Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları

Sovyetler Birliği, 1968 yılında Çekoslovakya'yı işgal ettiğinde Demir Küçükaydın, Devrimci Öğrenci Birliği üyesi genç bir militandı.

“   "Ben o zaman pozisyon alabilecek durumda değildim. Nasıl açık denize çıkan bir gemici   elinde pusula olmadan, sahilden sahile giderek yolunu bulmaya çalışırsa biz de pozisyonumuz ona göre aldık, güvenilir insanlar kimlerse davada ona göre hareket ettik. Hikmet Kıvılcımlı, Fidel Castro vardı vs... "


O dönem Çekoslovakya işgalini, Sovyetler Birliği'ndeki birçok yanlış politikaya rağmen destekleyen bir politikanın taraftarı olmuş, bugün de aynı görüşte:

"Tutumumuz Emperyalizme karşı durarken Sovyetlerle özdeşleşmemekti"

"Çekoslovakya'daki değişmeler emperyalizmin bir oyunu ya da manipülasyonuydu. Dünyada Fidel Castro tarafından da o dönem dile getirildiği gibi, 'Emperyalizme karşı bunu savunmak' gerekiyordu. Bu görüş bizim çevremizde de egemendi."

"Çekoslovakya'daki reform çabası sosyalizme yönelik değildi. Bürokratik imtiyazları korumak isteyenlerin amacı buna dönük olarak daha esnek bir pozisyona geçmekti."

Küçükaydın, Çekoslovakya işgalinin, Milli Demokratik Devrim (MDD) yanlılarının, içinde yer aldıkları Türkiye İşçi Partisi'nden (TİP) ayrılmasında etkisi olduğunu söylüyor.

Geçmişte tutumlarını "Emperyalizme karşı konumu korurken, Sovyet Birliği'ndeki o olumsuzluklarla özdeşleşmemek" olarak özetleyen Küçükaydın, 40. yıldönümünde Çekoslovakya işgalinin o dönemde sol için anlamını ve olaya bugünkü bakışını bianet ile paylaştı.
Çekoslovakya işgali sol için ne anlama geliyordu?
Türkiye solu içerisinde iki farklı eğilim ve tavır vardı. Birincisi Mehmet Ali Aybar'ın Çekoslovakya'daki reform hareketleri destekleyen ve Sovyet İşgali'ne karşı çıkan tavrıydı.

Diğeri, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı ve bizim, daha sonra Dev-Genç hareketini oluşturacak olan çevrelerin "Sovyetlerde de işler iyi gitmiyor, bir şeyler eksik-yanlış ama Çekoslovakya'daki değişmeler de emperyalizmin bir oyunu ya da manipülasyonuydu. Çekoslavakya'yı emperyalizme karşı savunmak doğruydu" şeklinde dünyada Fidel Castro tarafından da dile getiriliyordu, bu görüş bizim çevremizde de egemendi.

Hatta o dönemde Kıvılcımlı'nın "Çek Meselesi mi Dünya Meselesi mi?" diye uzun bir yazısı çıkmıştı. O pozisyonu Decameron'un aşk hikayelerinde bir hikaye vardır:

Bir Yahudi ile bir Hıristiyan çok iyi arkadaştırlar. Hıristiyan, Yahudi'nin de Hıristiyan olmasını ister. Yahudi, bir şart koşar, "Ben bir Papalığa gideceğim" der. O dönem Papalığın çürüdüğü bir dönemdir. Kötü netice alacağını ve şansı kalmayacağı bilen Hıristiyan onu vazgeçirmeye çalışır ancak Yahudi ısrar edip gider. Geldikten sonra da "ben Hıristiyan oldum" der. Nedeni sorulunca da, "Doğrusu bu kadar rezalete rağmen bu din hâlâ ayaktaysa, ben Hıristiyan'ım" der.

İşte bizim tavrımız da aşağı yukarı böyleydi. Doğuda koşullar uygun değil, bu kadar rezalet var ama ona rağmen bu tercihi yaptık çünkü her şeye rağmen ayaktaydı.

Ama bizlerin o zamanki bu tavrı, Türkiye Sosyalist Hareketi doğrudan doğruya Ekim devriminin kazanımlarını reddeden, o Stalinist bürokrasi dediğimiz bir politikasının etkisinde olduğu için, aslında bugünkü açıdan bakıldığında çok geri bir tavır gibi görünebilir.

Fakat o zamanın dünyası içerisinde hareket noktamıza göre bence her şeye rağmen eleştirel ve ileri bir tavırdı.

Emperyalizme karşı bir yandan konumu koruyabilmek, öte yandan da Sovyetlerdeki o olumsuzluklarla özdeşleşmemek, onlara karşı eleştirel tavrı sürdürebilmek, bizim tavrımız böyleydi.

Ben bugün hâlâ da öyle görüyorum. Bugün o dönem hakkında yazı yazan bir sürü insan hâlâ bugünkü bakış açısından o dönemi değerlendiriyor.
Bugün bakınca bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Manipülasyon her zaman elbette olabilir. Ama bu tavrın yetersiz olduğunu, Çekoslovakya'daki reform çabasının da   bizlerin düşündüğü gibi bir sosyalizme yönelik olmadığını, aslında bürokratik imtiyazları korumak isteyenlerin daha esnek bir pozisyona geçerek bu imtiyazları korumaya dönük bir hareket olduğunu düşünüyorum.

Bu hareket ilerlediği taktirde, muhtemel belki kapitalizme geçişle de sonuçlanabilirdi.

Yani 1989-90'larda olan muhtemel o zaman da olabilirdi. Ama ben herhangi bir sistemin   zorla tutulmasından yana değilim.

Bunu Doğu Almanya'da gördük, ilk başta ortaya çıkanlar, genelde bürokratik aygıtta yer alan insanlardı, "halk biziz" diyorlardı.   Ama sonunda işçi sınıfı çıktı, "İşçi sınıfı halk biziz, biz Batı Almanya'ya katılmak istiyoruz, bizim Sosyalizm diye bir derdimiz yok" dedi.

Böyle de bir yol izleyebilirdi ama böyle bir yol izlenseydi dahi ben Sovyet işgaline karşı çıkılması gerektiğini düşünüyorum.

Ben o zaman pozisyon alabilecek durumda değildim. O zaman genç bir militandım. Nasıl açık denize çıkan bir gemici   elinde pusula olmadan, sahilden sahile giderek yolunu bulmaya çalışırsa biz de pozisyonumuz ona göre aldık, güvenilir insanlar kimlerse davada ona göre hareket ettik. Hikmet Kıvılcımlı, Fidel Castro vardı vs...

O zamanlar biz Devrimci Öğrenci Birliği'ndeydik, hatta Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve MDD bile ayrılmamıştı.

Hepimiz TİP'in içindeydik. Çekoslovakya olayı, MDD'nin ayrılmasının ve gençler arasında etki sağlamasında paradoksal şekilde etkili oldu: Aybar bir yandan güleryüzlü sosyalizm diyerek bizlerce tutarsız bir tavır almıştı, öte yandan bizlere "Rosa Lüksemburg okuyun" diyordu. Oysa, "Marx, Lenin, Engels" bize daha yakın geliyordu.

Aybar'ın tavrının bizden daha tutarlı olduğunu düşünmüyorum. Aybar bir burjuva sosyalistiydi. Liberal sosyalizm bağlamında sorunu ele alıyordu ve dünya düzeyinde yaklaşmıyordu soruna.

TARİHİ HİÇ ANLAYAMADIĞIMZ zamanlarda oluyor

hakkı  |  Cvp:
Cevap: 1
12.05.2016- 12:38

Tarihten öğrendiklerimiz

1950ler Orta ve Doğu Avrupa için yeni bir dönemin başladığı, sancılı yıllardır. II. Dünya Savaşı sonrası Alman işgalinden kurtulan Batı Avrupalılar (Fransa, Hollanda, Belçika) liberal çizgide devam ederken, Polonya, Çekoslavkya ve Macaristan gibi ülkeler ise SSCB etkisinde sosyalist devletler olarak tarih sahnesinde yer aldılar.

Fakat sosyalizmin yerleşmesi kolay olmadı bu ülkelerde (hatta 1990 lara geldiğimizde ortadan kalktı). Uygulamalardaki farklılıklar, yönetimlerin SSCB ile olan ilişkileri hiç bir zaman sorunsuz olmadı. Dolayısıyla ayaklanmalar, isyanlar kaçınılmaz oldu; Prag Baharı ve bu yazının konusu olan Macar Ayaklanması gibi.

Stalin in ölümü sonrası Kruşçev liderliğinde stalinizmi tasfiye çalışmaları başlar Sovyetler de ve Sovyetler in kontrolündeki diğer sosyalist ülkelerde. Bu tasfiyeden etkilenen liderlerden biri de Macaristan İşçi Partisi nin genel sekreteri ve Macaristan Başbakanı Matyas Rakosi dir. Rakosi görevden uzaklaştırılır ve yerine Imre Nagy gelir. Nagy selefine kıyasla daha demokrat ve bugünlerin tabiriyle ılımlı   bir liderdir. Kolektif çiftlik üyeliği zorunluluğunu kaldırması gibi yaptığı bazı ekonomik reformlar, dini ve milli değerlere karşı toleransı Macar halkını memnun etse de de rahatsızlık yaratmıştır.

Bu yüzden 1953 te devraldığı başbakanlık koltuğunu bırakmak zorunda kalır 1955 ilkbaharında. Rakosi göreve geri getirilir ve reformları durdurmakla işe başlar. Fakat Rakosi 1956 Temmuzunda, SSCB nin kendisi ile sürtüşen Yugoslav lider Tito ile ilişkileri düzeltmek istemesinden dolayı tüm görevlerinden uzaklaştırılarak tekrar tasfiye edilir.

Üst kademede işler bu durumdayken, halk reformların devam etmesini ve bir değişim yaşanması gerektiğini düşünür. 23 Ekim 1956 da öğrencilerin başlattığı değişim yürüyüşü halktan da büyük destek görür ve 200 bin kişi katılır bu yürüyüşlere. Fakat yeni başbakan Erno Gero bu yürüyüşlere karşı sert bir tepkiyle yaklaşır ve polisler yürüyüş yapan kalabalığa ateş açar. Ordunun halka katılmasıyla, halk silahlanır.

Nagy göreve geri getirilir ve isyancılara reformlara devam etmeyi vaadederek gösterilerin sonlandırılmasını ister. Fakat cevap olumsuz olur, isyancılar Sovyet ordusunun ülkeyi terketmesini isterler. Bu arada devam eden reformlarla kilise tekrar güçlenmiş, muhalefet partileri temsil hakkı kazanmıştır Macaristanda. Kabul etmek gerekir ki bunlar sosyalist bir ülkede gerçekleşmemesi gereken, gerçekleştiğinde de acilen sert önlemlerle çözülmesi gereken problemlerdir.

Avrupada bu tarz anti-sosyalist sorunları çözecek olan tek askeri ve siyasal güç de SSCB dir. SSCB tıpkı 68&de Prag Baharında Çek Cumhuriyetine yapacağı gibi, Macaristanı işgal kararı almıştır. Brejnev Doktrininin temeli sayılan 30 Ekim Deklarasyonu yayınlanır. SSCB devrim tehlike altında olduğu zaman sosyalist ülkelere müdahale hakkının olduğunu belirtir ve böylece askeri müdahele için gerekli zemini hazırlar


30 Ekim Deklarasyonunun ertesi günü Sovyet orduları Budapeşteyi kuşatır, Nagy de buna Varşova Paktından ülkesini çıkararak karşılık verir. Radyolar teker teker susturulmadan önce dünyaya durumlarını durdurma çabasına girerler, Nagy de BMye ve diğer ülkelere çağrıda bulunur ve yardım ister. İşgalden üç gün sonra Sovyetler yine deklarasyon gereğince müzakere talep edip Nagy ile isyanın öncüsü General Pal Malateri tutaklatır. Bu arada Nagy hükümetinde görev almış olan Janos Kadar başbakanlığı devralarak Sovyet yanlısı yeni bir hükümet kurar. Halkın silahlı direnişini bir gecede kırılır Sovyet ordusunun desteğiyle ve ayaklanma sona erdirilmiş olur.


İsyan sonrasında Nagy ve Malater pek şanslı değildir. 10 yıl sonra benzer olayların gerçekleştiği Pragda Alexander Dubcek sürgün ile yaşamını kurtarırken, Nagy ve Malater sürgün ile kurtulamaz ve tutuklandıktan 2 yıl sonra Macar askeri mahkemesi tarafından vatana ihanet ile suçlanarak idam edilirler. Ayrıca geniş çaplı tutuklamalar başlar Macaristanda ve bu yüzden 150 bin Macar yurt dışına kaçar.

Macarların bu ayaklanması tahmin edilenden daha büyük bir etki yaratır. 1954 Dünya Kupası;nın finalisti ve dönemin en iyi milli takımı olarak gösterilen Macaristanın(bu dönemde 52 maçlık yenilmezlik serisi vardı) başta takımın efsane oyuncusu Ferenc Puskas olmak üzere birçok oyuncusu ülkeden kaçar. Bunun yanında Avrupadaki bir çok komünist entarnasyonel üyesi partiden ayrılır isyanın bastırılmasından sonra, tıpkı Jean Paul Sartre gibi. Ayrıca bu ayaklanmadan dolayını Times dergisi Macar halkına 1956 yılında Yılın Adamı ödülünü layık görür. Yine bu ayaklanmanın 1968deki Prag Baharını etkilediğini söylemek de yanlış olmaz.

1989 yılında   ölümünün 31. yıl dönümünde 100 bin kişi Nagy’i anma törenine katılır ve itibarının iade edilmesini ister. Soğuk Savaş döneminin sonun yaklaştığı bu yıllarda, muadilleri gibi zayıflayan sosyalist hükümet halkın isteğine karşı koyamaz ve itibarını iade eder Nagy e. Böylece yıllar sonra hem haksız bir suçlama son bulur, hem de Macaristan da sosyalist rejim döneminin sonu başlamış olur.

Bilkent öğrenci gazetesi

Bazen tarihte bazı olaylar hoşumuza gitmese de yaşanmış gerçeklerdir, öğrenmek görmemezlikten gelmekten iyidir. Bazı gerçekleri bilmemiz bizi yeni hatalar yapmaktan alıkoyar.
Hatalarımız bizim bizim deneyimlerimizdir öğrenerek yürüyoruz.

Hata insanın öğretmenidir ya bizden öncekilerden ya hatalarımızdan öğrenerek biliçleniriz.
Ama, aynı suda iki kare yıkanılmayacağına (Mao) göre. Aynı hataları tekrarlamamızda bizi aptallar sınıfına iter.
Hakkı Baykuş





Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]