideolojisine karşı, kapitalizmin insan bilincindeki kalıntılarına karşı ve büyük, güçlü sosyalist vatanının gelişmesi için, demokrasinin, sosyalizmin zaferi, komünizmin zaferi için mücadelesindeki çürütülemez silahıdır.

"Neue Welt", sayı 24, 1951'de yayımlanmıştır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]