Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

05.12.2016- 17:22

'Diktatör' Fidel

İlker Belek


Resim Ekleme

Fidel, komünist, Marksist-Leninist’ti.

Batista diktatörlüğüne karşı duyduğu insani tepkilerle devrimci olmuş, komünizmle tesadüfen eline geçen Manifesto ile tanışmıştı.

Fidel, insan kalabilmenin koşulunun boyun eğmemek, boyun eğmemenin koşulunun ise komünistlik olduğunu yaşayarak kanıtlamış bir önderdir. Aynı şey Küba için de geçerlidir. Küba devrim sonrasında sosyalizmi tercih etmeseydi ayakta kalamazdı.

Marksizm’in siyasi abc’si Marx’ın daha 1852’de Weydemeyer’e yazdığı mektupta özlü biçimde formüle edilmiştir. Konu; sınıf, sınıf savaşımı ve toplumun geleceğidir: “Benim yeni olarak yaptığım şundan ibaretti: 1-Sınıfların varlığının yalnızca üretimin belli tarihsel gelişim evrelerine bağlı olduğunu, 2- sınıflar savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götüreceğini, 3- bizzat bu diktatoryanın bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten ibaret olduğunu göstermek.”

Bu kadar: Her Marksist-Leninist sınıfsız toplumun kuruluşu için proletaryanın diktatörlüğünü savunur. Sosyalizm yalnızca geçiştir.

Mezopotamya kent devletlerinden beri bütün toplumlar sınıflıdır. O zamandan beri her toplum bir diktatörlüktür. Üretim araçlarının sahipleri, aynı zamanda diktatörlüğün de sahipleridir.

Günümüzde diktatörlüğü belirleyen özel mülkiyet rejimidir. Özgürlük, eşitlik, adalet için bu rejimin yıkılması, üretim araçlarının kamulaştırılması gerekir. Patronla, sömürdüğü işçi nasıl eşit olabilir ve eşitlik olmadan işçi nasıl özgürleşebilir. Özel mülkiyet rejiminde eşitlik de, özgürlük de kağıt üzerindedir.

Sosyalizm patronların elindeki fabrikalara, ağaların mülkiyetindeki tarlalara el koyarak kamulaştıran diktatörlüktür. Artık ilişki tersine dönmüş, denklem tersinden kurulmuştur: Eski egemen sınıfın üretim araçlarını, yani iktidarı yeniden ele geçirmesini engellemek için proletarya kendi diktatörlüğünü kurmuştur.

Bir Marksist-Leninist olarak Fidel burjuva iktidarını tarihin çöp sepetine göndermek ve emperyalist ülkelerden gelebilecek tehditleri bertaraf etmek bakımından kurulan proletarya diktatörlüğünün öncüsüdür.

Diktatörlük de demokrasi de sınıfsal kavramlardır. Patronlar için demokrasi olan işçi ve köylüler için diktatörlüktür. İşçi iktidarı kendi demokrasisini kurmak için burjuvaziye diktatörce davranmak zorundadır. Burjuvazi, işçiyi sömürerek biriktirdiği sermayesini gönül rızasıyla gerçek sahibine, proletaryaya vermeyeceği için böyledir.

Fidel’in babası bir toprak ağasıydı ve devrimin ilk icraatlarından birisi toprak reformu oldu. Fidel diktatördür ve diktatörlüğü kendisine, kendi sınıfsal kimliğine karşıdır. Fidel sınıfları ortadan kaldırmak, siyaseti amatörleştirmek için kendisine karşı diktatördür.

Küba proletarya diktatörlüğü üzerinden ilerlemeseydi Batista rejiminin inşa ettiği toplumsal yapıyı değiştiremezdi. Küba, sömürücülere karşı diktatör olduğu için, demokrasidir.

Küba’nın sağlıktaki, eğitimdeki başarıları, kadına insanlığını vermesi, işsizliği yok etmesi, hepsi sosyalist demokrasinin sonuçlarıdır.

Bugün bütün dünya tekelci-endüstriyel tarımın, kimyasalların pençesinde kıvranırken, kaynakları kıt Küba kent tarımıyla kendi halkını besleyebiliyorsa, bunu sağlayan şey, Fidel’in tekellere karşı diktatör olmasıdır.

Küba, herhangi bir Kübalı vatandaş gibi yaşayan, saraylara sığmayan devrimcilerin ülkesidir. Küba genel seçimlerde paranın etki etmediği tek ülkedir. Fidel seçildiği seçim bölgesindeki halka kendisini görevden alma yetkisi veren bir diktatördür.

Küba bir zamanlar ABD’nin kerhanesiydi. Fidel o pislikten özgür, kalkınmış, onurlu, kendisine yeten bir ülke yarattı.

Fidel burjuvaziye karşı diktatör, Küba halkı için “bizim Fidel”dir.

Fidel’e diktatör diyenlere en iyi yanıtı, O’nu sonsuzluğa uğurlamak için vakur bir duruşla Havana’yı dolduran, Küba’ya sığmayan milyonlarca Kübalı verdi.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
07.12.2016- 08:52

İnsan manzarası

Aydemir Güler




Bedenini yaktırmakmış vasiyeti Fidel’in. Koca adamın külleri bir kutuya fazla fazla sığdı tabii. Sonra bir insan bedeni için minicik kalan o kutu, Adayı bir uçtan kat etti. Milyonlar saygıya durdular, gözyaşı döktüler.

Meğer vasiyetin devamı varmış. Fidel Castro adı ülkede hiçbir yere, ne bir meydana, ne sokağa, ne dağa verilmeyecekmiş. Yaşarkenki uygulama sürecekmiş. Bunu da Raul’den öğrenmiş olduk. Vasiyetin yasa haline getirileceğini de söyledi Raul.

Küçük Küba büyük liderini uğurlarken veya o büyük lider gittikten sonra bile insanlık dersi veriyor. Burada “bile” sözcüğü fazla…

Küllerin konduğu küçük kutu ve adının hiçbir yere verilmeyecek olması, herhalde bu düzeyde bugüne kadar hiç verilmemiş bir insanlık dersidir. Bu dersin işçi sınıfı devrimleri ve sosyalizm çağında yetişen en önemli komünistlerden birinin imzasını taşıması rastlantı mıdır? Aynı imzanın bayrağı devralan yeni lider ve “ben Fidel’im” sloganını icat eden bütün bir halk tarafından paylaşılıp kolektivize edilmesi rastlantı mıdır?

Küba Sovyet devrimiyle bütünleşerek büyüyen bir deneyimdi. Sovyetler’deki karşı-devrimden sonra trajik bir tecride hapsolduğunda iki dönem geçirdi bu ülke. Birincisi “zor dönemdi.” Yokluğa karşı mutlak tasarruf, sonuna kadar dayanışma, devrimci direniş. Çok iyi yaptılar ve altından beklenenden daha kısa sürede çıktılar. Karşı cephe delinecekti mecburen. Amerikalılar ne derlerse desinler yıkılmıyordu işte Küba.

İkinci dönemde Küba bir denemeye kalktı. Kontrollü biçimde sosyalizmi, merkezi planı, devlet mülkiyetini esnetmeye başladılar. Piyasanın bir ekonomik devinim yaratacağını ve piyasaya sahne olan ülkeye para kazandıracağını kimse yadsımıyor zaten. Soru, bu esneme karşısında sosyalizmin kazanımlarının nasıl bir risk aldığı. Üstelik sosyalizmin kazanımları öyle bir şeydir ki, ancak ilerletilirse vardır. Tersi olsa, ki çok olmuştur, bir kapitalist ülke, sosyalist ülkeden kimi girdilere maruz kaldığında kapitalistliğine halel gelmez. Kapitalizme pencere aralayan sosyalizm, tanım gereği risk altındadır.

Fidel öldükten sonra bu iş biter fikrinin bir aptallık olduğunun Fidel öldükten sonra ilan edilmesi büyük bir meydan okuma değil midir? İnsanlık dersiyle politik meydan okuma aynı şey olarak karşımıza çıktı.

Şimdilik gördüğümüz, tarih yapan o iri yarı adamın küllerinin minicik bir kutuya sığdığıdır. Bana sorarsanız, Fidel ve hem kurucusu hem parçası olduğu, Küba’nın ileri sosyalist kültürü, ölmüş liderin küçük tabutunu sergileyerek ölüm ile yaşam arasında kurulabilecek sağlıksız tüm bağları reddetmiştir.

O tabut Fidel’i temsil edemeyecek kadar küçüktür. O tabut beden boyutlarına, fiziki ölçütlere gelmeyecek bir değerler silsilesini hatırlatmak için yeterlidir. Milyonların saygıya durduğu Fidel midir, yoksa o değerler silsilesi mi? Kimse zihninde Fidel’in bedenini o kutunun içinde canlandıramaz. O kutu, kutsanan, kutsallaştırılan cenaze değil başka bir şey olmalıdır.

Küba’da sosyalizme ve devrime bağlılık duyan herkes “Yo soy Fidel” demiştir ve bu özdeşlik Fidel’in ölmüş olmasının gerçek hayatta herhangi bir şeyi değiştirmeyeceğini simgeleyen bir devrimci deklarasyonun özeti olmaktadır. Kutsanan şey insana yabancı değildir, sokakları, meydanları doldurmaktadır.

“Ben Fidel’im” ise, yani ben Fidel’sem, meydanlara ismini vermek ne kadar saçma olur. Kişisel tevazuun halka, kolektife mal olan bir cüretle buluşmasına tanıklık ettik.

Fidel’in cenaze töreni insanlığın ve sosyalizmin en ileri gömü kültürünü sergilemiş bulunuyor. Bu cenaze başından bütün sonuçlarına kadar politiktir. Belli bir politik amaç gözeterek kurgulanmıştır. Bir cenaze, politik kurguların en zor sınavdan geçecekleri sahnedir. En küçük yapaylık, en küçük oturmamışlık tabutun üstünden dökülür.

Fidel’den sonrasına niyetlenen sömürü çetelerinin aklı eriyor mu, bilmiyorum. Ama Küba şimdi daha güçlü.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
21.02.2018- 12:23

Fidel Castro: Nasıl komünist oldum?

"Üniversiteye bir toprak sahibinin oğlu olarak girmiştim, daha da kötüsü siyaseten bir cahil olarak! …Ve hatırlatayım, ne bir parti üyesi, ne bir komünist, ne bir sosyalist, ne de radikal biri beni yakalamış, idoeoloji telkin etmiştir."

Resim Ekleme

Çeviri: Eren Karaca

Bu yazı, 18 Kasım 1971 tarihli Fidel Castro ve Şili’deki Concepción Üniversitesi öğrencileri arasında gerçekleştirilen soru-cevap oturumundan deşifre edilmiştir.

Toprak sahibi birinin oğluydum; gerici olmama neden olacak nedenlerden biri buydu. Zenginlerin oğullarının gittiği dini okullardan birinde eğitim aldım; gerici olmam için diğer bir neden. Filmlerin, yayınların ve kitlesel medyanın hepsinin “ABD yapımı” olduğu bir Küba’da yaşadım; bu da gerici olmak için üçüncü neden. On beş bin öğrenci içerisinden yalnızca otuzunun antiemperyalist olduğu bir üniversitede okudum ve bitirdiğimde o otuz kişiden biri bendim. Üniversiteye bir toprak sahibinin oğlu olarak girmiştim, daha da kötüsü siyaseten bir cahil olarak!

…Ve hatırlatayım, ne bir parti üyesi, ne bir komünist, ne bir sosyalist, ne de radikal biri beni yakalamış, idoeoloji telkin etmiştir. Yoktu. Ekonomi politiği, burjuva bakış açısından anlatmaya çalışan büyük, ağır, berbat, okunmaz, çekilmez bir kitap vermişlerdi elime; buna ekonomi politik diyorlardı!

Ve bu çekilmez kitap, aşırı üretimin krizlerini ve benzer sorunları dünyanın en doğal şeyleriymiş gibi anlatıyordu. İngiltere’de kömür fazlası olduğunda, tarihin, toplumun ve doğanın değişmez ve acımasız kanunlarına göre aşırı üretim krizinin kaçınılmaz olmasından ve krizin işsizlik ve açlık getirmesinden dolayı bazı işçilerin hiç kömürü olmadığını anlatıyordu. Çok fazla kömür olduğundan işçiler donuyor ve de aç kalıyorlardı!

Ve burjuvazi okullarında Yanki propagandası ile eğitilen bu toprak sahibinin oğlu, bu sistemde bir şeylerin yanlış olduğunu, bir şeylerin mantıksız olduğunu düşünmeye başladı.

Daha sonradan büyük bir toprak sahibi olan yoksul bir adamın oğlu olarak, en azından kırsal bölgede köylülerle, yoksullarla arkadaşlık etme fırsatım oldu. Bir toprak sahibinin torunu olmuş olsaydım, babam büyük ihtimalle beni başkentte, aşırı aristokrat bir yerleşim yerinde yaşamaya götürecekti ve üzerimde olumlu etkiler bırakan bu sosyal çevreyi bulamamış olacaktım. Biz insanlarda bulunan egoizm ve diğer olumsuz özellikleri devam ettirecektim.

Şansıma, okuduğum okullar da bazı olumlu etmenlerin gelişmesini sağladı. Belirli bir idealist rasyonalite, iyi ve kötü ya da adil veya adil olmayan kavramları ile dayatmalara ve baskılara karşı belirli bir karşı çıkma ruhu, beni insan toplumlarını analiz etmeye götürdü ve beni daha sonraları anlayacağım gibi bir ütopyacı komüniste dönüştürdü. O zamanlarda halen bir komünistle tanışma veya komünist bir yazı okuma şansını elde edememiştim.

Sonra bir gün Komünist Manifesto’nun, o meşhur Komünist Manifesto’nun bir kopyası elime geçti ve hiç unutmayacağım şeyler okudum. Ne ifadeler, ne gerçekler! Bu gerçekleri her gün görüyorduk!

Anlamadığı bir ormanda doğmuş küçük bir hayvancık gibi hissettim kendimi. Sonra birden bu hayvancık ormanın haritasını buluyor, açıklamasını, ormanın coğrafyasını ve içindeki her şeyi…. İşte o zaman duruşumu belirledim. Şimdi dönün bakın, Marx’ın düşünceleri yalnızca doğru ve ilham verici değildir. Mücadelemizi o düşünceler üzerine kurmasaydık, şimdi burada olmazdık! Burada olmazdık!

O zamanlar bir komünist miydim? Hayır. Tam bir komünist olmadan çok önce siyasi bir kuramı keşfedecek kadar şanslı bir adamdım, Küba’nın siyasi krizinin girdabına kapılmış bir adamdım…

İlerlemeye devam ettim. Daha sonra Lenin’in kitabından öğrendiğimden daha somut bir şekilde emperyalizmi görme fırsatı yakaladım. Emperyalizmle tanıştım, en kötüsü ve en saldırganıyla… Hayat bana gerçekliği daha iyi bir şekilde gösterdi. Ve bu beni daha da devrimci, daha da sosyalist, daha da komünist yaptı.

http://haber.sol.org.tr/sol-ceviri/fidel-castro-nasil-komunist-oldum-177877

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
07.11.2021- 10:52

Fidel ve Ekim Devrimi


Fidel: Ekim Devrimi olmasaydı sömürgeciliğin sonu mümkün olmazdı

Resim Ekleme

YASİN ÇALIŞ


Fidel’siz geçen beş yılda, kapitalist barbarlık tüm emekçiler açısından dünyayı cehenneme çevirmeye, en iyi bildiği işler olan sömürüye, yıkımlara, adaletsizliğe son hızda devam etti. Son iki yıla damgasını vuran Covid-19 pandemisi sadece emeğiyle geçinenlerin başına çöktü; burjuvazi kârına kâr katmaya devam etti. Fidel’siz geçen beş yılda ise Küba, insanlığın onuru olmaya devam etti. ABD ablukasının hız kesmeden devam ettiği süreçlerde dahi Küba üretmeye, ürettiğini dünya emekçileriyle paylaşmaya, dünyanın geleceğinin sosyalizm olduğunu haykırmaya devam etti. Kuşkusuz Küba’nın tüm bunları gerçekleştirebilmesinde Fidel’in devrimci mirasının payı çok büyük. Küba halkı Yo Soy Fidel (Ben Fidel’im) demeye devam ediyor.

Bu yıl Fidel’in aramızdan ayrılışının beşinci, insanlık tarihinin en parlak anlarından biri olan Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin ise 104. yıldönümü. Bu nedenle Fidel’in Büyük Ekim Sosyalist Devrimi ve devrimin önderi Vladimir İlyiç Lenin hakkında farklı mekân ve tarihlerde söylediği sözlerini derlemek istedik sizin için.

Bir asırdan fazla bir süre önce, dünya tarihi geri dönüşsüz bir şekilde değişti. Büyük Ekim Sosyalist Devrimi, insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Böylesi bir tarihi olay ve önderi Vladimir İlyiç Lenin’in varlığı, Avrupa’da, Latin Amerika’da ve dünyanın geri kalan birçok ülkesinde muazzam bir etkiye sahip oldu.

Başkumandan Fidel Castro, Küba Devrimi’nin de ilham kaynağı olan bu büyük atılım hakkında, 26 Temmuz 1973’te yani Moncada Kışlası Baskını’nın yirminci yıl dönümünde şunları söylemişti:

“Ekim Devrimi olmaksızın; ilk önce emperyalist müdahaleye ve ablukaya direnen daha sonrasında ise 20 milyon insanın hayatına mal olsa da faşizmin saldırganlığını alt eden, dünyadaki tek bir işçinin dahi emeğini ve fedakârlığını sömürmeden teknolojisini ve ekonomisini geliştirmiş olan Sovyet halkının ölümsüz kahramanlığı olmaksızın; sömürgeciliğin sona ermesi ve tüm kıtalarda onlarca halkın kurtuluşu kesinlikle ama kesinlikle mümkün olmazdı.”

İki yıl sonra, 22 Ağustos 1975'te ülkesindeki ilk Marksist-Leninist partinin kuruluşunun 50. yıldönümü töreninin akşamında "Lázaro Peña" tiyatrosunda yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“(…) 1917 Ekim Devrimi; dünyadaki ilk işçi köylü devleti; hem sömürgeciliğe karşı hem de ulusal bağımsızlık ve toplumsal kurtuluş için verdiği mücadelesiyle devrimci hareket; olağanüstü bir ilham ve muazzam bir deneyim zenginliği kazandırmıştır.”

Çekoslovakya’nın başkenti Prag’daki Carolinum Üniversitesi’nin 22 Haziran 1972’de kendisine hukuk bilimleri alanında fahri doktora ünvanı verilmesinin ardından Fidel törende yaptığı konuşmasında Ekim Devrimi’nin önemine dair şu sözleri kaydetti:

“Dünyada Ekim Devrimi ile başlayan böylesi olağanüstü bir değişimin, kolay bir değişim olacağını, insan toplumunun böylesi olağanüstü bir doğumunun kolay bir doğum olacağını kimsenin düşünmeye hakkı yoktu. Sosyalizm, yeni bir sistem olarak, sömürüye karşı muazzam ve tarihi bir zafer olarak, tüm insanlık için ortak bir umut olarak ortaya çıkmıştır”.

25 Şubat 1976’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 25. Kongresi’nde:

“Hiçbir devrimci, Sovyet Komünistlerinden her zaman yayılan cesareti ve teşviki hissetmekten geri kalmamıştır. Gerçekleştiği andan itibaren, tüm devrimci yeni nesillerin, Ekim Devrimi'nin fikirleri, ruhu ve ilkeleriyle yetiştirildiği söylenebilir. Tarihte hiçbir olay, insanların zihinlerini, halkların kaderini ve dünyanın ilerleyişini bu denli etkilemedi. O zamandan beri insanlık, tüm tarihi boyunca en verimli devrimci dönüşüm dönemini yaşamaya devam ediyor.”

Moncada Kışlası Baskını’nın otuzbirinci yıl dönümünde (1984) Cienfuegos’ta düzenlenen eylemde konuşan Fidel, proletaryanın kapitalizme karşı mücadelesinin tarihsel örneğine dair:

"(...) tarihsel gerçek şudur ki, devrimleri zorla ezme fikri, tarih boyunca emperyalizmin ve tüm gerici sistemlerin felsefe ve düşüncesinin her zaman bir parçası olmuştur." sözlerini söylemiştir.

Fidel, Lenin’in doğumunun yüzüncü yılında (22 Nisan 1970) düzenlenen etkinlikte ise Ekim Devrimi’nin önderi hakkında şunları kaydetmiştir.

“Onun gibi hiç kimse Marksist teorinin tüm derinliğini, tüm özünü ve tüm değerini yorumlayamamıştır. Kimse onun kadar bu teoriye haiz olamadı ve onu nihai sonuçlarına taşıyamadı. Kimse onun gibi Marksizmi geliştirememiş ve onun yaptığı şekilde zenginleştirememiştir. "

Resim Ekleme
Moncada Kışlası Baskını’nın ardından çıkarıldığı duruşmada Fidel, Lenin'in bir kitabını okumakla suçlanmış ve şu yanıtı vermiştir: Evet, Lenin okuyoruz, Lenin okumayan bir cahildir.

https://haber.sol.org.tr/haber/fidel-ve-ekim-devrimi-317754

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]