Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

16.12.2017- 10:37

Facebook'ta Kazım Zorlu arkadaşı yazmış bu yazıyı. İzniyle burada yayınlıyorum. Ve oradaki yanıtlarımı da ekleyerek. Belki biraz daha derinleştirilebilir zaman içinde...


YARİN YANAĞINDAN GAYRİ..

(Bu yazıyı,yazmama vesile olan değerli dostum Ayşe Akgül’ün şahsında;karanlıktan aydınlığa yürüyen bütün dostlara,yoldaşlara adıyorum.)
***
Nazım’ın,bu dizelerini hepimiz biliriz.Şeyh Bedrettin Destanı’nda geçer:
“Yarin yanağından gayri
Her yerde her şeyde beraber..”

Nazım’ı anlamak için o günün şartlarına bir bakmak gerekir:
Nazım Türkiye Komünist Partisi üyesidir.Hatta Merkez Komite Üyesidir.O yıllarda şartlar çok çetindir.Yoldaşlarla buluşmak,görüşmek hiç de kolay değildir.Polis takibindedirler.Gözden uzak yerlerde buluşurlar.Ya da yanlarına eşlerini,sevgililerini alarak aile görüntüsü verirler.İşin içine kadın girer,yar girer.İster istemez gözler,bakışlar kayabilir.İşte bu bir uyarı şiiridir bence..
Peki bunu kimlere söylüyor?Tabi ki kendi yoldaşlarına.Mücadelede beraberiz,seninle ekmeğimi,aşımı,paramı pulumu paylaşırım ancak yarin yanağı bana aittir.Ondan uzak durmasını bileceksin yoldaş.Bilmezsen bu yoldaşlığımızın sonu olur!

Bilen bilir,70’li yıllar da devrimci mücadelenin yükseldiği yıllardır.Sadece kendimiz değil,eşimizle çocuklarımızla mücadelenin içindeydik.Çocuklarımız ellerinde flamalarla en önde yürürken müthiş gurur duyardık.Hemen her gün mitingler,yürüyüşler yapılırdı.Hemen her gün de içimizden birileri toprağa düşerdi.Kahveler taranır,otobüsler taranır,bir sağdan bir soldan derken sanki gizli bir el ülkenin kan gölüne dönmesi için planlı saldırılarını sürdürüp dururdu..
Şartlar çetindi,yoldaşlık ilişkileri kardeşlik ilişkilerinin çok üstüne çıkmıştı.Herkes birbiri için yaşıyor,herkes o güzel yarınlar için mücadele ediyor,saflar da sürekli genişliyordu..
Yoldaşlar arasındaki görüşmeler genelde evlerde oluyordu.Kadınlarımız da gelen insanlara kardeşlerinden daha büyük değer veriyor,saygı gösteriyorlardı..
Bu koşullarda bile yolunu şaşırmış insanlar çıkabiliyordu.Gittiği evin kadınına göz diken,yarin yanağına dokunmak isteyen,o büyük mücadeleyi,o büyük onuru kendi bencil çıkarlarına alet eden,bir bakıma duygularına yenik düşen bazı bozuk kişiliklere benim de tanık olmuşluğumuz vardır ki,bu kişiliksiz tipler mücadeleden kovulmuş,bir anda bütün saygınlıklarını, değerlerini yitirmiş,adeta kendi pisliklerinde boğulmuşlardır..
Buradan çıkan şöyle bir sonuç var:Yoldaşlık dediğimiz ilişki büyük ölçüde güvene dayalı bir ilişkidir.Yarin yanağına uzanıldığında bu güven tuzla buz olur.Orada yoldaşlık da dostluk da biter!
Doğru ya da yanlış,bu Anadolu insanının terbiye biçimidir.Bu devrimci ahlakın en birinci ilkesidir.Bu dostluğun da temel taşıdır.Çünkü yoldaşlık kavramının bir farkı vardır.O sıradan insanlar arasındaki bir ilişki biçimi değildir.O aynı dava uğruna ölümü göze almış insanlar arasındaki ilişkidir.Yarin yanağı,kırmızı çizgidir.Eteğine yenik düşenlerin bu mücadelede yeri yoktur..

Peki,bu başka ülkeler için de bir kırmızı çizgi midir?
79 yılında Moskova Uluslar arası Lenin Enstitüsü’ndeydim .Farklı ülkelerin devrimcileriyle bir yıla yakın bir süre bir arada bulundum.Çok ilginç anılarım oldu:

Nikaragua’dan gelen Sandinist gerillaları vardı.Savaştan yeni çıkmış,devrimi başarmışlardı.Hepimizin de saygısını kazanmış kalabalık bir topluluktu.Çoğu yaralıydı.Kiminin eli kopmuştu,kiminin bacağı.Fakat kadınlı erkekli muhteşem bir topluluktu.Bir ellerinde gitar,bir ellerinde kitap.Dansla mücadeleyi birleştirmişlerdi.Kadın erkek aralarında çok sıcak bir ilişki vardı.Hem sevişiyor hem mücadele ediyorlardı.Bizim için tabu olan şeyler onlar açısından hiç de öyle değildi.O insanlara gidip de “Yarin yanağından gayri..” deseydik her halde çok komik olurdu.Bize kahkahayla gülerlerdi..
Finlandiyalı bir kız vardı.Çok güzeldi.Bizden bir arkadaşımıza ilgi duyuyordu.Bu çok bariz bir şekilde belli oluyordu.Arkadaşımız ise zor durumdaydı,dönüp kıza bakamıyordu bile,terleyip duruyordu.Çünkü biz yasaklıydık,o yasaklar içimize işlemişti.
Ülkeye dönerken uçakta o arkadaşımıza “Yüreğin orada kaldı değil mi?” dediğimde gözlerinin ıslandığını fark ettim.Tabi ki saklamaya çalışıyordu.Çünkü biz erkeklere ağlamak da yasaklanmıştı..
Suudi Arabistan’dan bir tek kişi gelebiliyordu ancak,iki kişinin bile birbirini tanımasından korkuluyordu.Demek istediğim bizden çok daha geri olan ülkeler ve oralardan gelen devrimci kardeşlerimiz de vardı.
Bize garip gelen o kıyafetleri içinde Hintlilerin kadın erkek ilişkileri bile bizden çok daha sıcaktı.Bizler,geri kalmış bir ülkenin geri kalmış devrimcileriydik.Bu,kadına bakışımızda kendini çok net belli ediyordu..
Bir arkadaşımız Yunanlı bir kadın yoldaşa aşık oldu.Kadının dört çocuğu vardı.Arkadaşımız da evliydi,iki çocuk babasıydı.Kadını gördüğünde ne acılar çektiğini bir ben biliyorum.Sonra hastanelik oldu.Her gün birimiz ziyaretine gidiyorduk.Aşk,hiç beklenmedik yerde onu yakalamış ve adeta kafayı sıyırmasına sebep olmuştu.Döndüğünde bile uzun süre psikolojik sorunlardan kurtulamadı.Sonrasını bilmiyorum.12 Eylül araya girdi.Kimi nerede yakalarsa orada silindir gibi altına aldı.O arkadaşımız Eğe’liydi.Karşıya geçti mi geçemedi mi,şu anda nerededir,nasıldır,hiç bilmiyorum..
Yarin yanağı,aşka ve sevdaya konulmuş yasak değildir.Birine yar olmuş bir yanağın istismarına karşı dillendirilen bir yasaktır.Yoldaşlık ilkelerinin istismarına karşı bir duruştur.İnsanı mertliğe ve dürüstlüğe çağırır.Peki,böyle olsa bile burada yarin yanağını,yani kadını “mülk” olarak görme,onu sahiplenme eğilimi yok mudur?Evet,vardır.Kökeni dine dayanan bir bakış açısıdır bu.İnancın,zihnimize kazıdığı prangadır.Bir bakıma zihnimizdeki toplumdur. Toplumsal değişimin öncüleri olan devrimciler,elbette ki bu ve benzeri kavramları sorgulayıp zihinlerinden atmak ve arınmak göreviyle de karşı karşıyadırlar..Fakat bu da yoldaşlık ilişkilerinde sınır tanımazlık anlamına gelmez.Her durumda yoldaşlık güven temeline dayanır.O güveni kazanmak kolay değildir,ama yıkmak bir anlık bir meseledir. Öyleyse değişime öncülük ederken bile insanların hassasiyetlerine dikkat etmek zorunluluğu vardır.Hele de her şeyin para pul olduğu bu dönemde insanın bir yoldaşı,bir dostu olması altın gibi parıl parıl parlayan bir ışık gibidir.Bu ışık insanın içini ısıtan güneşten farksızdır. Unutmamak lazımdır ki aşk ve sevgi,yaşanarak kısa zamanda tüketilebilir bir duygudur,ama yoldaşlık ilişkisi aynı hedefe kilitlenmiş zihinlerin ortak sevdasıdır.Aradaki güven sarsılmadığı sürece hep devam edip giden,iyi ve kötü anların paylaşıldığı,zorlukların birlikte aşıldığı insana sağlık,sıhhat kazandıran,hayatı sevdiren,hayata anlam katan bir değerler yumağıdır.İnsan da yarattığı bu ve benzeri değerlerle insanlık yolunda ilerlemektedir...

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
16.12.2017- 10:38

Face'teki yorumlarım da şöyleydi:

Nazım'ın dizeleri bir yana, 80 öncesinde devrimciler arasındaki kadın erkek ilişkileri (bence) sorunluydu. Nedeni sanırım hala karşı olmamıza rağmen feodal bir kültürün etkisi altında
bulunmamızdı. ''Devrim sürecinde'' bir kadın ile bir erkeğin bir araya gelebilmesi ancak ve ancak cinsel kimliklerimizin yok sayılmasıyla mümkün olabiliyordu. Cinsellik bizde de bir
tabuydu ve kadın devrimciler erkekler için BACI, erkek devrimciler ise kadınlarımız için ABİ idi. Böyle birlikte olabiliyorduk, sinema ve tiyatro dahil her türlü etkinlik ve eyleme de bu
çerçeveye sıkıştırılmış bir anlayış içinde gidebiliyorduk. Doğru değildi elbet. Ama içinde bulunduğumuz koşullar bu yanlışlığı bir doğruymuş gibi bize dayatıyordu işte!


***


Evet, dün çok sorunluydu devrimciler arasındaki kadın erkek ilişkisi, bugün de çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Elbette aşılmış bir şeyler vardır ama bütüne bakıldığında devrimci-sosyalist saflara katılan genç arkadaşlarımızın içinden çıktıkları kültürün çok da olumlu yönde bir gelişim gösterdiğine inanmıyorum.

***

Ve umarım yanılıyorumdur.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
17.12.2017- 08:21

Kazım Zorlu'nun Nazım dizelerini yorumlayışına hiç katılmıyorum. Devrimciler arasında birilerinin devrimci eşlerimizi rahatsız edecek gibi bir tavır takınması da genele yayılabilecek bir durum değil. Nazım ''yarın yanağından gayri'' derken hiçbir koşulda kadının ortak bir mal gibi kullanılamayacağı vurgusunu yapıyordu. Kadını bir meta gibi gören sisteme yine kadın üzerinden tepki koyuyordu. Benim yorumum böyle. Kadın erkek ilişkileri konusunda BACI ve ABİ gibi kavramları o dönemde olgusallaştıran bir devrimci gençliğin çoğunlukla birbirlerinin eşine, dostuna vb. hayırhah bakmaması ve Nazım'ın da bunun üzerinden o dizeleri yazmış olması çok absurd bir yorumlama tarzı.

Böyle bir durumun 80 öncesi gençlik arasında yaşandığı algısı yaratmak o gençliğe çok büyük bir haksızlık! Kazım Zorlu'nun yorumu o haliyle önü ve arkası çok da düşünülmüş bir yorum değil.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
18.12.2017- 12:56

Türkiye 80 öncesinde de büyük çoğunluğuyla feodal bir kültürün etkisi altındaydı. Sanayileşmenin tam anlamıyla gerçekleşememiş olması, köyden kente göçün kendi dinamikleri üzerinden gerçekleşememesi, bir kent kültürünün oluşamamasına yol açmış ve bu iklim hem dönemin sağcı gençlerini ve hem de dönemin solcu gençlerini etkilemiştir. Doğal ancak bu durum, hiçbir şekilde sağcı gençlerle solcu gençlerin aynı tepkiyi verdikleri anlamı çıkarılamaz. Sola, solcu gençliğe sistemin çürümüş ve ahlak dışı davranışlarını yamamaya çalışanlar ne söylediklerinin farkında değillerdir.   Genç yaşlarında darağaçlarında can veren, dağ başlarında ve hain pusularda hayatlarını yitiren bir genç kuşağa böyle bir eleştiri yöneltmek de hadsizlik ve kendini bilmezliktir. Ve ayrıca Nazım Hikmet'in bu saçma sapan ve haksız yorumlayışı bir veri olarak ele aldığı ve ''yarin yanağından gayri...'' dizelerini o veriler üzerine yazdığını ileri sürmek te bir başka saçma sapan yorumlama biçimidir. Face'te kendisinin açtığı konuya da yazdığım için söylüyorum, Kazım Zorlu arkadaşımızın bu konudaki yorumları doğru değildir. Üzerinde fazla düşünülmeden yapılmış karalamalardır sadece...

Şunu yinelemekte yarar var: 80 öncesindeki gençliğin kadın erkek ilişkileri konusunda gerici, lümpen bir tavrının olmayışı O'nların doğru davrandıkları anlamına gelmez. Sürekli yineliyoruz; kadın ve erkeğin bir arada bir siyasi mücadele içinde olabilmesi de cinsel kimliklerin göz ardı edilmesiyle mümkündü. ABİ ve BACI sözcükleri bu işlevi görüyordu. Bir anlamda aramızda aşk ve sevda yaşanmayacak demekti. Devrimci bir süreç içindeyiz, kendimizi sosyalist devrime adadık, aşka ve sevdaya zamanımız yok, demekti. Evet, görüntü   böyleydi, böyle tanımlanıyordu, böyle yorumlanıyordu, ama görünenin ve yorumlananın ötesinde,daha derinlerde başka bir gerçek de yatıyordu bana göre. O da, kadın ve erkek arasındaki en görkemli bağ olan aşk ve sevdanın inkarı üzerine kurulu bir ilişki biçiminin -başlangıçta, en başta-yeğlenmiş olmasıydı.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
18.12.2017- 13:38

Devam edeceğiz ama, aklımdayken ve yanlış da anlaşılmaması için eklemem gerekiyor: Solcu gençliğin o dönemlerde ve kendi aralarında yanlış bir kadın-erkek ilişkisi kurmalarında bile bir asillik-asalet ve bir görkem vardı. Başka bir kelime bulamadığım için bunu kullanıyorum. Belki başka türlü değerlendiren olabilir. Bu görkemi sağcı gençliğin lümpen davranış biçimiyle aynılaştırmaya çalışan bir zihniyet daha önce söylediğim gibi ya ne söylediğinin anlamını bilmiyordur ya da ne yaptığını bilmiyordur. Aynı iklimden etkilenmeleri dışında aralarında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır...

( Evet, devam ederiz.)

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
23.12.2017- 13:14

Kadını ve erkeğiyle canını vermekten kaçınmayan bir neslin eleştirilecek pek çok yanı vardır. İdeolojik ve teorik açıklamalarından, mücadele biçimine ve kadın-erkek birlikte yaşama konusunda geliştirdiği pratiğe kadar pek çok konuda eleştirilebilir de... Ama bunu yaparken özenli olmak, onların hatasına hiçbir şekilde bir gölge düşürmemek gerekiyor. Hele onları sağcı gençlikle aynılaştırma anlamına gelecek yorumlardan mutlaka kaçınılmalıdır, diye düşünüyorum. Gündelik yaşamımızda pek çok pespayelik içinde olabiliyoruz ama konu 68 veya 78 gençliği veya çok daha genel anlamda solcu-sosyalist gençlik olduğunda mutlaka özenli olunmalıdır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]