Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Güncel Tartışma Konuları

'Eeey Almanya, Erdoğan’ı sıkıştır ama uzaklaştırma!'

Kemal Okuyan


Dünyanın başat emperyalist ülkelerinin devletlerinden, hükümetlerinden özgürlük mücadelesine destek isteyen, onlara yol gösteren ilk kişi değil Can Dündar. Dahası, Can Dündar’ın siyasi kimliğinin solunda yer aldığını iddia eden epeycene kişi tanıyoruz Almanya’dan, Fransa’dan “demokrasi” bekleyen. ABD’ye mektup yazan “laik”leri de görmüştük bir zamanlar.

Düzen siyaseti bu. Düzen içinde durulduğunda o dünyada ağırlıklı unsurlardan birine ya da ötekine yönelmek kaçınılmaz hale geliyor. Can Dündar da öyle yapmış, geçenlerde Almanya’nın sol gazetelerinden Junge Welt’e Türkiye’deki özgürlük mücadelesine Alman hükümetinin ve Alman sivil toplumunun destek vermesi gerektiğini söylemiş. Bir de “Türkiye’yi dışlamayın” uyarısında bulunmuş, Erdoğan’ın iyice özgürleşeceği kaygısıyla…

Ama Erdoğan özgürleşemez ki!

Erdoğan da o düzenin siyasetçisi. Herkes biliyor, AKP’nin kuruluş döneminde ABD’ye giderek işi bağladığını, sonra Avrupa’nın kritik başkentlerinin desteğini nasıl aldığını… İşler azıcık karışınca bu kez Putin değere binmişti.

Bu iş şöyledir, kapitalizm sınırları içinde siyaset eyleyenler güçlü emperyalist devletlerle yakın ilişki ve işbirliği hakkını sadece kendilerinde görürler. Örnek olsun, yıllar boyunca NATO üyeliğini sorgulamayıp ABD’nin çıkarları doğrultusunda yapılandırılan bir orduya “milli” diyenler, Kürt örgütleri ABD ya da Almanya ile işbirliğine gittiğinde emperyalizmi hatırlamaktadır. Aynı Kürt örgütlerinin, Türkiye soluna emperyalizm diye bir şey olduğunu unutturduğunu da belirtelim hemen!

Evet, emperyalistlerle, dış güçlerle ilişki kurma tekeli kimde olmalı acaba! Hükümette olan parti “ben devletim, devlet olarak çıkarlarımız doğrultusunda istediğimle işbirliği yaparım” demektedir. Uzun bir dönem boyunca ABD ile NATO’nun ağır topu ülkelerle yakın ilişkilere girildi, bu ilişkilerden hiç hayır çıkmadı, hem halkımız hem başka halklar zarar gördü; faydası hep egemenlereydi. Bütün bu ilişkiler yıllarca devrimciler tarafından sorgulandı, protesto edildi, bunu yapan gençlere devlet saldırdı, devletin kontrolünde sivil faşistler saldırdı, yargı saldırdı, medya saldırdı. Özetle hükümetler, AKP dahil, emperyalizme karşı duran yurtseverlerden hiç haz etmedi.

Lakin aynı hükümetler, yine AKP dahil, muhalefettekilerin emperyalist merkezlerle ilişkisinden hep rahatsızlık duydular ve bunu büyük bir yaygara ile milliyetçi duygulara seslenerek linç gerekçesi yaptılar. “Ülkemizi başkalarına şikayet etmek”, “kökü dışarıda olmak”, vatana ihanet” vs. vs. vs.

Yakınlaşsan suç, karşıya alsan suç!

Düzen muhalefetinin tutarsızlığı da az değil ama! Mesela BOP Eş Başkanı filan diye Erdoğan suçlanır, yaftalanır ama aynı Erdoğan batıdan uzaklaşmakla da itham edilir. Emperyalizmden dem vuran kimi siyasetçilerin Sosyalist Enternasyonel’de, yani emperyalizmin en etkili platformlarından birinde boy göstermek için birbirleriyle yarışması da bir başka garabettir.

Bütün bunlar şunu göstermektedir: Düzen siyasetinde işbirlikçilik filan gibi suçlamalar hikayedir, “millicilik” de…

Çünkü düzen dediğimiz şey piyasadır, sermayenin egemenliğidir. Bunun uluslararası karşılığı emperyalizmdir; emperyalizm de bir hiyerarşi olduğu ölçüde siyasi aktörlerin güçlü emperyalist merkezlerden destek istemesi, onlarla işbirliğine yönelmesi, onların himayesinde işler çevirmesi eşyanın doğasına uygundur. Tersi düşünülemez. Bu açıdan zaten sermaye sınır tanımaz.

TÜSİAD’a yarananın Almanya ya da İngiltere ya da ABD’ye yaranmasına şaşırılmaz.

Öte yandan dış dünyadan desteğin başka bir yönü daha vardır: Halkına yabancılaşma. İktidarda ya da muhalefette, emperyalist ülkelerle geliştirilen bağın anlamı, ülkenin kaderini “dışarıya” teslim etmektir. “Demokrasi getirecekse, AB’ye bağımlılığa razıyım” diyen “sol” liberallere rastladık geçmişte. Almanya’nın demokrasisi! Volkswagen ve Siemens’in çıkarları doğrultusunda Türkiye’nin yapılandırılması!

Ya da şöyle bir örnek verelim: Türkiye’ye soğuk savaş döneminde yerleştirilen ve kontrolü ABD’de olan nükleer silahların bir bölümü, “taktik nükleer silah” vasfı taşıyordu ve ülkenin uygunsuz güçlerin eline geçmesi durumunda bu silahlar patlatılaca, insanlarımız da “demokrasi şehidi” sayılacaktı! Buna izin veren hükümetler “milli”, “NATO’ya hayır” diyenler kökü dışarıda oluyordu.

Ve bu demagoji prim yapıyordu.

Vay kardeş vay…

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
31.07.2017- 09:22

Kim güçlü, kim güçsüz, ne kadar…
Aydemir Güler


Türkiye ilericilerinin AKP karşısında kendilerini güçsüz hissetmeleri ciddi sorun. Bu hissiyattan çıkabilecek seçenekler bellidir.

Kimileri güçlüde erdem keşfedip tadını çıkartmaya baktı bugüne kadar. Kusura bakmayın, dimdik ayakta duran (!) Tüsiad’cıları ilericiden sayamayacağım için bu kategorinin neredeyse kuruduğunu söyleyeceğim. Perinçek’in Atatürkçülüğü çoktan, Nedim Şener’in demokratlığı yakın zamanda yalan oldu… İşin özü, AKP ne başkalarını kendine bağlayacak kadar güçlü olmayı sürdürüyor, ne de dağıtacak şeker kaldı. Tabii ki hediye edecek çok apartman var; ama değeceği çok şüpheli artık. Biraderlerin nasıl Fetöcü ilan edildiğine baksanıza! Yarın öbür gün, bugünkü üç kuruş için sizi de RTE֒cü diye… maazallah.

Sonra; boyun eğenler olur. İnsanlık halidir, emekli olmaya, köşelerine çekilmeye, kafalarını kuma sokmaya bakarlar. Kendilerini çok yorgun ve bezgin hissediyorlardır. Enerji veremediğimiz için üzülürüz ve -bizimki de insanlık hali- biraz da kızarız.

Boyun eğmenin insansız hali olarak bazıları da kaçarken edepsizleşir. Bunlar herkesi kaçmaya çağırırlar, kaçma fiilini kutsarlar, “one way ticket” alıp, resmini çekip facebook’a koyarlar. Çocuklarını başka yerde okutacak, canları isterse geri dönecek paraları vardır. Aslında kalanların ısrarını parasız olmalarıyla, fakirlikle açıklamış olmaktadırlar. Anlayacağınız, paralarıyla döverler insanı.

Güç analizi hissiyatın ötesine taşınarak da yapılabilir. Bu durumda mücadelenin somut hedeflerini, dilini somut duruma uyarlamaktasınızdır. Örneğin bana sorarsanız, AKP’nin bugün itibariyle sahip olduğu politik donanım, ekonomik potansiyel, ideolojik ağırlık, yani ezcümle “toplam güç” Türkiye’yi yönetmeye asla yetmemekle birlikte, başta dış faktör, bir kez daha gericiliği beslemekte ve kurtarmaktadır: Emperyalizm strateji krizi yaşadığından bu meczup rejimin yerine ne koyabileceğini bilememekte, Rusya görülmemiş bir oportünizmle sahayı karıştırmakta, ve zaten düzen içi muhalefet akımları da dışarıya endekslenmiş bulunmaktadırlar. Tabloyu böyle görünce dünya görüşünüze, ilkesel politik tercihlerinize, sınıfsal kimliğinize göre politikanızı tayin edersiniz.

Ama kimisi de ille dev aynasından görüntü almak gerektiğine inanır. Solcuysa eğer, solu güçlü görmek isteyecektir. Güç duygusuna bağımlı olan, onsuz kimseyi ikna edemeyeceğini düşünen sol, kendisi yeterince güçlü değilse ne yapacaktır peki?

Türkiye’de örgütlü sol siyasetin en geniş kesimleri, sol yorumcuların çok büyük çoğunluğu bu durumdadır. Dev aynası da yetmemektedir. O kadar daralmış bir sol vardır ki ortada, aynada kendini bile kandıramayacaktır. O zaman herkese solculuk atfetmek bir psikolojik çare haline gelir. Solcumuz, solculuğu bırakıp en geniş demokrasi güçlerinin, – demokrasi güçlerinden de geçtim- bütün AKP karşıtlarının, -o da yetmez- tüm Saray muhaliflerinin birliğine akmalıdır. Hmm; ya bir üst paragraf doğruysa ve iç güç dengeleri ne kadar Erdoğan aleyhine olursa olsun değiştirmeye yetmiyorsa? Madem öyle “en geniş muhalifler birliği”, dünyada AKP’nin işini bozan herkesi ittifak gücü ilan etmelidir. Batıda, doğuda, kuzeyde ve güneyde istediğin kadar bulabilirsin. Almanya da bir nevi demokrasidir mesela. ABD peki? Adam sende, taktığın şeye bak, burada hayat memat meselesi varken! Emperyalistler yılandan beterdir elbette. Ama şu ara sokmadıklarına göre neden müttefik olmasınlar? Bu “duygusal” solun bir bölümü CHP’ye ağzına geleni söylemişti bir süre önce. Ne faşistliği bırakılmıştı, ne patron yardakçısı olduğu, ne Kürt düşmanlığı… Geçiniz!

Türkiye solu geçmiş bulunuyor. Siyaset sınavından değil. İşçi sınıfının çıkarlarını temsil etmekten, halka karşı dürüst olmaktan, ilkeli olmaktan… Solun önemli bir bölümü bu aralar her gözüne ilişeni pek geniş cephesine katıp Sarayın üç beş eş dost akrabadan ibaret kaldığını anlatmaya kendini verdi. Buradan bir şey çıkmaz. Siyasi mücadele, hele devrimci ve sosyalist olan türü, daha ciddi bir iştir. Bizim gücümüz, şeriatçı eskisini, patron yamağını, emperyalist yalakasını, faşistin modernini kapsama becerimizden gelmez.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]